Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10. March 2013, 10:55 AM   #8
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleyküm! Değerli Merdem Kardeşim!

Alıntı:
merdem Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Degerli Dost1 Kardesim,

ateistler takmislar kafalarina, neymis efendim, Kur'an da bir tek Beyin kelimesi dahi gecmiyormus, beyin yerine Kalp kelimesi geciyormus. Muhammed peygamber o zamanlar beyin denen organdan habersizmis de onun icin Kalp sözcügünü kullanmis. Ahlaksiz herifler, Allah da demiyorlarda, Allah'in elcisi de demiyorlarda anlayin iste...

Bundan daha güzel bir örnek olabilirmi: Onlarin kalpleri mühürlüdür....Hani bu bir mucize degilse nedir. Anlamiyorlar. Zannediyorlar ki, deve kusu gibi kafalarini topraga gömerlerse Allah onlari görmeyecek! Zavallilar!


Ben de asagidaki satirlari postaladim onlara. Allah'in Ayetleriyle alay edilen ortamda oturulmaz/durulmaz, herkes kendi yoluna. Onlarin din(!)leri onlara, bizim dinimiz bize.

Selam ve dua ile.


Kur'an da beyin kelimesi gecmiyormus, neymis efendim, araplar o zamanlar beynin fuctionlarindan habersizmis de Muhammed Kur'an da beyin yerine kalp sözcügünü kullanmis. Allah yokmus falan filan.

Yeryüzünde aramizda dinazorlar yasamiyorlar diye dünyayi da yok saysaydiniz o zaman nasil olurdu? Madem mantikla yürütüyorsunuz her isinizi.

Diyeceksiniz ki simdi, dinazorlar yasamiyorlar ama yasadiklarina dair izleri var. Iyi güzelde bu bir ispat oluyorsa, Kur'an da direkten beyin sözcügü gecmiyor ama hala aklinizi calistirmayacakmisiniz, aklinizi kullanmayacakmisiniz diye devamli tekrarlaniyor.

Herhalde akil kalbinizin icindedir diye de bir tam cümle gecmiyor.

Bir beyin acilip icine bakildiginda herhalde AKLI da göremiyoruz, acaba AKIL denen seyde mi yoktur? Beyin var ama icinde görünen akil yok! Neymis akli yürüten organ?



Insan yasadigi müddetce beyni aktif calisir, Kur'an in kendisi beyindir, icinde beyin sözcügünün olup olmamasi hic mühim degil, ebedi yasayacaktir cünkü.

Allah beynin yerine kalp sözcügünü kullanmis olsun, bu ne degistirir? Bir müslümanin da ayni bir ateist gibi bir kalbi ve bir beyni var, yoksa tibben teshis mi edilmis aksi; müslümanlarin beyni yok diye. Sayet derseniz; müslümanin beyni var ama akli yoktur diye, beyni olan ateistin beynini de acip baksinlar acaba icinde akil bulunacakmi.

Siz Kur'an da beyin arayin durun. Kur'an beynin ta kendisidir, tabii ki anlayana.


Sizlere gecmis olsun.
Allah sizlerden razı olsun. Söylemleriniz ancak aklını işletebilenler için geçerlidir.


"Kalp" sözcüğü; "insanın ortası, özü" demektir. Bundan dolayı "yürek"e de "kalp" denmiştir. Araplar "yürek"i, düşünce ve tefekkürün merkezi olarak bildikleri için zamanla "akıl"a da "kalp" demeye başlamışlardır.

"Akıl"ın "kalp" olarak isimlendirilmesi aslında "mahalliyet mecazı mürseli" sanatı olmasına rağmen, "akıl" ve "kalp" kelimeleri giderek eş anlamlı isimler olarak görülmüş ve böylece bu kullanım, doğru bir temele dayanıp dayanmadığına bakılmaksızın "kalp" ve "akıl" sözcüklerinin geçtiği diğer dillerde de uygulama alanı bulmuştur. Bu sebepledir ki Kur`an`da kalp sözcüğü, kan pompalayan organ olarak değil aklın, düşüncenin, tüm zihinsel fonksiyonların merkezi olan "beyin" anlamında kullanılmıştır.

"Kalp" sözcüğü Kur`an`da kan pompalayan organ olarak değil, aklın, düşüncenin ve tüm zihinsel fonksiyonların merkezi olan beyin anlamında kullanılmıştır. Yani, Kur`an`a göre kalp; başta akıl olmak üzere insanı insan yapan özelliklerin merkezidir.

Değerli Kardeşim!

Her dilin kendine özgü bir yapısı vardır. Konuşulan her dilde, ilk defa karşılaşılan bir takım manaları veya maddeleri ifade etmek için bir lâfız, sözcük vazedilir. Ama vazedilen sözcükler ile sözcüğün ifade ettiği mana veya maddeler arasında her zaman doğru ilgiler, ilişkiler olmayabilir.

Türetilen sözcük halk arasında yaygınlaştığında da kimse o sözcük ile, o sözcüğün ifade ettiği mana veya madde arasındaki ilginin doğru veya yanlış olduğuna bakmaz ve herkes o sözcüğü kullanır.


Meselâ, Kristof Kolomb Hindistan`a ulaştığını sanarak karşısına çıkan adalara Batı Hint Adaları ismini vermiştir. Bu ismin coğrafî gerçeklere uymadığını bugün herkesin bilmesine rağmen isim düzeltilmemiştir, kullanılmaya devam etmektedir. Veya, bir barsak parazitine barsakta sadece bir tane olduğu zannedilerek konulmuş olan "tek şerit" anlamındaki Taenia Solium adı, sonradan parazitin barsakta birden çok olduğunun öğrenilmesine rağmen değiştirilmemiştir, kullanılmaya devam etmektedir. Ya da, eskiden rahimdeki bir illetten kaynaklandığı zannedilerek "rahim" anlamına gelen "Hysteria" sözcüğü ile tanımlanmış olan bir sinir hastalığı, artık kaynağının rahim olmadığının bilinmesine rağmen hâlâ bu isimle anılmaktadır.

Bu durum Arapça için de aynen geçerlidir. Meselâ, "cinn" denilen görünmez doğaüstü güçlerin varlığını kabul eden batıl inançlarla, bu cinnlerin etkisi altına girdiği sanılan bir kimseyi tanımlamak için vazedilmiş olan ve "cinnlenmiş" anlamına gelen "mecnun" sözcüğü bugün, akıl hastalıklarının batıl inançlardaki cinnlerle hiçbir alâkası olmadığının bilinmesine rağmen halk arasında hâlâ akıl hastaları için kullanılmaya devam etmektedir. Veya, Güneş Sistemi`ndeki hareketlerin ve yörüngelerin bilinmediği dönemlerde "Güneş`in ufkun üzerine çıkması" anlamına gelen "tuluuşşems (güneşin doğması)" ve "Güneş`in ufukta kaybolması" anlamına gelen "gurubuşşems (güneşin batması)" sözcükleri, artık bu olayların dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinden kaynaklandığının öğrenilmesine rağmen, hâlâ aynen kullanılmaya devam etmektedir.

Demek oluyor ki, sözcük ile sözcüğün ifade ettiği mana veya madde arasındaki ilginin yanlışlığı her dilde söz konusudur. Bu tip sözcükler ve terimler yaygın kullanıma ulaştıktan sonra, bilim adamları bile sözcüklerin bina edildikleri temelin hatalı veya yanlış olduğunu bildikleri hâlde bu sözcük ve terimleri kullanmaya devam etmişlerdir. Bu tip sözcüklerin kullanılması da hiçbir zaman kınanmamıştır.

Bu uzun açıklamalarla söylemek istediğimiz şudur: Diğer diller gibi Arapçada da, sözcükler ile bunların ifade ettiği mana veya maddeler arasındaki ilginin yanlış olduğu ama yaygın olarak kullanılan sözcükler vardır. İşte bu tip sözcükler Kur`an`da, o dönemde yaygın olan anlamı ile kullanılmıştır. Çünkü Arap diliyle inmiş olan Kur`an, insanların kolayca anlaması ve öğüt alması için inmiştir ve insanların Kur`an`ı anlamaları için sözcüklerin yaygın anlamlarıyla, yani halkın anlayacağı anlamlarıyla kullanılması kaçınılmazdır. Nitekim cahiliye dönemi Araplarının inançlarına göre "cinnler ülkesinin ismi" olan ve halk arasında "harikulâde şeyler" için kullanılan "ابقر Ebgar" sözcüğü, Ebgar ülkesi diye bir ülkenin tamamen hayalî olmasına rağmen, Kur`an`da Rahman suresinin 76. ayetinde "....وابقرىّ حسان Ve ebgariyyin hisan (Ve Ebgarlı halılar / harikulâde, nefis, şahane halılar" anlamında kullanılmıştır.

İşte "kalp" sözcüğü de bu duruma uygun olarak Kur`an`da kan pompalayan organ olarak değil, aklın, düşüncenin ve tüm zihinsel fonksiyonların merkezi olan beyin anlamında kullanılmıştır. Yani, Kur`an`a göre kalp; başta akıl olmak üzere insanı insan yapan özelliklerin merkezidir, kısaca insanın özüdür.

Kalbi olana ikaz
Ayetteki, "kalbi olan kimseler için" ifadesindeki "kalp" sözcüğü, yukarıda açıkladığımız gibi genel anlamda "insanın özü" demekse de, ayete özel anlamda "akıl" manasına gelir. Yani ayetteki ifade; "aklı olanlar için" demektir. Buna göre Rabbimiz sanki; "Bunda, kalp (akıl) denilebilecek en ufak bir şeyi olan kimse için bir öğüt vardır. Bu durumda artık kim öğüt almazsa, onun hiç kalbi (aklı) yok demektir." buyurmuştur.

Gerçekten de tarihe bakarsak, ders almak, geçmiş olaylardan ibret almak, insanların hep birbirine tavsiye ettiği ve yapılmasının gerekli olduğuna inandığı bir yöntemdir. Ama kendisine geçmişten öğüt çıkarmak, ayette de işaret edildiği gibi, aslında kalbi (aklı) olan insanlar için söz konusudur. Kalbi (aklı) olmayan veya kalbi ölü olan (aklı çalışmayan) insan, öğüt, ibret alamaz. Kalbi (aklı) olan insan ise geçmişteki acı akıbetler konusunda son derece hassastır. Mezarlar ve örenler gibi etkileyici ve coşturucu yerler kalbi (aklı) olan insanı etkiler; duygularını coşturur, hatıralarını canlandırır, ona ilham kaynağı olur. Ama kalbi (aklı) olmayanlar, bu gibi yerler ve olaylar karşısında kör, sağır ve dilsizdirler:

Bakara; 18: (Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar dönmezler.

Münafikun; 4: "Ve onları gördüğün zaman kalıpları senin hoşuna gider ve eğer konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki dayanmış keresteler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandırlar, onlardan hemen sakın. Allah onları öldürmüştür! Nasıl da döndürülüyorlar?"

A`râf; 179: "Ant olsun ki, cinlerden ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte bunlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar da gafillerin ta kendileridir."

Furkan; 43, 44: "Hevasını (kötü duygularını, tutkularını) kendisine tanrı edinen kişiyi gördün mü? Peki onun üzerine sen mi vekil oluyorsun?
Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (vahye kulak) vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta yol bakımından daha sapıktırlar / şaşkındırlar (aşağıdırlar)."

Kasas; 50: "Buna rağmen eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah`tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık / şaşkın (aşağı) kim olabilir? Kesinlikle Allah zalim kavme yol göstermez."

Ahkâf; 26: "Ve ant olsun ki, Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık (size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik). Onlara da kulaklar, gözler ve duygular kılmıştık (vermiştik). Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir fayda sağlamadı. Çünkü onlar Allah`ın ayetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi."

Kur`an, son derece manidar örneklerle anlattığı bu kâfirlerin hâlini, bağırıp çığıran ve kendi sesinden başka bir şey duymayan çobanın hâline benzetmiştir. Kuru gürültüyle hakk sözü bastırıp boğarak galip gelmeyi çok iyi bilip uygulayan kâfirler, Kur`an`a göre ancak sükûnet ve ciddiyetle dinleyerek anlaşılabilecek sözleri dinlemeye değer ve anlamlı bulmazlar. Onları kör, sağır, dilsiz ve yüreksiz olarak niteleyen Kur`an, bu kâfirlerin kıyamet günü de böyle kör, sağır ve dilsiz olarak haşredileceğini bildirmiştir (Bakara; 171 ve İsra; 97).


Mühür, mühürleme, kalbin mühürlenmesi:
Mühür / hatem; "üzerinde bir kimsenin veya bir kuruluşun adının tersine kazılı bulunduğu ve imza yerine geçen maden, lâstik veya başka bir maddeden yapılmış alet, damga" demektir.

الختم Mühürleme/ hatm ise; "الطّبع tab` (damgalamak, damga basmak)" demek olup, "Tab` (damgalamak, damga basmak)" da; "hilkat ve cibilliyette, yani yaratılışta şekil vermek anlamına gelir. "Tabiî, tabiîlik, tabiat" sözcükleri, "tab` (damgalamak, damga basmak)" sözcüğünden türetilmişlerdir. Zaman içinde insanların eşyaya şekil verme işlerine de "tab`" denilmiş ve madene şekil verme (kılıç yapımı, para basımı) işleri için "tab`" sözcüğü kullanılır olmuştur. Daha sonra kitap, dergi, gazete basımlarına da "tab`" denmeye başlanmıştır ki sözcüğün günümüzdeki yaygın anlamı budur. Bu anlama gelen "matbuat (basın)" ve "matbaa (basımevi)" sözcükleri de "tab`" sözcüğünden türetilmiştir.

"الطّبع Tab` (damgalamak, damga basmak)" sözcüğü, "الختم hatm (mühürleme)" sözcüğünden daha geniş bir anlam ifade etmesine rağmen, her iki sözcük de Kur`an`da eş anlamlı olarak kullanılmıştır.

Mühürlemek sözcüğünün mecazî anlamı ise; "Bir şey üzerine örtü örtmek, içine bir şey girmemesi için kilitlemek" demektir. Sözcüğün bu anlamı; "aklın yollarının tıkanması, iyi düşünmeye ve bilgilenmeye engel olunması, aklın işe yarar olmaktan çıkarılması" demek olan "Kalbin mühürlenmesi" deyiminde de geçerli olup, konumuz olan "Allah`ın kalpler üzerine mühür vurması, kalpleri mühürlemesi" kavramındaki mühürleme de bu anlamda değerlendirilmelidir.


Yukarıda söylediğimiz gibi bu konu, ilgili Kur`an ayetleri yardımı ile incelenecek ve Kur`an`dan öğrenilecektir. Ancak ayetlere geçmeden evvel, bu ayetlerle ilgili doğru değerlendirme yapılmasını sağlayacak iki özelliğin hatırlatılmasında yarar görüyoruz:

Birinci özellik; ayetlerde zikredilen kişilerin belirgin olmasıdır. Konumuz çerçevesinde aşağıda okuyacağımız ayetlerde "kalpleri, kulakları mühürlenen/ damgalanan, uyarının fayda vermeyeceği, inanmayacak olan "kâfirler"in hepsi ism-i mevsul denilen "الّذين ellezine" sözcüğüyle ifade edilmiş olup, muarrafattandır yani, peygamberimize işaret edilen belli, belirli kişilerdir.

Dolayısıyla ayetlerdeki ifadelerin, bizim kâfir olarak bildiğimiz kimseler için kullanılması doğru değildir. Çünkü biz, çevremizde gördüğümüz kalpleri mühürlü, iman etmemiş olan insanların hiçbir zaman iman etmeyeceklerini ve kâfir olarak kalacaklarını bilemeyiz. Bunu ancak Allah bilebilir. Nitekim bu ayetlerde de iman etmeyecekleri Allah tarafından bilinen kişiler, bir lütuf olarak peygamberimize bildirilmiştir.

İkinci özellik; ayetlerin mucize özelliğidir. Aşağıda sunacağımız ayetler, Ebuleheb örneğinde olduğu gibi ömür boyu iman etmeyecek olanların, onlarla fazla oyalanmaması için peygamberimize bildirildiği, yani istikbalden (gelecekten) haber verildiği, bu sebeple de mucize özelliği arz eden ayetlerdir. Gerçekten de ayetlerde belirtilen bu kişiler akıllarını başlarına almamışlar, kalpleri mühürlü yaşamışlar ve cehennemlik olarak ölüp gitmişlerdir.


Allah`ın kalpleri mühürlemesi, damgalaması konusu Kelâm ilminde "Halk-ı Ef`al-ı Ibad (Kulların Yaptığı İşlerin Yaratılması)" başlığı altında temel konulardan biri olarak ele alınmıştır. Üzerinde uzun tartışmalar yapılmış olan bu konuda; Mutezile, Kaderiyye, Cebriyye, Cehmiyye, Eşariyye ve Maturidiyye gibi ekoller oluşmuş ve her mezhep kendine göre aklî ve naklî kaynaklar ileri sürmüştür. İlgilenenler, Kelâm kitapları sayfalarında yapılan bu tartışmaları; Mevkıf-ul Beşer Tahte Sultan-il Kader, Şerh-i Mevakıf, Şerh-i Makasıt, Şerh-i Akaid, Fıkhı Ekber Aliy y-ül Kari Şerh-i ve Kitabüttevhid adlı kitaplardan detaylı olarak okuyabilirler.

Bu konunun, üzerinde tartışma olmayan birinci ilkesi; Bir tek olan, ortağı ve benzeri olmayan, ibadete lâyık tek yaratıcı olan Allah`ın, madde-enerji, canlı-cansız tüm varlıkların yaratıcısı olduğu gibi, bütün yaratıkların hem iradeleri dışında yaptıkları işlerin (uyumak, düşünmek, büyümek, kalp atışı vs.) hem de kendi seçimleriyle yaptıkları işlerin (iyi-kötü, güzel-çirkin, hayır-şer) yaratıcısı olduğudur:

Saffat; 96: "Oysa sizi de, yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır."

En`âm; 102: "İşte Rabbiniz Allah! O`ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse, O`na kulluk edin. O, her şeyin yönetenidir."

Rad; 16: "De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah`tır". De ki: "Allah`tan başkalarını, o kendileri için bir fayda ve zarara güç yetiremeyenleri yardım eden yol gösteren bir yakın (veli) mı ediniyorsunuz?" De ki: "Hiç kör ile gören bir olur mu? Hiç karanlıklarla aydınlık bir olur mu?" Yoksa Allah`a, O`nun gibi yaratan bir takım ortaklar buldular da, bu yaratış kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki: "Allah, her şeyi yaratandır. O, birdir. Her şeye üstün ve kahredicidir."

Zümer; 62: "Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye kefildir."

Mümin; 62: "İşte, her şeyin yaratıcısı Rabbiniz Allah budur. O`ndan başka ilâh yoktur. Ne kadar da döndürülüyorsunuz!"

Görüldüğü gibi, ilâhlığının olmazsa olmaz gereği olarak; Allah her şeyin ve her işin asıl yaratıcısıdır. Dolayısıyla dalâleti de, hidayeti de yaratan Allah`tır. Ama bu yaratılanlardan (dalâlet ve hidayet) birini tercih eden ve o yönde davranışta bulunan ise insandır. Yani, fiillerin yaratıcısı Allah, ama her fiilin faili ve kasibi insandır. Allah kullarına kabiliyet ve imkânlar vermiş; onların iradelerini özgür kılmıştır. Seçim yapabilecek bir ortamın olmaması hâlinde özgür iradenin bir anlamı olmayacağı için, özgür iradenin gereği olarak seçim yapılabilecek ortamı (dalâlet ve hidayetin birlikte bulunduğu ortamı) yaratmıştır. Yukarıda Zümer suresinin 7. ayetinde gördüğümüz gibi Allah, kullarının kötü eylemlerde bulunmalarını istememektedir ama özgür bıraktığı kulun seçimine de engel olmamaktadır. Başka bir ifade ile, her şeyin kontrolünü kendi tasarrufunda ve bilgisinde bulunduran Allah, kullarının bu dünyanın sonuna kadar yine kendisinin yaratmış olduğu dalâlete düşmesine, memnun olmadığı hâlde izin vermektedir.

Kur`an`da, aslında kullar tarafından işlenmiş iyi ve kötü bir çok fiilin faili olarak Allah`ın görünmesi işte bu yüzdendir, yani Allah`ın kullarının işlediği fiillerin yaratıcısı olması sebebiyledir. Yoksa Allah`ın cebr uygulamasından değildir.

Aşağıdaki ayetlere bu anlayışla bakıldığında görülecektir ki, asıl failler insanlardır:

Yunus; 100 : "Allah`ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkânı) yoktur. O, aklını kullanmayanların üzerine iğrenç bir pislik kılar."

En`âm; 125:[b]Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm`a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir."

Enfal; 53: "Bu, bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah`ın, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı nedeniyledir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir."

Rad; 11: "Onun (insanın) önünden ve arkasından onu Allah`ın emriyle gözetip koruyan izleyenleri (takipçileri) vardır. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya adar, bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç bir (biçimde imkân) yoktur; onlar için O`nun astlarından yardım eden, yol gösteren bir yakın ( bir veli) yoktur."

İsra; 16: "Bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine emrederiz, böylelikle orada bozgunculuk yaparlar. Artık oranın üzerine söz hakk olur da, orayı kökünden darmadağın ederiz."

A`râf; 94-101: "Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk ve sıkıntıyla yakalayıverdik.
Sonra kötülüğün yerini iyilikle değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve: "Atalarımıza da şiddetli sıkıntılar, refah ve genişlikler dokunmuştu" dediler. Bunun üzerine, Biz de onları kendileri bilinçli davranmazlarken apansız kıskıvrak yakalayıverdik.
Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden bolluklar açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları KAZANA GELDİKLERİ NEDENİYLE yakalayıverdik.
O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
Onlar, Allah`ın tuzağından güvende miydiler? Allah`ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası güvende olmaz.
(Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetme)z mi? Eğer biz dilemiş olsaydık onlara GÜNAHLARI NEDENİYLE bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı.
İşte bu ülkeler, sana onların haberlerinden aktarıyoruz. Gerçekten, onlara elçileri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden YALANLAMALARI NEDENİYLE iman etmediler. İşte Allah, inkâr edenlerin kalplerine böyle damga vurur / mühürler."


Yunus; 74: "Sonra onun ardından kendi kavimlerine elçiler gönderdik; onlara apaçık belgeler getirmişlerdi. Ama daha önce onu yalanlamaları nedeniyle inanmadılar. İşte Biz, haddi aşanların kalplerini böyle damgalarız / mühürleriz."

En`âm; 25: "Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) KALPLERİ ÜZERİNE KAT KAT ÖRTÜLER VE KULAKLARINDA BİR AĞIRLIK KILDIK. Onlar, hangi apaçık belgeyi görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o inkâr edenler, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: "Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" derler."

En`âm; 42- 46 : "Ant olsun, senden önceki ümmetlere / toplumlara elçiler gönderdik de onları dayanılmaz zorluk (yoksulluk) ve sıkıntılarla çeviriverdik. Umulur ki yalvarırlar diye.
Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici gösterdi (süsledi).
Derken kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen şeylerle sevince kapılıp şımarınca, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular.
Böylece zulmeden topluluğun kökü kesildi. Ve hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah`adır.
De ki: "Gördünüz mü / düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alır ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah`tan başka getirebilecek ilâh kimdir?" Bak, Biz ayetleri nasıl açıklıyoruz da onlar (yine) sırt çevirip engelliyorlar?"

En`âm;125: "Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm`a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir."

Nahl; 104-109: "Allah`ın ayetlerine inanmayanları Allah hidayete ulaştırmaz ve onlar için acı bir azap vardır.
Yalanı, yalnızca Allah`ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. İşte yalancıların asıl kendileri onlardır.
Kim imanından sonra Allah`a (karşı) inkâra sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç- inkâra göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah`tan bir gazap vardır ve onlar içindir büyük azap.
Bu, ONLARIN DÜNYA HAYATINI AHİRETE GÖRE DAHA SEVİMLİ BULMALARINDAN ve şüphesiz Allah`ın da inkâr eden bir topluluğu hidayete erdirmemesi nedeniyledir.
Onlar, Allah`ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini damgaladığı/ mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar onların ta kendileridir.
Şüphesiz, onlar ahirette ziyana uğrayanlardır."

Muttaffifin; 14: "Asla, hayır; ONLARIN KAZANDIKLARI, kalpleri üzerinde pas tutmuştur."

Bakara; 88: "Ve `Bizim kalplerimiz ÖRTÜLÜDÜR/ sünnetsizdir.` dediler. Hayır; Allah, inkârlarından dolayı onları lânetlemiştir. Bundan dolayı pek azı iman eder."

Bakara; 93: "Hani sizden misak almış ve Tur`u üstünüze yükseltmiştik: "Size verdiğimizi (Kitab`ı) kuvvetlice alın ve dinleyin." Demişlerdi ki: "Dinledik ve isyan ettik." İNKÂRLARI YÜZÜNDEN buzağı (tutkusu) kalplerine sindirilmişti. De ki: "İnanıyorsanız, inancınız size ne kötü şey emrediyor?"

Nisa; 155-159: "Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah`ın ayetlerine karşı inkâra sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: "Kalplerimiz örtülüdür / sünnetsizdir" demeleri nedeniyle (onları lânetledik.) Hayır; Allah, İNKÂRLARI DOLAYISIYLA ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar.
(Bir de) İnkâra sapmaları ve Meryem`in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri,
Ve: "Biz, Allah`ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa`yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (bir) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesinlikle bir şüphe içindedirler. Onların zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.
Hayır; Allah onu kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Ant olsun, Kitap ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır."

Münafikun; 1-11: "Münafıklar / ikiyüzlüler sana geldikleri zaman: "Biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesin olarak Allah`ın elçisisin" dediler. Allah da bilir ki sen elbette O`nun elçisisin. Allah, şüphesiz münafıkların yalan söylediklerine şahitlik eder.
Onlar, yeminlerini bir kalkan edinip Allah`ın yolundan alıkoydular. Doğrusu ne kötü şey yapıyorlar.
Bu, ONLARIN İMAN ETMELERİ SONRA İNKÂR ETMELERİ DOLAYISIYLA BÖYLEDİR. Böylece kalplerinin üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar.
Onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Söyledikleri zaman da onlara kulak verirsin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının. -Allah onları kahretti-; nasıl da çevriliyorlar.
Onlara: "Gelin Allah`ın Resulü sizin için mağfiret (bağışlanma) dilesin," denildiği zaman başlarını yana çevirdiler. Sen, onların büyüklük taslamışlar olarak yüz çevirmekte olduklarını görürsün.
Senin onlar adına mağfiret dilemen ile mağfiret dilememen onlar için birdir. Allah, onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir. Şüphesiz Allah, fasık bir kavme hidayet etmez.
Onlar ki: "Allah`ın Resulü yanında bulunanlara hiç bir infak (harcama)da bulunmayın, sonunda dağılıp gitsinler," derler. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah`ındır. Ancak münafıklar kavramıyorlar.
Derler ki, "Ant olsun, Medine`ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp-çıkaracaktır." Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah`ın, O`nun Resulü`nün ve müminlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.
Ey iman edenler, ne mallarınız ne çocuklarınız sizi Allah`ı zikretmekten alıkoymasın; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
Sizden birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen, ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin.
Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiç bir kimseyi kesinlikle ertelemez de. Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."

Saff; 5: "Hani Musa, kavmine / halkına: "Ey kavmim, gerçekten benim sizin için Allah`tan gönderilmiş bir elçi olduğumu bildiğiniz hâlde, niçin bana eziyet ediyorsunuz?" demişti. Ne zaman ki ONLAR EĞRİLİP-SAPTILAR Allah da onların kalplerini eğriltip saptırdı. Ve Allah, fasık bir kavmi hidayete erdirmez."

Tövbe; 87 : "(Savaştan) GERİ KALANLARLA BİRLİKTE OLMAYI SEÇTİLER. Onların kalpleri de damgalandı/ mühürlendi. Bundan dolayı kavrayıp-anlamazlar."

Tövbe; 93: "Yol, ancak o, `ZENGİN OLDUKLARI HALDE (SAVAŞA ÇIKMAMAK İÇİN) SENDEN İZİN İSTEYEN, GERİDE KALANLARLA BİRLİKTE OLMAYI SEÇEN` kimseler aleyhinedir. Allah da onların kalpleri üzerine damga / mühür basmıştır. Bundan dolayı onlar, bilmezler."


Yukarıdaki ayetler bizlere şu gerçeği anlatmaktadır: İnsanlar, kalpleri, kulakları Allah tarafından mühürlendiği / damgalandığı için kâfir olmazlar, bilakis onlar kâfir oldukları için kalplerini, kulaklarını ilme ve uyarıya kapamak suretiyle kendi kendilerini mühürlemektedirler/ damgalamaktadırlar. Çünkü kâfirler, kendi akıllarına çok güvendikleri için Allah`ın uyarılarını dinlemez ve peygamberi küçümserler ve böylece akıllarını doğru kullanmamış olurlar. Yüce Allah da, bu insanların kendi istekleri, hür iradeleri ile bu duruma düşmelerine, yani küfür yolunu seçmelerine izin verir ve böylece kalplerini mühürlemiş / damgalamış olur.

İşte bu durumdaki insanlar, yani batıl inançlara dalan, kendini müstağni gören, zevk ve sefaya dalan, hevasını ilâh edinen insanlar, kalplerini, kulaklarını tıkayarak kalplerine başka bir inancın girmesine izin vermezler. Bu insanlar, saydığımız özellikleri nedeniyle kalplerini ve kulaklarını mühürlediklerinden, fiziken peygamberle yan yana gelseler de, Kitab`ı alıp okusalar da, ayetlerden etkilenmezler. Çünkü onların kalpleri taşlaşmış hatta taştan daha beter bir katılık kazanmıştır:

En`âm; 111: "Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, -Allah`ın dilediği dışında- yine inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar."

Fussılet; 5: "Dediler ki: "Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalplerimiz bir örtü/ zırh içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda bir perde vardır. Artık sen, (yapabileceğini) yap, biz de gerçekten yapıyoruz."

İsra; 45-47: "Kur`an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez / gizli bir perde kıldık.
Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur`an`da sadece Rabbini `bir ve tek` (ilâh olarak) andığın zaman, `nefretle kaçar vaziyette` gerisin geriye giderler.
Biz onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o zalimlerin: "Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz" dediklerini çok iyi biliriz."

Sebe; 31: "İnkâr edenler "Biz kesin olarak, ne bu Kur`an`a inanırız, ne ondan önceki (indirile)ne." dediler. Sen o zulmedenleri, Rabbleri huzurunda tutuklanmış, sözü (suçlamaları) birbirlerine karşı evirip-çevirip birbirlerine atıp dururken bir görsen! Zaafa uğratılan (müstazaf)lar, büyüklük taslayanlara "Eğer sizler olmasaydınız, gerçekten bizler mümin (kimse)ler olurduk." derler."

Rad; 31: "Ve kendisiyle dağların yürütüldüğü veya kendisiyle yeryüzünün parçalandığı veya kendisiyle ölülerin konuşturulduğu bir Kur`an mı olsaydı? Fakat emir bütünüyle Allah`ındır. İman edenler, ümit kesip daha anlamadılar mı ki, Allah dileseydi, elbette insanlara toptan hidayet ederdi. O inkâr edenlerin kendi sanatlarıyla kapılarını şiddeti çalan kesinlikle çalacak (onları şok edecek), ya da yurtlarının yakınına konacak. Ta ki Allah`ın vaadi gelinceye dek. Allah verdiği sözden caymaz / verdiği sözün zamanını şaşırmaz."

A`râf; 179: "Ant olsun, cehennem için cinnlerden ve insanlardan çok sayıda kişi hazırladık (yarattık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp - anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır."

Maide; 103: "Allah Bahriye`den Saibe`den Vasiyle`den ve Ham`dan hiç birini (meşru) kılmamıştır. Ancak inkâr edenler, Allah`a karşı yalan düzüp-uyduruyorlar. Onların çoğu akıl erdirmez. "

Muhammed; 12: "Şüphesiz Allah, iman edip salihatı işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İnkârcılar ise, metalanırlar ve hayvanların yemesi gibi yerler; ateş, onlar için kalacak yerdir."

Hicr; 10-15: "Ant olsun, senden önce geçmiş topluluklara da elçiler gönderdik.Onlara herhangi bir elçi gelmeye görsün, mutlaka onunla alay ederlerdi.Böylece biz onu (alayı), suçluların kalplerine sokarız.Onlar ona (indirilen kitaba) inanmazlar, oysaki evvelkilerin sünneti geçmiştir.Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, oradan yukarı yükselseler bile, mutlaka; "Gözlerimiz döndürüldü, belki büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir."

A`râf; 146: "Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır."

Kâfirlerin bu durumlarına karşılık iman edenler ise vahye kulak vermek suretiyle kendilerini bilgilendirirler, sürekli aklederek ve tefekkür ederek kendilerini doğruya ulaştırırlar, yani kendilerini geliştirirler. Buna, dolaylı - dolaysız işaret eden Kur`an`da onlarca ayet mevcuttur.
Kaynak: İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
khaos (10. March 2013), merdem (10. March 2013)