Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12. June 2011, 09:40 PM   #16
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

D) CİNLER VE ARAPLARDA CİN İNANCI:
"I.Cin Kavramı:
Cin konusu, peygamberlikten önceki Peygamber toplumu ve as¬rında yaşayan Arapların inançlarında ve düşüncelerinde önemli olan başka bir konuydu. Değişik münasebetlerle Kur'an'da çokça yer verilmiştir. Şunu da belirtmeliyiz ki: Cinlerle ilgili ayetler, melek¬lerle ilgili ayetlerden sayı bakımından azdır. Melekler konusunda olduğu gibi, bu ayetlere dayanarak Arapların cinlerle ilgili inançla¬rını ve düşüncelerini sağlam bir biçimde ve pekiştirerek tesbit ede¬bilecek bir açıklıkta değildir. Yalnız biz onlarla ilgili Kur'anî bir tab¬lo çizmeye çalışacağız. Umarız ki böylelikle sağlıklı ve yeterli bir bil¬gi elde ederiz.
a) İşe, kavramı inceleyerek başlayalım. Cin kavramı; Cenne, Cirme, Cenin gibi bazı türevleri ve benzer kelimeleriyle birlikte Arap dilinde saklanmayı ve gizli kalmayı ihtiva etmektedir. Bu da gösteriyor ki, Arapların zihninde, cinlerin gizli ve kapalı olduğu hu¬susu anlaşılır ve yer etmiş bir düşünceydi. Muhtemelen bu ismin on-lara verilişi, kavramın ihtiva ettiği anlam dolayısıylaydı. Tabii ki bu ismin verilişi, Allah'ın bu gizli yaratıklarının varlığına inanmala¬rı, ya da bu anlamın onların zihinlerinde belirginleşmesinden son¬ra olmuştur.
Bazı müfessirler, En'am, 100. ve Kehf, 51. ayetlerin tefsirinde, ikisinin de gizli olması sebebiyle, meleklere de cin denildiğini belir¬ten bir görüş ileri sürmüşlerdir. Biz bunu sağlıklı bulmuyoruz. Özellikle Kur'an'ın, onların herbirini ayrı ayrı ve özel isimlerle ad¬landırdığını gördükten sonra. Kur'an'ın inişinden önce Arap dilin¬de her iki varlığın da kendilerine ait ayrı ayrı isimleri vardı. Kaldı ki Kur'an'da bu iki varlığın ayrı ayrı iki tür olduğunu gösteren bir de ayet mevcuttur:
«O gün, onların hepsini bir arada toplayacak sonra meleklere di¬yecek ki: "Size tapmakta olanlar bunlar mıydı?" (Melekler) derler ki: "Sen yücesin, bizim velimiz sensin, onlar değil. Hayır, onlar cinle¬re tapmaktaydı ve çoğu onlara iman etmişlerdi."» (Sebe1, 40-41).
Fakat bu, söz konusu görüşü tamamen kaldırıp atmayı gerektir¬mez. Özellikle peygamberlikten önceki uzun zaman göz önünde bu¬lundurulduğunda, her iki adlandırma ve anlamlarının doğuşu ve ge¬lişmesi dikkate alındığında; Kur'an'ın inişi sırasında bu iki adlan-
343
dırmanm Arapların zihinlerinde iki Özel isim olduğunda kuşku ol¬mamasına rağmen Arapların cin ismini uzun bir süre boyunca mer¬hametli ve kötü ile gizli unsuru kapsayacak biçimde kullanmış ol¬ması ihtimalini de ortadan kaldırmaz. Önceleri umut kaynağı ve kor¬kunç iki gizli varlığı aynı isimle kullanmış olabilirler. Sonra birin¬cisine melek adını, ikincisine de cin adını vermiş olabilirler.
b) "Cinne" kavramı Kur'an'da cin sözcüğünün eşanlamlısı olarak kullanılmıştır. Gelecek örneklere bakalım:
1 Böylece Rabbinin sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir: "Andolsım, ce-
hennemi hep emlerden ve insanlardan dolduracağım!" (Hud, 119)
2 Ki o, İnsanların göğüslerine vesvese verir. Gerek cinlerden, gerekse
insanlardan (olan her hannas'tan Allah'a sığınırım). (Nas, 5-6). Cinne kavramı, Cunun (delilik) kavramının gösterdiği anlamı ifa¬de etmek için kullanılmıştır: Aşağıdaki örneklere bakalım:
1 Arkadaşlarında hiç bir mecnunluk (cinne) yoktur, O apaçık bîr uyarı-
cıdır; bunu düşünmüyorlar mı? (A'raf, 184)
2 Yahut "onda bir mecnunluk mu var" demektedirler. Hayır, o onlara hak
ile gelmiş bulunmaktadır. (Müminun, 70).
3 Sizm arkadaşınız cinlenmiş değildir. Andolsun o, onu apaçık bir
ufukla görmüştür. (Tekvir, 22-23).
Cinne ile Cin ve Cinne ile Cunun arasındaki bu benzerlik Arap¬ların Cin ile Cunun (delilik) arasında bir ilişki olduğuna inandıkla¬rını gösterebilir. Onların, insandaki deliliği, cinlerin etkilerinden bi¬ri olduğuna bağladıklarım gösterir. Kur'an'da bu konuda açık sayı¬labilecek bir ayet vardır:
«Faiz yiyenler, ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin kalk¬tığı gibi kalkarlar...» (Bakara, 275)
Şeytan kavramı Kur'an'da cin kavramının eşanlamlısı olarak kul¬lanılmıştır. Bazen de onların azgın-kötü olanları için kullanılmış¬tır. Gelecek Örneklerde bu işlenmektedir.
1 Onun için denizde dalgıçlık yapan ve bundan başka işleri de yapan şey-
(anlardan kimseleri de (emrine verdik). Biz onların koruyucuları İdik. (Enbiya, 82).
2 ...Onun eli altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan bir kısım cinler
de vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkacak olsaydı, ona çıl¬gın ateşin azabından taltırırdık. (Sebe\ 12).
344
3 Ve (göğü) itaattan çıkmış her azgın şeytandan koruduk; ki onlar Me-le'i A'iâ'ya kulak verip dinleyemezler ve onlar her yandan kovulur atılırlar. (Saffat, 7-8).
Bununla beraber bu inancın yalnız Araplara özgü bir inanç olma¬dığını, tüm uluslar demesek de, ulusların çoğunun hâlâ bu inançta olduğunu belirtmeliyiz.
2. Araplarda Cin İnancı:
Şimdi bu konuyla ilgili ayetleri verelim:
1 Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa onları da o yaratmıştır. Bir de hiç-
bir bilgiye dayanmaksızın O'na oğullar ve kızlar uydurdular. O ise, nitelendirdikleri şeylerden yücedir, uzaktır. (En'am, 100).
2 Küfretmekte olanlar dediler ki: "Rabbimiz, cinlerden \e insanlardan
bizi saptırmış olanları bize göster, onları ayaklarımızın altına alalım... (Fussilet, 29)
3 Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlar-
dı da onların kibir ve azgınlıklarını artırırlardı. (Cin, 6) Ayrıca Bkz: (6/128; 34/41-42; 37/158) Bu ayetlerden hareket ederek şu tesbitlerde bulunabiliriz:
a) Araplar ya da onlardan bir grup, cinlerden Allah'a ortaklar koş¬muşlardı. Onların güçlerine ve etkilerine inanmışlar22 ve onlara tap¬ınışlardır. En'am ve Sebe' ayetlerinden hareketle, daha önce gördü¬ğümüz insanların bazısının melekleri Allah'a ortak koşmaları gibi, insanlardan yine bir kısmının da cinleri Allah'a aslî ortaklar koştuk¬larını, onları ma'but kabul attiklerini söyleyebiliriz. Özellikle Sebe' ayetleri cinlere iman akidesinin geniş kapsamlı olduğunu göstermek¬tedir.
b) Araplar ya da onlardan bir grup, Allah (Subhanehu) ile cinler arasında bir akrabalık bağı olduğuna inanıyorlardı. Geçen konuda buna işaret etmiştik. Onun için burada tekrar etmeyi gerekli görmü¬yoruz.
c) Araplar ya da onlardan bir grup cinlerle anlaşma yaptıkları ku¬runtusuna kapılıyor, onlara dost oluyor ve onlara dayanıyorlardı. Müfessirler, En'am'ın 128; Çin'in 5. ayetlerinin tefsirinde kaydedi¬yorlar k::23 Araplardan bir kişi yolculuğa çıkar ve yolda ya da her-
22 Kelbî Kıtabu'l-Asnam'ında (s. 34), Huza a'dan Benî Mılh'ın cinlere taptığını kay¬detmiştir
23 Bkz: Taberı vd
345
hangi bir vadide özellikle de gece seferlerinde cinlerden korkarsa: «Ben bu vadinin efendisine sığınıyorum» derdi. Ve bu, cinlerden müsbet şekilde karşılık verilecek bir eman dileme, sığınma şeklin¬de değerlendiriliyordu. Özellikle En'am ayeti Arapların, cinlerle insanlar arasındaki ilişkilerin ve temasların çokluğuna inandıkla¬rı hususunda oldukça aydınlatıcıdır. Bu da Arapların cinlere sı¬ğınmalarının sırf yolculuklarla ve korktukları vadilerle ilgili ol¬madığını gösterir. Aksine onlar, her işlerinde her tür ilişkilerinde onlara sığınıyor ya da sığınmak istiyorlardı24. İster evlerinde olsun¬lar ister yolculuklarda olsunlar farketmiyordu. Özellikle gece karan¬lığında onlara'sığınıyorlardı.
Pelâk Sûresinde gece karanlığından sığınma Öğretilmektedir. Şöy¬le ki:
«De ki: Sabahın Rabbine sığınırım, yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden.» (Felak, 1-3).
Bu ayetler müslümanlan -inişi sırasında Arapları- gece karan¬lığından cinlere sığınma yerine Allah'a sığınmayı aşılama ile ilgili olarak gelmiş olabilir.
öyleyse, Arapların gece karanlıklarından korktuklarını söylemek aşırılık olmaz. Onların korkularının başlıca nedeni cinlere olan inançları, onların çarpmaları ve eziyet etmeleri kuruntusuna kapıl¬malarıdır.
Buna bağlı olarak şu yaklaşım doğru olur: Arapların, cinleri, iba¬dette, duada, eman dilemede, sığınmada ortak koşmalar* istek ve gö¬nül rızası, iyilik ve hayır elde etmekten çok, korku belası ve onlara karşı ürkekliklerinden kaynaklanıyordu. Burada belirtilmesi gere¬ken bir başka nokta daha var ki, o da bu yaklaşımı desteklemekte¬dir. Cinlerle ilgili ayetlerde Arapların meleklerden umdukları şefa¬at dileme anlamı ve teması yoktur. Melekler aracılığıyla, onların Al¬lah'a daha yakın oluşlarına elde etmek istedikleri Allah'ın hayır ve bereketi burada söz konusu değildir. Burada özellikle dikkat çeken tema sığınma ve eman dileme yolundadır ki, her ikisinin nedeni kor¬ku ve ürkekliktir. Başka bir ifadeyle Araplar, melekleri iyilik, ha¬yır, fayda ve yardım unsuru olarak görürken cinleri kötülük, eziyet ve zarar unsurları olarak görüyorlardı. Onun için birisine ibadet edip şefaatini dilerken iyilik, hayır ve fayda umuyorlardı. Beri taraftan diğerlerine ibadet etmek ve onlara sığınmakla kötülükten, zarardan
24 Usduİ-Gâbe; IV, 234'de: Koyun sahibi bir adamın, koyunlarından birini kapan kurda karşı, o vadinin cınn'İnden himaye istediği rivayet edilir.
346
ve eziyetten kurtulmak istiyorlar, kendilerini kollamak amacını taşıyorlardı.
Her ne olursa olsun, biz meleklerle ilgili olarak söylediğimizi bu¬rada da söylemek istiyoruz: Onlara iyi görünmek ve ibadet etmek su¬retiyle işkencesinden sakınılması zorunlu olan, gizli kötü bir unsu¬run varlığı düşüncesi, beşerî ortak bir düşüncenin bir merhalesidir. Bu düşüncenin diğer uluslarda belirdiği gibi Araplarda da belirmiş olması mümkündür. Zira bu düşüncenin nedeni ortak ve geneldir. Buna ilave olarak denebilir ki: Allah'ın cinlerle evlilik ilişkisine gir¬mesi ve bu yakınlıktan meleklerin ortaya çıkması düşüncesi, Arap¬larda gizli, kötü ve şerr kuvvetlere inanmanın, merhametli, iyi ve şefkatli güçlere inanmaktan daha önce oluştuğunu ve var olduğunu gösterir. Beşer tabiatına ve duyulara uygun olan da budur.
Bununla beraber ayetlerde, Arapların heykellerinden ve ma'but-larından cinlerin sembolü ve adını taşıyan birşey edindiklerini gös¬teren bir işaret yoktur. Halbuki melekler için böyle şeyler yaptıkla¬rını gösteren deliller vardı. Yalnız elde bir takım rivayetler var ki25 bu anlamda bazı şeylerle ilgili haberler kaydetmektedir. Hizmet-çilerin, bazı ma'butlarm içlerinden cinlerin seslerini duymaları, Uzza'dan saçı karmakarışık, nazik ve zarif bir cin'in çıktığını gör¬meleri bunlar mesabesindedir.
Bu tür rivayetlere karşı çekimser kalmayı daha uygun görmemi¬ze rağmen, düşünce olarak Arapların ma'butlarmın cinlerin yakın¬ları olduklarına inanmış olmaları uzak bir olasılık değildir. Onlar ma'butlarma karşı ibadetlerini yerine getirirken onların içlerinde bir cin olduğuna, kendilerini gözetlediğine, dualarını duyduğuna ina¬nıyor ve öyle düşünüyor olabilirler.
Şimdi bu konuyla ilgili başka ayetleri verelim:
1 Ve onlar, Süleyman'ın mülkü aleyhinde şeytanların uydurduklarına uy-
dular. Süleyman ise küfretmedi; ancak şeytanlar küfretti... (Bakara, 102).
2 De ki: "Eğer bütün ins ve cin bu Kur'an'm bir benzerini getirmek üze-
re toplansalar, onun bir benzerini getiremezler." (Isra, 88)
3 Onu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmiş değildir. Bu onlara yaraşmaz ve güç
de yetiremezler. Çünkü onlar, işitmekten kesin olarak uzak tutulmuş¬lardır. Şuara, 210-212).
25 İbn Sa'd, Tabakât; I, 149-150, Hazin, IV, 195, Usdu'1-Gâbe; IV, 153, Kelbî, s. 12, 25.
347
4 Onun eli altında Rabbinin jzniyie iş gören bir takım cinler de vardı. On-
Ktıdan kim bizim emrimizden çıkacak olsa ona çılgın ateşin azabı¬nı taddırırdik. Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyük¬lüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. (Se-bc, 12-13).
5 Böylece bîz, rüzgarı onun buyruğu altına verdik. O'nun emriyle dile-
diği yere yumuşakça eserdi. Şeytanları da; her bina ustası ve dalgıç olanı ve «ağlam kementlerle birbirine bağlanmış diğerlerini... (Sâd, 36-38).
Ayrıca Bkz: (6/71; 15/6-7; 26/221-226; 27/39; 34/14)
Bu ayetlerin arasına Bakara, 275; A'raf, 184; Mü'minun 70; Nas, 4-7 gibi at önce naklettiğimiz ayetleri de kaydetmeliyiz.
Bu ayetler doğrudan Arapların sözlerini kültürlerini, düşünce¬lerini tasvir etmemiş olabilirler. Nitekim bunlar arasında Süley¬man'ın kıssalarıyla ilgili bölümler vardır. Fakat daha önceki bir ko¬nuda belirttiğimiz gibi, Kur'an kıssaları onun muhatabı olan Arap¬lar ya da onlardan bir grup tarafından ana hatları ile ya da detay¬lı olarak biliniyordu. Bu kural buradaki ayet bölümleri için de ge¬çerlidir. Başka ayetlerin üslubu, içeriği ve siyakında yer alan delil¬ler onlarda yer alan cinler ve şeytanlarla ilgili bilgilerin Kur'an'ın muhatabı olan Arapların düşüncelerinde, geleneklerinde ve kül¬türlerinde ilginç, hayret verici bir tarafı olmadığım göstermektedir-Bu nedenle sözkonusu ayetlerden hareketle onların, peygamberlik¬ten önce cinler hakkında nasıl düşündüklerini ne kadar bilgileri ol¬duğunu çıkarmamız hiç de yanlış olmayacaktır.
Konuyla ilgili çıkarımları burada verelim:
1- Araplar, şeytanî cinlerin göklere kulak verdiklerine ve orada duyduklarını, şairler ve kâhinlere aktardıklarına, böylece bu iki sı¬nıf insandan etkili şiir ve seci'lerin çıktığına inanırlardı. Bu, Şuara 210-212. ve 221-227. ayetlerin muhtevasına uygundur. îmanı bir tkım bilgileri ihtiva eden bazı şeyleri, şeytanların çalmaya çalıştık-larını ve onlara ateşler atıldığını ifade eden başka ayetler de vardır. Onları üçüncü konunun ayetleri sadedinde vereceğiz. Bu bilgilerle Arapların inançları arasındaki ilişki açıktır. Rivayetlerin kaydetti¬ğine göre onlar her şairin cinlerden bir şeytanı olduğuna, ona şiir¬ler ilham ettiğine inanıyor ve ona "Reiyyu" adını veriyor!^1 di. Hat¬ta bir takım rivayetler, ileri gelen bazı şairlerin şeytanların adını al¬dıklarını ifade etmektedir. Detaylara ait bu rivayetler hususunda çe¬kimser kalmak daha doğru olmasına rağmen onlardaki temel düşün-
348
ee doğrudur ve Şuara sûresinin kaydedilen ayetlerinin muhtevasıy¬la uyum içindedir. Aynı şekilde onlar cinlerle kahinler arasında bir ilişki olduğuna cinlerin gökten haber çaldıklarına ve onları ka¬hinlere ilettiklerine, böylece kahinlerin o gaybî imaları içeren seci'le-rini söylediklerine inanıyorlardı. Bu görüş de doğrudur ve sözü edi¬len ayetlerle uyum arzetmektedir.
2- Onlar, insanlara büyü öğretenlerin şeytanî cinler olduğuna, bü¬yücülerle ilişki kurduklarına ve işlerinde onlara yardımcı oldukla¬rına inanıyorlardı. Bu da Bakara'nm 102. ayetinden anlaşılmakta¬dır. Ayrıca bu ayetin, insanlara büyü öğreten şeytanlara uydukla¬rı için Yahudileri yerme sadedinde olduğunu belirtmeliyiz. Ancak bi-zim tercihimize göre bu, yahudiler açısından bir olguyu belirtmek mesabesindeydi. Fakat büyücülerin ve onların sihirlerinin şeytanî cinlerle ilgili olduğu hususu, Yahudilerle sağlam ilişkileri bulu¬nan, onlarla içli-dışlı olan Arapların yabancı olduğu bir düşünce de¬ğildi.
3- Onlar, cinlerin Süleyman'ın emrine girişinden ve ona yaptık¬ları büyük işlerden, olağanüstü güçlerden habersiz değildi. Bundan, ağızdan gelen rivayetler vasıtasıyla haberdar olmaları ve bu riva¬yetlerin gerçek olduğuna inanmaları, zihinlerinde iyice yerleşmiş ol¬ması muhtemeldir. Süleyman'ın cinlerinin Tedmur (Palmyra)'un büyük binalarını yaptıkları şeklinde anlayışı içeren bir takım cahi¬li şiirler rivayet edilmiştir. Şiirin sağlıklı olup olmadığı bir tarafa; önemli olan Arapların cinler hakkındaki, onların büyük binalar yapabilecek olağanüstü güçlere sahip olduğu, şeklindeki inançları¬dır.
4- Onlar, cinlerin insanların kalblerine kuruntu, şüphe, vesve¬se verdiklerine inanıyorlardı. Nas sûresinde, Peygamber'e ve müs-lümanlara bu vesvesenin şerrinden Allah'a sığınmalarının öğüt¬lenmesinden bu anlaşılmaktadır.
5- Onlar sara hastalığına yakalanmanın şeytanların çarpma¬sından kaynaklandığına inanıyorlardı. Zira Bakara Süresindeki temsilin, realiteye dayalı anlaşılır bir olgudan kaynaklanmış olma¬sı gerekir. Yanısıra cinlerin, insanların akıllarını karıştırdıklarına ve deliliğin bu karıştırmanın etkisiyle gerçekleştiğine inanıyorlar¬dı. (Bakara, 275; A'raf, 181; Hicr, 6-7; Al-i imran, 70)
6- Araplar, cin şeytanlarının, bazan bir insanı ıssız bir yerde gör¬düklerinde onu hükümleri altına aldıklarına, akıllarını aldıklarına, kendisinden geçirdiklerine inanıyorlardı. Böylece onların emri al-
349
tına giren bir insanın artık şaşkın şaşkın akılsızca yeryüzünde do¬laştığına, hiçbir ses duymayan ve kurtuluş yoluna ulaşamayan akılsız bir kimse olduğuna inanıyorlardı.
7- Arapların belleklerinde, cinlerin büyük işleri becerme gücü ve olağanüstü şeyleri yapabilme kudretinin büyük etkisi vardı. Bu bütün ayetlerden, yukarda saydığımız maddelerden ve Özellikle de İsra, 88; Saffat, 6-11. ayetlerinden anlaşılan bir gerçektir. İsra Sû¬resinde, cinler ve insanların, bir araya gelseler dahi Kur'an'm bir benzerini getiremeyeceği vurgulanmıştır ki, bu da cinlerin güçlü var¬lıklar olduğuna inanıldığını gösterir.
Saffat Sûresi ayetlerinde evrenden sözedilmiş sonra şeytanlar, güçleri ve azgınlıkları ifade edilmiş ve sonunda onların Allah'ın kudretinden ve azabından kurtulamayacaklarına işaret edilmiş¬tir. Sonra Araplara alaylı bir üslubla, kendilerini o kadar güçlü sandıklarına göre Allah'ın azabından kurtulup kurtulamayacak¬larını sorması için peygambere emir verilmiştir. Bu da Arapların an¬layışında cinlerin güçlü kuvvetli varlıklar olduğunu gösterir.
Kur'an'da, Arapların, cinlerin mahiyeti ve yapısı hakkında bir şey bildiklerini gösteren açık bir delil yoktu. Yalnız bu bölümlerdeki an¬layışa bakarak onların, cinlerin şeffaf ya da havai varlıklar olduk¬larına, olağanüstü işler becerdiklerine ve değişik şekiller alabildik¬lerine inandıkları gösterilebilir. Cinlerin, insanların akıllarını ka-rıştırmalarına, insanlar onları görmeden insanları görebilmelerine, insanların kalblerine vesvese vermelerine, göğe çıkmalarına, şair, kâhin ve büyücülere görünmedikleri ve nesnel varlıklarını hisset¬tirmedikleri halde öğretici ve direktif verici ilişkiler kurduklarına inanmalarını da buna bağlı olarak anlayabiliriz. Üçüncü konunun ayetleri arasında vereceğimiz bir takım ayetler de vardır ki, cinle¬rin ateşten, dumanlı bir alevden, yani ateşten bir alevden yaratıl¬dığını kaydetmektedir. Bu yaradılış da bu durumlarla uyum sağla¬maktadır ve onların Kur'an'm inişinden önce buna inandığını uzak bir olasılık olarak görmemizi engellemektedir. Allah (Sübhanehu) ile cinler arasında bir hısımlık olduğuna ya da Allah ile cinler ara¬sında bir soy bağı olduğuna inanmaları da bu uyumu desteklemek¬te ve Kur'anî deliller de bunu haber vermektedir.
Beşinci madde ile ilgili olarak önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Biz A'raf, Hicr, Mü'minun Sûresi ayetlerinden hareketle Arapların, deliliğin, cinlerin insanların akıllarını karıştırmalarının bir sonucu olduğuna inandıklarım söylemiştik ve bunu cin, cinne, cu-
350
nun ve cenne sözcükleri rasmdaki ortak anlamdan çıkarmıştık. Daha önce onların Peygamber'i mecnun/deli olarak nitelemelerinin, anlayış gücünü yitirmiş, aklı noksanlaşmış bir hasta anlamına gel¬mediğini belirtmiştik. Çünkü onların Peygamber'den, akıllan dur¬duracak ve dehşete düşürecek nitelikleri taşıyan şaheser sözleri, üs¬tün hikmetleri dinlemeleri, O'nun Allah'tan aldığı emirleri bu ka¬dar güçlü ve etkili bir üslubla sunması, parlak ve etkili deliller ge¬tirmesi ve tüm bunlardan sonra akıl hastası -deli- olarak nitelendi¬rilmesi pek akıllıca ve anlaşılır bir şey değildir. Zira Rasulullah, pey¬gamberliğinden Önce üstün aklı, güzel ahlakı ve gereksiz işlerle il¬gilenmeyen bir şahsiyet olarak tanınıyordu. Nitekim bu ayetler onu dile getirmektedir:
1 De ki: "Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu size bildir-
mezdim. Ben ondan önce sizin içinizde bir ömür sürdüm, siz yine de akletmeyecek misiniz? (Yunus, 16)
2 Onlar, yine de o sözü gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara geç-
mişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi. Ya da kendi peygam¬berlerini tanımadılar mı ki, şimdi onu İnkâr etmektedirler. Yahut: "Onda bir delilik var" mı demektedirler? Hayır, o onlara hak ile gel¬miş bulunmaktadır ve onların çoğu haktan hoşlanmıyorlar. (Mümi¬nim, 68-70).
Onların bu "delilik" kavramını onun hakkında kullanmaları ge¬nel olarak mecnun kavramının kullanıldığı mana ile ilgiliydi. Yeni ve tepki alacak bir çağrıya girişen, alışılmamış görüşler ileri sûren ya da tehlikeli bir tavır takınan bir kimse anlamında ona deli diyor¬lardı.
Sonra onların bu kavramla, Peygamber ile ilişki kuranların me¬lekler değil cinler olduğunu amaçlamış olmaları da mümkündür. Bu¬nunla, Rasul'e yapılan telkinlerin cinlerden geldiğini, O'ndan sadır olan şeylerin cinlerin karıştırması ya da onun düşüncelerini karış¬tırmaları olduğunu ifade etmek istemiş olabilirler. Şuara Sûresi ayet-leri bu hususa bir nebze işaret etmekte; cin şeytanlarının şairlerle kahinlerle ilişkisi olduğu ve onlara bir takım telkinlerde bulun¬dukları şeklindeki Arap inancını hatırlatmaktadır. Buradaki çıka¬rıma göre onlar Peygambere mecnun diyorlardı. Kur'an onların bu zanlarına üç şekilde cevap vermiştir. Birincisinde Kur'an'ı an¬cak Ruhu'l-Emin'in Alemlerin Rabbinden Peygamberin kalbine in¬dirdiği vurgulanmıştır. "Gerçekten Alemlerin Rabbinin indirmesi-
351
d ir. Onu Ruhu'1-Emin indirdi. Uyarıcılardan olman için, senin kal¬binin üzerine (indirmiştir). Apaçık Arapça olan bir dille." (Şuara, 192-195).
İkincisinde, şeytanların Kur'an'ı indirmesi ve onu Peygam-ber'e telkin edişleri reddedilmiştir. (Şuara, 210-212. ayetler) Üçün¬cüsünde, Arapların, insanlarla ilişki kurduklarına ve onlara telkin¬lerde bulunduğuna inandıkları şeytanların yalnızca iftiracı yalan¬cılara ve her vadide şaşkın şaşkın dolaşan, yapmadıklarını söyleyen ve azgınların önderi şairlere indiği belirtilmiştir. Halbuki Peygam¬ber yalancı değildir. İftiracı da olmamıştır. Olgun akıllı kimselerden başkası da ona uymamıştır. Onun davası da sapıklık ve iftira değil¬dir. O yalnızca Allah'a ve güzel ahlaka bir çağrıdır. (Şuara, 221-227).
Tekvir Sûresi ayetlerinde Peygamberlerle ilişki kuranın şeytan değil melek olduğu pekiştirilmiştir. Şöyle ki:
«Kararmaya ilk başladığı zaman geceye andolsun ve nefes alma¬ya başladığı zaman sabaha; hiç tartışmasız o (Kur'an), üstün onur sahibi olan bir elçinin gerçekten (Allah'tan getirdiği) sözüdür. (Bu elçi) güç sahibidir; arşın sahibi katında şereflidir. Ona itaat edilir, sonra güvenilirdir. Sizin arkadaşınız bir deli değildir. Andolsun O, O'nu apaçık bir ufukta görmüştür. O gaybe karşı suçlanamaz. O (Kur'an) da kovulmuş şeytanın sözü değildir. Şu halde siz nereye gi¬diyorsunuz? O alemler için yalnızca bir zikirdir. (17-27. ayetler).
Bu eleştiride dahi, şeytanların seçkin kimselerle, öğretici, telkin edici ilişkiler kurdukları şeklindeki Arap inancı pekiştirilmektedir. Peygamber'in durumunu da kendi anlayışlarına göre algıladıkları, öyle yorumladıkları anlaşılmaktadır.
3. Kur'an'da Cinlerin Mahiyet!:
Şimdi üçüncü konunun ayetlerini verelim:
1 ... Böylece Rabbinin (şu) sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir: "Andol-
sun, cehennemi hep cinlerden ve insanlardan dolduracağım. (Hud, 119).
2 Andolsun, biz gökte burçlar kıldık ve onu gözleyenler için süsledik.
Ve onu her kovulan şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı ya¬pan olunca, onu da parlak bir ateş izlemektedir. (Hicr. 16-18).
3 Andolsun, insanı kuru bir çumardan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık
Ve Çin'i de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık. (Hicr, 26-27).
4 "Hanİ cinlerden bir kaçını, Kur'an dinlemek üzere sana yöneltmiştik.
352
Böylece onun huzuruna geldikleri zaman dediler ki: "Kulak verin" sonra (dinleme işi) bıtirilince de kendi kavimlerine uyarıcılar ola¬rak döndüler. Dediler ki: "Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa'dan sonra indirilen kendisinden öncekileri de doğrulayan bir kitap din¬ledik, hakkave dosdoğru olan yola iletmektedir. Ey kavmimiz, Al¬lah'a davet edene icabet edin ve ona iman edin ki, günahlarınızı ba¬ğışlasın ve sizi acıklı bir azabtan korusun." Kim Allah'a davet ede¬ne icabet etmezse, artık o, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak de¬ğildir ve onun O'ndan başka velisi de yoktur. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler. (Ahkaf, 29-32).
5 însanı, ateşte pişmiş gibi kuru bir çamurdan yarattı. Cinni de duman-
sız bir ateşten yarattı. (Rahman, 14-15).
6 Ey cin ve ins topluluğu eğer göklerin ve yerin bucaklarından geçme-
ye güç yetirebilirsenİz, durmaksızın geçin; ancak üstün bir güç ol¬maksızın geçemezsiniz. (Rahman, 33).
7 Andolsun, biz en yakın olan göğü kandillerle donattık ve bunları şey-
tanlar İçin taşlama-birimleri kıldık. Onlar için çılgınca yanan ateş aza¬bı hazırladık. (Mülk, 5)
AyrıcaBkz: (6/112, 130; 7/38, 179; 37/6-11; 41/25; 55/71-74; 72/1-5)
Cinlerle ilgili olarak gördüğümüz diğer ayetleri de burada delil olarak verebiliriz. Zira bunlar da imanı ayetler arasına girmeleri ne¬deniyle, cinler ve şeytanlar hakkında Allah'tan gelen haberlerle il¬gili ayetlerdir.
Bu ayetler grubu ve onların paralelindeki ayetler cinlerle ilgili gaybî ve imanî hakikatleri ihtiva etse de, peygamberlikten Önceki Arapların cinlerle ilgili bir takım inanç, düşünce ve mefhumlarına ışık tutmaktadır. Bu husus ayetlerin üslup ve içeriğinde, Rasulul-lahı destekleyici mahiyetteki öğüt, hatırlatma ve yanlışları düzelt¬me ibarelerinde mevcuttur. Ayetlerin hedef aldığı doğrular ve kav¬ramlar, eğer muhatabın bunlar hakkında bir ön bilgisi varsa daha etkileyici olur. Ayetlere ilk olarak doğrudan muhatab alınanlar Peygamber'in çevresini oluşturan Araplar olmuştur. Dolayısıyla bu da ayetlerle Arapların anlayışlarının paralel olduğuna işaret etmektedir. Şimdi bu konuyu biraz daha açalım:
1- Hicr, 16-18; Saffat, 6-11 ve Mülk 5. ayetleri şeytanların bir ta¬kım şeylere kulak verdiklerini, bu yüzden taşlarla ve ateş korlariy-la kovulduklarını haber vermektedir. Cin Sûresinin ayetlerinin bil¬dirdiği şeyler arasında cinlerin sözleri de vardır. Gökten bir şeyler işitmek amacıyla değişik yerlere oturdukları, sonra birden katı
bekçiler ve ateş korlarıyla karşılaştıkları ifade edilmiştir. Şuara'nm 210-212. ayetleri şeytanların bir şeyler duymaktan alıkonduğunu di¬le getirmektedir. Bu halkaları birlikte değerlendirdiğimiz ve cinle¬rin lisan üzere hikaye edilen, aniden katı bekçiler ve ateş korlarıy¬la karşılaşmalarının gaybi bir şey olmayıp, evrende gelişen bir olay olduğunu düşündüğümüzde, peygamberlikten önceki Arapların, cin şeytanlarının göklere çıktıklarına ve orada bir takım haberler çal¬dıklarına ve insanlardan bir sınıfla ilişkiye geçerek onlaral bu ha¬berleri ilettiklerine inandıklarını çıkarabiliriz. Peygamberin peygam¬berlikle görevlendirilmesinden hemen önce pek çok gök taşlaması¬na şahid olmaları onları dehşete düşürmüş ve bundan dolayı da mü¬him bir olayın vuku bulmasının beklentisi içine girmişlerdi diyebi¬liriz. Belki de bu olaylar, birinci derecede kahinleri dehşete düşür-müş, böyle önemli bir olayın meydana geleceğini müphem, imalı bir dil ile ifade etmişlerdir.
Saffat ayetlerinde bunu destekleyen güçlü bir ipucu vardır. Şey¬tanları ve onların parlak ateş kurlarıyla kovulmasını kaydettikten sonra Peygamber'e, Allah'ın güçlü, büyük yaratıkları karşısında kendilerinin gücünün ne kadar olduğunu sorması emrediliyor. Ki on¬ları dahi Allah'ın azabı kuşatmıştır... Tabiidir ki, bu soru ancak bi-lenlere yöneltilebilir. Zira bu bilgi, delili daha da sağlamlaştırır ve karşı tarafın delilinin çürütülmesine neden olur. Bu açık bir reali¬tedir.
2- A'raf, 129,179; Hud, 119; Fussilet 25 ve Cin, 1-10. ayetleri ile belirtilmek isteniyor ki, cinler de insanlar gibi birbirinden farklı ve çeşitli gruplardan meydana gelmektedir; yalnız bu değerlendirme Kur'anî değildir (Arapların görüşünü aktarmadır). Araplar cinlerin varlığına inandıklarına göre, onların, cinlerin çeşitli gruplar ve farklı kesimlerden oluştuklarına inandıklarını da söylemek ayetle¬re aykırı bir şey değildir. Ayetleri dikkatlice incelediğimizde onla¬rın, üslub yönünden dinleyenlerin anlayışlarında yer alan bir şey¬den sözettiklerini görürüz.
Bu görüş buradaki ayetlerin belirttiği realitelerle uyum arzetmek-tedir. Cinlerin de insanlar gibi akleden varlıklar olduklarını, teklif ve hitab, mükafaat ve azab ile yükümlü olduklarını, onların içinde de insanlar gibi iyilerle kötüler, mü'minlerle kafirler olduğu, hatta onlardan bazılarının Ahkaf ayetlerinde belirtildiği gibi Tevrat'a inandıkları, Cin Sûresi ayetlerinde değinildiği gibi Hıristiyan olduk¬ları ortaya çıkmaktadır.
354
Burada Kur'an'ın melekleri; insanlar ve cinler düzeyinde ele al¬mayışı, onları da bunlar gibi, değişik tür ve gruplara iyi-kötü, mü-min-kâfir, yükümlülük, mükâfat, ceza gibi nitelemelerle tanıtmayı-şı, dikkati çekmektedir. Yine Kur'an'da meleklerle ilgili olarak, Arapların anlayışlarında buna benzer şeylerin varlığını gösteren bir şey yoktur.
3- En'am 112. ayetinde insanî şeytanlarla cin şeytanları arasın¬da vahiy ve telkin ilişkisinin varlığı belirtilmektedir. Bu vahiy süs-lü-püslü ve aldatma nitelikleriyle beraber kullanılmıştır. Bu da daha Önce Şuara ayetleri ve başkasından hareketle belirttiğimiz şey¬lerle uyum içindedir ve Arapların anlayışları arasında yer almıştır.
4- Ahkâf 29-32. ayetlerinin ve Cin Sûresi ayetlerinin, peygambe¬rin her iki seferinde de Kur'an dinleyen cinleri görmediğine dair ke¬sin bir delil, güçlü bir ipucu içerdiklerini söyleyebiliriz. Çünkü ayetler Peygamber'e olayı bir haber olarak vermektedir. Cin Sûre¬si ayetleri ise delalet yönünden daha güçlüdür. Çünkü Peygam¬ber'e, cinlerden bir grubun kendisinden Kur'an dinlediklerinin vah-yedildiğini söylemesi emredilmektedir. Buradan hareketle Kur'an'ın cinlerin şeffaf cisimler olduğunu, gördükleri halde görülmedikleri¬ni belirttiği söylenebilir.26 Bu da daha önce Arapların bu düşünce¬de olduğunu belirtmemizle paralel bir tesbittir.
5- Cinlerin ateşten ya da ateşin alevinden ve onların insanlardan önce yaradılışlarından sözeden ayetlerde verilen bilgilerin, Arapla¬ra ulaştırılan yeni bilgiler olduğunu gösteren bir şey yoktur. Başka bir ifade ile, bu ayetlerde sözkonusu malumatın Arapların bellekle¬rinde daha önceden olmadığına dair bir delil yoktur. Birinci ayetler grubunda gördüğümüze göre onlar, Allah (Subhanehu) ile cinler arasında bir soy bağından dem vuruyorlardı. Bu anlayış herhangi bir şekilde bir uyumun varlığına inanmadan gerçekleşemez. Cinle¬rin ateşin alevinden yaratılması ve onların şeffaf cisimler oluşu, Arapların anlayışında var olmalı ki ancak bu surette, cinlerle Allah arasında bir ilişk,i alaka kurabilsinler. Bu rahatça anlaşılabilecek bir husustur.
4. Araplara ve Kur'an'a Göre İblis
Kur'an'da Iblis'ten askerlerinden, zürriyetinden, şeytanların-
26 A'raf Süresindeki ayette İblis ve Soyunun insanları gördüğü, fakat insanların onları görmediği belirtilmektedir. Yine Kur'an İblis'm cinierden olduğunu belirtmiştir. Daha ilerde bu hususlara tekrar dönülecektir
355
dan, onları Allah'a ortak koşmaktan, onları dost edinmekten, onla¬rın çeşitli yöntemler ve değişik vesilelerle kuruntu, kuşku uyandır¬malarından sözeden bir çok ayet vardır. Ayetlerin birinde îblis'in cin¬lerden olduğu açıkça ifade edilmiş; yanısıra, şeytan birtakım ayet¬lerde İblisin eşanlamlısı, diğer bir grup ayetlerde ise cinlerden bi¬ri olarak anılmıştır. Böylece bu iki özel isimle cinler arasındaki ilişki de tesbit edilmiş ve bu fasılda bu iki kavramı da ele almanın yararlı olacağı ortaya çıkmış olmaktadır.
İblis ile ilgili oiarak:
a) Müfessirler bu kavramın "eblese" yani Rahmetten ümidini kes¬ti kavramından türetildiğinde ittifak etmişlerdir. Gelecek örnekler¬de görüldüğü gibi, Kur'an'ın bir dizi ayetinde bu fiil aynı anlamda kullanılmıştır:
1 Derken kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerlerine
her şeyin kapılarını açıverdik. Öyle ki kendilerine verilen şeylerle sevince kapılıp şımarınca, onları ansızın yakalayıverdik. Artık on¬lar bütün umutlarım yitirdiler. (En'am, 44).
2 Oysa onlar, bundan önce, (yağmurun) üzerlerine inmesinden önce
umutlarını kesmişlerdi. (Rum, 49).
Biz de burada müfessirlerin görüşünü tercih ediyoruz. Çünkü bu gerçekten parlak bir anlayıştır. Buna ilave olarak deriz ki: 3u kav¬ram kötüleme ile ilgili bir Özel isimdir. Kur'an inmeden önce de bu anlamda anlaşılıyordu. Burada delilimiz Kur'an'ın ifade biçimidir. Çünkü Kur'an, Arap Dili ile inmiştir.
Bazı müfessirler de bu kavramın yabancı olduğu ihtimali üzerin¬de durmuşlardır. Biz bu görüşü tutarlı görmüyoruz. Çünkü Kur'an "eblese" fiilini ve türevlerini rahmetten umud kesme anlamında kullanmıştır. Kur'an'ın İblis'e recim/kovulmuş ve kıyamet gününe kadar lanete müstehak olmuş, yerilmiş ve apar-topar dışarı atılmış vs. gibi sıfatlarla nitelemiş olmasından başka, bir ipucu ve işaret da¬ha vardır. Az sonra nakledeceğimiz Kur'anî kıssada bunlar ortaya çıkacaktır. Tartışma gereği olarak "eblese"nin kök olarak yabancı ol¬duğunu kabul etsek bile bu, peygamberlikten önce Arapçalaşmış ve Araplar arasında kullanılmış olmalıdır. Tabii ki bu görüş Arapların İblis sözcüğünü ondan türetmiş olmaları ve onu kullanmaları ger¬çeğiyle çelişmez. Zira siga/kip Arapça sigasıdır. Bunların hepsinden öte, eğer kök Sami Dili'nden ise, yabancı olarak kabul edilmesi zo¬runlu değildir. Zira Arapça da Sami dil grubundandır.
356
b) Kur'an açık olarak Iblis'in cinlerden olduğunu aşağıdaki ayet¬te görüldüğü gibi kaydetmektedir:
«Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştir Iblis'in dışında sec¬de etmişlerdi. O cinlerdendi. Böylelikle Rabbinin enirinden dışarı çık¬mıştı. Bu durumda beni bırakıp da onu ve onun soyunu veliler mi edi¬neceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarımzdır. (Bu) zalimler için ne kötü bir değiştirmedir.» (Kehf, 50).
Bazı müfessirler, Allah'ın İblis'e meleklerle birlikte hitab et¬mesi dolayısıyla; eğer İblis cinlerden olsaydı hitabın kapsamına girmezdi demişlerdir. Ve Allah'ın İblis'i istisna olarak göstermesin-deki çelişkiyi ortadan kaldırmak için, İbn Abbas'ın bu ayetteki cin kavramını maddelerle bir kabile şeklinde yorumladığını naklet-mişlerdir. Meleklere emirden sonra îblis'in istisna edilişi olayı söz-konusu ayette geçtiği gibi Adem ve îblis kıssasını veren diğer ayet¬lerde de geçmektedir- Buna rağmen diğer bazı müfessirler bunu doğru görmemiş ve ayetlerin ifadesini daha sağlıklı bir biçimde an¬lamışlardır. Tercihe şayan olan da budur. Özellikle Kur'an'ın "cin" dediği nesne ile "melek" dediği nesnenin birbirinden ayrı iki varlık olduğu kesindir. Bu iki isim daha önce geçen bir münasebetle nak¬lettiğimiz Sebe', 40-41. ayetlerinde tek bir ayette geçmişti. Sonra Kur'an cinlerin ateşten yaratıldığını belirtmiştir (Hicr, 27; Rah¬man 15. ayetleri). îblis'in de ateşten yaratıldığını kaydetmiştir. Nitekim bunu az sonra onun kıssasıyla ilgili ayetlerin bir kısmını ve¬rirken göreceğiz. Bunda kesin bir işaret daha vardır:
Bu da, o iki Kur'anî açıklama olmasına rağmen üslubu, Kur'an'ın indiği sırada peygamberin çevresini oluşturan Arapların bu konu¬lardan habersiz olmadığını göstermektedir. Bunun içindir ki, İs¬lam'dan önce de onların Iblis'in cinlerden olduğuna ve ateşten ya¬ratıldıklarına inandıkları söylenebilir. Muhtemelen insanların kalb-lerine vesvese verenlerin, Nas Sûresinde "Cinne" diye adlandırılma¬sında da kesin bir delil vardır. Bu iş aynı zamanda îblis ve zürriye-tinin de görevidir.
c) Kehf 50. ayetinde îblis'in zürriyetine bir işaret vardır. Şuara Sûresi'nin bir ayetinde ise, îblis'in askerlerine işaret edilmiştir: "Artık onlar ve azgınlar onun içine atılmışlardır. îblis'in bütün or¬duları da." (Şuara, 94-95).
A'raf Sûresinin bir ayetinde îblis ile Adem kıssasından sonra ge¬len bir ayette, şeytanın kabilesine değinilmiştir. Bu ayette sözü edilen şeytanın İblis olduğu kesin bir delille gösterilmiştir:
357
«Ey Ademoğulları, şeytanın anne babanızın çirkin yerlerini ken¬dilerine göstermek için, elbiselerini çıkartarak onları cennetten çı¬kardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve kabile¬si sizlerin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görmektedirler. Biz şey¬tanları inanmayanların dostları yaptık.» (A'raf, 27).
Ayetin üslubu ve içeriği de başka bir anlatım üslubudur. İçeri¬ği yönünden dinleyenlerin kulaklarının duymadığı bir nesne olma¬dığını ilham etmektedir. Buna bağlı olarak Peygamber'in çevresi ve asrının şeytanın, İblis'in bir zürriyeti ya da kabilesi yahut da asker¬leri olduğuna inandıklarını söylemek doğru olur.
d) İnsanların kalblerine vesvese veren cinlerin, bütün cinler ol¬madığı hususunda Kur'an ayetleri açıktır. Bazı ayetler cinlerden iyi ve doğru yolda olanların da bulunduğunu belirtmektedir. Yanısıra kabile, ordu ve zürriyet kavramları da yalnız îblis'e izafe edilmiş¬tir. Madem ki biz, Kur'an'm belirttiği konulara onların yabancı ol-madıklarını tercih ediyoruz öyleyse burada da diyebiliriz ki Arap¬ların, İblis'in ve zürriyetinin, ya da kabilesi ve ordusunun cinlerin tamamı olmadığına, yalnız onlardan bir grup olduklarına inandık¬larını söyleyebiliriz.
e) İblis adı, daha önce belirttiğimiz gibi, bir kötülük anlamı ta¬şımaktadır ve Araplar da İblis derken bu manaya ağırlık veriyorlar¬dı. Naklettiğimiz ayetler, İblis'in vesvese ve aldatma, bozguncu¬luk telkin eden bir şahsiyet için özel isim olduğunu da açıkça içer¬mektedir. Sebe' Sûresinde nakletmediğimiz bir ayet de bu anlamı ta-şımaktadır: «Andolsun, İblis, kendileri hakkında zanlarını doğrula¬mış oldu, böylelikle de, iman etmekte olan bir grup dışında onlar, ona uymuş oldular.» (Sebe', 20). Ayetin üslubu ve muhtevası Arapların bu hususa yabancı olmadıklarını ilham etmektedir. Bu anlam aynı zamanda yer yer tekrar içindir ki, İblis'in ve kabilesinin insanları aldatmaya çalışan ve kalblerine vesvese verenler, onlara günahla¬rı ve şehvetleri süsleyenler olduğuna, peygamberlikten önceki pey¬gamber çevresi ve asrında da inanıldığını söylemek doğru olur.
Bunun yanısıra, İblis'in ya da şeytanın şahsiyeti ve onun al¬datma ve vesvese vermeyi gösteren özel bir iim oluşu, isimde ve us-lubta farklılıklara rağmen Kur'an'darı önceki semavî kitaplarda da yer aldığı ve kitapların bildiği bir mesele olduğu bilindiğine göre Arapların bu düşünceyi onlardan iktibas etmiş olmaları uzak değil¬dir. Biz bu düşüncenin onların belleklerinde yeniden şekillendiğini, geliştiğini ve bir ölçüde farklılaştığını tercih ediyoruz. Eğer Kitap-
358
lılardan bu alıntılama eylemi doğru ise, bu alıntılama yalnız şahsi¬yet ve içeriği ile ilgili olabilir. Araplar ona (iblis) adını vermişlerdir. Onun kovuluşuna ve dışarı atılışına -ki bunu da kitaplılardan öğren¬miş olmaları gerekmektedir- bakarak ona, kötüleme için kullanılan özel bir isim bulmuşlardır.
f) Kur'an İblis ve Adem kıssasını yedi kere vermiştir. Altı tane¬si A'raf, Hicr, İsra 61-65; Kehf 50; Taha 116-123 ve Sâd 71-85. olmak üzere Mekkî, bir tanesi de Medenî olan Bakara Sûresi'dir. Kıssa her defasında siyakından anlaşılacağı gibi öğüt verme, örnek gösterme ve uyarıda bulunmayı hedef almıştır. Bununla beraber üslub ve muhteva olarak bir ölçüde farklılık göstermiştir. Bu aynı zamanda tekrar edilen tüm Kur'anî kıssaların da başlıca özelliğidir. Şimdi bu yedi kere tekrardan üç örnek verelim:
1 Ve meleklere: "Adem'e secde edin" dedik de Iblis'ten başkası secde
ettiler. O ise, dayattı, kibirlendi ve kafirlerden oldu. Ve dedik kî: "Ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz de oranın neresinden diler¬seniz bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz. Fakat şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böyle¬ce onları içinde bulundukları durumdan çıkardı. Biz de "Kiminiz ki¬minize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde kalıp bir süre yaşama¬nız lazımdır" dedik. (Bakara, 34-36).
2 Ve andolsun biz sizi yarattık, sonra size suret verdik, sonra da melek-
lere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da İblisin dışında secde et¬tiler. O secde edenlerden olmadı. (Allah) dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten engelleyen neydi?" Dedi ki: "Ben ondan hayır¬lıyım; beni ateşten onu ise çamurdan yarattın." (Allah "Öyleyse ora¬dan in, orada büyüklenmek senin (hakkın) olmaz. Beklemeksizin çık. Kuşkusuz sen küçük düşenlerdensin." O da: "(İnsanların) dirilecek¬leri güne kadar bana mühlet ver." dedi. (Allah): "Sen mühlet veri¬lenlerdensin" dedi. Dedi ki: "Madem öyle, (yarattığın o şeye itaat et¬memi istemekle) beni azdırdığından dolayı onlar(ı saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunun üzerinde oturacağım. Sonra da muhakkak önlerinden arkalarından, sağlarından, sollarından kendi¬lerine sokulacağım. Onların çoğunu şükrediciler olarak bulmayacak¬sın. (Allah) Dedi: "Kınanmış alçaltilmış ve kovulmuş olarak çık. An¬dolsun onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizin hepinizle doldu¬racağım, ve ey Adem, sen eşinle cennette yerleş. İkiniz de dilediği¬niz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olur¬sunuz. Şeytan kendilerinin örtülüp gizlenen çirkin yerlerini açığa çı-
359
karmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinİzin size bu ağa¬cı yasaklaması yalnızca sizin iki melek olmamanız veya ebedi ya¬şayanlardan kılmmamanız içindir." Ve: 'Gerçekten ben size öğüt ve¬renlerdenim" diye de yemin etti. Böylece aldatma ile onları düşür¬dü. Ağacı tattıkları anda ise ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerine cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: "Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin apaçık düşmanınız olduğunu söyleme¬miş miydim?" Dediler ki: "Rabbimİz biz nefislerimize zulmettik eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten kayba uğrayanlardan olacağız." (Allah) Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta var¬dır." Dedi ki: "Orada yaşayacak orada ölecekve oradan çıkarılacak-sınız." Ey Adamoğullan biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbi¬se ve size süs kazandıracak bir giyim indirdik. Takva ile donanma ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp düşünürler. Ey Ademoğullan, şeytan anne ve babanızın çir¬kin yerlerini göstermek için elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraf¬tarları, sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayanla¬rın dostları kıldık. (A'raf, 11-27).
3 Andolsun insanı kuru bir çamurdan ve şekillenmiş balçıktan yarattık ve Cinni de daha önce zehirlenmiş ateşten yaratmıştık. Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçık¬tan bir beşer yaratacağım. Ona biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde edm." Böylece meleklerin tümü top¬luca secde etti; ancak İblis, secde edenlerle birlikte olmaktan kaçınıp dayattı. (Allah) Dedi ki: "Ey İblis, sana ne oluyor, secde edenlerle bir¬likte olmadın?" Dedi ki: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir bal¬çıktan yarattığın beşere secde edecek değilim." Dedi ki: "Öyleyse ora¬dan çık, çünkü sen kovulmuş bulunmaktasın. Ve şüphesiz din günü¬ne kadar lanet senin üzerinedir. Dedi ki: "Rabbim, öyleyse onların di-rileceği güne kadar bana süre tanı." Dedi ki: "Öyleyse sen, süre tanı¬nanlardansın; bilinen günün vaktine kadar" Dedi ki: "Rabbim beni az¬dırmana karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara (sana başkal¬dırmayı, dünya tutkularını) süsleyip çekici göstereceğim ve onların tü¬münü mutlaka saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müs¬tesna." (Allah) Dedi kİ: "İşte bu, bana göre dosdoğru olan yoldur. Şüp¬hesiz saptırılmışlardan sana uyanlar dışında, senin benim kullarım üze¬rinde zorlayıcı bir gücün yoktur. Ve hiç şüphe yok, onların tümünün
360
buluşma yeri cehennemdir." (Hicr, 26-43).
İblis'in bu ayetlerdeki aldatıcı şahsiyeti açıktır. Sonra burada kul¬lanılan üslub açıklama üslubudur. Kıssanın diğer Kur'an kıssaları gibi dinleyicilere yabancı olmadığını göstermektedir. Çünkü onlar¬dan kastedilen; hatırlatma, uyarma ve öğüt vermektir. Umarım ki bu da kıssanın tekrar edilişindeki hikmetin anlaşılmasına yardım¬cı olacaktır. Araplar meleklerin, Allah'ın iyi yaratıkları olduğunu onunla ilişkili olduklarını ve iyiliklerinin umulduğunu; İblis ve zürriyetinin de kötü olduklarını, sapık ve saptırıcı olduklarını İblis'in ta baştan Allah'a isyan ettiğini biliyorlardı. Başka bir ifade ile bu re¬aliteler onlara yabancı değildi. Buna bağlı olarak onların kalbleri-ne daha fazla nüfuz etmesi amacıyla kıssa tekrar tekrar verilmiş¬tir. Kim Allah'ın emrine ve çağrısına bağlanırsa, meleklerin dostla¬rından olur. Kim de diretir ve isyan ederse. îblis'in ve zürriyetinin dostlarından olur.
5. Araplara ve Kur'an'a Göre Şeytan:
a) Müfessirler bu kavramın uzaklaştı anlamındaki "satana" fi¬ilinden, ya da bozuldu -batıl kavramından- anlamındaki "şâta"dan geldiğini söylemişlerdir. Şeytanın anlamının batıla dalan ya da haktan uzaklaşmaya dalan demek olduğunu, aynı zamanda zorba, isyankar, çirkin, bela anlamına geldiğini de belirtmişlerdir.
Bazı araştırmacılar iblis kavramının dışardan alınma olduğunu söyledikleri gibi şeytan kavramının da yabancı olduğunu söylemiş¬lerdir. Kur'an'da ne "sata" ne de "satana" kökleri geçmiştir. İblis kav¬ramı gibi onun da Arapça bir kavram olduğunda ısrar edemeyiz. Bu¬na rağmen sözcük Arapça kökenli de olsa, yabancı da olsa Kur'an'ın inişinden önce Arap dilinde kullanıldığında kuşku yoktur. Bu açı¬dan Arap dilinin sözcüklerinden biri olarak sayılması gerekmekte¬dir. Öte yandan eğer bu kavram sami dillerinden birinden alınmış¬sa, hem o dilde hem de Arap dilinde kökünün tek olması zorunlu de¬ğildir. Bu açık bir olgudur.
b) Bu kavram Kur'an'da çeşitli vesilelerle ve değişik anlamlar¬da kullanılmıştır.
Daha önce naklettiğimiz Bakara 14. ayetinde münafıklara ves¬vese veren Yahudiler ya da Yahudilerin liderleri için bu kavram kul¬lanılmıştı. Yine daha Önce naklettiğimiz En'am 112. ayetinde belir¬tildiği gibi, cinlerden olsun, İnsanlardan olsun peygamberlerden ve ilahi çağrıdan uzaklaştıranlara da şeytan denmiş; İblis sınıfının
361
dışında cinlerin büyük işler başaranlırma da şeytan adı verilmiştir. Bakara 102; Sad, 35-37 ayetleri bununla ilgilidir ve daha önce nak¬ledilmişti. Başka ayetlerde cinlerin Süleyman'ın (a) hizmetine gir¬diğinden söz edilmesi, Sâd ayetlerinin kaydettiği şeytanlara ait ey¬lemleri yaptıklarının zikredilmesi, burada kaydedilen cinlerin İblis sınıfından olmadığını gösteren kesin delillerdir. Gökten haber çalan ve onları bazı insanlara getiren cin sınıfina da daha önce nakletti¬ğimiz Hicr, 16-18; Saffat, 6-11; Mülk, 5; Şuara, 210-212, 221-227 ve Tekvir 17-27. ayetlerinde belirtildiği gibi şeytan adı verilmişti. Naklettiğimiz Cin Sûresi ayetleri de onlardan kastedilenin İblis sınıfı ve zürriyetinden başka cinler olduğunu gösteren kesin bir ipucudur. Şeytan kavramının îblis'i, askerlerini ve zürriyetini gös¬termek için, başka bir ifade ile onlarla eş anlamlı olarak kullanıldı¬ğı da olmuştur. Onun için tekil ve çoğul olarak kullanılmıştır. Ves¬vese, aldatma, fuhşiyyatı ve reddedilmiş şeyleri süsleme, kin ve düşmanlığı harekete geçirme, Peygamberden (s) uzaklaştırma, kı¬sacası İblis'in aldatmaya yönelik her eylemini yapma ile birlikte kul¬lanılmıştır. Bir tek siyakta İblis ile yer değiştirdiği de olmuştur. Ni¬tekim A'raf 11-27. ayetleri Adem ve İblis kıssasını hikaye etmiş ve bunun en güzel örneği olmuştur. Gelecek örneklerde de bunu göre¬ceğiz. Şuna da dikkat çekmeliyiz ki, kavram genellikle bu anlamda kullanılmıştır. Şimdi ayetlere geçelim:
1 Ey insanlar! Yeryüzündeki temiz ve helal şeylerden yiyin şeytana ayak
uydurmayın. Zira o sizin için apaçık bir düşmandır. Muhakkak sie kötülüğü, hayasızlığı, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemeni¬zi emreder. (Bakara, 168-169).
2 Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder... (Ba-
kara, 268).
3 işte o şeytan sizi kendi dostlarıyla korkutur, inanmışsanız onlardan
korkmayın benden korkun. (Al-i îmran, 175).
4 ...Dosdoğrusu şeytanlar dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat eder-
seniz şüphesiz siz müşrik olursunuz. (En'am, 121).
5 Kur'an okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. Doğ-
rusu şeytanın, inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu yoktur. Onun nüfuzu sadece onu dost edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerinedir. (Nahl, 98-100).
6 ...Babacığım, şeytana itaat etme, çünkü şeytan Rahman'a baş kaldır-
mıştır. (Meryem, 44).
362
Ayrıca Bkz. (5/91; 7/11-27; 15/39-42; 17/27, 61-65; 35/6; 58/19) Bu sözcüğün çokça kullanılmasından, bilgi aktaran ve eleştiren ayetlerin üslubunun, onu dinleyenlerin o sözcüğün anlamı ve kap¬samından haberi olduklarını çıkarabiliriz. Sonra Kur'an'da geçen kavramların Araplar tarafından anlaşıldığı ve kullanıldığı gerçeği¬ne dayanarak diyebiliriz ki:
1- Araplar bu kavramla kötüleme ve yerme anlamını ifade edi¬yorlardı, isyankâr, azgın güçler anlamında kullanıyorlardı.
2- îblis kavramında olduğu gibi bu kavram da vesvese ve aldat¬ma için özel bir isimdi. Ancak bu, kullanım yönünden İblis kavramın¬dan daha geniş bir çerçevede kullanılmıştır, kavram, cinlerden olsun insanlardan olsun azgın, isyankar, güçlü kişilerin hepsi için kulla¬nılmıştır. Büyük işleri beceren ve vesvese veren sınıfın dışında ka-lan, büyük işleri becerebilen cinler için de kullanılmıştır. Aynı zaman¬da İblis kavramı ve şahsiyetinin eşanlamlısı olarak kullanılmıştır. Muhtemelen îblis İçin kullanılması ve onun yerine konması, İblis'i daha fazla kötüleme, isyankarlığının ve azgınlığının aşırılığını açık¬lamak içindir. Kur'an'm inişinden önce, isyankar, azgın, inatçı, ki¬şileri nitelemede, bu kavram kullanılıyordu. Bu açıdan iblis kavra¬mının eş anlamlısı ya da onun bir niteliği durumundaydı.
Şeytan ve iblis ile ilgili olarak araştırılmaya değer bir konu kal¬dı. Hatta bu konu peygamberlikten Önceki dinler ve inançların te¬melidir. Bu da İblis ve şeytana yapılan dualar, ibadetler, dost edin¬meler, onları ortak koşmalarla ilgilidir. Naklettiğimiz ve nakletme¬diğimiz pek çok ayetlerde sözü edilen bir meseledir bu.
Araplar, peygamberlikten önce İblis ve şeytan ile ilgili pratikte ilahî bir niteliğe inanıyorlar mıydı, yahut onları meleklere ve diğer cinlere yaptıkları gibi, birer ma'bud ve evliya olarak mı kabul edi¬yorlardı?
Ayet metinlerinin açık anlamı bu soruya kuşkusuz olarak müs-bet cevap vermeyi gerektirmektedir. Ancak biz iblis ve şeytan kav¬ramlarının, yerme ve kötüleme anlamlarını içerdiğini de değerlen¬dirmek istiyoruz. Bu anlamın Araplarca bilindiğine dikkat çekmek istiyoruz. Bu nedenle metinlerin açık anlamları ile Arapların onla-ra taptıkları ve Allah'a o ikisini ortak koştukları şeklindeki anlayı¬şı bağdaştırmayı çelişki olarak görüyoruz. Madem ki ayetlerin açık anlamlarını almak durumundayız o zaman ancak diyebiliriz ki: Onlar -sözde- onlara ibadet ediyor ve dost oluyorlardı. Ama bu, on¬lara şirin görünmek, saptırmalarından ve aldatmalarından korun-
363
mak içindi. İnsan hangi inanç üzere olursa olsun kendisinin sa¬pıklıkta olduğunu kabul etmeye yanaşmaz, isterse gerçekten sapık¬lık üzere bulunsun, farketmez.
Ayrıca ortaya çıkan bir nokta daha var: Ayetlerin özünden ve me¬tinlerinden anlaşıldığına göre ibadet ve dostluk kavramları, bazan mecazi anlamda müşrikleri ve kafirleri eleştirme sadedinde gel¬miş olabilir. Yine bir taraftan onları azarlamayı, diğer taraftan şeytan ile tblis'in onların başına ördüğü vesvese ve aldatma ağını tas-vir etmeyi, şeytanî planların onlar arasında başarıya ulaşmasına ve onlar arasında taraflar bulmasına ışık tutmayı hedef almış olabilir.
364
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şuanda  online konumundadır