Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12. June 2011, 09:37 PM   #13
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

DÖRDÜNCÜ BOLUM
Dinler ve İnançlar
A) ŞİRK, KAPSADIĞI İNANÇLAR VE TEZAHÜRLERİ
1*. Şirk Kavramı ve Kapsamı:
"Şirk" kavramı, türevleri ve anlamları Kur'an'da pek çok yerde kaydedilmiştir. Bunlardan hareketle "Şirk"in Peygamberin çevre¬sinde ve asrında Arap toplumunda egemen olan genel bir inanç ol¬duğu çıkarılabilir. Hatta onun araplarm mahalli inançları olduğu¬nu söylemek de doğrudur.
İslam'a çağrıyı ihtiva eden ya da -Ehl-i Kitap dışında- gayri müslimlerin kendisiyle muhatab alındığı, ya da bu hitabın insanla¬ra, daha doğrusu bu çağrının kendilerine yöneltildiği ilk toplum olan Araplara yöneltildiği davet ile ilgili ayetler, her hangi bir nedenle şirk konusunda ve kapsamına değinmektedirler. İster bu ayetler İs¬lam'a çağrı ile ilgili olsun, isterse insanlar ya da Arapların o zaman¬ki durumlarıyla ilgili inançlarının tartışılması, eleştirilmeleri, Al¬lah'a başka tanrıları ortak koşmalarından, Allah'ın dışında şeylere niyaz etmelerinden, şefaatçilar, evliya vesaire edinmelerinden do¬layı onları beyinsizlikle suçlamasıyla ilgili olsun farketmez.
"Şirk" kavramı ve onun "Müşrikler", "şirk koşanlar", "Şuraka" (or¬taklar) ve "Şerîk" (ortak) gibi ayetlerde geçen türevleri Mekki ayet¬lerde genellikle kâfir Arapları kapsar ve tartışma, cedel, ayıplama, eleştirme, meydan okuma, uyarma ve korkutmaya yöneliktirler. Bunların Medine'de inenleri ise sertlik, katılık, onlardan uzaklaş-ma ve beri olmaya yöneliktirler. Aşağıdaki ayetlerde görüleceği gi¬bi bu hitaplar hem Mekke hem de Medine döneminin yapısıyla uy¬gunluk arz etmektedirler.
1 O'mın yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah için de bir pay ayırdılar,
sonra kendi zanlarınca: "Bu Allah'ındır, bu da ortaklarımızındır" de¬diler. Kendi ortaklan İçin olan Allah tarafına geçmez, ama Allah'a aid olan kendi ortaklarının tarafına geçer. Ne kötü hüküm veriyor¬lar? (En'am, 136).
2 "Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yılların-
dan sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar... (Tevbe, 28).
AyrıcaBkz: (7/191-193; 18/52-53; 3/151-152; 9/5-6)
Şirkin kapsamı uluhiyette, rububiyette, yönelişte ve ayinlerde, Allah ile beraber Allah'ın dışında başka varlıkları "ortak koşmak¬tır". Zaten kavramın anlamından az önce naklettiğimiz Mekki ayet-
297
lerden ve aşağıdaki ayetlerin de içinde yer aldığı diğer pek çok ayetlerden de anlaşılan budur:
1 Şirk koşanlar diyecekler ki: "Allah dileseydi ne biz şirk koşardık ne
de atalarımız ve hiç bir şeyi haram kılmazdık." (En'am, 148)
2 Şirk koşmakta olanlar dediler ki: "Eğer Allah dileseydi, O'nun dışın-
da hiç bir şeye kulluk etmezdik, biz de, atalarımız da, ve O'nsuz hiç bir şeyi haram da kılmazdık." (Nahl, 35).
3 Dediler ki: "Eğer Rahman dilemiş olsaydı, biz onlara ibadet etmezdik."
Onların bundan yana hiç bir bilgileri yoktur. Onlar yalnızca zan ve tahminle yalan söylemektedirler. (Zuhruf, 20).
Bu anlama göre "Şirk" kavramının belli başlı bir inanç biçimini ifade etmediği ortaya çıkmaktadır. Şirk kavramı genel bir kavram¬dır. Çeşitli inançları kapsayabilir. Birbirine karışmış ve biri diğe¬rinin içine girmiş inançları da içerebilir. Bu inançları genel bir ilke birleştirmiş olabilir ki o da Allah ile beraber Allah'ın dışındaki bir varlığı ortak koşmaktır. İsterse bu "dışındaki varlık"1 bir put olsun, bir melek, bir şeytan ya da tabiat güçlerinden bir güç olsun isterse bu şirk koşma eylemi Uluhiyet, Rububiyet, ibadet, Ayin ya da Şe-fatçı kılma, yakınlık, ilişki kurma amacıyla kabul edilsin farketmez.
Ayetleri derinlemesine inceleyenler bazı ayetlerin şirk ile; aklet-meyen, duymayan ve hiç bir şeye gücü yetmeyen bir takım varlık¬larım ibadette, yönelişte ve duada Allah ile bir tutulduğunu ifade et¬tiğini göreceklerdir.
"O'ndan başka taptıklarınız ise size de yardıma güç yetiremez-ler, kendilerine de. Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler bile." (A'raf, 197-198).
Bazı ayetlerde ise Melekler ve Cinlerin Allah'a ortak koşuîduğu gözlenir:
1 Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa onları da O yaratmıştır. Bir de hiç
bir bilgiye dayanmaksızın O'na oğullar ve kızlar uydurdular O ise, nitelendiregeldikleri şeylerden yücedir, uzaktır. {En'am, 100).
2 O gün, onların hepsini bir arada toplayacak, sonra meleklere diyecek
ki: "Size tapmakta olanlar bunlar mıydı?" (Melekler) Derler ki: "Sen yücesin, bizim velimiz sensin, onlar değil. Hayır, onlar cinle¬re tapmaktaydı ve onlara iman etmişlerdi." (Sebe', 40-41).
1 Allah'dan başka ortak koşulan varlıklar, velîler, ilahlar, putlar... Ayrıca bkz 2/23 ve Taberı, Râzi. Ha2În tefsirleri
298
Başka bir takım ayetlerde ise şirk, Allah'ı daha ulu bir Tanrı ola¬rak kabul edip bununla beraber Meleklere birer şefaatçi olarak ibadet etmek, putları da bu meleklerin somut sembolleri biçiminde algılamak, bu iki inancı birbiriyle bağdaştırmak şeklinde tezahür eder. İşte karıştırma ve birbiri içine sokma diye sözünü ettiğimiz inanç da budur:
1 Allah'ı bırakıp da kendilerine zarar veremeyecek, yararları da doku-
namayacak şeylere kulluk ederler ve: "Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" derler. (Yunus, 18).
2 Deki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve
gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve İşleri çeviren kimdir?" Onlar: "Allah" diye¬cekler. Öyleyse de ki: "Peki, siz yine de sakınmayacak mısınız?" (Yu¬nus, 31).
3 O'ndan başka veliler edinenler: "Biz, bunlara bizi Allah'a daha faz-
la yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." derler. (Zumer, 3).
4 Gördünüz mü Lât ve Uzza'yı ve üçüncü (put) olan Menafi? Erkek (ev-
lat) sizin, dişi de O'nun mu'7 Eğer böyleyse, bu, çarpıkça bir paylaş¬ma. (Necm, 19-22).
Ayetlerde "ortaklar" hakkında çeşitli ya da pek çok ifadeler vardır. Bazılarında Şürekâ (ortaklar) olarak kaydedilmiştir. Daha önce naklettiğimiz En'am 136; Kehf, 52 ve En'am, 100. ayetler bu¬na örnektir. Bir takım ayetlerde ise "Endâd" adıyla geçmektedir:
"O'nun yolundan saptırmak için Allah'a benzer eşler (Endâd) tut¬tular. De ki: "Yararlanın. Çünkü kuşkusuz sizin varışınız ateşedir1'.» (İbrahim, 30).
Bazı ayetlerde "Alihe" (tanrılar-ilahlar) şeklinde geçmektedir:
1 De ki: "Eğer söyledikleri gibi O'nunla beraber ilahlar olsaydı, onlar
arşın sahibine mutlaka bir yol ararlardı." (îsra, 42).
2 Yoksa O'ndan başka ilahlar mı edindiler? De ki: "Kesm kanıtlarını-
zı getirin.. (Enbiya, 24).
Bazılarında "Erbab" (Rab'ler) adıyla geçmektedir.
"Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı Rabler mi daha hayır¬lıdır, yoksa kahhar olan bir tek Allah mı?" (Yusuf, 39)
Az önce naklettiğimiz Yunus 18. ayetinde "Şefaatçılar" adı ile geç¬mektedir.
"Şâhidler" adıyla da anılmaktadır:
"Eğer kulumuza indirdiğimizden şüphedeyseniz, bu durumda
299
siz de bunun benzeri bir sûre getirin ve Allah'tan başka şahitleri¬nizi de çağırın; eğer doğru sözlüler iseniz." (Bakara, 23).
Az önce naklettiğimiz Zümer 3. ayetinde görüldüğü gibi "Evli¬ya" adıyla da anılmaktadır.
2. Evliya, Şahidler ve Şefaatçiler:
"Evliya", "Şefaatçılar", "Şahidler" gibi kavramlar Allah katında bir yakınlık elde etmek, yardıma muhtaç olmak ya da bu anlamda vasıta, aracı, yardımcı anlamlarını içermektedir.
"Evliya" kavramı velinin çoğuludur. Veli, dost ya da anlaşma ya¬pan kişi anlamına gelir. Sosyal asabiyet konusunda bu kavram ve onun türevlerinin aslı olan "Velâ" sözcüğü hakkında bir takım açık¬lamalar yapmıştık. Araplar Velâ yoluyla anlaşmaya ancak yardıma ve desteğe muhtaç oldukları zaman baş vururlardı. Bu kavramın Or¬taklar (Şürekâ) için kullanılması, ortak koşanın (müşrik) ortak¬lardan "Evliya", yardım, güven ve huzura ulaşmak için bir yol ara¬dığını, bu yardıma muhtaç olduğu bilincinde olduğunu ifade eder. îs-râ ayetlerinden biri bu anlamı içermektedir:
«Çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, acizlikten ötürü bir yardımcısı (veli) da bulunmayan Allah'a hamdolsun" de» (îsra, 111)
Kendisine işaret ettiğimiz Zümer ayeti de, evliya denilmesinden amacın müşrikleri Allah'a yaklaştırma inancı olduğunu içermekte¬dir.
Şüheda' (Şahidler) "Şehîd" kavramının çoğuludur. Sözcük, mü-fessirlerin de belirttiği gibi, "hazır olan ya da tanık olan" anlamını ifade eder. Bu kavram ile müşrik'in kendisiyle beraber hazır olan ya da onun dileğinin yerine gelmesi için destek olan yahut da Allah ka¬tında duasının kabul edilmesi için yardımcı olan şahidlerin olduğu¬nu ifade eder gibidir. Müfessirler ilgili ayetlerde geçen "Şüheda" kav¬ramının anlamı hakkında değişik görüşler ileri sürmüşlerdir2. Bu meyanda ileri sürülen görüşlerden biri, "müşriklerin edindikleri ortaklar" olduğu şeklindedir. Bunlara şüheda denilmiş olması, me¬cazidir. Daha önce naklettiğimiz Bakara 23. ayetinin bununla ilgi¬li olduğu kaydedilmiştir. îleri sürülen görüşlerden biri de onlarla, yardıma, desteğe, arka çıkmaya gücü yeten başkanların kastedildi¬ğini ifade eder. En'am sûresinde bu kavram ile sağ olan başkanla¬rın kastedildiğini güçlendirecek ve tercihe şayan kılacak bir ayet
2 Bkz: Taberi; I. 128; Razî; I, 227. Razî, onların kabile başkanları olduk¬larını tercih etmiştir.
300
mevcuttur. Şöyle ki:
«De ki: "Gerçekten Allah'ın bunu haranı kıldığına şahitlik ede¬cek şahitlerinizi getirin." Şayet onlar, şahitlik edecek olurlarsa sen onlarla birlikte şahitlik etme.» (En'am, 150)
Ayetin ifade ettiğine göre, tanıklık yapmaları için çağrılmaları istenen Şüheda'mn bazan gelebildiklerini ve tanıklık yaptıklarını öğ¬reniyoruz. Tabiidir ki, böyle bir eylem ancak diri olan birisinden bek-, lenebiiir. Yalnız biz buna paralel olduğunu sandığınız ikinci bir görüşü de ilave etmek istiyoruz ki bu görüş anlam bakımından da¬ha sağlıklı ve Kur'an'a daha uygundur: Bu görüşe göre, bu şüheda olan başkanlar, insanlara dini görevlerini aşılamaya çalışan, onla¬ra dini geleneklerini yasama yoluyla belirleyen ya da belirlenmiş olan dini geleneklerini hatırlatan dini başkanlardı. Zenginlikte, liderlik¬te ve ileri geçmişlikteki başkanlar değildi. En'am ayetinin içeriği, ve özü ile bu yaklaşımı desteklemesi mümkündür. Zira ayet, hayvan¬ların helal veya haram kabul edilmesiyle ilgili bir tartışmanın ar¬dından gelmiştir. Şüheda'mn çağırılarak bu helal kılma, haram yapmanın gerçekten meşru olduğuna tanıklık yapmalarım iste¬mektedir. Bu ise, ancak kendilerine özgü bir otoritesi ya da dini sa-hada saygınlığı olan şüheda için doğru olabilir. Buna bağlı olarak an¬laşılıyor ki: Müşrikler bunları ya da diğer başkanları yahut da her ikisini, ilimlerinden, dini başkanlıklarından ya da kendilerini dini hizmete adadıklarından Allah'a daha yakın oldukları ve onun yanın¬da daha değerli oldukları için, dualarında ve tevessüllerinde -bir va¬sıta ile yaklaşma- onlardan yardım diliyorlar ve onlara şüheda adı¬nı veriyorlardı. Bununla putların, heykellerin ya da onların bu¬lunduğu binalarda hazır bulunanları, ya da kendilerini dini işlere adayanları, insanların öğrenmek istedikeri merasimleri, ilkeleri, ayinleri tespit eden ve problemleri çözen kişileri kastediyorlardı. Ay¬nı zamanda bunların fetva vermede, yasa koymada, etkili emir ve yasak belirlemede otoritesi vardı. Eğer bu yaklaşım doğru ise, bu dö¬nemde bilinmeyen parlak tablolardan birine ışık tutmuş olur. Ve bu aynı zamanda mantıkla ve bilinen uygulamalarla da uyum arzeder. Diğer ulusların uygulamalarına da birçok yönden benzerlik arzeder. Hatta değişik ülkelerde uygarlık seviyelerinin farklılığına göre farklılık arzederse de belirgin şekilde var olduğu bilinen uygulama¬larla da paraleldir.
Tevbe sûresinde, bilimlerini ve ruhbanlarını Allah'ın dışında Rab'ler edindikleri için "Yahudilere ve Hıristiyanlar a saldın ihtiva eden ayetler vardır. Bunlarda deniyor ki:
"Bilginlerini ve Rahiplerini Allah'ın dışında Rab'ler edindiler..." (Tevbe, 31)
Tabiidir ki, Bilginlerin ve Rahiplerin Rububiyet ile nitelendiril¬mesi, onların, kendilerine tâbi olanlar üzerinde aşırı bir etkileri ol¬duğunu, onların emirlerinin boyun eğilmesi ve yerine getirilmesi zo¬runlu olan yasalar olarak kabul edilişini ifade eder. Dini otoritele¬ri bulunan, putlara, heykellere ve Kâ'be'ye hizmet etme şerefine ha-: iz olan bir takım adamların varlığı, kendilerine özgü bir nüfuzları¬nın bulunması, sözlerinin dinlenmesi, yaptıklarının itaat edilen, ka¬bul edilen sünnetlere dönüşmesi haddizatında oldukça tabii bir du¬rumdur. Arapların bu konuda, bu geleneklerinin yerleştirilmesin¬de Yahudilerden ve Hıristiyanlardan etkilenmiş olması uzak bir ola¬sılık değildir.
"Şüfea" kavramı "Şefi'"in çoğuludur. Şefi' (Şefaatçi) ihtiyacı olan birisi için, kendisine değer veren güçlü, zengin bir makam veya kimseden yardım talep eden kimsedir. Sanki onlar bu şefaatçılan edi¬nirken, bu şefaatçılan, Allah katında kendilerinden daha yakın ve daha değerli (şanslı) sayıyorlardı. Kur'an'da müşriklerin, Allah ka-tında kendilerinden daha şanslı olarak gördükleri melekleri şefaat¬çi olarak tuttuklarını gösteren ayetler vardır. Onlar ya da onlardan bazıları meleklerin Allah'ın kızları olduğuna inanıyorlardı. Bu da on¬ların nazarında, melekleri Allah katında daha şanslı ve itibarlı kı¬lıyordu:
"Rahman çocuk edindi" dediler. O, yücedir. Hayır, onlar ikrama layık gö¬rülmüş kullardır.3 Onlar sözde O'nun önüne geçmezler ve onlar O'nun emriyle yapıp etmektedirler. O, önlerindekini de, arkalarm-dakİni de bilmektedir; onlar şefaat de etmezler, hoşnut olunandan başka. Ve onlar, O'nun haşyetinden içleri titremekte olanlardır. Onlardan her kim: "Gerçekten ben, O'nun dışında bir ilahım" diye¬cek olsa, bu durumda biz onu cehennemle cezalandırırız. Zalimle¬ri biz böyle cezalandırmaktayız. (Enbiya, 26, 29). Ayrıca Bkz: (53/20-27)
Bunun yanında bazı ayetlerin çağrışımına göre şefaat yalnız meleklere özgü bir şey değildi. Araplardan bazısı maddi tanrıları¬nı kendilerine şefaatçi kabul ediyordu. Şöyle ki:
«Yoksa Allah'tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: "Ya
3 Yanı Melekler 302
onlar, hiç bir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?"» (Zü-mer, 43)
Naklettiğimiz Enbiya ayetlerinde ve başka yerlerde Meleklere on¬ca övgüde bulunan Kur'an'm onları akılsızlıkla nitelemesi mümkün değildir. Tâli olarak da burada kastedilenlerin, aklı olmayanlar yani putlar olması gerekmektedir.
Yine bazı ayetlerden anlaşıldığına göre müşrikler şefaatçılarma bir tür ibadet ediyorlardı. O yüzden eleştirilen müşrikler, onların Al¬lah katında kendilerinin şefaatçıları olduğunu ileri sürerek kendi¬lerini savunuyorlardı. Daha önce naklettiğimiz Yunus 18. ayetinde buna işaret edilmektedir.
Bu münasebetle "şefaat" kavramı ve türevlerini içeren, şefa¬atin yararını ve Allah'ın razı olmadığı, kendilerine izin vermediği şe-faatçılarm etkisini red eden pek çok ayetin Kur'an'da yer aldığına dikkat çekmemiz iyi olur. Ayetlerin ifade biçimi güçlü ve kesindir. Bu da şefaat ve şefaatçılar inancının onlarda köklü biçimde yerleş¬tiğini, arapların zihinlerinde onların yararına inanmanın güçlü ve yaygın şekilde yer ettiğini gösterir. Onun içindir ki hikmet gereği ayetlerin üslubu bu şekilde sert tutulmuş ve söz konusu inancı sarsmayı, zayıflatmayı ya da kökten söküp atmayı hedef almıştır. Çünkü şefaatçılarm fayda ve zarar verebileceğine dair inanç kişiyi şirke götürmekteydi. Aşağıdaki ayetlerde bu daha net görülüyor:
1 Ve hiç kimsenin, hiç kimse adma bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimse-
den şefaatin kabul edilmeyeceği ve hiç kimseden bir kurtuluş kar¬şılığı alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden sakının! (Ba¬kara, 48).
2 Ey iman edenler, onda hiç bir alış verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir
şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel... (Bakara, 254).
3 Gökte nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiç bir şeye yarar sağ-
lamaz; ancak Allah'ın dileyip de razı olduğu kimseye izin verdik¬ten sonra başka. (Necm, 26).
4 Onlara şefaatçılarm şefaati fayda vermez... (Mtiddessir, 48). AyrıcaBkz: (7/53; 19/87; 21/28; 30/13; 32/4; 39/43)
Denebilir ki, Arapların zihinleri ya da onlardan pek çoğunun zi¬hnileri doğrudan doğruya Allah'a yönelik niyaz ettiklerinde ya da dua ettiklerinde dua ve niyazlarının kabul edilmeyeceğini, doğrudan yöneliş ve niyazla sıkı ilişkisi bulunan özel vasıtaların gerektiğini tasarlıyordu. Onlarla Allah'a ulaşmaları gerektiğim, onları duada
303
ortak kılmaları lazım geldiğini, onlara da bir takım ibadetler yap¬tıklarını söylemek mümkündür. Böylece onların zihinlerinde şefa¬at ve şefaatçılar düşüncesi yer etmiş, nihayet onların inançlarının ve ibadetlerinin bir parçası haline gelmiştir. Hatta bu inanç, bir kıs¬mını kaydettiğimiz ve geri kalanlarını nakletmediğimiz ayetlerin içe¬riğinden anlaşıldığı gibi, şefaatçılar in, zara ve fayda verebileceği inancına götürmüştür.
Şunu da ilave etmemiz doğru olur ki: Şefaat ve şefaatçılar inan¬cı yalnız araplara özgü bir inanç değildir. Bu inanç her asır ve top¬lumda her ulus ve inanç sisteminde bizzat Arapların inandığı şekil de dahil her zaman var olagelmiştir. Eu konuda kitaplılarla kitap¬lı olmayanlar arasında fark yoktur. Özellikle bu düşüncenin cahil halk kitleleri arasında değişik şekil ve biçimlerde, farklı görünüm¬lerde yayıldığını belirtmek gerekir. Aynı şekilde bu düşünce müslü-manlara da geçmiş ve onlar arasında da değişik görünümlerde or¬taya çıkmıştır. Şefaatle ilgili ayetlerde Allah'ın izni ve rızası olma¬dan şefaatin fayda vermeyeceğinin belirtilmesi bu düşüncenin müs-lümanlara geçmesi ve devamlılığı için bir etken olmuştur. Hadisler¬de, siret ve biyografi kitaplarında bunu destekleyen pek çok rivayet vardır. Tabiatıyla islam'da varlığı sürdürülen ve akıllı müslüman-larm kabul ettiği şefaat düşüncesinin özde ve temelde Kur'an'm ken¬disiyle savaştığı şirke dayalı yaklaşımlardan tamamen arındırılmış bir düşünce olması zorunludur.
3. Şürekâ, Erbâb, Endâd, Alihe:
"Şürekâ", Erbâb", "Endâd" ve "Alihe" ifadeleri ise Rububiyet-te Allah'a ortak olma ve ona benzeme anlamını içerir.
Ortak ortağının bir benzeridir. Ortalıkta onun da diğeri gibi bir payı vardır. Bunun anlamı şudur: Müşrikler taptıkları şeylere şü¬rekâ derken onların, Allah'a, mülkünde ortak olduklarına herhan¬gi bir şekilde zarar ya da fayda vermek suretiyle orada etkili olduk¬larına inanıyorlardı. Bu yaklaşım, şürekâ'nın alaylı, küçümsemey¬le birlikte, meydan okunarak işlendiği ayetlerin üslubundan anla¬şılmaktadır. Bu ayetlerde şürekâ'nın herhangi bir şekilde payları¬nın yi da ortaklarının bulunması kesin bir şekilde reddedilmiştir. Gelecek ayetlerde bunu görüyoruz:
1 De ki "Mzm şirk koştuklarınızdan yaratacak sonra da onu tekrar ia-304
de edecek (diriltecek) olan var mı ?" De ki. "Allah yaratmayı başla¬tır, sonra da onu iade eder. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?" De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mıdır?" De ki: "Hakka ulaştıracak, Allah'tır. Öyleyse, hakka ulaştıran mı uyulmaya daha layıktır, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşamayan mı? Ne oluyor size'? Nasıl hükmediyorsu¬nuz?" (Yunus, 34-35).
2 Allah, sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra da sizi öldürmekte, da-
ha sonra da sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhan¬gi birini yapacakvar mı7 O, şirk koşmakta olduklarından münezzeh ve yücedir. (Rum, 40).
3 De ki: "Allah'ın dışında öne sürdüklerinizi çağırın. Onların göklerde
ve yerde bir zerre ağırlığınca bile güçlen yetmez; onların bu ikisin¬de de hiç bir ortaklığı olmadığı gibi, O'nun bunlardan hiç bir des¬tekçi olanı da yoktur. (Sebe', 22)
4 De ki: "Sız Allah'ın dışında tapmakta olduğunuz tanrılarınızı gördü-
nüz mü7 Bana haber verin, yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onla¬rın göklerde bir ortaklığı mı var?.. (Fatır, 40).
Sahip olan, eniri dinlenen efendi, emir ve yetki sahibi, terbiye eden, yoktan var eden gibi ifadeler "Rab" kavramının anlamları arasındadır. Zemahşeri, bu kavramın yalnız Allah için izafetsiz kullanılabileceğini ifade etmiştir, başkaları için Rabbul-Mal, Rab-bul-Beyt gibi izafetlerle ancak kullanılabileceğini belirtmiştir.
Nas sûresinde bu sözcük tanrı kavramının kullanıldığı yerde kul¬lanılmıştır:
«De ki sığınırım ben, insanların Rabbi'ne, insanların Melikine, insanların ilahına.» (1-3. Ayetler).
Yusuf sûresinin 39. ayetinde Allah ile Rabler arasında bir kar¬şılaştırma yer almaktadır. Bu karşılaştırma Rab kavramının "Allah", "Tanrı" kavramlarının yerine benzer bir konumda kullanıldığı an¬lamını taşıyabilir. Bu aynı zamanda başka Kur'an ayetlerinden de sezilmektedir. Çünkü Allah'ı Alemlerin Rabbı, göklerin ve yerin Rabbı ve Ulu Arş'm Rabbı olarak nitelemektedir:
1 De ki: "Göklerin ve yerin Rabbı kimdir?" De ki: "Allah'tır"..
(Ra'd, 16).
2 De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?" (Mü'mi-
nûn, 86).
3 Hamd, alemlerin Rabbı Allah'a mahsustur. (Fatiha, 1). Yanısıra, bu kavramın pek çok ayette "Allah" kavramının yeri-
' " 305
ne kullanıldığını da, gelecek ayetlerde görüldüğü gibi, biliyoruz:
1 Rabbinize yalvararak ve sessizce dua edm. Şüphesiz O, haddi aşanla-
rı sevmez. (A'raf, 55).
2 "Rabbim, sen bana mülkten verdin, sözlerin yorumundan da öğrettin"...
(Yusuf, 101).
3 Ve deki: "Rabbim, beni girilecek yere doğru bir girdirişle girdir ve (çı-
karılacak yerden) doğru bir çıkarışla çıkar ve katından bana yardım¬cı bir kuvvet ver." (İsra, 80).
4 Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu bana
ibadet etmekten büyüklenenler; cehenneme boyun bükmüş kimse¬ler olarak gireceklerdir." (Mü'min, 60).
Buradan anlaşıldığına göre, "Rab" kavramı ve bu sözcüğün tapı¬nılan şeyler ve şürekâ hakkında kullanılması onun benzerlik, Ru-bubiyet ve Uluhiyet anlamlarını taşıdığını gösterir.
"Endâd" ise "Nid"in çoğuludur. Nid ise, eş, denk, benzer demek¬tir. Bazı müfessirler4 bu kelimenin "Nudûd"tan geldiğini benzerlik anlamının yanında "muhalif ve "karşıt" anlamlarım da taşıdığını söylemişlerdir. Bu ifade ile müşriklerin edindikleri ortakları, Allah'ın endadı, dengi, benzeri, ve karşı geleni olarak kabul ettiklerine işa¬ret ediliyor gibidir. Gelecek ayetlerde bu anlamı açık bir şekilde gör¬mek, hatta bazılarında müfessir Nisaburi'nin işaret ettiği karşı ya da muhalif benzerliğe değinildiğini gözlemek mümkündür:
1 İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını eş ve ortak tutanlar vardır kî, on-
ları, Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgi¬si ise, daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, hiç tartışmasız bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın ve¬receği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi! (Bakara, 165).
2 O'nun yolundan saptırmak için Allah'a benzer eşler tuttular. De ki: "Ya-
rarlanın. Çünkü kuşkuuz sizin varışınız ateşedir." (İbrahim, 30).
3 Zaafa uğratılanlar da büyüklük taslayanlara: hayır, siz gece ve gündüz
hileli düzenler (kurup) bizim Allah'ı inkâr elmemizi ve O'na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz," dediler... (Sebe\ 33). Râzi, Endâd ile ilgili görüşler sadedinde onların insanlara em¬rettiklerinde Allah'a itaat edildiği gibi itaat edilen başkanlar oldu¬ğunu da kaydeder. Ancak görüşlerin çoğunluğu onlardan kastedilen¬lerin ma'butlar ve Şürekâ olduğunu belirtmektedir. Az önce kayde-
4 Taberı kenarında Nısaburî tefsin, I, 179 306
dilen ayetler bu çoğunluğun görüşünü tercih ettirir gibidir. İlah kavramı ma'budu en güçlü olarak gösteren kavramlardandır. Onun için Kur'an'da Allah'tan başka ya da onunla birlikte herhangi bir ilah'ın varlığı kesinlikle red edilmiştir. Müşriklerin kendi Şüre¬kâ'sı için ilah adım kullanmış olması onların bu ilahları önemli, Al¬lah -Azze ve Celle- ile eşit seviyede ma'butlar olarak kabul ettikle¬rini ifade eder. Kur'an Peygamberin yalnız Allah'a çağırdığım hika¬ye etmektedir:
«İlahları bir tek ilah. rai yaptı? Doğrusu bu şaşırtıcı bir şeydir. On¬lardan Önde gelen bir grup: "Yürüyün, ilahlarınıza karşı (bağlılık¬ta) da kararlı olun; çünkü asıl istenen budur", diye çekip gitti. Biz bunu diğer dinde işitmedik, bu, içi boş bir uydumadan başkası de¬ğildir.» (Sa'd, 5-7).
Kur'an onların görüşlerini mantıki bir çürütme yoluyla red etmiş¬tir. Ve dediğimiz görüşü destekleyerek onların, Şürekâ'sma ilahlar adını kullanmakla bu ortakların vazgeçilmez tanrılar olduğunu, Allah ile eşit konumda olduklarını ifade ettiklerini açıklamıştır. Ge¬lecek ayetlerde bunu görüyoruz:
1 De ki: "Eğer söyledikleri gibi O'nunla beraber ilahlar olsaydı, onlar
Arg'ın sahibine mutlaka bir yol ararlardı." (îsra, 42).
2 Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, hiç
tartışmasız, ikisi de de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah, on-larmnitelendiregeldikleri şeylerden yücedir. (Enbiya, 22).
3 Yoksa onların bize kargı kendilerini koryacak ilahları mı var? Onla-
rın kendi nefislerine bile yardım güçleri yetmez ve onlar bizden de
yakınlık bulamazlar. (Enbiya, 43).
Buna bağlı olarak diyebiliriz ki: Arap müşriklerinin, kendileri ile Allah arasında arabulucuları, şefaatçılan ve şürekâsı (ortakları) var¬dı. Yanısıra, Allah'ın dengi, benzeri ve asıl ortağı kabul edilen şü¬rekâsı vardı. Onlar birinci çeşit şürekâsı, arabulucusu ve şefaatçı-sma "Veliler, Şefaatçılar ve Şehidler" adını veriyorlardı. Diğerleri-ne ise "Ortaklar, Rabler, Nidler ve İlahlar" adını veriyorlardı.
4. Ortak Koşmanın Nedenleri:
Burada akla şöyle bir soru gelmektedir: Peygamber dönemi müş¬rikleri bir yandan şefaatçılar ve aracılar, diğer yandan Allah ile be¬raber ilahlar ediniyorlardı. Bu realite ile bazı ayetlerde dile getiri¬len itiraflar nasıl uzlaştırılacaktır. Çünkü onlar ortakların ve put-
307
ların valnızca kendilerini Allah'a yaklaştırdıklarını, onları yalnız¬ca şefHatçılar olarak kabul ettiklerini ve bu nedenle onlara ibadet ettiklerini söylüyorlardı. Yunus, 18. ve Zümer, 3. ayetlerinde buna işaret edilmiştir. Ayrıca bazı ayetlerde de müşrikler, yeri, göğü ve kendilerini yaratanın Allah olduğunu itiraf ediyorlardı:
1 AndoJsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan,
tartışmasız: "Onları Üstün ve güçlü olan, bilen (Allah) yarattı" diye¬cekler. (Zuhruf, 9).
2 Andolsun, onlara: "Kendilerini kim yarattı?" diye soracak olsan, hiç
tartışmasız: "Onları üstün ve güçlü olan, bilen (Allah) yarattı" diye¬cekler. (Zuhruf, 87).
Onların sözlerini hikâye edilişi arasında, gizlice belirginleşen bir noktanın, onların "Allah" kavramını ve "Aziz" ifadesinin anlamını bildiklerine dikkat çekmeye gerek olmadığını sanıyoruz. Ve onların bu iki kavram hakkındaki anlayışlarının gerçek ve Kur'anî anlam¬larıyla uyum arzettiğini çıkarabiliriz. Arapların kendi dillerinde kul¬landıkları "Allah" kavramının Kur'an'da kastedilen gerçek Allah kav¬ramından başka bir anlama geldiğini söylemeye gerek yoktur. Nak¬lettiğimiz iki ayette ve bunlardan başka pekçok ayetde kuşku ve söz etmeye yer bırakmayacak açık ifadeler vardır.
Durum ne olursa olsun Kur'an ayetleri, ayetler vasıtasıyla sözle¬ri hikâye edilenlerin Allah'a, tum yarattıkları, evreni yaratan ve onu idare eden, büyük, daha ulu bir tanrı olarak inandıklarını göstermek¬tedir. Ona huzurunda kendilerine şefaatçılar ve veliler edinmekle ye¬tiniyor ve onlara karşı bazı ibadetlerde bulunuyorlardı. Onların Al-lah katında daha şanslı oldukları için onların fayda ve zarar verme¬de, iyilik ve kötülükte bir etkileri olduğuna inanıyorlardı.
Pekçok Kur'an ayeti ortakları, Rab'ları, Endâd'ı ve Tanrıları anlatmakta, Allah ile birlikte ortaklar, Rabler, Tanrılar ve Endâdı ortak koşan müşrikleri dehşete düşürecek eleştirileri ihtiva etmek¬tedir. Ayetlerden hareketle konunun mantığına göre hareket ederek diyebiliriz ki: Peygamberin çevresi ve asrında yaşayan müşrik Arap-lardan Allah'ın uluhiyetini ve Rububiyetini itiraf eden, yalnız şefa¬atçılar ve Evliya ile yetinen bir takım insanlar vardı. Yanısıra ba¬zı insanların Allah ile birlikte Allah'a ortak koştukları büyük ma'butları ya da Tanrıları vardı. Bizim görebildiğimiz kadarıyla bu çevre de onu kaldırıyordu. Zira bu çevrenin halkı medenilik ve be¬devilik, göçebelik ve yerleşiklik açısından, dünya ile ilişkili olma ya
308
da ondan uzakta olma açısından hayatın şartları ve vasıtaları yönün¬den farklılık arzediyorlardı. Bu meseleyi daha Önceki konularımız¬da detaylı olarak açıkladık. Nüfusu bu kadar değişiklik-farklılık gös¬teren bu gibi çevrelerde bir tek dini düşüncenin egemen olması gerçekleşmemiştir.
Eğer bu çıkarımımız doğru ise -ki biz doğru olduğuna inanıyoruz-şefaatçılar ve velilerle yetinme başka bir ifade ile putlar ve başka nesnelerden oluşan ortakları Allah'a ulaşmak için birer vasıta ve ara¬bulucu olarak sayma ancak dış dünya ile ve kitaplılarla ilişki kura¬bilen aydın sınıf için söz konusu olabilir. Eu sınıf, maddi putları ve diğer yaratıkları baş tanrılar olarak görüp iyilik ve kötülüğe, fayda ve zarara, var etme ve yok etmeye gücü yeten birer kudret olarak ka¬bul etme anlayışından biraz daha ileriye, bu gibi şeyleri şefaatçılar ve veliler olarak kabul etme anlayışına ulaşmıştı. Özellikle Allah'a iman eden Kitaplıların bu türden şeylerle dağarcıkları doluydu. Çünkü onlar açık ya da tevil ile bir tek Tanrıya iman etmelerinin ya¬nında keşişlerinden, peygamberlerinden ve meleklerden şefaatçılar ve veliler ediniyorlar ve onları duada ortak koşuyor, onlarla Al-lah'a yakınlaşmaya çalışıyorlardı. Gelecek ayette herhalde buna bir işaret vardır;
"Beşerden hiç kimsenin, Allah kendisine Kitabı, hükmü ve pey¬gamberliği versin de, sonra o, insanlara: "Allah'ı bırakıp da bana kul¬luk edin" demesi yoktur. Fakat o, "öğretmekte olduğunuz ve der alıp vermekte bulunduğunuz Kitaba göre Rabbaniler olunuz" (deme gö¬revindedir). O, melekleri ve peygamberleri Rabbler edinmenizi de em¬retmez. Siz, müslümanlar olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?" (Al-i İmran, 79-80).
Halk tabakası özellikle de köylülere gelince onlar geri kalmış, me¬safe alamamışlardır. Maddi olan ve olmayan mabutlarını iyilik ve kötülüğe, fayda ve zarara, var etme ve yok etmeye gücü yeten bir var¬lık olarak görüyorlardı. Yanısıra Allah'ı da en ulu Tanrı, Rablerin Rabbı gibi açık olmayan anlamlarla algılamaya çalışıyorlardı.
Böylece daha başka münasebetlerle genişçe ele almayı düşündü¬ğümüz bir nokta ortaya çıkmaktadır. Peygamberlikten önceki dönem¬de dini düşünce planında gelişmeye doğru atılan bir adımın izleri¬ni görebiliyoruz.
Bu şekilde Hicaz çevresinden söz etmekle Hicaz çevresindeki di¬ni düşünce veya zihniyetle ilgili farklılıkların diğer Arap çevrelerin¬de görülmediğini çıkarmak istemiyoruz. Ayrıca o çevrelerde bu gi-
309
bi gelişmelerin olmadığını da amaçlamıyoruz.
Ortaklar, Endâd, Tanrılar, şefaatçılar, veliler ve şahidler kavram¬larının Kur'an ayetlerinde çoğul olarak verilmiş olması, müşrikle¬rin ortaklarının sayısını çoğalttığını gösterebilir. Onların bir kesi¬minin baş ortaklar edinmesi ya da şefaatçi ortaklar edinmesi ara¬sında fark yoktur. Yani bir cemaatın aynı anda birden çok ortağı bu-lunuyordu. Nakletiğimiz Sâd, 5-7. ayetleri müşriklerin, Peygambe¬rin tanrıları bir tek tanrı yapmaya çağrısını öfkeyle ve hayretle karşıladıklarını hikâye etmektedir. Enbiya ve Furkan sûrelerinde yer alan iki ayet de onların Peygamberi, tanrılarından kendilerinin hoşlanmadığı bir şekilde bahsettiğinden, hafife aldıklarını, tanrıla¬rına bağlılıklarından kendi kendilerini övdüklerim, Peygamberin çağrısından etkilenmediklerini hikâye etmektedir. Bu da onların bir¬den çok tanrıları oldıiğunu göstermektedir.
1 Küfre sapanlar seni gördüklerinde, seni yalnızca alay konusu edinmek-
tedirler (ve "Sizin ilahlarınızın sözünü eden bu mu?" (derler), Oysa onlar, Rahman (olan Allah)m sözünü (Kitabını) inkar edenler¬dir. (Enbiya, 36).
2 Seni gördükleri zaman, seni yalnızca alay konusu edinmektedirler: "Al-
lah'ın, peygamber olarak gönderdiği bu mu?" "Eğer biz onlara kar¬şı kararlılık göstermeseydik, neredeyse bizi ilahlarımızdan saptırmış olacaktı." (Furkan, 41-42).
Tanrıların çokluğu ya da bundan amacın ne olduğu konusunda belirlenmiş bir şeyi gösterecek, bir tek cemaatin bir çok tanrılara na¬sıl ibadet ettiğine açıklık getirecek bir Kur'an ayeti yoktur. Yalnız bir takım rivayetler bazı şeyler kaydetmiştir. Bunların, tanrıların çokluğuna açıklık getirmesi ve onu doğrulaması mümkündür. İbn-i Hişam da5 Arapların putları bölümünde, Arapların her kabilesinin, her bölgesinin ya da her şehrinin kendisine özgü bir putu olduğunu ifade eden değerlendirmeler vardır. îbn-i Hişam bazı kabilelerin ve şehirlerin adını vermiş ve her birinin putunu ya da ma'budunu da kaydetmiştir. Havlan'm, "Gam enes", "Beni Melikân*m "Sa'd" adı ve¬rilen bir putu vardı. Uzza, Kureyş ve Kinane'ye aitti. "Lat", Taife, "Menat" da Yesrib'in putuydu. Davs, Haş'am ve Büceyle'nin "Zu'l-Hulasa" adında bir putu vardı. Tay kabileleri ve onlara yakın olan¬ların "Fulus" adında bir putları bulunuyordu. Bekir Beni Vail kabi¬lelerinin "Zul-Ka'bât" adını taşıyan bir putları mevcuttu. Bunun ya-
5 I, 75; I, 80 310
nmda Arapların hepsi bir tek Haccın ibadetlerinde birleşiyorlardı. Ka'be'nin etrafını ziyaret ediyorlardı.Taş'ını kutsuyorlardı. Safa ile Merve arasında Sa'y ediyorlardı. Safa ile Merve üzerinde bir ta¬kım putlar vardı. Kabe avlusunda ve içinde de bazı putlar vardı. On¬lara ibadet edip saygıda bulunuyorlardı. Yine îbn-i Hişam kaydeder ki: Kurbanlar ve adaklar Ka'be yakınında bulunan iki putun Asâf ve Naile'nin yanında kesilirdi. Araplar bir oğlan çocuğu sünnet et¬tirmek, bir nikâh kıymak, bir ölüyü gömmek istediklerinde; bir adamın soyundan şüphe ettiklerinde, bir yolculuk, bir ticaret, bir fe¬laket, bir anlaşmazlık ya da başka bir amaç için istihareye yatmak istediklerinde Hubel'e giderlerdi. Bu Ka'be'nin içinde bir puttu. Pal oklarının sahibine yüz dirhem ve birkaç deve verirlerdi. Ondan anlaşmazlık konusunda ya da istedikleri herhangi bir meselede fal oklarına bakmasını taleb ederlerdi. Fal oklarının üzerinde "yap, yap¬ma, evet, hayır" gibi sözcükler vardı. Ayrıca her evin kendisine öz¬gü bir putu da bulunuyordu. Beyzavi Tefsirindeki bilgiye göre Me-nat "Nev"' (Yıldız)den türetilmiştir. Araplar ondan yağmur taleb ederlerdi. Yağmur yağmadığı zaman yağmur için onun yanında dua ederlerdi. Bu sözler ve rivayetler ne olursa olsun benzerleriy¬le birlikte, Kur'an'm nassı ile Araplarda bulunduğu sabit olan çok tanrıcılığa parlak bir ışık tutmaktadır.
