Tekil Mesaj gösterimi
Alt 1. October 2008, 06:25 PM   #1
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart Sınırdaki şeytan!

SINIRDAKİ ŞEYTAN!

Bu arada başlıktaki karizmaya da dikkatinizi çekerim. Çok gâvur bir başlık oldu çok!

Şimdi sözün başında şöyle bir geri yaslanıp A4 ekranıma bakıyorum. Acaba başlığı tanım düzeyinde açıklamaya girişsem mi? I-ıh! Gözüm kesmiyor. Onun için hemen söze bodoslamadan girmek istiyorum.

Anlatmak istediğim şey, Hz. Muhammed'in Cebrail ile ilk görüştüğü andaki ruh haline ilişkin. Rivayet ne diyor? Korkmuş. Korku ile titreye tireye eve gelmiş. Kat kat yorganların altına girmiş ve karısına "Hatice ben cinlendim galiba!" demiş. İnsanı kuyruk sokumundan yakalayan bir korkudur bu. Nevriniz döner. Ayağınızın altındaki dünya hışır hışır kaymağa başlar. İçte ve dışta ne güvenilir ne tutarlı bir şey kalır.

En harbi Arafat da Arasat da burasıdır! Tek başına sızdır. Umarsız, takatsiz, güvensiz, güçsüz. Kendinizden başka yaslanacak bir şeyiniz yoktur! İnanç ne ki? Tüm bilgileriniz iflas etmiştir. Kimse de gelip size bunun yeni bir doğum olduğunu söylemez. Bir ayağınız, alışkanlıklarınızın oluşturduğu güvenli sulardadır ama öbürü, bütün bildiklerinizi ve inandıklarınızı size unutturacak bir heyecan ve adrenalin bolluğu içinde karanlık boşluğu tarıyordur. Bu durumda bildiğiniz ve inandığınız hiçbir şeye tutunamazsınız. Aslında o gül yüzlü, mağaradan eve değil, karısının yanına, alışkanlıklarının oluşturduğu güvenli sulara kaçmıştır.

Karlos Kastaneda'nın kitaplarında bu durum, geçiş zamanı ve sırası gelmiş büyücü grubunun (Bilgi savaşçılarının) yüksek bir uçurumdan atlamaları ile temsil edilmiştir.

Kryon'da, bildik, alışkanlıkların sahilinden engine açılan bir inanç insanının öyküsü olarak anlatılır. Sahilden yeteri kadar açıldıktan sonra, yakında deniz, uzakta sisten başka bir şey görünmez olur. İmân burada imandır! Ta ki, bir adanın silüetini görünceye kadar devam edersin. Ya da devam edemezsin ama bazen artık geri dönemeyecek kadar da açılmışsındır.

İşte zurnanın zırt ettiği yer burasıdır. "Bilinmeyen" burada adamakıllı donanır ve yalınkılıç insanın üstüne üstüne gelir! Bu, harbiden şeytanın insana peşrev çekmesidir! Üç buçuk değil, üç yüz buçuk atarsın, o da dakka başı! Sonra bir şey ya da bir şeyler olur. Rahatlarsın. Bir yerlerden bir biçimde destek gelir. Burada ancak araştırmacılar, öyle iman ehli filan değil, ancak araştırmacılar, bilmek isteyenler, gerçek bilgi ve bilim açları sırat-ı müstakim üzere durabilirler.

Burada o iman kahramanları da kolayca sapıverirler. En basitinden kendinizi seçkin, güçlü ve Allah'ın özeli sayar ve bu hat üzerinden yürümeğe başlarsınız. Saptığınızı bütün eforunuzu, araştırmalarınızı ve aldığınız yolu egonuzun bloke ettiğini anlamazsınız bile!

Yani Hz. Muhammed Ebu Süfyan'a kıç attıracak bir bencil olabilirdi ama onun "Muhammed-ül Emin" kimliği, Hilmi, Mekke'nin zihinsel çalkantısı içinde içine girdiği araştırma perspektifi onu korudu! Ama ne demezsiniz, yine de korkmasına engel olamadı.

Hiç kuşkusuz, böylesi geçiş anlarında, sınırda o şeytanla yapılan karşılaşmalar ve oradaki zorlanmalar yani sınırdaki şeytanla boğuşup onu yenmelerin en makul çözümlerinden biri de hemen karar vermemek ve sabırlı olup, olayı, durumu kavrayıncaya kadar kendine yeterli bir süre tanımaktır. Yani zamana bırakmaktır.

O güzeller güzeli, üç buçuk atarak mağaradan evine geldi. Zangır zangır her tarafı titriyordu! Peki, bu ne kadar sürdü? Hiç de o kadar uzun değil. Aradan bir sene geçti geçmedi, Kureyşliler onu ayartmak istediler. "Al sana şu kadar ipek yüklü deve. Kabileden şu, şu, şu genç ve güzel kadınlar. Ticarette kolaylık vs. vs... peki o ne dedi? "Bir elime Ay'ı, bir elime yıldızları verseniz, ben bu yoldan dönmem!" dedi. Hah! Demek ki sınırın ötesinde bir yeşil ve aydınlık alan buldu.

Her gün burada bir BAHAR sabahına uyanmağa başladı ve buranın değerlerinin, aşağıdaki katın değerlerinden üstün ve gerekli olduğunu anladı. Yani doğum tamamlandı! Ve sınır çizgisinin ötesinde bir yere yerleşildi. Böylece daha büyük inanç, bilgi ve sezgilerle donanmış olarak sınırın ötesindeki bir yerin "sakini" oldu. Bence gerçek "Şakkı Sadır" budur!

Şimdi size bir de pek duymadığınız bir Mevlânâ ve Şems öyküsü anlatacağım. Bunu olmuş bir olay gibi değil de dilsel sembollerle yüklü bir mesaj olarak okuyun.

Menakıpçılar Şems'le Mevlana’nın buluşmasını iki denizin buluşmasına benzetirler. Pek de yabana atılası bir benzetme değildir bu. Ama birçok aktarımcı da bir kilitle anahtarın buluşması olarak niteler bu buluşmayı. Bu da olayın başka bir yönünü anlatır. Şems Cuma'dan sonra Mevlâna’nın atının yularını yakalar ve "Hasan Basri dedi ki (Süphanım, Şanım ne yücedir! Cübbemin içinde Allah’tan başka kimse yoktur!) Muhammed de dedi ki, (Ya rabbi seni Hakkıyla tenzih edemedik!), buna göre, hangisi daha yüksek bir irtifadan konuşmaktadır?" Zor ve gıcık yapıcı bir sorudur bu! Mevlâna’nın yanıtını biliyorsunuz. "Hasan bir uçtu, sarhoş olup takılıp kaldı. Oysa Muhammed Mustafa, günde 72 makam geçerdi. O yüzden o çözümü tenzihte buldu, öbürü kendi sarhoşluğuna takılı kaldı".
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (10. October 2008 Saat 02:07 PM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla