Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10. May 2009, 04:00 PM   #5
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

40 ASIRLIK TÜRK YURDU ANADOLU (5)

Osmanlı'nın, 1535'te, gücünün ve özgüveninin zirvesinde iken Kanuni Sultan Süleyman Hân zamanında Fransızlara tanıdığı kapitülasyonlar sayesindedir ki, ilk kez bir Hıristiyan kral, Osmanlı Devleti nazarında padişahla ‘eşit taraf’ muamelesi gördü. 1583, Sultan Üçüncü Murad döneminde ise; Fransız elçisi ve Papa' nın temsilcisinin isteği kabul edilerek, egemenlik haklarını ortadan kaldıran bir karar daha alındı: Böylece, kendi halkının bir başka devletin göndereceği öğretmenler tarafından eğitilmesi kabul edilmiş oldu. İşte, bu (dönem itibarıyla son derece masum, makul, iyi niyetli ve insani amaçlarla vaki ilişki ve anlaşmaların yapıldığ&#305 tarihten itibaren Osmanlı coğrafyasında yüzlerce misyoner okulu, kilisesi, yetimhane vb. merkez açıldı. Güçlü ve hakim devlet dönemi için bunlar bir tehlike olarak görülmedi. Verilen haklar bir lütuf, inayet ve iyi niyet göstergesi olarak kabul edilmekte idi. Ama, gelecekte nelerin olabileceği (ve muhatap tarafın bu anlaşmaları kötü niyetler, menfur-sinsi amaçlarla kullanabileceği ve olabildiğince istismar ve suistimal edeceği) hiç kimsenin aklına bile gelmedi. Umuru devlet tarafından hesap edilemedi. Sonradan gelenler de maalesef gereken beka ve basireti göstererek tedbir alamadı, veya batının etkisi altında kalarak alınamadı.

Kapitülâsyonlar ve müteakip anlaşmalar ile devam eden süreci bakın, Ermeni araştırmacı Levon Panos Dabagyan, misyonerlerin verdiği zararı nasıl izah ve ifade ediyor: “Ermenilerin Milli Kilisesi ile birlikte, milli bütünlüğü bölünmüş ve böylece Türkiye Ermenileri, kapitalist-Emperyalist Devletlerin adeta oyuncağı durumuna düşerek çok büyük kayıplara uğramışlardır".

TARİHİ GERÇEK

Gerçekte Türkler, kutsal kitaplar ve başta ‘Dedem Korkut” olmak üzere pek çok efsanede açıklandığı, anlatıldığı ve Kur’an-ı Kerim ile İslâm’ i kaynaklarda kayıtlı olduğu üzere; Hazreti Nuh’un oğlu Yasef (YUSUF)’in soyundan gelmektedirler. Hazreti Nuh zamanında yıllarca ikamet ettikleri yurtları Mezopotamya (Sümerler), doğu ve güneydoğu Anadolu havalisi (dahil) olduğu halde, tufandan sonraki ilk yerleşim yerleri Ağrı Dağı ve Anadolu’nun doğu ve yine güneydoğu çevresidir. (22) Bu tarihi gerçekten hareketle, batı kaynaklarında Orta Asya dahil Anadolu Trakya hariç bütün bölümleri “TÜRKİYE” olarak adlandırılır ve eski haritalarda böylece gösterilir.

Ancak, Hazreti Nuh belirli bir aradan sonra Yasef/Yusuf ailesi ve ahvadını Orta Asya taraflarına göndermiş, (M.Ö. 4500 yıllarında) gidenler de, bu günkü Tanrı Dağları ile Amuderya ve Siri Derya nehirlerini içine alan iklimi müsait ve çok verimli bir coğrafyada yerleşmişlerdir. Orta Asya’da, Atamız Yusuf’un sülâlesi genişleyip büyüdükçe etrafına sığmaz olmuş, bir bölümü orada kalmaya devam ederken, sülâleden bir kısım Türkler, tekrar Ana Vatan Anadolu taraflarına göç ederek Hazreti Nuh’dan sonra ilk defa M.Ö. 3500 yıllarında, yani bu günden 5500 yıl önce gelip Anadolu’ya yerleşmişlerdir. (23)

Dahası, aynı dönemlerde Hazar Denizi (adını Hazar Türklerinden almıştır) Volga, Dinyeper ve Dinyester’i geçerek bu günkü Romanya steplerini aşan Türklerin büyük bir bölümü Balkanlar ve Anadolu’ya yerleşmişlerdir. İleriki yıllarda oluşan Bogomile (Bojnak) Mezhebi tarihi incelendiğinde bazı gerçekler çok daha açık ve net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. O dönemde Kıt’a Avrupa’sında yaşayan kavimlerin ne kadar zalim, adi, alçak, insanlık düşmanı, hain, ilkel ve vahşi olduklarını anlamak bakımında da bu kesitin incelenmesinde fayda ve zaruret vardır.

TÜRKLER, İSLÂMİYET VE ŞAMANLIK

Kur-an’ı kerimde açıkça sabit ve inancın (Amentü) temel ilkesi olması nedeniyle kabul etmek gerekir ki; Hazreti Nuh (bütün peygamberler gibi) Müslüman’dı. Dolayısıyla Türklerin atası Yasef/Yusuf’ da sadık, samimi ve muttaki, iyi bir Müslüman idi ve İslâm’ın döneme raci akaidine-ilkelerine sadık kaldığı ve Hazreti Nuh’un şeriatını özenle yaşattığı anlaşılmak gerekir. Oğuz Kağan Destanına göre, Oğuz Han’da Müslüman olarak doğmuş, üç gün süreyle annesinin memesini ağzına almamış, Annesi büyük bir endişe ve üzüntüyle yalvarınca ise üç günlük çocuk “Anne, ben Müslüman’ım, sen değilsin. Eğer Müslüman olmazsan sütünü içemem” demiştir. Hazreti İbrahim’in de baba tarafından Türk olduğu ve Peygamberimiz Efendimizin de bu cihetle Türk soyuna dayandığı söylenir.

Türklerin tarih boyunca sergilediği yüksek medeni vasıf, insan odaklı kültür, saygı, sevgi, hoşgörü ve yüksek toleransın temelinde ola ki bu manevi gerçek vardır. Bu nedenle, sonraki bin yıllar içinde oldukça değişen ve (zaman zaman, yer yer) Şamanlığa dönüşen inanç ve ibadet biçiminin temelinde İslâm inancı (Müslümanlık) vardır. Diğer bir anlamda, bütün milletler gibi Türkler de, Müslüman olarak hayata başlamış ve fakat, diğer milletlerden (kavimlerden) farklı olarak inançlarının özünü-esasını muhafaza ederek tarih sahnesinde yürümüşlerdir.

Türklerin MS 760 – 800 yıllarından itibaren geniş kitleler halinde İslâm’ı kabul etmelerinin ana sebeplerinde biri: Şamanlık ile İslâmiyet arasında, bin yıllar boyunca değişen çok az unsur hariç büyük bir örtüşme ve benzeşme olmasıdır. Nitekim, bu anlamda Türkler akın akın İslâm’a katıldıktan sonradır ki, daha büyük devletler ve yüksek medeniyetler kurmuşlar ve dönem itibarıyla bilimin, kültürün ve bilincin gelişmesine çok büyük katkılarda bulunmuşlardır.

Tam yeri gelmişken burada, Büyük İslâm Peygamberi’nin Türkler hakkında ne buyurduğunu bilhassa hatırlatmak isterim. O Yüce Peygamberimiz, bize bahşedilen ‘Türk’ ismi için: “BEN ALLAHI’IN YARATICI AŞKIYLA CİLÂLANMIŞ TERTEMİZ, SAF BİR AYNA’ YIM. BU YÜZDENDİR Kİ; BANA BAKANLAR, BU MÜCELLÂ AYNADA KENDİ YÜZLERİNİ VE YÜREKLERİNİ TEMAŞÂ EDERLER. TÜRK GİBİ GÜZEL VE AYDINLIK OLANLAR, BU NUR’DAN IŞIKTAN OLAN AYNADA, KENDİ GÜZELLİKLERİNİ GÖRÜRLER” buyurmuşlardır. İşte TÜRK budur. Bu, (böyle) olmak durumunda ve zorundadır. (24)

Peki, bu muhteşem, istisnai övgüye ve muazzam mazhariyete sebep ne ? Cevabı bizzat Kur’an-ı Kerim vermektedir. Okuyunuz: "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah onların yerine öyle bir kavim getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Onlar müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler. Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar" (Mâide: 54)

Size çok önemli bir Hadisi Şerif daha nakledeyim: "Fitne, fesat çoğaldığında ve kan gövdeyi götürdüğünde Allah bu ümmete mevaliden (Efendiler. Mevleviyyet pâyesine ulaşmış sarıklı alimlerden) bir ordu gönderecektir (TÜRKLER); Onlar ata binmede Araplardan çok daha üstün ve silah kullanmada onlardan daha çok mahirdirler. İşte Allah (c.c.) bu dini onlarla yeniden bir kere daha güçlendirecektir." Hz. Muhammed (s.a.v.)

Aynı Nûr’ un devamı olan gönüller sultanı Hz. Mevlâna’ mız ise; “ŞU SONSUZ DERYÂDA AKIP GİDEN GEMİNİN MANÂSINA-KAPTANINA TÜRK DENİLİR, TÜRK ! ELBETTEKİ SÛRETA YAŞAYANLARA DENİLEMEZ. O, YÜCE MANÂNIN GERÇEĞİNİ İDRAK EDEREK YAŞAYANLARA SADECE TÜRK DENİLİR !” (25) diyerek; Türk’ün gerçek anlamda olgunluğun, kemalâtın ifadesi olduğunu belirtmiştir. Bu kemalât, yüce dağların, göklerin ziynetleri olan yıldızların, ayın, güneşin anlamlarına kadar ululanmıştır.

Son olarak, Yunus Emre Hazretleri de şöyle der:

"BİLMEYEN NE BİLSİN BİZİ, BİLENLERE SELAM OLSUN"

Yer, yer (dünya) olalı hiçbir kavim/millet/halk/topluluk bu kadar övülmemiş ve yüceltilmemiştir. Bütün Türk alemi bu hakikatleri bilmeli ve ona göre motive olmalıdır...

MESELE DİN’SE EĞER...

Ve insanlık adına batı, ABD ve diğerleri; Sözde insan hakları, demokrasi, adalet gibi (samimi olmayan) iddia ve kavramlar ileri sürerek; 11 Eylül (ikiz kuleler) gibi oyun, iftira ve senaryolar düzerek, Türk-İslâm alemini tehdit ve Anadolu’yu tasallut-tarumar edip, aslında ‘yüceltmek-kutsamak, mümin ve muteber kullar olmak için’ tanrıyı (Allah’&#305 arıyorlarsa eğer; Önce Türk tarihine bakmalıdırlar. Tanrı (Allah) orada. Gerçek İslam oradadır. Gerçek kültür, medeniyet, saf, temiz, berrak, namuslu, dürüst, ilkeli, onurlu, sevgili, saygılı, hoşgörülü ve değerli “İNSAN”, insanca yaşam biçimi orada. Makro ve mikro bazda kozmik, sosyolojik, sosyometrik, epistomolojik bakımdan “elektik”(gerçek insan formu) ontolojik ve tarihi diyalektik sırlar ile kâinat/evren, Türk aleminin, on bin yıllık “gizlenen tarihinin” ve İslâmiyet sonrası tasavvuf güncesinin tertemiz, pırıl-pırıl sinesinde gizlidir. Okusun okumasını bilenler ve araştırsınlar.

MEDENİYETLER BEŞİĞİ ANADOLU

Hiç düşündünüz mü ? Niçin medeniyetler beşiği Anadolu’dur ? ve 5700 yıllık Yahudi inancına göre “her milenyumda (bin yılda bir) Anadolu’dan büyük bir medeniyet zuhur eder (çıkar) ? Çünkü, Anadolu barışsever atalarımızın insan sevgisi, barış, anlayış, adaletle yönetim, eşitlikle himaye, tolerans ve hoşgörüsü nedeniyle; Yunanlı İskender, Haçlı taarruzları, Aksak Timur (!) ve yine vahşi batının tahriki sonucu vuku bulan din savaşları ve kardeş kavgaları dışında ciddi bir tahribat ve yıkıma maruz kalmamış, bu sayede, başta Türk kültür ve medeniyeti olmak üzere, çok farklı kültür ve medeniyetler burada gelişme imkânı bulmuşlardır. Dünyanın hiçbir coğrafyasında, ülke veya devletinde bu himaye, sahiplenme ve hoşgörü yoktur. Örneğin IX asıdan XI. asrın sonlarına kadar Sicilya İslâm Devleti’nden günümüze intikal bir eser var mıdır ? Ya, Amerika’da Kristof Kolomb’dan 25 yıl önce Osmanlı himayesinde kurulduğu yenilerde açıklanan ve varlığı ileri sürülen devletten !.. Tekrarlamakta fayda var. Endülüs medeniyetine ne oldu. Ya, Hun, Avar, Türk-Bulgar ve Peçenek eserlerine ne oldu. Tarihi ve kültürel eserler bir yana; Neden Avrupa 1760 yıllarında başlattığı Avrupa’ nın Müslüman ve Türk soykırımları ile Türklerin tam bir vahşetle tahliyesinden (tarihin en büyük tehcirinden) bahsetmez !..

Aslında, Türk tarihinin derinliklerinde, gün yüzüne kasıtlı olarak çıkarılmayan, Cumhuriyet hükümetlerinin de yeterince sahip çıkmadığı gerçekler, bu günün sorularının hepsine cevap verecek derecede, kapsam ve nitelikte büyük bilgiler içermektedir. Tıpkı, bütünüyle yalan ve iftiradan ibaret Ermeni soykırım iddiaları gibi, mevcut ve muhtemel pek çok iddia ve iftiranın yolu böylece kesilebilir. Günümüzde tefessüh etmiş sözde Avrupa medeniyeti geçmişinden korkmakta utanç ve hicap duymaktadır. Bu nedenle tarihi karartmakta kendince haklıdır. Ama bizim korkacak neyimiz var ?

Türkler bilgeliklerini İslam’la kazanmadılar, bilakis İslâm’la ivme kazandılar. Ama ne zaman ki, arı-duru, saf ve gerçek İslâm’ı sulandırmaya kalktılar, işte o zaman kaybettiler. Bu sözüm yanlış anlaşılmasın. İslam’ın içindeki bilgelik ve kemâl derecesi / olgunluk saklı sırlar yine Türklerin bilgeliğiyle insanlık alemine çok farklı ufuklar açmıştır. Daha sonraları hurafelerle yozlaştırılan, din tüccarlığına ve siyaset simsarlığına alet edilen ve başkalaştırılan İslam yüzeysel ve taklidi hale gelince yani, iktidarı yobazlar ele geçirince Türkistan'da doğan bilgelik de şimdilerde yeraltına indi. Hala o yobazların çelişkili ilmihalleriyle insanımız, bu bilgelikten, olgunluktan ve safiyetten mahrum kaldı. Şimdilerde kadınların saçalarıyla, başlarıyla, yazma ve baş örtüleriyle uğrasan bizler o zamanlar evrenin sırlarıyla ilgileniyorduk. Ne oldu da İslam bugün ki haline geldi? Neden bazı adetlerimiz, gelenek ve törelerimiz batıl inanç olarak bir kenara itildi, atıldı ve Şamanizmden gelen derin kültür ve bilgelik birikimimiz İslam’ı doğru yorumlarken birden necis (pis) Arapların; Tıpkı Museviler ve İseviler gibi tahrif ve tahrip ettikleri suni ve sapık (sözde) dine inanmaya başladık ? (sapık din derken asla gerçek İslam’ı kastetmiyorum) İste çözülmesi ve çözümlenmesi, aşılması gereken soru ve sorun bu..

TEKRAR HATIRLATALIM

Orta Asya’dan göç edip gelen Türklerin İlk yerleştikleri yerler Güney Doğu Anadolu’da bu günkü Diyarbakır, Cizre, Mardin, Musul, Kerkük ve Zagoros Dağları’nın batı etekleri olup; Yaklaşık 500 sene buralarda hüküm sürdükten sonra bir bölümü Orta Asya’ya tekrar geri dönmüş, kalanları ise Anadolu içlerine doğru ilerlemiş, buralarda uygarlıklar kurarak, çoğalıp çeşitli kabileler, boy ve soylara bölünerek muhtelif devletler kura gelmişlerdir. Nuh Tufanı efsanelerinde bu hususta çeşitli bilgilere rastlanmaktadır.

Önemine binaen tekrarlamakta fayda var. İslamiyet gelmeden çok önceleri de TÜRK vardı. Dahası, zaten Türkler evvelinde de Müslüman idi. Yukarda da değindiğimiz üzere, Şamanlık, orijini NUH şeriatı olan; Hazreti Muhammedi (SAV) in vesile olduğu “EKMEL DİN” in belki de sadece bir alt versiyonu idi. Şamanizmi incelediğimizde bunu açıkça anlamak, taktir etmek ve görmek mümkündür. Ahmet Yesevi’den intikal ve Yahudi asıllı bozguncu Abdullah Bin Sebe (sebailik) ile hiçbir ilgi ve alâkası olmayan, bütünüyle ‘nev-i şahsına münhasır’ Şii-Batıni karakterinde uzak, saf İslâm ve ‘ehli Sünnet ve’l Cemaat’ esasını baz alan Hacı Bektaş-ı Veli Aleviliğini incelediğimiz taktirde de aynı izlere ulaşırız. Zira, Şamanizm ile İslâm arasında kayda değer ciddi çelişkiler yumağı yoktur. Bu tarihi süreçte “orijinal İslâm, adeta bir Türk İslâm’ı” biçiminde şekillenmiştir.

Şüphesiz ATATÜRK’ de bunu anlamış ve görmüştür. (26)

Bütün bu tarihi ve tabii-doğal gerçekleri inkâr eder ve yaklaşık 4000 yıldır bu toprakların TÜRK olduğunu görmezden gelirsek, o zamanda düşman/batı derki sana "mademki Anadolu’ya yeni geldiğini kabul ediyorsun, o halde çek git" buradan. Ya terk et Anadolu’yu, ya da benim dayattıklarımı kabul et. 1500 yıldır özellikle Türklere, 1400 yıldır da bütün insanlık ve İslâm alemine Papalıkça oynanan oyun bu değil mi ?

Ak-at Kralı Naram-Şin’in (M.Ö 2200) Anadolu seferlerini anlatan "Şartamhari" beyannamesinin (kil tabletler) 15. maddesinde şöyle yazılıdır. “Türki kralı İlsu-Nail” Yine Ak-at tabletlerinde; Mardin merkez olmak üzere, güney Anadolu ve Musul,Kerkük dolaylarında yerleşik Hurriler de Türk kavmidir. Hurri dilinin filolojik kökeni ve özelliği Türkçe’ dir. Hurriler’in torunları Urartular da Hurri dili özelliği taşıyan dile sahiptir. Hurriler proto-Türk kavimleridir. Tıpkı Sümerler gibi. Anadolu Türk ün ikinci Vatanı değil, Orta Asya ile birlikte en eski Yurtlarından biridir. Anadolu ya (MÖ 700) Kafkaslardan gelen İskitler (Sakalar) Türk kavmidir. Urartular’a devamlı saldıran Asurları tarih sahnesinden silen İskitlerdir. Urartu başkenti Tuşpa (Van) da Şamran suyu diye bilinen su kanalları Urartu mühendisliğinin şaheseridir. Bugün Orta Asya da (Doğu Türkistan, Sincan) Şamran suyundan çok daha ileri teknikte 4500 yıllık (yer üstü ve yer alt&#305 Karız ve Jinhan kanalları vardır. Karız ve Jinhan kanalları, bu gün Çin sınırları dahilinde yer alan üç mimarı harikadan biri olarak kabul edilmektedir.

Büyük göçe neden olan bölgesel kuraklık sırasında Tanrı Dağlarındaki suyu buharlaşmaması için 60 kilometre mesafeye taşıyan Karız kanallarının toplam uzunluğu 5100 kilometreyi bulmaktadır. Uzunlukları 4 ile 60 km. arasında değişen Karızların sayısı 1800 civarındadır.

Bu muazzam kanallar ve su yolları, en az Mısır piramitleri veya Aztek / İnka tapınakları kadar, hattâ onlardan çok daha önemli, gerekli, değerli ve insani amaçlarla inşa edilmiş olup; Aynı dönemde demir ve bakırı işleyen ve modern tarım yöntemlerini büyük bir başarıyla uygulayan (27) Atalarımızın eseridirler. Bu eserler ve benzerleri, bu günkü Tanrı Dağı ve civarından, Mezopotamya ve Anadolu dahil çok geniş bir coğrafyada net bir biçimde görülür.

Dikkat edilirse, atalarımızın tarih boyunca inşa ettiği bütün eserler insanlık yararına, üretim ve hizmete yöneliktir. Hepsinde “kamu yararı” baz alınmıştır. Çok önemli bir kültürel değer ve eser olan ve Türk tarihine ışık tutan “Orhun Kitabeleri” ise, son derece mütevazi boyutlarda inşa edilmiştir. Bunda ibret alınacak dersler vardır.

Evet, şimdi Nuh Tufanını ve Sümerleri baz alırsak bu topraklar, gerçekten de Atatürk’ün dediği gibi yaklaşık 7000 yıllık; (*) Orta Asya’dan ilk göç dikkate alındığında ise, en azından kırk asırlık (4000 yıllık) Türk Yurdudur. Doğu Roma tarihi ayrıntılı bir biçimde incelenirse eğer, günümüz için sürpriz sayılacak çok enteresan bilgilere de ulaşmak mümkün görülmektedir. Dış düşmanlar ve iç işbirlikçileri, bunun içindir ki; TÜRK’ e tekrar "yüksek, asil ırkını, nadir harsını-kimliğini, kişiliğini, nadir kültür ve medeniyetini öğreten” ATATÜRK e düşmandırlar.