Varsayımdan hareketle bu çok tanrıcılığın, gereğine uygun bir tablosunu çizmeğe çalışırsak, bu durumda iki uygulamayla karşıla¬şırız: Ya ortada şehirli, mahalleli, köylü herkesin genel ilişkilerde beraberce ibadet ettiği bir takım Tanrılar vardı. Ki bunun yanında akrabalığın, hemşeriliğin aynı bölgeden oluşun birleştirdiği aşiret, boy, mini kabile hatta kabile gibi küçük öbeklerin kendilerine Özgü tanrıları vardı; ya da hayatın her ihtiyacının kendisine özgü bir tan¬rısı vardı. Yağmur istediklerinde yağmur tanrısına gelip dua ediyor¬lardı. Bir hastalıktan kurtulmak için şifa taleb ettiklerinde onun tan¬rısına gelip niyazda bulunuyorlardı. Bir kurban adamak istedikle-rinde onu kurbanların tanrısı yanında adamaktaydılar. Bir iş husu¬sunda istihare etmeyi istediklerinde onun tanrısı yanında istihare¬ye yatarlardı. Her şey için bu böyleydi.
Her iki uygulamayı birleştirmiş olmaları da uzak bir olasılık de¬ğildi. Ya da onlardan bazılarının bunu birleştirmiş olmaları müm¬kündür. Şöyle ki: Hem genel olarak kabul edilen tanrıları vardı hem de özel tanrıları. Aynı zamanda ayrı ayrı ihtiyaçlarını verecek, her ihtiyacın kendi tanrısı vardı.
311
Başka milletlerin de, Mısır'da, Şam'da ve Yunanistan'da böyle yaptıkları bilindiğine göre Arapların bu düşünceyi onlardan iktibas etmiş olmaları muhtemeldir. Yahut da bu, dinî gelişim sürecinin bir evresiydi. insanlar bu dönemde hem genel tanrıların hem de özel tan¬rıların varlığına inanıyorlardı. Ne bundan ne de ötekisinden vazge¬çebiliyorlardı. Yanısıra, hayatın ve tabiatın değişik görünümlerinin ya da isteklerinin ve ihtiyaçlarının ayrı ayrı oluşunun, her ihti¬yaç, her istek ya da hayat ve tabiatın her görünümü için Tanrının bulunması gerektiğine inanıyorlardı.
Belirttiğimiz bu genel kural, ortak koştukları şeyleri baş ortak¬lar, Endâd ya da denkler olarak gören müşrikler için geçerli oldu¬ğu gibi ortak koştukları nesneleri arabulucular ya da şefaatçılar ola¬rak gören müşrikler için de geçerlidir. Denebilir ki bu müşriklerin genel şefaatçıları yani kendisiyle diğer insanların da şefaat dilen¬dikleri ortaklan olduğu gibi, ayrıca bunların mahalli, kabilesel ya¬hut da aşiretlerine ait özel şefaatçıları da vardı. Ya da her ihtiyaç ve istek için birer şefaatçıları vardı. Veya onlar bu iki anlayışı bir¬leştirmişlerdi. Özellikle Tanrıların, ortakların, arabulucular ve şe¬faatçılar olarak algılanmaya başlaması, daha önce belirttiğimiz gi¬bi, müşriklerin geneli, özellikle köylü-bedevi olanların anlayışların¬da gelişmeye doğru bir adam olduğunu düşündüğümüzde mesele da¬ha rahat anlaşılır. Bu sınıfın Mekke ehlinden olduğunu ya da onlar¬dan bazılarının Mekkeli olduğunu düşündüğümüzde bu anlayışı, Ibn Hişam'ın Mekke işleri etrafında dönüp dolaşan rivayeti ile destek¬leyebiliriz, isaf ve Naile Mekke'dedir. Hubel Mekke'de, Ka'be Mek¬ke'dedir. Buna ilave olarak Mekki ayetlerin genellikle Mekke ehli¬nin durumlarını ve delillerini tasvir ettiği de unutulmamalıdır.
5. Arap İnancında "Allah'ın Çocuk Edinmesi":
Şefaatçılar konusunda geçtiği gibi, müşrik Araplar ya da on¬lardan bir kesim, Meleklerin Allah'ın kızları olduğuna inanıyor¬du. Allah katında onları kendilerine şefaatçi kabul ediyor, onlara iba¬det ediyor ve bu temel anlayışla onların Allah ile aralarında vasıta olduğuna inanıyorlardı.
Biz bu konuyu biraz daha açmayı yararlı görüyoruz. Çünkü pek-çok Kur'an ayetinde buna işaret edilmiştir. Ve bunlar aynı zaman¬da Peygamberlikten önceki Peygamber asrı ve çevresindeki dini düşüncenin parlak, ilginç tablolarını da içermektedir.
Bu ayetlerin uslubları çeşitlidir. Ayetlerin bir kısmında "oğullar
312
ve kızlar" kavramları beraber kullanılıyor:
"Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa onları da O yaratmıştır. Bir de hiç bir bilgiye dayanmaksızın O'na oğullar ve kızlar uydurdular. O ise, nitelendiregeldikleri şeylerden yücedir, uzaktır." (En'am, 100).
Bazılarında "çocuk" edinme kavramı tekil olarak Allah'a nisbet edilmiştir:
1 "Allah çocuk edindi" dediler. O, yücedir; O, hiçbir şeye ihtiyacı olma-
yandır.. (Yunus, 68).
2 (Bu Kur'an) "Allah çocuk edindi" diyenleri uyarmaktadır. Bu konuda
ne kendilerinin, ne de atalarının hiç bir bilgisi yoktur... (Kehf, 4-5) Bazı ayetlerde "kızlar edinme" yalnız geçmektedir:
1 Ve Allah'a kızlar isnad ediyorlar, O yücedir. Hoşlandıkları (oğlanlar)nı
da kendilerine...( NahI, 57).
2 Şimdi onlara sor: Rabb'ine kızlar, onlara da oğlanlar mı? (Saffat, 149). Bu ayetlerin her üç grubuna ve siyakına bakıp inceleyenler, on¬ların Araplara ait sözleri, yaklaşımları daha doğrusu inançları hi¬kaye ettiğini, bunların Hıristiyanlık inancı ve İsa'nın oğul oluşu ile ilgili olmadığını görür, ikinci bir ifade ile bu ayetlerin Hıristiyanlar-la mücadele ya da onların inançlarını hikâye etme sadedinde olma¬dığını, sırf müşrik Araplarla mücadele ve onları tehdit etme konu¬sunda olduklarını gözler.
Önce "çocuk" kavramının hem erkek hem de kızları, tekil ve ba-zan da çoğulu kapsadığını Kur'an nassına göre6 bunun sabit oldu¬ğunu belirtmeliyiz. İkinci olarak Enbiya Sûresinde yer alan bir ta¬kım ayetler çocuk nisbet etmelerinden amacın melekler olduğunu açıkça göstermektedir:
«Rahman çocuk edindi" dediler. O, yücedir. Hayır onlar (melek¬ler) ikrama layık görülmüş kullardır. Onlar sözle O'nun Önüne geç¬mezler ve onlar O'nun emriyle hareket ederler.» (Enbiya, 26-27).
Üçüncü olarak Saffat Sûresinde 149. ayetin ardından, Arap inancında yer alan Allah'a nisbet edilen kızların melekler olduğu¬nu gösteren açık bir delil vardır:
«Yoksa biz melekleri onların gözü Önünde dişi olarak mı yarat¬tık. İyi bilin ki onlar iftiraları yüzünden "Allah doğurdu" diyorlar.
6 Enbiya, 26-27'. ayetleri "çocuk" kavramı ile başlamış ve daha sonra "kullar" di¬ye açıklamıştır.
313
Onlar elbette yalancıdırlar. (Allah) kızları seçip oğlanlara tercih mi etmiş. Size ne oldu, nasıl hukum veriyorsunuz? Hiç rai düşünmüyor¬sunuz?» (Saffat, 150,155).
Böylece zincirin halkaları tamamlanmaktadır. Şöyle ki: Arapla¬rın inançlarını hikâye eden Kur'an ayetlerinin bildirdiğine göre Arap inancında Allah'ın çocukları vardı. Ve bu çocuklar kızdı. Kız¬lar da meleklerdi.
Allah'ın çocuklar edinmesi düşüncesi ya da inancının Hiristiyan-lardan ya da Hıristiyanlık inancından Araplara geçmiş olması uzak bir ihtimal değildir. Saffat Sûresinde Allah'a çocuklar nisbet ettik¬lerinden, onları eleştiren bir bölüm ihtiva eden ve inançlarını des¬tekleyen bir kitap getirmeleri için meydan okuyan birkaç ayet var¬dır:
"Yoksa sizin apaçık olan ispatlı deliliniz mi var? Eğer doğru söyleyenler iseniz, öyleyse getirin kitabınızı." (Saffat, 156,157).
Bu meydan okumayla söz konusu düşünce geçişine işaret edilmiş gibidir. Sanki onlara şöyle denmektedir: Hıristiyanların mecazi anlamda da olsa Mesih'in Allah'ın oğlu olduğunu belirten bir kita¬bı vardır. Elinizde Meleklerin Allah'ın kızları olduğunu destekleyen bir açıklama, bir delil ihtiva eden bir kitap var mıdır?
Eğer bu düşünce Araplara Hıristiyanlardan ya da Hıristiyanlık inancından geçmişse bu geçişin, peygamberlikten çok Önceleri ger¬çekleşmiş olması gerekir. Sonra gelişti, başka bir ifade ile "törpülen¬di" ve ilginç bir kılığa büründü. Bir tek oğul yerine, pek çok kıza dö¬nüştü, insani, beşeri-maddi ya da görülen, çarşıda yürüyüp, ye¬mek yiyen cisim yerine meleklere başka bir ifade ile ruhanî varlık¬lara, düşünülen fakat görülmeyen varlıklara dönüştü.
Bundan daha ilginci, Araplar, geliştirdikleri ve töprüledikleri, akıl ve mantık kurallarına uydurdukları, ilahi düşünceyle İsa'nın oğul oluşu düşüncesinden daha fazla uyumlu hale getirdikleri bu dü¬şünceleri ve inançları uğrunda ciddi mücadele etmişlerdi. Zuhruf Sû¬resi ayetlerinden bazısı bunu hikâye etmektedir:
"Meryem oğlu (îsa) bir örnek olarak verilince, hemencecik senin kavmin ondan (keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar. Dediler ki: "Bizim ilahlarımız mı daha hayırlıdır yoksa o mu?" Onu yalnızca bir tartışma konusu olsun diye ortaya attılar. Hayır onlar tartışmacı ve düşman bir kavimdir." (Zuhruf, 56-60).
Bu ayetler peygamber ile, meleklerin Allah'ın kızları olduğunu ve onları kendileri için şefaatçılar olarak kabul edip inanan Arap-
314
lar arasında meydana gelen bir tartışmaya işaret etmektedir. Ayet¬lere göre sanki onlar şöyle diyorlardı: "Meleklerin Allah'ın kızları ol¬duğunu söylemek düşüncesi Meryem'in oğlu isa'nın Allah'ın oğlu ol¬duğunu söyleme düşüncesinden daha mantıkladır. Zira melekler gö¬rünmeyen ruhanî varlıklardır. Bu yönleriyle babaları olan Allah ile daha fazla uyum ve benzerlik arzederler. Yanısıra, Meryem'in oğlu diğer insanlar gibi maddi bir insandır. Bizim meleklerin Allah'ın kız¬ları olduğuna inanmamız Hıristiyanların, Mesih'in oğul oluşuna inanmalarından daha isabetli ve doğruya daha yakındır." Durum bu olunca, İtendi tanrılarının >ki bunlarla melekleri kastediyorlardı- Hı¬ristiyanların Tanrı edindiği İsa'dan daha hayırlı olduğunu da belir¬tiyorlardı.
Ayetlerde meleklerin zikredilmesi ve Allah dileyecek olursa, melekleri de yeryüzüne indirebileceğinin, onların da Allah'ın kulla¬rı olduğunun ifade edilmesi de tartışmanın; onların meleklerin oğul oluşları ve uluhiyeti inancıyla; isa'nın oğul oluşu ve uluhiyeti inan¬cı arasında olduğunu gösterir.
Kur'an onların yaklaşımlarını red etmiş ve bu kıyasın yanlış olduğunu, bu konuda Hıristiyanların yerinde ve doğru olmayan bir peygamberlik inancı ile delil getirmenin yerinde olmayacağını be¬lirtmiştir. İsa bir beşerdir. Bir kuldur. Allah ona nimet vermiş ve onu İsrailoğullarına "Benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a iba¬det edin" demesi için elçi olarak göndermişti, onun hakkında mey¬dana gelen sapmalar ancak insanlardan gelmiştir. Saptıranlara Allah'ın azabı vardır:
«İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size bir hikmetle hak¬kında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını açıklamak için geldim. Öy¬leyse Allah'tan sakınıp-korkun ve bana itaat edin. Hiç şüphesiz Al¬lah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; şu halde O'na kulluk edin. Dosdoğru olan yol budur." Sonra, içlerinden bir takım fırkalar ihtilafa düştü. Artık, acıklı bir günün azabından vay o zulmetmiş olanlara.» (Zuhruf, 63-65).
315
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır