Konu: Tevbe Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. August 2010, 12:08 AM   #10
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Peygamber'in huzurunda oturunca, “Ey Allah'ın Rasûlü! Tevbemin kabulü vesilesiyle Allah ve Rasûlü uğrunda sadaka olmak üzere malımın tamamını dağıtmak istiyorum” dedim. Rasûlullah, “Malının tamamını dağıtma, bir kısmını kendine ayır, bu senin için daha hayırlıdır” buyurdu. Ben de, “Hayber'deki hissemi kendime ayırıyorum, yâ Rasûlallah, Allah beni doğruluğum yüzünden kurtardı, ben de bundan sonra hayatta olduğum sürece hep doğruyu söylemeye söz verdim” dedim. Ve Allah'a yemin olsun ki, bu sözümü Hz. Peygamber'e aktardığım günden beri Müslümanlardan, doğru söyleme konusunda Allah'ın beni imtihan ettiği gibi güzel imtihan olan birini bilmiyorum. Ve yine yemin ederim ki, bu ahdimi Rasûlullah'a söylediğim andan bugüne kadar asla bilerek yalan söylemeye teşebbüs etmedim. Allah'ın beni hayatımın kalan kısmında da yalan söylemekten korumasını dilerim.”

Ka‘b der ki: İşle bu hâdise üzerine yüce Allah, Andolsun ki, Allah, Peygamber'le birlikte bir kısmının kalpleri kısmen sarsıldıktan sonra kendisine güçlük zamanında tâbi olan Muhâcirlerle Ensâr'ı tevbeye muvaffak kıldı, sonra da tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, çok esirgeyen ve çok bağışlayandır. Savaştan geri bırakılan üç kişinin tevbelerini de kabul etli. Yeryüzü tüm genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanlarını sıkıştırmıştı ve onlar Allah'tan başka sığınacak bir yer olmadığını anladılar. Bundan sonra eski hâllerine dönsünler diye Allah, onların tevbelerini kabul buyurdu. Şüphesiz Allah tevbeyi en çok kabul eden ve gerçekten esirgeyendir. Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve doğru olanlarla beraber olun (Tevbe/117-119) âyetlerini indirdi.[24]

119. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a takvâlı davranın ve doğru kimselerle birlikte olun.

120-121. Medîne halkı ve bedevî Araplardan civardakiler için, Allah'ın Elçisi'nden geri kalmaları ve o'nun canından evvel kendi canlarını düşünmeleri olacak şey değildir. İşte bu, Allah yolunda isabet eden her susuzluk, her yorgunluk ve her açlık, kâfirleri öfkelendirecek ayak bastıkları her yer ve düşmana karşı elde ettikleri her başarı karşılığında kendilerine mutlaka sâlih bir amel yazılmış olması, yaptıkları küçük ve büyük her infak ve geçtikleri her vâdi karşılığında, mutlaka kendileri için, yaptıkları işin daha güzeliyle Allah'ın kendilerini mükâfatlandırması yazılmış olması sebebiyledir. Şüphesiz Allah muhsinlerin [iyilik-güzellik üretenlerin] ödülünü zayi etmez.

122. Mü’minlerin, önlem almaları için, hepsinin birden topyekun ayrılmaları da olmazdı. Öyleyse, dinde derin bilgi elde etmeleri, toplumları kendilerine döndükleri zaman onları uyarmaları için onlardan her kesimden bir tâifenin, ayrılmaması gerekmez miydi?

123. Ey iman etmiş kimseler! İnkârcılardan tehlike oluşturan kişiler ile savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar. Ve şüphesiz Allah'ın, takvâ sahipleri ile birlikte olduğunu biliniz.

124. Ve bir sûre indirildiği zaman, içlerinden bir kimse, “O [indirilmiş sûre] hanginizin imanını arttırdı?” der. Fakat iman etmiş kimselere gelince, o [inen sûre], onların imanını arttırmıştır ve onlar sürekli olarak müjdelenip duruyorlar.

125. Kalplerinde bir hastalık olanlara gelince de; onların da pisliklerinin içine pislik ilave etmiştir. Ve onlar kâfir olarak ölmüşlerdir.

126. Onlar her yıl bir veya iki kere şüphesiz kendilerinin fitnelendirildiklerini [denendiklerini] görmüyorlar mı? Sonra da tevbe etmiyor ve öğüt almıyorlar.

127. Bir sûre indirildiğinde, bazısı bazısına bakar: “Sizi bir kimse görüyor mu?” Sonra sırt çevirir giderler. Gerçekten onlar, iyice anlayıp kavramayan bir topluluk olmaları dolayısıyla, Allah onların kalplerini çevirmiştir.

128. Andolsun, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, sadece inananlara çok sevecen ve çok merhametli bir elçi gelmiştir.

Bu pasajda, mü’minlere birtakım emirler verilmiş, uyarılarda bulunulmuş ve verilen nimetler sayılmış ve onlardan bu nimetlerin kadrini bilmeleri istenmiştir. Bu nimetler şunlardır:

• Mü’minler, Allah'a takvâlı davranmalı ve doğru kimselerle birlikte olmalıdırlar.

• Medîne halkı ve bedevî Araplardan civardakiler (bunlar, Müzeyne, Cüheyne, Eşca, Eslem ve Gıfâr kabileleridir), Allah'ın Elçisi'nden geri kalmamalı ve o'nu kendi canlarından önde tutmalılar. Çünkü Allah, küçük-büyük onların her gayretini ödüllendirmeyi Kendisine borç bilmektedir. Şüphesiz Allah muhsinlerin [iyilik-güzellik üretenlerin] ödülünü zayi etmez.

• Mü’minler hep birden topyekun yola koyulmamalı, onlardan her kesimden bir tâife, dinde derin bilgi elde etmek ve önlem almaları umuduyla toplumlarına döndükleri zaman onları uyarmak için yola koyulmalıdır.

• Mü’minler, inkârcılardan tehlike oluşturan kişilerle savaşmalı ve kâfirler mü’minlerde bir sertlik bulmalılar ve Allah'ın, takvâ sahipleri ile birlikte olduğunu bilmeliler.

Mü’minlere bu talimatlar verildikten sonra münâfıklar ile samimi mü’minlerin durumu hakkında bilgiler verilmektedir: Bir sûre indirildiği zaman, içlerinden bir kimse, “O [indirilmiş sûre] hanginizin imanını arttırdı?” der. Fakat iman etmiş kimselere gelince, o [inen sûre], onların imanını arttırmıştır ve onlar sürekli olarak müjdelenip duruyorlar. Kalplerinde bir hastalık olanlara gelince de; onların da pisliklerinin içine pislik ilave etmiştir. Ve onlar kâfir olarak ölmüşlerdir. Onlar her yıl bir veya iki kere şüphesiz kendilerinin fitnelendirildiklerini [denendiklerini] görmüyorlar mı? Sonra da tevbe etmiyor ve öğüt almıyorlar. Bir sûre indirildiğinde, bazısı bazısına bakar, “Sizi bir kimse görüyor mu?” Sonra sırt çevirir giderler. Gerçekten onlar, iyice anlayıp kavramayan bir topluluk olmaları dolayısıyla, Allah onların kalplerini çevirmiştir.

Tüm bu açıklamalardan sonra insanlara şöyle sesleniliyor: Andolsun, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, sadece inananlara çok sevecen ve çok merhametli bir elçi gelmiştir.

120. âyetteki, Mü’minlerin, önlem almaları için, hepsinin birden topyekun ayrılmaları da olmazdı. Öyleyse, dinde derin bilgi elde etmeleri, toplumları kendilerine döndükleri zaman onları uyarmaları için onlardan her kesimden bir tâifenin, ayrılmaması gerekmez miydi? ifadesiyle, mü’minlerin hepsinin savaş veya ticaret maksadıyla Rasûlullah'ın yanından ayrılmalarının uygun olmadığı, her kesimden bir grubun mutlaka Rasûlullah'ın yanında kalıp, ilim öğrenmesi ve seferden dönenlere öğrendiklerini öğretmesi gerektiği bildirilmektedir. Bu âyet, bilgi edinmenin zorunlu bir görev oluşuna, öğretmen ve öğrencilerin savaşa götürülmemesi gerektiğine delâlet eder.
Rasûlullah için رئوف[raûf] ve رحيم [rahîm] sıfatlarının kullanıldığı 128. âyette, kasr vardır. Buna göre anlam, “sadece inananlara çok sevecen ve çok merhametli bir elçi” şeklinde olur. Bu durumda, bu mübalağa fail isimlerin Allah'a ait nitelikte olmadığı anlaşılır. Zira Allah'ın raûf ve rahîmliği, sonsuz ve sınırsızdır.

129. Buna rağmen eğer uzaklaşırlarsa hemen de ki: “Bana Allah yeter. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Ben sadece O'na tevekkül ettim O, büyük Arş'ın Rabbidir.”

bir meydan okuma âyeti ile biten sûrenin sonunda Allah, Elçisi'ne, Buna rağmen eğer uzaklaşırlarsa hemen de ki: “Bana Allah yeter. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Ben sadece O'na tevekkül ettim O, büyük Arş'ın Rabbidir demesini emretmektedir.

Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi tevekkül; “kişinin, âcizliğini ortaya koyarak ‘vekil’ olan Allah'ı kendisine vekil tutması, yani inanç olarak varlığını ve varlığının devamını rızık, terbiye ve koruma bakımından Allah'a bırakması, her türlü sonucun kendisi için en iyisi olacağını kabullenmesi ve sonuca razı olması” demektir. Diğer bir ifadeyle tevekkül; “kişinin, azimden [her türlü hazırlığı yapıp kesin karar verdikten] sonra sonucu ‘vekil’e [varlığı ayakta tutan, sürdüren, koruyan ve rızık veren Allah'a] bırakması” demektir.

Buradaki yüz çevirme ifadesi, “Rasûlullah'tan yüz çevirme”, “Allah'a itaatten ve Peygamber'i tasdikten yüz çevirme”, “bu sûrede bahsedilen güç teklifleri kabul etmekten yüz çevirme”, “cihadda Rasûlullah'a yardım etmekten yüz çevirme” şeklinde geniş kapsamlı olarak ele alınabilir.

Bu anlamda Rasûlullah başka âyetlerle de destek görmekteydi:

Doğunun ve batının Rabbidir O. O'ndan başka, tanrı diye bir şey yoktur. Bu nedenle O'nu vekil et! (Müzzemmil/9)

Tevekkül tüm elçilerin aslî görevlerindendir:

Bir de onlara Nûh'un önemli haberlerini oku: Hani o kavmine, “Ey kavmim! Eğer benim aranızda duruşum/size karşı çıkışım ve Allah'ın âyetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki, ben yalnızca Allah'a tevekkül etmişimdir. Artık siz ve ortaklarınız her ne yapacaksanız toplanıp bütün gücünüzle karar veriniz. Sonra bu işiniz size dert olmasın. Sonra bana gerçekleştirin, bana mühlet de vermeyin. Sonra da eğer yüz çevirirseniz; zaten ben sizden bir ücret istemedim! Benim ücretim sadece Allah'ın üzerinedir. Ve ben Müslümanlardan olmakla emrolundum” demişti. (Yûnus/71-72)

Onlar dediler ki: “Ey Hûd! Bize bir açık kanıt ile gelmedin. Ve biz senin sözünle ilâhlarımızı terk edecek değiliz. Biz sana inananlar da değiliz. Ancak ‘Tanrılarımızdan bazısı seni fena çarpmış’ diyebiliriz.” O [Hûd] dedi ki: “Şüphesiz ben Allah'ı şâhit tutuyorum, siz de şâhit olun ki, ben, Allah'ın astlarından O'na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Hadi öyleyse hepiniz bana tuzak kurun, sonra beni hiç bekletmeyin. Şüphesiz ben gerçekten, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, perçeminden yakalayıp denetlemediği hiçbir dâbbeh [hareket eden canlı] yoktur. Şüphesiz ki benim Rabbim dosdoğru bir yol üzerinedir. Buna rağmen yine de sırt çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ve benim Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi halife yapar. Ve siz O'na hiçbir şeyce zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.” (Hûd/53-57)

O [Şu‘ayb], “Ey kavmim! Gördünüz mü [hiç düşündünüz mü]? Şâyet ben Rabbimden bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şâyet O bana Kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse!? Ve Ben size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmeyi istiyorum. Muvaffakiyetim de ancak Allah iledir. Ben yalnızca O'na tevekkül ettim ve ancak O'na yönelirim. Ve ey kavmim! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nûh kavminin veya Hûd kavminin veya Sâlih kavminin başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Ve Lût kavmi sizden pek uzak değildir. Ve Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz ki, benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir” dedi. (Hûd/88-90)

Ve dedi ki: “Ey yavrularım! Bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben, Allah'tan hiçbir şeyi sizden gideremem. Hüküm yalnızca Allah'ındır. Ben sadece O'na tevekkül ettim. Artık tevekkül edenler de sadece O'na tevekkül etmelidirler.” (Yûsuf/67)

İşte böyle, seni, onlar Rahmân'ı inkâr edip duruyorlarken, onlara sana vahyettiklerimizi okuyasın diye kendilerinden önce nice ümmetler gelip geçmiş olan bir ümmet içinde elçi yaptık. De ki: “O [Rahmân], benim Rabbimdir, O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Ben yalnızca O'na tevekkül ettim, dönüşüm de yalnızca O'nadır.” (Ra‘d/30)

Elçileri onlara dediler ki: “Biz ancak sizin gibi bir beşeriz. Velâkin Allah kullarından dilediğini kayırır. Ve Allah'ın izni olmadıkça bizim için size bir delil getirmemiz olacak şey değildir. Onun için de inananlar sadece Allah'a tevekkül etsinler. Ve bize yollarımızı göstermişken, neden biz Allah'a tevekkül etmeyelim! Ve elbette biz, bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz. Tevekkül edenler de yalnız Allah'a tevekkül etsinler.” (İbrâhîm/11-12)

Allah doğrusunu en iyi bilendir.



[1] Suyûtî, el-İtqân.

[2] Zemahşerî, el-Keşşâf.

[3] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[4] Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur’ân.

[5] Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur’ân.

[6] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[7] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[8] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[9] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[10] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[11] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[12] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[13] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[14] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[15] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[16] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[17] Mevdûdî, Tefhîmu'l Kur’ân.

[18] İbn Kesîr.

[19] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb; Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[20] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[21] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[22] İbn Kesîr.

[23] İbn Kesîr.

[24] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla