Tekil Mesaj gösterimi
Alt 1. October 2008, 08:57 PM   #2
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

Evet…

Bir konma göçmedir insanın hikayesi.
Bu iki menzil arasında yazılır mutluluğun, hüznün, sevginin, nefretin, merhametin en hakikisi.
Dobra dobra, açıkça yazılır ne varsa... Öyle ki, insanın kendinden gizledikleri bile sıkışır satır aralarına.
Diğer hikayelere benzemez insanın hikayesi; çünkü önce oynanır, sonra yazılır. Öte taraftan, silip de yeniden yazmak yoktur bu hikayede, başkasını oynamak da...

Ölüm...

Zor zamanın ilk haberi.
İlişik kesme anı.
Dönüşü olmayan eşik.
Fânilikten ebediliğe göçüş.
Gerçek bir ayrılış zaman ve mekandan.
Ödünç alınan nimetin sahibine teslimi.

Ya hayat ?

Hayat iki nokta arasında bir çizgi.
Silip de baştan çizemediğimiz, titrek, kesiksiz, kısacık bir çizgi.
Devran içinde anlık bir göz kırpması gibi.
Bir koşumluk yol ya da bir atımlık mesafe gibi.
Uğrayıp geçen kervanlar, gökteki bulut, ya da suya bırakılan iz gibi.
Zamandan damıtılmış, tadımlık bir yudum mey gibi.
El emeği göz nuru ince bir nakış gibi.
Yedeği olmayan sermaye ile yapılan ticaret gibi.

Ya Hayat ve Ölüm ?
Atılan taşın düşmesi,
gelmek ve gitmek,
veya, geceden sabaha çıkmak gibi.
Silkinip de mahmurluğu atmak gibi.
Gerçeği hayalde ararken, hayalden gerçeğe uyanmak gibi.

Bizler, Âdem’in evlatları...
Sıramız gelmiş, zamanın bir yerinden sessizce tutun-muşuz hayata.
Hayatı biz dilememişiz.
Ölümü de biz yazmamışız.
Zamanın esaretinde kürek mahkumları gibiyiz; bir iskeleden ötekine.
Bereketli topraklarda başlayıp, kurak iklimlerde son bulacak bir yolculuğa çıkmışız.

Her kürekte, dönüp alması olmayan bir şeyler bırak-mışız kendimizden geriye.
Ve hayatı azık edip tüketmişiz, bu sılası olmayan gurbetin peşinde.

Hayat...

Çeşit, çeşit.
Doğum ve ölüm dahil, her şeyin farklılaştığı bir zemin.
Parmak izi misali, biri diğerini tutmuyor.
Bir renk cümbüşü halinde benzersiz tonlarla karşımıza çıkıyor.
Kimimiz, aykırı tonlarda buluyor güzelliği.
Buna inandığı gibi yaşamak deniyor.
Kimimiz de renklere mahkum oluyor.
Buna da yaşadığı gibi inanmak deniyor.
Renklerle olan hasbıhalimiz, hazana dek sürüyor.
Bir baharda tattığımız o heyecan, yapraklar sarıya çaldığında bitiyor.
İşte ne oluyorsa, bahardan hazana dek oluyor.

Evet...

“Her insan bir hayat” ve her hayat, ideallerin, heves ve arzuların harman olduğu bir serüven.
Bazen, inandığını yaşama çabası.
Bazen, nasib-kısmet kavgası.
Bazen, kuvvet-kudret sevdası.
Bazen, başka şeyler...
Özetle hayat, herkesin kendine ait serüveni.
Her kişinin, bir benzeri daha olmayan hikayesi.

Masallar, “bir varmış, bir yokmuş” diye başlar.
Gelip geçiciliğin, hiç yaşamamış gibi olmanın çarpıcı bir ifadesidir bu. Her ne kadar masallara özgü olsa da, gerçek hayatlara, sizin, bizim hayatımıza da tam oturur.

Bir de ihmal edilmiş bir anlam gizlidir bu deyişte. Belki de en önemli vurgusudur ki, “yoktan varolma” sürecine işaret eder.
Çalışma masanızın üstünde size ait olmayan bir nes-neye rastladığınızda, “nereden çıktı bu” ya da “kim koydu bunu buraya” diye sorarsınız.

Banka hesabınız, hiç sebepsiz bir gün önce bıraktığı-nızın iki katına çıksa, mutlaka “nereden geldi bu” diye araştırırsınız.

İşte hayat da böyle; ansızın, irade dışı önünüze çıkan bir kazanımdır.
En az masa üzerindeki nesne veya banka hesabınız kadar sorgulanmayı bekler.
Yaşam dolu dizgin geçen bir süreç. Bir kapıdan girip, apar topar diğer kapıya dayanmak gibi. Ancak, göreceli olmasına, gelip geçivermesine rağmen, emeğiyle, çilesiyle, saniyesi saniyesine yaşanan bir zaman dilimi.
Yaşadıklarımız anlamsız şeyler değil.
Peki, nedir bu olup bitenler ?
Hayat denilen süreç niye var ?

Dünyaya konup göçenler, uyanıp uyumak gibi bir döngü ile hayata katılıp ayrılırlar. Kimi taht beşiğine doğar, kimi toprak üstüne. Kimi tantanalı merasimlerle uğurlanır son yolculuğuna, kiminin sırtını verecek bir kabri bile olmaz.

İşte böylesine derin adaletsizliklerle ayrılır bir hayat ötekinden. Bu durum, bir isyan hali yaratır insanlarda ki lanetlenen hep dünya ya da kader olur. Oysa insan, hayvan, bitki, hava, su, toprak gibi her suçsuzun vebali, insanın üstündedir. Hepsi de insanın zulmünden az ya da çok nasibini almıştır. Bu çerçevede, lanet iskemlesine insandan daha yakışan kim vardır ?
Toplumu oluşturan katmanların en belirginleri, güç-lüler ve zayıflardır. Detaya inince, zayıflardan güçlülere doğru küçük kopmalar olduğu görülür ki bu da orta sınıfı oluşturur. Çok karmaşık bir görünüm sunsa da, özünde toplumsal hayat, bir yer kapma ve kaptığı yeri kaptırmama mücadelesidir.

Güçlüler, bu mücadelenin hemen her zaman galibi-dirler. Ve galipliğin doğası gereği, zayıflardan itaat bek-lerler. Dolayısıyla zayıflar için sükunetin bedeli, kayıtsız şartsız bir teslimiyettir.

Yakınma, koşullara rıza göstermeme gibi hallerde gürültünün en büyüğü kopar. Bu anda, güçlünün hükmet-me arzusuyla, dalkavukların küçük menfaatlere düşkün kanaatkarlığı birleşir. Bu ikisi bir araya gelince, artık bundan doğacak zararı ölçmek mümkün olmaz.

Ölümden beter bir fitne salınır insanların arasına ki koskoca bir milleti sıtma tutmuşçasına sarsmaya yeter. İnsan insandan ayrılır, kardeş kardeşe düşman olur. Direnci kökünden söken bir eziyet, işkence ve sefalet dönemi başlar. Ve parlayan ne varsa, zulmün o koyu karanlığında tek tek söner. Bu böyle devam eder; ta ki bayrak düşüp, başlar eğilinceye kadar.

Yazık ki insanlık zulmü merhametten daha çok sevmiş. Ve her nesil, zulmü miras bırakmış kendinden sonraki nesle tarih diye… Bugün de değişen fazla bir şey yok. Hâlâ insan insana kul olmaya zorlanıyor. Görünen o ki, insanlığın sırtından kıyamete kadar eksik olmayacak kırbaç izi. Zaman bile güç yetiremeyecek bunu değiştirmeye.

Eziyet, işkence, sefalet, çaresizlik, umutsuzluk…

Eğer tatmadıysak, kahrolası birer kavram olmaktan öte bir şey değildir bizler için. Oysa insanın insana reva gördüğü zulmü bilmek başka şeydir, yaşamak başka…

Bir an için kendinizi, piramitleri inşa etmek uğruna feda edilen on binlerce esirden birinin yerine koyun.

Veya ailesinden, toprağından zalimce koparılıp, ırgat olarak Amerika’ya taşınan yüz binlerce Afrikalı kölenin içinde ya da diktatörlerin zulmünde yitip giden mazlum-larla birlikte ölüm tarlalarından birinin dibinde düşünün kendinizi…

İlk insandan bu güne, milyarlarca insan gelip geçmiş-tir bu dünyadan. Kimi öylesine kuvvet ve iktidar sahibi olmuştur ki, tek bir söz ya da davranışı binlerce insanın hayatında olumlu ya da olumsuz değişiklikler meydana getirmiştir. Kimi tüm zenginliğini ve saltanatını insanla-rın gözyaşı ve mutsuzluğu üzerine kurmuştur. Kiminin kişisel ihtiras ve arzuları yüzbinleri ölüme sürüklemiştir.

Şimdi, zayıflar zayıf doğacak, yaşamı boyunca ezilecek ve aynı eziklik içerisinde ölümle kucaklaşacaklar; zalimler saltanat içerisinde ezerek yaşayacaklar ve ölümleri, hatta ölümden sonraları bile insanlar için eziyet olacak ve maz-lumun bilançosu zarar, zaliminki kârla kapanacak…(!)

Asla...

Ölüm üstünden geçti diye, yaşanan bunca şey, bunca hayat, iyilik-kötülük, adalet-zulüm toprağa karışıp kaybolmaz.

Şurası muhakkak ki, mazlumların âhı da gökle yer arasında kalmaz; göğü yırtar, oradan da arşa yükselir.

Ve çile de yazılır zulüm de; çileye ödül, zulme bedel diye.
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

…Yer, o şiddetli sarsıntısıyla sarsıldığı,
…Yer ağırlıklarını dışarı çıkardığı,
…Ve insan “Buna ne oluyor ?” dediği zaman,
…O gün (yer), haberlerini anlatır.
…Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir.
…O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye bölük bölük çıkarlar.
…Kim zerre miktarı iyilik yapmışsa onu görür.
…Kim de zerre miktarı kötülük yapmışsa onu görür. Zilzâl Suresi/1-8
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla