Tekil Mesaj gösterimi
Alt 11. December 2009, 10:46 PM   #4
mavera
Uzman Üye
 
mavera - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 126
Tesekkür: 43
65 Mesajina 146 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
mavera is on a distinguished road
Standart

http://www.hanifler.com/showthread.php?t=157&page=2

(Hakkı Yılmaz açıklaması)


EYYÛB KISSASIYLA İLGİLİ ÂYETLERİN TAHLİLİ:

41.Kulumuz Eyyûb’u da hatırla! Bir zaman o, Rabbine seslenmişti: “Meşakkat ve acı ile bana şeytân dokundu” [şeytân bana acı ve meşakkat dokundurdu] .

نصب [nusb] sözcüğü, “meşakkat, bedende zahmet” ve عذاب [azâb] sözcüğü de, “acı, mal ve evlât acısı” demektir.

Dâvûd ve Süleymân peygamberler gibi fitnelerden, belâlardan geçirilmiş ve böylece saflaştırılarak arı-duru hâle getirilmiş olan Eyyûb peygamber, âyetten anlaşıldığına göre nusb ve azâb ile fitnelendirilmiştir. Nusb ve azâb sözcüklerinin anlamları, bu fitnelenmenin [sınanmanın] Eyyûb’un (a.s) bütün malını, ailesini ve sağlığını aynı dönemde yitirmesi şeklinde olduğunu göstermektedir. Fakat o, bütün bunlara rağmen Rabbi ile bağını gevşetmemiş, Rabbine olan güveninden hiç bir şey kaybetmemiş ve hep sabırlı olmuştur.

EYYÛB PEYGAMBERE MUSALLAT OLAN ŞEYTÂN:

Kur’ân’da, şeytân‘ın her türlü kötülüğün sembolü olarak tanıtıldığı ve her kötü kişi ve güce şeytân dendiği unutulmamalıdır. Fakat ne yazık ki, şeytân, genellikle halk kültüründeki o malûm yaratık olarak algılanmakta ve âyette bildirilen işkencelerin de Eyyûb peygambere o şeytân tarafından yapıldığı kabul edilmektedir. Hâlbuki Kur’ân’da birçok yerde şeytânın insan üzerinde zorlayıcı bir gücünün bulunmadığı bildirilmiştir. Bu açık Kur’ân bildirisine rağmen, insanların pek çoğu, ölümün, hayatın, sağlık ve hastalığın şeytân tarafından meydana getirildiğini kabul etmekte, ama böyle bir kabulün bu konularda Allah’ı devre dışı bırakmak anlamına geldiğini hiç düşünmemektedirler. Düşünülmeyen bir diğer şey ise, zannedilen güçlere sahip olan şeytânın, bu güçlerini kullanarak neden peygamberleri saf dışı bırakamadığı veya neden Allah rızası için mücadele edenleri yoldan çıkaramadığıdır.

Biz, yukarıda Süleymân peygamberin kıssasında değindiğimiz “şeytân” anlayışıyla, Eyyûb peygamberi bu durumlara getirenin ya yakın çevresinden biri (özellikle de iş ortağı), ya da Eyyûb peygamberin kendi şeytânı (yani, İblis) olduğu kanaatindeyiz. Bu kabule göre, Eyyûb peygamberin başına bu dertleri bir yakını, iş ortağı veya kendi düşüncesizliği açmıştır. O da uğradığı kayıplar karşısında hırsa kapılarak tekâsür peşinde koşarken, muhtemelen işleri iyice ters dönmüş, iflâs etmiş, elinde avucunda bir şey kalmamıştır. Bu durumun sonucu olarak yakınları çevresinden uzaklaşmış ve kendisi de düştüğü bunalımlar neticesinde fiziksel ve zihinsel hastalıklara yakalanmıştır.


42.“Ayağın ile topukla” [yere vur, mahmuzla, yaya olarak hemen oradan uzaklaş] !

Âyette geçen ركض [rakz] sözcüğü, “topuklamak [atı mahmuzlamak] , kanat çırpmak” anlamına gelir. Sözcük burada mecazen “acele etmeyi, çabuk gitmeyi” ifade etmektedir. Çünkü atın mahmuzlanması, onu hızlandırmak için yapılan bir harekettir ve kanat çırpmak da bulunulan yerden süratle uzaklaşmayı ifade eder. Nitekim konumuz olan âyetten başka Enbiyâ/12-13‘de geçen rakz sözcüğü, orada da bu âyetteki gibi “kaçmak, çabucak uzaklaşmak” olarak mecâz anlamıyla yer almış ve genellikle tüm meal ve tefsirciler o âyetlere bu manaları vermişlerdir:

Öyle ki onlar azabımızın şiddetini hissettikleri zaman ondan hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı. “Hızlı hızlı kaçmayın; içinde şımarıp azdığınız yurtlarınıza dönün. Belki sorgulanacaksınız!” (Enbiyâ/12-13)

Konumuz olan Eyyûb kıssasındaki ürkuz sözcüğünün, “ayağını yere vur” anlamına alınması sûretiyle, Allah’ın emriyle ayağını yere vurduğunda oradan su fışkırdığı ve Eyyûb peygamberin o sudan içtikten ve banyo yaptıktan sonra hastalığının geçtiği, muhtemelen de Eyyûb peygamberin bir cilt hastalığına yakalanmış olduğu yolunda yapılan açıklamalar tamamen mesnetsiz, hayalî yakıştırmalardır. Bunlar, Kitap-ı Mukaddes’te yer alan ve Müslümanların ölçüp tartmadan, sağlama yapmadan kabul ettikleri, Eyyûb peygamberin vücudunun baştan aşağı sivilcelerle dolu olduğu yolundaki ifadelerden kaynaklanmaktadır.
Âyetteki ayağın ile ifadesi, bize göre Eyyûb peygamberin yaya olarak gitmekten başka çaresinin kalmadığını göstermektedir. Çünkü pasajdaki anlatıma göre, Eyyûb peygamber tüm mal varlığını, sağlığını, çevresini ve ailesini kaybetmiş, mahmuzlayacak ne atı ne de devesi kalmıştır. Kanatlanacak imkânı da olmadığı için âyette “ayağın ile” ifadesi yer almıştır.

İşte yıkanılacak bir yer, soğuk içecek!”
Bu ifade genellikle “ayağını yere vurmasıyla yerden bir pınarın fışkırıverdiği ve Eyyûb peygamberin de ondan içtiği ve onunla yıkandığı, sonunda da dertlerinden kurtulduğu” şeklinde yorumlanmıştır. Bize göre ise bu ifade, Eyyûb peygambere istikamet vermekte, kaçıp gideceği yerlerdeki imkânlara işaret etmektedir. Yani, Eyyûb peygamber bulunduğu, yaşadığı yerden ayrılarak “sulak, bitek ve serin bir bölgeye, yaylaya” gidecek, böylece o’nu sarmış olan sıkıntılardan kurtulup selâmete erecektir.
43.Ve Biz o’na, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet ve tüm akıl sahipleri için bir ibret olarak bahşettik.

Bu âyet, Allah’tan gelen belâ ve musibetlere karşı sabırlı olanların nail olacakları nimetlere dikkat çekmekte ve belâlanma sonucunda sabredenlere, kaybettiklerinin kat kat fazlasının ikram edildiğini bildirmektedir. Bu ikramlar, –sûrenin sonundaki “Fitne” başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi– Bakara/155-156‘da “müjde” olarak nitelendirilmiştir:
Ve de kesinlikle Biz sizi korkudan, açlıktan bir şeylerle ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile belâlandıracağız [imtihan edeceğiz] . Başlarına bir musibet geldiği zaman, “Biz şüphesiz Allah’a aidiz ve yalnız O’na döneceğiz” diyen şu sabredenleri müjdele! Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman, “Biz Allah içiniz ve yalnız O’na dönücüleriz” diyenlerdir. (Bakara/155-156)

43. âyetle ilgili olarak bazı rivâyetlerde, “Allah o’nun önceki çocuklarını diriltti ve onlar kadar daha verdi” [122] şeklinde aşırı abartmalar yapılmıştır. Hâlbuki âyetin açık anlatımında Yüce Allah’ın Eyyûb peygamberin çocuklarını öldürdüğüne ve sonra ölen çocuklarını dirilttiğine dair hiçbir ifade yoktur.

Burada anlatılan olay şudur: Eyyûb peygamber, Allah’tan gelen ve 44. âyette dile getirilen, Hemen oradan uzaklaş, eline bir demet bitki al ve onunla rızık aramak için sulak ve serin yere sefere çık, sakın günah da işleme, emrini alınca gereğini yapmış ve Rabbimiz de o’na hem sağlığını geri vermiş, hem de maddî yönlerden geniş imkânlar bahşetmiştir. Allah’ın bu bağışları sonucu herkes o’nun etrafında kümelenmiş ve Eyyûb peygamberin çevresi eskisine nazaran kat be kat artmıştır.

43. âyet aslında anlam olarak Eyyûb kıssasının son âyetidir. Cümlelerin başında bulunan “atıf vav’ı” [‘ve’ bağlacı] cümleye takip ve sıra anlamı değil, cem anlamı, yani birliktelik anlamı kattığı için, ve eline bir demet ot al ibaresi ile başlayan 44. âyet, çabuk uzaklaş emrinin verildiği 42. âyetin devamıdır. Buna göre pasajın normal takdiri şöyledir:
Kulumuz Eyyûb’u da hatırla! Bir zaman o, Rabbine nida etmişti: “Meşakkat ve acı ile bana şeytân dokundu” [şeytân bana acı ve meşakkat dokundurdu] .

“Ayağın ile topukla [yere vur, mahmuzla, yaya olarak hemen oradan uzaklaş] ! İşte yıkanılacak bir yer, soğuk içecek! Ve eline bir tutam bitki al, onunla hemen, rızık aramak için sefere çık ve hânis olma” [kararsız olma, doğrudan sapma, günah işleme] . Gerçekten Biz o’nu sabredici bulduk. O ne güzel kuldu! Şüphesiz o çokça dönendir.

Ve Biz o’na, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet ve tüm akıl sahipleri [kavrama yeteneği olanlar] için bir ibret olarak bahşettik.
Bu ve bağlacının bir başka örneği de abdestin emredildiği Mâide/6′da görülmektedir. Abdest alma esnasında, normal olarak önce ellerin sonra yüzün yıkanması söz konusu iken, bu âyette yüzün yıkanması elin yıkanmasından önce zikredilmiştir. Buna rağmen bu âyetten evvelâ yüzün yıkanacağı anlaşılmamış, abdestin tamamlanması için âyette sayılan dört eylemin gerçekleştirilmesi yeterli görülmüştür. Yani âyetten, abdest alımında sıranın önemli olmadığı ve organların tersten yıkanmasında da bir sakınca bulunmadığı anlaşılmıştır. Söz konusu âyete yüklenen bu anlam, cümledeki ve bağlacının cem için olmasından kaynaklanmaktadır.

44. âyetin, anlam olarak 42. âyetin devamı olması ve 43. âyetten önce gelmesi, bu sûredeki kıssaların sunuşlarındaki anlam sıralamasına da uygun düşmektedir. Yüce Allah bu kıssalarda, fitnelendirdiği, sınavdan geçirdiği kullarına, sabrettikleri ve O’nun hükmüne gönülden razı oldukları takdirde çok büyük lütuflarda bulunduğu/bulunacağı mesajını vermektedir. Dolayısıyla, –yukarıda pasajın takdirinde yaptığımız gibi– Eyyûb peygamberin sabredici ve evvâb olduğunu bildiren 44. âyetin, Allah’ın kendisine bağışta bulunduğunu bildiren 43. âyetin önüne alınması, kıssalardaki “önce kulun sabrı, sonra Allah’ın bağışı” sıralamasına daha uygun düşmektedir.

Âyetteki, tarafımızdan bir rahmet ve tüm akıl sahipleri [kavrama yeteneği olanlar] için bir ibret olarak bahşettik ifadesi, Allah’ın verdiği nimetlerin herhangi bir zorunluluktan değil, bir lütuf, bir bağış olarak verildiğini anlatmaktadır.

Yine bu ifadeden anlaşılıyor ki, bu kıssada her akıl sahibi [kavrama yeteneği olan] için bir ibret, bir ders vardır. Akıl sahibi her insan, hangi hâlde olursa olsun, Allah’a isyan etmemeli, O’ndan ümidini kesmemeli ve ümit ettiğini sadece Allah’tan beklemelidir. Çünkü iyilik de, kötülük de sadece Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’ın elindedir. O, dilediğini iyi bir durumdan kötü bir duruma düşürür, dilediğini de kötü bir durumdan iyi duruma çıkarır.
mavera isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
mavera Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Barış (12. December 2009), Derin Düşünce (4. March 2011)