Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10. May 2009, 03:58 PM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

40 ASIRLIK TÜRK YURDU : ANADOLU (2)

Atatürk’ün tarih çalışmalarının esas gaye ve ana hedefinin, Türk tarihinin bütün devirlerinin aydınlatılmasına yönelik olduğunu; İkinci amaç ve hedefin ise: Özellikle, Avrupalıların haksız ve asılsız iddialarına karşı bilimsel veriler ve belgelerle cevap vermek maksadına matuf bulunduğunu (dayandığın&#305 daha önce ifade etmiş ve açıklamıştık.

Ancak, Atatürk, bu ikinci derecedeki gaye için bir tarih tezi geliştirmeyi düşündü. Düşündüğü bu teze göre: “Türk ırkı Anadolu’da ilk devlet kuran bir millettir. Bu ırkın kültür yurdu, ilk zamanlarda iklimi müsait Orta Asya idi. İklimi daha sonra değişti. Yüksek bir ziraat hayatına geçen, madenlerin kullanılmasını bulan bir topluluk göç etmek zorunda kaldı; Orta Asya’dan doğuya, güneye, batıda Hazar Denizinin kuzey ve güneyinde olmak üzere yayıldı; gittikleri yerlere yerleşerek bildiklerini oralara yaydılar ve geliştirdiler; bazı yerlerde yerli halk ile karıştılar. Irak, Anadolu, Mısır ve Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal ırkın temsilcileridir. Biz bugünkü Türkler de onların çocuklarıyız.” (07)

Cumhuriyetin ilk yıllarında yeni geliştirilen bu tezi, Afet İnan da şöyle özetliyor: “Dünyada yüksek kültürün ilk beşiği Orta Asya’daki Türk anayurtlarıdır. O kültürü kuranlar ve bütün dünyaya yayanlar da Türklerdir. (08)

Anadolu, kültür ve medeniyetin bütün dünyaya yayıldığı yerdir. Bütün dünya bu konuda hemfikirdir. Art niyetli batılılar tarafından ısrarla ihtilâf konusu yapılan mesele ise; Bütün medeniyetlere beşiklik, ve hattâ “ANALIK” etmiş olan ve adını bu vasıftan alan, yer yüzünün tek (en değerli) toprak parçası ‘Anadolu’ medeniyetinin; Türklerle değil, başkaca ırk, soy ve milletlerle başladığı iddiasıdır.

Bu iddialar en az ‘bülbül dağı’ masalı kadar yalan ve uydurmadır. (*)
Buraya kadar yapılan izahlardan da anlaşılacağı üzere, Atatürk, Orta Asya’dan Anadolu’ ya uzanan Türk tarihini bir bütün olarak düşünmüş, dolaylı olarak da Anadolu’nun eski tarihi ile ilgilendirip irtibatlamıştır. Onun tarih çalışmalarının gayesi, Anadolu’nun Türk vatanı oluşundan önceki tarihini araştırmak değil, Türk tarihini bütün veçheleriyle araştırıp ortaya koymak; Buna bağlı olarak da son müstakil Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni üzerinde kurduğu Anadolu’da bulunmamızı haklı gösterecek delilleri bulmaktır.
Başta Sümerler, Hitit-Etiler, Aka ve Akatlar olmak üzere Anadolu’da kurulan eski kültür ve medeniyetlere, yani Avrasya-Anadolu’nun gerçek sahip ve tarihi sakinlerine “Türklere” karşı; Daha erken-yakın dönem batılı göçmen ve işgalcileri Rum-Romalı, Pontus, adalı ve Makedonlara dayanarak, mesnetsiz hak iddia edenlere karşı manevî bir savunma silâhı hazırlaması bunun içindir.

DAHASI: Tekrarlamakta yarar var.Lozan Antlaşmasından dokuz yıl sonra 1933’de General Mac Arthur’a “Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük, Kıbrıs ve 12 Adaları geri alacağım. Selânik’te dahil olmak üzere, Batı Trakya’yı TÜRKİYE hudutları içine katacağım” (09) demesi, ‘Misak-ı Milli sınırlarını tamamlama, bütünleme ve geleceğe sınırlarla ilgili bir sorun bırakmama” konusundaki azim, irade ve kararlılığından dolayıdır.

Bu kararlılık, aynı zamanda gelecek nesillere bir vasiyet, ifa ve icrası zorunlu bir kutsal vazife, güvenlik stratejisi, kısa-yakın dönem ideali, Anadolu Türk ülküsü ve “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri..” ve/veya “Muasır medeniyet seviyesini aşmak” gibi, alınması ve varılması zorunlu bir “HEDEF” tir.
Bazılarının zannettiği ve art niyetle-kasıtla iddia ettiği gibi Atatürk, Orta Asya Türk tarihine (BÜYÜK ATA YURDUNA) göz yumarak, Türklüğün tarihini Anadolu’nun eski kavimlerine (Sümerler, Hititler, Etiler vs. gibi) bilinçsiz ve dayanaksız teorilerle bağlamaya çalışmamıştır. Aksine, objektif ve gerçekçi bir yaklaşımla Anadolu’nun eski medeniyetleri ile Türk tarihini birleştirme esasına dayanan yeni, doğru ve gerçekçi ‘orijinal tarih tezini’ de; Bütün Türk bilim adamları ve kanaat önderlerinin üzerinde mutabık kaldığı “orijinal bir sentez” olarak Orta Asya Türklüğüne, Ata Yurda bağlamıştır.

Bilindiği gibi onun dil ırkçılarına karşı geliştirdiği “Güneş Dil Teorisi” de Orta Asya kaynağına dayanmakta idi.

Atatürk’ün Dil ve Tarih tezleri, sentezleri hep aynı anlayışın eseridir.
Ancak ve maalesef, 1938 tarihli ‘karşıdevrim’ ve Kemalizm’in ‘gizlenen rejim” haline getirilmesi nedeniyle ikisi de tarihî birer “sakıncalı hâtıra” olarak kalmıştır.
Yani, her şeyin açık seçik, net anlaşılır biçimde ortada, görünür-bilinir olmasına rağmen, aklın, ilmin ve sağ duyunun; “Milli Tarih Şuurunun” hâkim olamadığı Türkiye’de pek çok konu gibi, Atatürk’ ün tarih, dil ve din (lâiklik) kuramları ve anlayışı da gayesinden saptırılmaya çalışılmıştır. Üstelik adı, hayatının muhtelif evreleri, sonradan uydurulmuş sözde hatıraları ve “bir bütünün içinden cımbızla seçilip ayrılan ve özel bir maharetle amaca uydurulan” vecizeleri kullanılmak ve menfur amaçlara alet edilmek sureti ile...
Şöyle ki;

Büyük Ata, Türk İnkılâbının önderi ve Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılarak ebedi istirahatgâhına çekildiği günün hemen ertesinde “karşıdevrim” başlatarak, ezeli Türk düşmanları Lord Kingros ve Lloyd George’un yoluna giren kadrocular, aydınlıkçılar, dahili-harici bedhahlar, sabetay, dönme, devşirme, ateist ve paganlar (batı uşakları, Türk ve İslâm düşmanlar&#305 tarafından; 11.Kasım.1938’den itibaren, Türk Milletine şânlı geçmişini unutturmak, milli şuur ve köklü medeniyetinden koparmak; Özellikle ve bilhassa ATATÜRK’ ü ebediyen hafızalardan silmek için uygulanan menfur, sinsi emperyalist psiko-harp planına göre: TÜRK ün Anadolu’ ya gelişi inatla-ısrarla; 26.Ağustos 1071 Malazgirt Zaferine dayandırılmaya çalışılmıştır.

Bu bir Grek (Yunan-Rum), Sanskrit ve Lâtin tezidir. Maksatlı ve yalandır.
Ancak, Gaflet ve dalaletle, ısrarla devam ettirilen AB sürecinde bu ve benzeri beyin yıkama, bölme-parçalama taktikleri sistematik bir bütün olarak devam ettirilmektedir.
Başta Milli Eğitim Bakanlığı müfredatında yer alan bütün (resmi) ders kitapları olmak üzere, piyasada satılan ve özellikle 1938-1950, 1960-2005 arasında basılan kitapların tamamında bu bilgi böyle verilmekte, yalan söylenmekte, tarih tahrif edilmekte ve körpe beyinler “bilinçle” yıkanmaktadır.

İlgili, yetkili ve sorumlular gaflet ve dalâlet içindedir.
Komşu Yunan Anadolu’ya İyonya derken ve Anadolu halkının kahir ekseriyeti’ nin Türkleştirilmiş ve İslâmlaştırılmış Rum-Yunanlı olduğunu iddia ederken; Bu aymazlık, utanmazlık, ilgisizlik ve kayıtsızlık hicap vericidir. Üstelik, İngiliz, Fransız, Amerikan ve Alman kayıt ve kaynakları da bu saçma sapan, asılsız ve mesnetsiz iddiaları tasdik eder ve doğrular nitelikte olup, bu muharref, sahte, uydurma, hayâl mahsulü belge ve bilgiler pekalâ Yunan-Rum ve Ermeni soykırımı gibi, daha büyük ve alçakça bir yalanın, iftiranın sözde ispatı için kullanılmaya kalkışılmaktadır.

Bütün bu milletlerin ders kitaplarında koyu bir Türk düşmanlığı işlenmektedir.
Buna mukabil, bizim ders kitaplarımızda Ermeni mezalimi, Rum-Yunan, İngiliz, Fransız, Alman ve Amerikan zulmüne ilişkin tek bir satır bile yoktur.

Oysa, bu milletler 312 yılından bu yana Anadolu’da asimilâsyon, soykırım, haçlı seferi, gasp, irtikap, katliam ve soykırım yapmakla; Misyoner okulları açmakla ve Anadolu Türk medeniyetini yok etmeye teşebbüsle malul ve mahkum milletlerdir.
Çoğu tarih kitabı yazarının Ermeni, Rum, dönme ve devşirme orijinli olduğu göz ardı edilerek, onların kitaplarına itibar edilmekte, ilgili ülkelerin ders programlarında yer alan aleni “TÜRK DÜŞMANLIĞI” na rağmen Türk çocukları adeta “Düşmanlarımıza Dost” bir ruh hali (psikoloji) içinde yetiştirilmeye çalışılmaktadır.

Dünyada eşi benzeri görülmemiş bir şey de, “MİLLİ” vasfını haiz iki bakanlıktan biri ve, kat’i surette yabancıların görev almaması gereken bir yerde ‘Milli Eğitim Bakanlığı’ nda yabancı uzmanların çalıştırılması ve hem de söylendiğine göre: Talim Terbiye Kurulun’ nda görev yapmalarına müsaade olunmasıdır.

Böyle bir vakıa gerçekse; Türk milletinin yapısında, çatısında, kimlik ve kişiliğinde meydana gelen yozlaşma, çürüme, ahlâki ve milli erozyonun suçlusu ve sorumlusu, bizzat, bu hale rıza göstererek görev yapan Milli Eğitim Bakanlarıdır. Bu bakanları atayan kabineler adına Başbakanlar ve onay mercii olan Cumhurbaşkanlarıdır.

Daha sonra tekrar değinmek üzere, şimdi devam edelim:

Yukarda açıklanan menfur süreçte:
“Anadolu’da kurulmuş bütün eski medeniyetlerde Türklüğün hakkı vardır. Çünkü bütün yüksek kültürler, medeniyetler Orta Asya’dan çıkmıştır. Orta Asya’nın yerli kavmi de Türklerdir” anlayışı, fikir-tez ve gerçeği tersine çevrilerek çok garip, fanatik batıcı ve Türk düşmanlığı ile malul bir mantıkla âdeta:

“Türklerin ataları eski Anadolu kavimleridir; Orta Asya ile bir ilgileri yoktur. Varsa bile Anadolu’ya geldikten sonra, melez (karma-karışık, orijini kaybolmu&#351 bir millet ortaya çıkmıştır. Biz onların devamıyız” gibi, hiçbir bilimsel yanı ve dayanağı olmayan ve sadece Türk düşmanlarının ekmeğine yağ süren ‘bilim ve gerçek dışı bir iddia” şekline getirilmiştir.
Maalesef itibar edilen de budur.

Bu görüşü ısrarla savunanlardan birisi olan Melih Cevdet Anday, bir yazısında şöyle diyor: “Bugün bilimsel tarihin kaynakları çok daha gerilere götürülmüş ve yorumlar çok değişik biçimler almaya başlamıştır.(...) Bugün bile çocuklarımızın ilkokul kitaplarında Orta Asya’dan -anayurdumuz- diye söz edilmektedir. Buna üzülmek azdır. Çıldırmalıyız. Bizim ana yurdumuz Orta Asya ise, Anadolu nemiz oluyor? Bu soruya karşılık bir Yunanlı çıkıp da “o da bizim ana yurdumuz” derse hoşlanacağımızı pek sanmıyorum. Oysa biz Atatürk’le birlikte bu toprağın uygarlıklarını benimseme yolunu tutmuşuzdur.”(10)
Böyle saçma bir yorum ve anlayışla, Atatürkçülüğü ve onun tarih anlayışı ile tarihi gerçekleri bağdaştırmak mümkün değildir.

Zira Türklüğün anayurdunun Orta Asya olduğu tarihî belgelerle sabittir.
Ayrıca Atatürk devrinde ve onun emirleri ile iki defa yayınlanan “Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı kitabın ilk cümlesi “Türklerin ana yurdu Orta Asya’dır” şeklindedir. (10)
Atatürk, Türklüğü ve Türk tarihini mutlak bir bütün olarak düşünmüş ve haklı olarak öyle değerlendirmiştir. Doğru olan da budur.

Ona göre Türklük ve Türk tarihinin kaynağı Orta Asya’dır.
Bütün Türkler, Orta Asya’dan dünyanın diğer bölgelerine yayılmışlardır.
Bu konudaki fikirlerini şöyle ifade etmiştir:

“Bizim Türk milletimiz eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha gençliğinde kazanmıştır. Tâ uzakları görüşü ve hızlı bir uçuşu vardır. Ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten maddî olsun, dimağî (akli) olsun hiçbir sıkıcı kudret içinde durmaz. Bu yaratılışta olduğundan yüksek ana yurdunun dünyadan uzak vaziyetine karşı isyan etmiştir. İşte o zaman bu ilk Türkler başlarını alarak, dünyanın hem doğusuna hem batısına yayıldılar.”(12)
Atatürk’ün Türklüğün kaynağını Orta Asya’ya bağlayan ve bugün ilmî bir gerçek olan Türk tarihi anlayışını bir tarafa bırakıp, Türkiye Türklüğüne başka atalar aramak Türk tarihini saptırmaya çalışmaktır.

Atatürk, bilim ve gerçek dışı bir şekilde, Anadolu Türklüğünün kaynağını eski Anadolu kavimlerine bağlamaya veya onlarla karışarak yeni bir melez millet meydana getirdiği fikrini yaymaya asla çalışmamıştır. Ancak, silâhla müdafaa ettiği Anadolu’yu tarih ve kültür yoluyla da müdafaa etmek için çalışmıştır. Bugün “millî şuur” sahibi olamamış bazı okumuşlarımız, Orta Asya’dan devam edip gelen Türk tarihi anlayışı yerine durmadan “Anadolu Medeniyeti”, “Anadolu Uygarlıkları”, “Anadolu halkları”, “Anadolu insanı” v.s. gibi gariplikler icat etmektedirler. Anadolu’nun, bugünkü insanları da bütün halkı da Türk’tür. Türk milletinin en az 4000 yıllık yurdu ve mutlak bir parçasıdır Anadolu. “Anadolu halkı” nın, “Anadolu insanı” nın kültürü, gelenekleri, medeniyeti diye bir şey yok; Türk milletinin medeniyeti, kültürü, gelenekleri v.s. vardır.

İşte bu nokta-i nazardan hareketle Büyük Önder ATATÜRK, yeni nesillere şöyle bir vasiyet, emanet ve “UYARIDA” bulunmuştur:

ATATÜRK’ten UYARI (Gazi Mustafa K. ATATÜRK; Yersiz, gereksiz, sebepsiz ve anlamsız değil bir söz, tek bir sözcük bile söylememiştir. Peki, aşağıdaki sözleriyle Atatürk kimlere karşı Türk milletini uyarmak istemiştir? Düşünün ve konuyla ilgisini kurun bakalım!)
“Tarihimizi inceleyiniz. Türk’ün çektiği bütün felaketler, karşılaştığı tehlikeler ve kötülükler hep kendi öz benliğini, milli varlığını ihmal ederek, nereden geldiklerini ve ne oldukları, hangi nesle ait bulundukları belirsiz birtakım kimseleri kendilerine yönetici tanıyarak onların bilinçsiz bir aracı olmak durumuna düşmüş olmasıdır.” Mustafa K. Atatürk
Şimdi söyleyin bakalım:

Atatürk’ün bu uyarısı, günümüz için de geçerli midir?
Fakat, elbette, Türk milleti Anadolu’yu yurt-vatan edinmeden önce burada bazı kavimler, milletler ve medeniyetler bulunmuş olabilir. Fakat bunlarla Türklüğün ve Türk Medeniyetinin aynı topraklar üzerinde bulunmaktan başka bir bağı yoktur.(13)
Bunu kimse iddia edemez.

Anılan topluluklar, olsa olsa, Türk milletinin yüksek medeniyeti, temel bir değer olan insan sevgisi, adaletle himaye ve engin hoşgörüsüne dayanan ‘devlet geleneği’ dahilinde varlıklarını sürdürmüş gruplar biçiminde düşünülebilir.

07 Prof. Dr. Cengiz Orhonlu, Atatürk ve Tarih Görüşü, Türk Kültürü Dergisi, C: 6, Sayı: 61, Yıl: 1967
08 İkinci Tarih Kongresi Zabıtları, 1937, s.85
(*) Hamdi Yılmaz, Anayurt Gazetesi, (Neval Kavcar) 01-02/Eylül/2006 - Ankara
09 Türk Silâhlı Kuvvetleri Dergisi, Temmuz-1992, s.333, Sayfa: 26
10 Melih Cevdet Anday, Urla Yarımadasında Bir Gezinti, Milliyet Gazetesi, 27.7.1972, s.5
11 Türk Tarihinin Ana Hatları, 1930.s.1
12 Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Türk Tarihinin Sosyolojisi, Birinci Kitap, s.49 Milli Eğitim Kültür Dergisi, C: 2; Sayı: 8, Türk Devleti Meselesi, Tercüman: 11.6.1984
13 Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Ankara’da ki Anıt ve 16 Türk Devleti Meselesi, Tercüman Gazetesi, 11.6.1984
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
HelenSayha (13. May 2009)