Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:50 AM   #4
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

25-27. ayetlerde anlatılan olaylar, aynı zamanda insanlığa ders verici bir nitelik de içermektedir. Bu dersi merhum Seyyid Kutub şöyle açıklamıştır:

“Yirmi yedinci ayetten öğreniyoruz ki, kızların babası gayet açık ve sade bir dille hangisi olduğunu belirtmeden kızlarından birini Musa`ya öneriyor. Belki de adam; daha önce de belirttiğimiz gibi delikanlı ile arasında karşılıklı güven ortamı oluşan kızının hangisi olduğunu sezmişti. Adam kızını nikahlamasını istiyor ve bundan utanmıyor. Bir aile kurmayı, bir yuva oluşturmayı öneriyor, bunda da utanılacak bir şey yoktur. Sıkılmaya, çekingen davranmaya, dolaylı sözlerle ima etmeye gerek yoktur. Normal fıtrattan sapan, yapay, boş ve anlamsız geleneklere kul-köle olan toplumlarda görülen zorlamalara, törelere gerek yoktur. Butür toplumlarda yaygın bu anlamsız gelenekler babayı ya da kızın velisini, kızını veya kız kardeşini ya da bir yakınını ahlâkını ve dinini beğendiği, evlilik hayatını sağlıklı bir şekilde yürüteceği yeterlilikte olduğunu düşündüğü birine önermesine engel oluştururlar. Bu toplumlarda erkeğin ya da velisinin yahut vekilinin ilk adımı atması bir zorunluluktur. Aksi takdirde teklifin kız tarafından gelmesi yakışık almaz. Bu tür sapık toplumların çifte standartlarından biri de şudur: Bu toplumlarda genç erkekler ve kızlar serbestçe buluşur, birbirleriyle konuşur, kaynaşırlar. Nişan ve evlilik niyeti söz konusu olmadan birbirlerinin vücutlarının gizli yönlerini görürler. Ama nişanlanma önerilince ya da evlilikten söz edilince birden herkesi yapmacık bir utanma alır, araya aşılması güç engeller konur. Açıklığa, sadeliğe ve kolaylığa engel olurlar.
Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- döneminde babalar kızlarını erkeklere önerirlerdi. Hatta bizzat peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- gidip kendileriyle evlenmesini, olmasa uygun gördüğü biriyle evlendirmesini isterlerdi. Bütün bunlar açık bir dille, tertemiz duygularla, güzel bir edeple ifade edilirdi. Hiç kimsenin onuru incinmez, kesinlikle utanç duymazdı. Nitekim Hz. Ömer -Allah ondan razı olsun- kızı Hafsa`yı Hz. Ebu Bekir`e önermiş ama Hz. Ebu Bekir ses çıkarmamıştı. Sonra Hz. Osman`a teklif etmiş, o da mazeret belirtmişti. Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- bunları duyunca "belki de Yüce Allah her ikisinden daha iyi birisini ona nasip eder" diyerek Hz. Ömer`in gönlünü hoş etmişti. Daha sonra peygamberimiz Hz. Hafsa ile evlenmişti. Yine bir gün bir kadın peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun- kendisiyle evlenmesini istemişti. Fakat peygamberimiz mazeret bildirerek kendisiyle evlenemeyeceğini belirtmişti. Bunun üzerine kadın istediği bir kişiyle evlendirmek üzere velayetini -evlendirme yetkisini- ona bırakmıştı. Peygamberimiz de onu Kur`an`dan iki sure ezbere bilmekten başka mal varlığı bulunmayan bir adamla evlendirmişti. Adam kadına bu iki sureyi öğretmiş, bu da kadının mehri yerine geçmişti.
İşte İslâm toplumu, aile binasını, organik yapısını, bu derece sade ve aydınlık bir ortamda gerçekleştiriyordu. Herhangi bir zorlamaya, lafı evirip çevirmeye, yapmacık ve eğri büğrü tavırlara yer vermeden...
Musa`nın yanındaki yaşlı adam da böyle yapmıştı. Musa`ya bu öneride bulunmuş ve kendisine zorluk çıkarmayacağına, ağır işlere koşturup yormayacağına söz vermişti. Allah`ın izniyle davranışları ve sözüne bağlılığı açısından Musa`nın kendisini iyi bir insan olarak bulmasını dilemişti. Bu da Yüce Allah`a karşı kendisinden söz ederken insanın takınacağı güzel bir edep tavrıdır. Buyaşlı adam da kendisini temize çıkarmıyor, kesinlikle iyi bir insan olduğunu söylemiyor. Sadece öyle biri olmayı ümit ediyor, bu işi de Yüce Allah`ın iradesine bırakıyor.
Musa öneriyi kabul ediyor, sözleşmeyi uyguluyor; aynı açıklık ve dikkatlilikle. Ve Allah`ı şahit tutuyor. (Seyyid Kutub; Fi Zılali’l-Kur’an)


29 - Artık Musa eceli [süreyi] gerçekleştirip ehliyle [ailesiyle, yakınlarıyla] yola çıkınca, Dağ tarafından bir ateş hissetti. Ailesine, “Benim size bir haber getirmem için siz [burada] durun; ben bir ateş hissettim. Yahut ısınırsınız diye o ateşten bir parça getiririm.” dedi.
30- 32- Sonra oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vadinin sağ tarafından, bir ağaçtan seslenildi: “Ey Musa! Hiç şüphesiz ki Ben, âlemlerin Rabbi Allah’ın ta kendisiyim! Ve asanı at! —Asayı yılan gibi deprenir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.- Ey Musa! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Elini koynuna sok, kusursuz bembeyaz çıkacaktır. Korkudan kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır.”
33, 34 – O [Musa] dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir can öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Harun’u da. O dil itibariyle benden daha fasihtir. O nedenle onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”
35 – O [Allah] dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir kudret kılacağız. Sonra da onlar ayetlerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve size tabi olanlar üstün olanlarsınız.”

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, Musa peygamberin kendi ailesi ve yakınları ile birlikte Medyen’den ayrılması hayatındaki yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmuştur. Bu ayet grubu, bundan önce inmiş surelerde daha detaylı olarak aktarılmış olan olayların kısa bir hatırlatması mahiyetindedir. Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, Medyen’den yola çıkan ve aralarında Musa peygamberin kardeşi Harun’un da bulunduğu kafile, (Kitab-ı Mukaddes’e göre kafilede Musa peygamberin kayınpederi de vardır Mısır’a doğru gitmektedir. Çünkü Musa peygamberin ilk vahiy aldığı yer olan Tur Dağı, Medyen’den Mısır’a giden yol üzerindedir.
Musa peygamberin hayatının bu döneminde başından geçen olaylar, Kitab-ı Mukaddes’te bu ayet grubundakinden farklı bir sırada yer almaktadır:

Çıkış; 4/18:

18- Musa kayınbabası Yitro`nun yanına döndü. Ona, "İzin ver, Mısır`daki soydaşlarımın yanına döneyim" dedi, "Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı?" Yitro, "Esenlikle git" diye karşılık verdi.

Çıkış; 18/1-8:

1- Musa`nın kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro, Tanrı`nın Musa ve halkı İsrail için yaptığı her şeyi, RAB`bin İsrailliler`i Mısır`dan nasıl çıkardığını duydu.
2, 3- Musa`nın kendisine göndermiş olduğu karısı Sippora`yı ve iki oğlunu yanına aldı. Musa, "Garibim bu yabancı diyarda" diyerek oğullarından birine Gerşom adını vermişti.
4- Sonra, "Babamın Tanrısı bana yardım etti, beni Firavun`un kılıcından esirgedi" diyerek öbürüne de Eliezer adını koymuştu.
5- Yitro Musa`nın karısı ve oğullarıyla birlikte Tanrı Dağı`na, Musa`nın konakladığı çöle geldi.
6- Musa`ya şu haberi gönderdi: "Ben, kayınbaban Yitro, karın ve iki oğlunla birlikte sana geliyoruz."
7- Musa kayınbabasını karşılamaya çıktı, önünde eğilip onu öptü. Birbirinin hatırını sorup çadıra girdiler.
8- Musa İsrailliler uğruna RABB`in Firavun`la Mısırlılar`a bütün yaptıklarını, yolda çektikleri sıkıntıları, RABB`in kendilerini nasıl kurtardığını kayınbabasına bir bir anlattı.

Çıkış, 3/1:

1- Musa kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro`nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı`nın dağına, Horev`e vardı.

Çıkış, 4/18:

18- Musa kayınbabası Yitro`nun yanına döndü. Ona, "İzin ver, Mısır`daki soydaşlarımın yanına döneyim" dedi, "Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı?" Yitro, "Esenlikle git" diye karşılık verdi.

Ayrıca Kitab-ı Mukaddes ve Talmud’a göre, Musa peygamberin evinde yetiştiği Firavun, o Medyen’de iken ölmüş ve yerine başkası geçmiştir.

29. ayette, Medyen’den ayrılışın belirlenen sürenin tamamlanmasını takiben olduğu bildirilmiş ancak bu sürenin Musa peygamber ile kayınpederi arasında konuşulmuş sürelerden hangisi olduğu [sekiz sene mi, on sene mi olduğu] bildirilmemiştir. Bu konuda rivayet mekanizması yine boş durmamış ve süre kimine göre 10 sene, kimine göre 10+10 sene olmuş, kimine göre de peygamberimiz bunu Cebrail’e sormuş, Cebrail de on yılı tamamladığını haber vermiştir.
35. ayette Allah’ın Musa peygambere “Seni kardeşinle destekleyeceğiz” demesi, Musa peygamberin talebi üzerinedir. Musa peygamberin talebi ve bu talebin Allah tarafından kabul edilmesi başka ayetlerde de geçmektedir:

O [Musa]; “Rabbim! Seni çok arındırmamız ve Seni çok çok anmamız için göğsümü aç, işimi bana kolaylaştır. Dilimden de düğümü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ve ehlimden; kardeşim Harun’u benim için bir vezir kıl, onunla arkamı kuvvetlendir. İşimde onu bana ortak et. Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun.” dedi.
O [Allah] dedi: “Ey Musa! İstediğin sana verildi. (Ta Ha/25-36)


Ve rahmetimizden ona, kardeşi Harun’u bir peygamber olarak ihsan eyledik. (Meryem/53)

35. ayetin sonunda yer alan“Siz ikiniz ve size tabi olanlar üstün olanlarsınız” ifadesinde haber verilen galibiyet ile ya o şartlar altında Musa peygambere verilen hüccet ve delillerin sağlayacağı bir galibiyet ya da başka bir zamanda gerçekleşecek bir devlet galibiyeti kastedilmiştir. Bizim görüşümüze göre birinci şık ayetin lâfzına daha yakındır.
Yüce Allah, Musa peygambere verdiği destek ve güvenceyi bütün elçilerine vermiş, onları daima korumuş ve muzaffer kılmıştır. Şüphesiz ki, elçilerin izinde yürüyenleri de koruyacaktır:
Ey iman etmiş kişiler! Sizler Musa`ya eziyet eden kimseler gibi olmayın. İşte, Allah onu [Musa’yı], onların [eziyet edenlerin] söylediklerinden temize çıkardı. Ve o, Allah katında mevki sahibi [değerli] biri idi. (Ahzab/69)
Ey Rasül! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Allah kesinlikle, küfre batmış topluluğa doğru yolu göstermez. (Maide/67)
Allah: “Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Aziz’dir. (Mücadile/21)
Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere dünya hayatında ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz. (Mü’min/51)
Ve ant olsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171-173)

36 - Musa onlara apaçık ayetlerimiz ile gelince, “Bu, sadece uydurulmuş bir sihirdir. Ve biz önceki babalarımızdan bunu işitmemiştik” dediler.
37 - Musa da dedi ki: “Benim Rabbim, kendi katından kimin hidayet rehberi ile geldiğini ve yurdun akıbetinin kim için daha iyi olacağını daha iyi bilendir. Şüphesiz ki zalimler, kurtuluşa eremezler.”
38 – Firavun da; “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak [tuğla imal et] da Musa’nın ilâhına muttali olmam için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki onun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi.
39 - O [Firavun], kendisi ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerine inandılar.
40 - Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Şimdi, zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak!

Bu ayet grubunda, Musa peygamberin Mısır’a vardıktan sonra yaşadığı olaylar çok kısa olarak hatırlatılmakta ve kendilerine gösterilen açık mucizelere rağmen eski inançları üzerinde ısrar ederek büyüklük taslayan Firavun ve askerlerinin denizde boğularak yok edildikleri bildirilmektedir.
36. ayette sözü edilen, Musa peygamberin Firavun ve yandaşlarına getirdiği “apaçık ayetler”, tevhit mesajını iletirken ortaya koyduğu öğretilerdir ki, bu ayrıntılar Kur`an`da diğer ayetlerde zikredilmiştir:

Sonra de ki: “Arınmaya var mısın? Ve de seni Rabbine kılavuzlayayım da ona haşyet duyasın!” (Naziat/18, 19)

Hemen ona gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrailoğullarını bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir ayet ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır.
Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahy edildi.’ deyiniz.” (Ta Ha/47, 48)

Firavun, 38. ayette kendisi için kullandığı “ilâh” sözcüğünü “yer ve göklerin yaratıcısı” anlamında kullanmamıştır. Çünkü böyle bir şey ancak bir deli tarafından ortaya atılabilir. Ayrıca Firavun’un o ayetteki sözleri, onun kendisinden başka ilâhların da var olduğunu kabul ettiği anlamına gelen sözlerdir. Nitekim Mısırlılar birçok tanrıya ibadet etmekteydiler ve bizzat Firavun, Güneş Tanrısı`nın hulûl ettiği şahıs hâline getirilmişti. Zaten Kur’an da Firavun`un birçok tanrısı olduğuna tanıklık etmektedir:

Firavun kavminden ileri gelenler de; “Seni ve senin ilâhlarını / seni ilâh edinmeyi terk etsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa’yı ve kavmini serbest bırakacaksın?” dediler. [Firavun da] Dedi ki: “Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve biz onlar üzerinde kahredicileriz [ezici bir güce sahibiz].” (A`raf/127)

Dolayısıyla Firavun, kendisi için kullandığı “ilâh” sözcüğüyle kendisinin zarurî yaratıcı ve hakikî ulûhiyet sahibi olduğunu değil, tartışmasız yüce iktidar sahibi olduğunu kastetmiştir.

FİRAVUN’UN İNANCI

Kur’an’da Firavun’un inancı konusunda bilgi edinilebilecek ayetler mevcuttur:

Ve Firavun kavmine seslendi ki: “Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz? Yahut ben, nerede ise meramını anlatamayan, şu zavallı kişiden daha hayırlı değil miyim? Onun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar halinde melekler gelmeli değil miydi?” (Zühruf/51–53)

Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir adam: “Bir adamı ‘Rabbim Allah’ dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o kesinlikle size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o bir yalancı ise bir bakarsın ki onun yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir kısmı başınıza gelir. Şüphe yok ki Allah aşırı giden bir yalancıya kılavuz olmaz. Ey kavmim! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün mülk [yönetim] sizindir. Dünyada yüze çıkmış bulunuyorsunuz. Peki, eğer gelecek olursa Allah’ın hışmından bizi kim kurtarır?” dedi. Firavun: “Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece size doğru yola kılavuzluk ediyorum” dedi.
O iman etmiş olan kimse de: “Ey kavmim! Şüphesiz ben sizin hakkınızda Ahzab’ın günü gibi; Nuh Kavmi’nin, Ad’ın, Semud’un ve daha sonrakilerin maceraları gibi korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir zulüm istemez. Ey kavmim! Şüphesiz ben size gelecek o çağrışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için Allah’tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur” dedi.
Ve ant olsun ki, bundan önce size Yusuf delillerle gelmişti. O zaman da onun size getirdiği şeylerde şüphe edip durmuştunuz. Nihayet vefat ettiğinde de “Bundan sonra Allah asla elçi göndermez” dediniz. Allah aşırı giden, şüpheci olan kişileri işte böyle saptırır.
O kişiler, kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah’ın ayetleri hakkında mücadele ederler. (Bu durum) Allah katında ve iman edenler yanında buğz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar. (Mümin/28–35)

Yukarıdaki ayetler dikkatlice okunduğunda, Firavun’un Allah’ı ve melekleri inkâr etmediği anlaşılmaktadır. Fakat bazıları Firavun’un mübalâğalı iddiasına bakarak onun Allah’ı inkâr ettiği veya kendisini Allah yerine koyduğu anlamını çıkarmışlardır. Oysa Firavun’un Allah’ı göklerin hâkimi olarak kabul ettiği, özellikle Zühruf suresinin 53. ayetinden belli olmaktadır. Firavun’un reddettiği husus, Allah’ın elçiler göndererek emirler bildirmesi ve kendisinin yeryüzündeki hükümranlığına müdahale etmesidir. Çünkü Firavun kendisini teoride bütün insanlığın siyasî anlamda rabbi [hâkimi] olarak görüyor ve hükümranlığını kendisinin Güneş Tanrısının insan şeklindeki sureti olduğu iddiasına dayandırıyordu. Nitekim bu konuya “Mısır Dini” başlığı altında yer vermiş olan Ana Britannica Ansiklopedisi, Eski Mısır’da firavuna tapınmanın, onun Tanrı’nın oğlu kabul edilmesi sebebiyle olduğunu ve firavunun ülkesini, Mısır tanrıları adına yönettiğini yazmaktadır. (Ana Britannica; c:22, s:373) Sonuç olarak, bazıları tarafından ileri sürülmüş olan Firavun’un kendisini gerçek ilâh ve Rabb yerine koyduğu tezi, hem Kur’an’a hem de bilimsel araştırmalara uymamaktadır.

36, 37. ayetlerde nakledilen Musa peygamber ile Firavun arasındaki konuşma Şuara suresinde şöyle geçmektedir:

O [Musa]: “Eğer yakinen bilmiş olsanız O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbi’dir.
O [Firavun], etrafında bulunanlara; “İşitmiyor musunuz?” dedi.
O [Musa]; “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir.” dedi.
O [Firavun]; “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle mecnundur.” dedi.
O [Musa]; “Şayet aklınızı kullansanız O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir” dedi. (Şuara; 24–28)

Firavun ve yandaşları da Musa peygambere tekrar tekrar şu cevapları vermişlerdir:

Onlar: “Sen atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin ve yeryüzünde saltanat ikinizin olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmayız" dediler. (Yunus/78)

O [Firavun]: “Ey Musa! Sen sihrinle bizi arzımızdan çıkarmak için mi geldin bize? O hâlde biz de onun gibi [senin sihrin gibi] bir sihirle sana geleceğiz. Şimdi bizimle senin aranda bir buluşma zamanı / yeri kıl [belirle] ki; bizim ve senin karşı çıkmayacağımız düz ve geniş bir yer olsun” dedi. (Taha/57, 58)

Ve Firavun: “Bırakın beni, öldüreyim Musa`yı, o da Rabbini çağırsın. Şüphesiz ben onun, sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa çıkarmasından korkuyorum” dedi. (Mümin/26)

Firavun’un Haman’la yaptığı 38. ayetteki konuşma, başka ayetlerde de geçmektedir:

Ve Firavun: “Ey Haman! Sebeplere; göklerin sebeplerine olaşmam için bana bir kule yap da Musa’nın ilâhına muttali olayım [Musa`nın ilâhının ne olduğunu anlayayım]. Ve şüphesiz ben onun yalancı olduğuna kaniyim” dedi. İşte böylece Firavun`a amelinin kötülüğü süslü gösterildi de yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni yalnızca boşu boşunadır. (Mü’min/36- 37)

Firavun, Haman ve bu ikisinin emir erleri durumunda olanların üzerine, ahiretteki rezillikten önce bu dünyada da rezillik kılınmıştır. Yani onlar için iki dünyada da rezillik söz konusudur:

Kuvvetçe, seni çıkaran kentten daha şiddetli nice kentleri helâk ettik. Öyle ki kendileri için yardımcı diye bir şey olmadı. (Muhammed/13)


Ant olsun ki Biz Musa`yı da ayetlerimizle ve apaçık bir belge ile Firavun ve ileri gelenlerine gönderdik [elçi yaptık]. Ama onlar Firavun`un emrine uydular. Hâlbuki Firavun`un emri Reşit [doğruya ulaştıran] değildir.
O [Firavun] kıyamet günü, kavminin önüne düşer. -Artık o [Firavun], bunları [kavmini] ateşe götürmüştür. O varılan yer de ne kötü bir yerdir!-
Ve bunda [bu dünyada] ve kıyamet gününde lânetle izlendiler. -Verilen bu vergi ne kötü vergidir!- (Hud/96-99)

Firavun’un Haman’a kule yaptırıp gökte ilâh araması, İslam karşıtlığında ölçüyü kaçıran zihniyetin çağımızda sergilediği bazı densizce yaklaşımlara benzemektedir. Bu zihniyetin çağdaş temsilcilerinden biri olan Marksist kozmonot Yuri Gagarin de uzaya gidip geldikten sonra benzer alaycı bir ifadeyle gökte -hâşâ- Allah görmediğini söylemiştir. Allah’ı bir kuleden görmek isteyen eski zaman aptalı ile Allah`ı uzayda arayıp bulamadığını söyleyen bugünkü türdeşleri arasında dikkat çekici bir benzerlik söz konusudur.
Kur’an, Firavun’un gerçekten böyle bir kule inşa ettirip de onun üzerinden Allah’ı görmeye çalışıp çalışmadığı konusunda herhangi bir açıklama getirmemiştir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla