Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. November 2012, 12:13 PM   #4
pramid
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
pramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud of
Standart

İnsanlar, başlangıçta dünyadaki bazı olayların, yıldızların durumlarının değişmesine bağlı olduğuna inanmıştı. Örneğin güneşin tepe noktasına uzaklık ve yakınlığına göre mevsimlerin ve dolayısıyla dünyada iklim farklılıklarının oluştuğunu görmüşlerdi.

Sonra, diğer yıldızların da durumlarına göre insanların yararı ya da zararı, iyiliği ya da kötülüğü, mutluluğu ya da mutsuzluğu üzerinde etkisi olduğuna inanmışlardı. Buna inanınca, yıldızlara saygı duymaya başlamışlardı.

Daha sonra kimi insanlar yıldızların kendiliğinden var olduğuna inanmış, kimileri ise onların yüce bir güç tarafından var edilmiş yaratıklar olduğunu söylemişti. Her ne kadar yıldızların “yaratık” (mahlûk) olduğuna inansalar da, evrenin oluşumlarını yönetenlerin bunlar olduğunu belirterek, yüce gücün dünyanın yönetimini bu yıldızlara havale etmiş olduğunu ileri sürmüşlerdi. Bir başka deyişle, yaratıcı ilkenin evrenin çeşitli yerleri arasında yıldızları kendine aracı yaptığını benimsemişlerdi.

Buna inananlardan kimileri, insanların “yerdekiler sınıfı”ndan olduğu için gökten olan yıldızlara tapınmaları gerektiğini düşünmüştü. Kimileri ise, yüce gücün, yerdekileri, elementlerin birleşimleri ve yıldızların hareketlerinin bir araya gelmesinin oluşturduğu dalgalarla yarattığını ileri sürmüştü.

Hem yıldızların kendiliğinden var olduğunu söyleyen hem onların Tanrı tarafından yaratıldığına inananlar hem de diğer varlıkların yıldızların hareketlerini bağlı olarak yaratıldığını söyleyenler, Tanrı’ya kulluk ehliyetinin yalnız onlarda bulunduğuna inanarak, onları Tanrı ile aralarında vesile etmek amacıyla onlara tapmaya başlamışlardı.

Bunlardan kimileriyse, insanların Tanrı’ya doğrudan tapmaya yaraşır olmadığını, ancak yüce evrendeki yıldızların doğrudan ona tapmaya ehil olduğunu ileri sürmüştü; doğrudan değil, yıldızlar aracılığı ile dolaylı tapınım… Daha sonra bunlar, yıldızların çoğu zaman -özellikle gündüzleri- gözden kayboluşu nedeniyle onları görmedikleri zamanlarda da onlara tapınabilmek amacıyla onların put ve heykellerini yapmaya başlamıştı.

Her yıldız için o yıldıza ilişkin olduğunu söyledikleri cevherden bir put edinmişlerdi. Örneğin güneş heykelini altın ile donatarak onu bir de güneş cevherine benzettiklerini söyledikleri yakut ve elmaslarla süslemişlerdi. Ay putu için gümüş kullanmışlardı; diğerleri için de bulabildikleri ve işleyebildikleri diğer madenleri.

Bundan sonra bu kimseler, artık yıldızların yerine bu taşlara tapmaya başlamıştı. Dolayısıyla, bu putlara tapmaktaki asıl amaç yıldızlara tapmaktı.

Böylece, kökeni farklı olmakla birlikte putperestlik doğdu.

İnsanlar, pek çok tanrıyı ve melekleri kabul etmiş, asıl Tanrı’nın en yüce ve en güzel ışığın yeri olan “arşı alâ”da oluşan meleklerin de bu büyük ışığa oranla küçük ışıklar (nurlar) olduğuna inanmış, meleklerin çok güzel görünümde, Tanrı’nın ise onlardan daha güzel bir görünümde olduğunu kabul etmişlerdir. Ancak Tanrı’nın meleklerinde kendine gözükmediği tavrına kapılmışlardır. Bu yüzden Tanrı için kendilerince görünüşü son derece güzel, hoş melekler için de güzellikte ondan kendilerince aşağı güzellikte birtakım put ve heykeller yapmışlardır. Bunları güzellik derecelerine göre çeşitli değerli taşlarla süslemiş, bunlar aracılığıyla melekler aracılığı ile Tanrı’ya yaklaşmayı öngörerek bunları tapmayı sürdürmüşlerdir.

Melekleri varlık olarak alan anlayışın kökeni de putperest zihninden gelmektedir. Aynı meleklere tapma inancı müslüman denen ehli sünnet içinde devam etmeyi sürdürmektedir.

Şu diyeceğim bir yineleme olacak ama önemli: Putperestlik, öyle kendiliğinden değil, meleklere tapma şeklinde doğmuştur; kimileri kendilerini Tanrı’ya tapınmaya yaraşır, bu bağlamda yeterli görmediklerinden, bunun için ehil olmadıklarından hareket etmiş, ancak melekleri buna yaraşır ve ehil görerek, onlara tapmışlardır. Meleklerin ise Tanrı’ya tapmakta oluşları nedeniyle, kendilerinin de dolaylı olarak ona tapmış sayılacağı kanısına kapılmışlardır. Melekler görülemez varlıklar olduğu zannı ile, zamanla onların heykellerini yapmışlardır.

Kimileri, Tanrı’nın yeryüzünün her bir bölgesinin yönetimini belli bir meleğe bıraktığını söylemiştir. Buna göre denizlerin yöneticisi bir melek, dağların yöneticisi başka bir melektir. Bulutların, yağmurların, topraktan elde edilen ürünün, hayvanların, iyili ve kötülüklerin, savaşın melekleri de başka meleklerdir. Buna inanınca, her bir melek için özel bir put ve heykel yapıp, böylece her puttan ona uygun düşen etki ve tepkiyi beklemişlerdir.

Putlara tapanlar, yeryüzündeki her bölgeyi yönetenin gökler evreninin ruhlarından belli biri olduğu inancını taşımış, bundan ötürü onların heykellerini yapmışlardır. Buna göre, putperestliğin kökeni aslında “ruh inancı” olmaktadır.

Ancak sıradan halka bunu anlatabilmenin olanağı yoktur. Bu nedenle işin aslını ve doğrusunu bilmeyen kitleler için tapınılan, insan eliyle taştan yapılmış bir puttan başka bir şey değildir.

Konu pramid tarafından (28. November 2012 Saat 12:28 PM ) değiştirilmiştir.
pramid isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
pramid Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (30. November 2012)