Burada Atatürk tarafından ortaya atılan “Güneş Dil” teorisini de çok iyi anlamak ve bu bağlamda inceleyip-irdelemek gerekir. Ancak, bu tez-teori Atatürk zamanında her nedense fazla işlenmemiş, bir şekilde göz ardı edilmiş ve 1938’den itibaren tarihi bir sır gibi saklanması cihetine gidilmiştir. 1960’dan sonra ise kamusal ve kurumsal alandan bütünüyle çıkartılmış bir teoridir. Ne yazık ki, hiçbir Üniversite konuyla ilgilenmemektedir !..

Mezkür çarpık zihniyetin fanatik ve dış bağlantılı, işbirlikçi taraftarları işte 1938’ den bu yana, bazen açıkça çoğunlukla da gizlice-sinsice ATATÜRK İlke ve inkılâplarını, yani ‘KEMALİZMİ” menfur bir ‘grek orijinli’ karşıdevrimle yok ederek, planlı bir şekilde rejimi ne olduğu belirsiz (dejenere) ve ABD tarafından tam bir haçlı zihniyeti ile yazılan GERÇEK FURKAN doğrultusunda "ılımlı İslam" modeline çevirmek için var güçleriyle çalıştılar, çalışıyorlar, çalışmaktalar.

Atatürk’ün cumhuriyetin geleceğini emanet ettiği saf ve masum Türk gençleri ve çocuklarına, emperyalist işbirliğiyle hazırlanan Atatürk sonrası Tarih kitaplarına inatla "sen Anadolu’ya 1071 de geldin, medeni değilsin, vahşisin, göçebesin, 1071 öncesinde Anadolu’da sen yoktun” anlamına gelen ifade ve ilhamlarla, hattâ açıkça-alenen yazıp, çizerek, niteliği henüz netleşmemiş ve orijini tanımlanmamış “Türk-İslam sentezi” adı altında, namazsız, niyazsız, imansız, şuursuz, takva dışı uyduruk bir “takiyye” (din, inanç tüccarlığ&#305 aşılamak için ellerinden geleni yaptılar. Yapmaktalar. Bu günde: "Türk sen azınlıksın Anadolu zaten mozaiktir, sen geleli 1000 yıl bile olmadı, senden önce burada halklar vardı" tezini işliyorlar. Alt kimlik, üst kimlik gibi, milli devletle örtüşmeyen saçma sapan görüşler ileri sürüyorlar. Her biri asli-esas kurucu unsurlar konum ve durumunda bulunan ve aralarında insani, medeni ve yasal (vatanda&#351 hakları bakımından en küçük bir ayrılık-gayrılık olmayan insanlar arasına fitne-fesat ve tefrika tohumları ekmeye çalışıyorlar. Atatürk’ün Anayasası’ndan (1928) bu nedenle ve bu art niyetle, bilinçli olarak “MİLLİ” sözcüğü kaldırılmış (1961) ve parçalardan biri veya ‘bir kümenin elemanı/birim’ anlamına gelen ve bu anlama yol açarak ‘ırkçılığı çağrıştıran, ayrımcılığı teşvik ve tahrik eden’ milliyetçilik deyimleri konulmuştur. Bu nedenle: “Cumhuriyetin en büyük ihanet ve kırılma hareketi” 27 Mayıs 1960 başkaldırısı (ihanet hareketi) dir.

22. Kaynak: Pitman, Walter; Ryan, William, "Noah's Flood:The New Scientific Discoveries About The Event That Changed History," Simon Schuster, 1998, ISBN 0-684-81052-2

23. Direnen Türkler, Müslüm Ulusoy, Tanı Yayın-Ankara, 2006

24. ÖZKAYNAK, 2006-49 – Aylık Dergi, s. 3, Ankara

25. ÖZKAYNAK, 2006-49 – Aylık Dergi, s. 3, Ankara

26. Atatürk’ün Kur’an Kültürü, Yard. Doç. Dr. Abdurrahman Kasapoğlu – İlgi Yayınları, 2006-İstanbul ve Seni Anlasaydık Bu Hale Gelmezdik, İbrahim Candan – Akasya Yayınları, 2005-Ankara.

27. Belde Gazetesi, 12 Eylül 2006 – Ankara
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
HelenSayha (13. May 2009)