Konu: Tevbe Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. August 2010, 12:08 AM   #8
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Bu paragrafın sebeb-i nüzûlüne dair kaynaklarda şu bilgiler nakledilmektedir:

Yüce Allah'ın, Söylemediler diye Allah'a yemin ederler diye başlayan âyet-i kerîmesinin, el-Culâs b. Suveyd b. es-Sâbit ile Vedia b. Sâbit hakkında nâzil olduğu rivâyet edilmiştir. Bunlar, Peygamber (s.a) hakkında ileri-geri konuşmuş ve, “Allah'a andolsun eğer Muhammed bizim efendilerimiz ve hayırlılarımız olan diğer kardeşlerimiz hakkında söylediklerinde doğru ise, hiç şüphesiz biz de eşeklerden daha kötüyüz” demişlerdi. Âmir b. Kays kendisine, “Evet, Allah'a yemin ederim Muhammed hem doğrudur, hem doğruluğu tasdik edilmiştir. Şüphe yok ki sen de eşekten daha kötü bir durumdasın” diyerek bunu Peygamber'e (s.a) bildirir. el-Culâs, gelip Peygamber'in (s.a) minberi yanı başında Âmir'in gerçekten yalancı olduğuna dair yemin etti, Âmir ise el Culâs'ın bu sözü gerçekten söylediğine yemin etti ve, “Allahım! Doğru söyleyen Peygamberi'ne (bu hususta) bir şeyler bildir” diye dua etmesi üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.[8]

Yüce Allah'ın, İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti... ile ilgili olarak Katâde şöyle demektedir: Burada sözü edilen kişi Ensâr'dan birisidir. O şöyle demişti: “Allah bana rızık olarak bir şeyler verecek olursa, hiç şüphesiz ondaki Allah hakkını ödeyeceğim ve tasaddukta bulunacağım.” Allah ona bu dediği şeyi verince, bu sefer Kitab-ı Kerîminde size okunan bu buyruklarda belirtilen işleri yaptı. O bakımdan yalan söylemekten kaçının. Çünkü yalan günahkârlığa götürür. Ali b. Yezîd, el-Kâsım'dan, o, Ebû Umâme el-Bâhilî'den rivâyet ettiğine göre Sa‘lebe b. Hatıb el-Ensârî Peygamber'e (s.a) dedi ki: “Allah'a dua et de bana mal rızık versin, ihsan etsin.” Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Yapma ey Sa‘lebe! Şükrünü edâ edebileceğin az bir mal, (şükrünün) altından kalkamayacağın çok (mal)dan hayırlıdır.” İkinci bir defa gelerek yine Peygamber'e isteğini tekrarlayınca, Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: “Allah'ın Peygamberi gibi olmaya razı değil misin? Ben, dağların benimle birlikte altın olup yol almasını isteyecek olsam, hiç şüphesiz öylece yol alırlardı.” Sa‘lebe şöyle dedi: “Seni hakk ile gönderen adına yemin ederim ki, eğer sen Allah'a dua edip de O da rızık olarak bana mal ihsan edecek olursa, hiç şüphesiz her hakk sahibine hakkını vereceğim.” Bunun üzerine Peygamber (s.a) ona dua etti, O da koyun satın aldı. Solucan ve kurtların çoğalması gibi çoğaldılar. Medîne ona dar geldi. Bu sefer Medîne'nin dışına çıktı, Medîne vâdilerinden birisine yerleşti. Artık sadece öğle ve ikindi namazlarını cemaatle kılabiliyordu. Diğerlerini ise terk etti. Zamanla koyunları daha bir artıp çoğaldı, bu sefer Peygamber ve cemaati –Cuma namazı müstesna– büsbütün terk etti. Koyunları artmaya devam etti, nihâyet Cuma'yı da terk etti. Bu sefer, Rasûlullah (s.a) üç defa, “Yazıklar sana ey Sa‘lebe” buyurdu. Daha sonra yüce Allah'ın, Matlarından bir sadaka al ki... (Tevbe/103) âyeti nâzil oldu. Peygamber (s.a) da zekât toplamak üzere iki kişiyi gönderdi. Onlara, “Sa‘lebe'ye ve –Süleymoğulları'ndan bir adamın adını vererek– filana uğrayın ve onların sadakalarını [zekâtlarını] alın” dedi. Bu iki görevli Sa‘lebe'ye gittiler. Ona, Rasûlullah'ın (s.a) gönderdiği mektubu okuttular. Bunun üzerine o, “Bu ancak cizyenin bir benzeridir. İşinizi gidin görün, bitirdikten sonra bana uğrayın” dedi... ve hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Bu ise bilinen ünlü bir olaydır.[9]

Bil ki bu âyet, bir grup münâfığın, birtakım yanlış ve hata olan şeyler söylediklerine ve fakat onlara, “Siz, şöyle şöyle söylemişsiniz” denildiğinde, korkup böyle söylemediklerine dair yemin ettiklerine delalet etmektedir. Müfessirler, bu âyetin nüzûl sebebi olarak şunları ileri sürmüşlerdir:

1) Rivâyet olunduğuna göre Hz. Peygamber, Tebük gazvesi'nde iki ay geçirdi. Bu arada kendisine Kur’ân âyetleri nâzil oluyor ve savaşa katılmayan münâfıkları ayıplıyordu. Bu sırada, Cülâs ibn Süveyd, “Allah'a yemin ederim ki, bizim en şereflilerimiz olan ve Medîne'de bırakmış olduğumuz kardeşlerimiz hakkında Muhammed'in söylemiş olduğu şeyler şâyet doğru ise, biz eşekten daha adiyiz, kötüyüz, demektir” dedi. Bunun üzerine, Âmir ibn Kays el-Ensârî, Cülas'a, “Evet, Allah'a yemin ederim ki, Hz. Muhammed doğrudur. Sen, eşekten daha adisin” dedi. Bu söz, Hz. Peygamber'e (s.a) ulaştı. Bunun üzerine Cülas, Hz. Peygamber'in huzuruna çıkarıldı. Ve o bunu söylemediğine dair Allah'a yemin etti. Bunun üzerine Âmir, ellerini yukarıya kaldırarak, “Allahım! Kuluna ve Peygamberi'ne, doğru olanı tasdik eden, yalancıyı da tekzip eden hükmünü/âyetini indir!” diye dua etti. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. Bunun peşinden de Cülas, “Hiç şüphesiz Allah, bu âyette tevbeden bahsetmektedir. Ben bu sözü söyledim, Âmir doğrudur” dedi. Tevbe etti ve tevbesinde hep samimi kaldı.

2) Rivâyet olunduğuna göre bu âyet, Abdullah ibn Ubey hakkında nâzil olmuştur. Çünkü o, Hz. Peygamber'i kastederek, “Andolsun ki, şâyet Medîne'ye dönersek, aziz ve şerefli olanlar, zelil olanları Medîne'den çıkaracaktır” dedi. Zeyd ibn Erkam bunu duydu ve Hz. Peygamber'e haber verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, Abdullah ibn Ubey'i öldürmeye niyetlendi. Bundan dolayı, Abdullah gelerek bunu söylemediğine yemin etti de, hemen bu âyet nâzil oldu.

3) Katâde şunu rivâyet etmiştir: Biri Cüheyne, biri de Gıfâr kabilesi'nden olmak üzere iki adam birbiriyle dövüştüler. Gıfâr kabilesi'nden olan, Cüheyne kabilesi'nden olana üstün geldi. Bunun üzerine Abdullah ibn Ubey, “Ey Evsoğulları! Kardeşinize yardım edin. Allah'a yemin olsun ki, bizim ve Muhammed'in misali, tıpkı ‘Köpeğini besle, seni yesin’ darb-ı meselinde olduğu gibidir” diye bağırdı. Bunun, üzerine, orada bulunanlar, bunu Hz. Peygamber'e söylediler. Abdullah, bu sözü söylemediğini ileri sürerek, yemin etmeye başladı.[10]
SA‘LEBE'NİN KISSASI

Bu âyetin en meşhur nüzûl sebebi olarak şu hâdise anlatılmıştır: Sa‘lebe ibn Hâtıb, “Yâ Rasûlallah! Allah'a dua et de, bana mal-mülk versin” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Ey Sa‘lebe! Şükrünü eda edebileceğin az mal, takat getiremeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır” dedi. Sa‘lebe, Hz. Peygamber'e tekrar müracaat ederek, “Seni hakk olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, şâyet Allah bana mal verirse, her hakk sahibine hakkını vereceğim...” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber de onun için dua etti. Derken o, bir koyun edindi. Bu koyun, tıpkı kurtların üreyip çoğalması gibi çoğaldı. Öyle ki, koyun sürüleri Medîne'ye sığmaz oldu. Bunun üzerine Sa‘lebe, koyun sürülerini bir vâdiye götürdü. Ve, öğlen ve ikindi namazlarını kılmaya, diğerlerini ise kılmamaya başladı. Sürü iyice üreyip çoğalınca da, Cuma namazları hariç, bütün namazları kılmaz oldu. Daha sonra, Cumayı da terk etti. Derken kervancılarla karşılaştığında, “Ne var, ne yok?” diye soruyordu. Hz. Peygamber (s.a) Sa‘lebe'nin durumunu sorduğunda, o'na onun durumu anlatıldı. Bunun üzerine, Hz. Peygamber, “Yazıklar olsun sana Sa‘lebe!” dedi. İşte bunun üzerine, Onların mallarından sadaka al... (Tevbe/103) âyeti nâzil oldu. Bundan dolayı Hz. Peygamber Sa‘lebe'ye iki adam yollayarak, “Sa‘lebe'ye gidin ve zekâtını alın...” dedi. Bu adamlar Sa‘lebe'nin yanına varıp da ona Hz. Peygamber'in emrini ilettiklerinde o, “Bu, bir cizyedir; ya da cizyenin benzeridir” dedi ve zekâtını vermedi. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hakk, âyetini indirdi. Hakkında, bu âyetin inzâl buyurulduğu haber verildiğinde, Hz. Peygamber'e (s.a) gelerek, kendisinden zekâtını kabul etmesini istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Allah beni, bunu kabul etmekten men etti “ buyurdu. O, yüzüne-gözüne toprak saçmaya başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Ben sana söyledim, ama sen beni dinlemedin”' buyurdu. Hz. Peygamber'in evine vardığında, Hz. Peygamber ona kapısını açmadı. Sonra, zekâtını Ebû Bekr'e getirdi, Hz. Peygamber kabul etmediği için Ebû Bekr de onu kabul etmedi. Daha sonra Hz. Ömer de, Ebû Bekr'e uyarak onun zekâtını kabul etmedi. Hz. Osman da kabul etmedi. Ve Sa‘lebe, Hz. Osman'ın hilafeti zamanında ölüp helâk oldu.

İmdi şâyet, “Allah Teâlâ, Sa‘lebe ibn Hâtıb'a zekâtını vermesini emretmişti. O hâlde, Peygamber'in, onun zekâtını kabul etmemesi nasıl caiz olabilir?” denilirse, biz deriz ki:

Şöyle denilmesi uzak bir ihtimal değildir: Allah Teâlâ Hz. Peygamber'i (s.a), başkaları bundan ibret alsın ve böylece de zekâtlarını vermekten imtina etmesinler diye, Sa‘lebe'yi hor ve hakîr kılmak için zekâtını kabul etmekten men etmişti.

Şöyle de denilebilir: O, zekâtını ihlâslı bir biçimde değil, riya maksadıyla getirmişti: Allah Teâlâ, bunu Hz. Peygamber'e bildirdi, o da bundan dolayı o zekâtı kabul etmedi.

Şu da muhtemeldir: Allah, Onların mallarından sadaka al ki, bununla kendilerini temizlemiş (…) olasın (Tevbe/103) buyurup, böyle bir maksat da, münâfıklığı sebebiyle Sa‘lebe'de mevcut olmayınca, Hz. Peygamber (s.a), onun zekâtını almaktan geri durmuştur.[11]

80. Onlar için ister mağfiret dile, ister mağfiret dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de yine Allah onları bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah'ı ve Rasûlü'nü inkâr etmeleri nedeniyledir. Allah, fâsıklar kavmine kılavuzluk etmez.

81. O geri bırakılanlar, Allah'ın Elçisi'ne karşıt olarak oturmalarıyla ferahladılar ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar, bir de, “Bu sıcakta savaşa çıkmayın” dediler. De ki: “Cehennem ateşi daha sıcaktır.” Keşke iyice kavrayıp anlayabilselerdi.

82. Artık kazandıkları günahın cezası olarak, çok az gülsünler, çok çok ağlasınlar.

83. Eğer Allah, seni onlardan bir tâifenin yanına döndürür de onlar çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz hiçbir zaman benimle beraber asla çıkmayacaksınız. Ve hiçbir zaman benimle birlikte düşmanla savaşmayacaksınız. Şüphesiz siz ilkinden oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Artık geride kalanlarla beraber oturup kalın!”

84. Ve onlardan ölen biri için destek olma, onun kabrinin üzerine dikilme. Şüphesiz onlar, Allah'a ve onun Elçisi'ne küfredenlerdir. Ve onlar, fâsık olarak ölmüşlerdir.

85. Onların malları ve evlatları da seni imrendirmesin. Allah, ancak onları dünyada bunlarla cezalandırmayı ve onlar kâfir iken canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.

86-87. Ve “Allah'a iman edin ve Elçisi ile birlikte cihad edin” diye bir sûre indirildiği zaman, onlardan güç [mal, mülk, evlat] sahibi olanlar senden izin istediler ve “Bırak bizi oturanlarla beraber olalım” dediler. Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalpleri de damgalandı/mühürlendi. Artık onlar iyice kavrayıp anlamazlar.

88. Fakat Elçi ve o'nunla beraber olan inanmış kimseler mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. Ve işte onlar, bütün hayırlar kendilerinin olanlardır. Ve işte onlar, felâh bulanların ta kendisidir.

89. Allah onlar için içinde sürekli kalanlar olarak, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, o çok büyük kurtuluştur.

90. Bedevî Araplardan özür beyân edenler, kendilerine izin verilmesi için geldiler. Allah'a ve Elçisi'ne yalan söyleyenler de oturup kaldılar. Bunlardan kâfir olan kimselere yakında çok acıklı bir azap dokunacaktır.

91-92. Allah ve Elçisi için samimi oldukları takdirde, zayıflara, hastalara ve de infak edecek bir şey bulamayan kimselere, bir de kendilerini bindiresin diye sana geldiklerinde, “Sizi üzerine bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğin zaman, infak edecekleri bir şey bulamadıklarından dolayı üzülüp gözlerinden yaş döke döke geri dönüp giden kimselere bir günah yoktur. Muhsinler [iyilik, güzellik üretenler] aleyhine bir yol yoktur. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

93. Yol, ancak o, zengin oldukları hâlde senden izin isteyen kimselerin aleyhinedir. Bunlar geride kalanlarla birlikte olmaya razı oldular. Allah da onların kalpleri üzerine damga/mühür bastı. Bundan dolayı onlar bilmezler.

94. Kendilerine döndüğünüz zaman size özür beyân edecekler. De ki: “Özür beyân etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Allah bize, sizin haberlerinizden önemli haberler verdi.” Bundan sonra da Allah ve Elçisi işinizi görecektir. Daha sonra da görünmeyeni ve görüneni bilene [Allah'a] döndürüleceksiniz. Sonra da O, size yapmış olduklarınızı haber verecektir.

95. Kendilerine döndüğünüz zaman, onlardan mesafelenmeniz için, size Allah'a yemin edecekler. Siz de onlardan hemen mesafelenin. Şüphesiz onlar, pisliklidir. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer de cehennemdir.

96. Kendilerinden razı olasınız diye size yemin ederler. Artık eğer siz onlardan razı olursanız da bilin ki Allah, şüphesiz o fâsıklar toplumundan razı olmaz.

Bu âyet grubunda da münâfıklarla ilgili bilgiler, yaptıkları ve yapacakları işler açıklanmakta ve Rasûlullah'ın bu kesime nasıl davranması gerektiği bildirilmektedir.

Burada ilk önce münâfıkların Allah ve Rasûlü'nü inkâr etmeleri ve fâsık bir kavim olmaları nedeniyle Allah'ın onları bağışlamayacağı, o yüzden de Peygamber'in onlar için yalvarmasının faydası olmayacağı bildirilmiştir. Münâfıkların bu kötü âkıbeti, Nisâ sûresi'nde de konu edilmişti:

Mü’minlerin astlarından küfre sapanları velî edinen şu münâfıklara, şüphesiz, çok acıklı bir azabın kendileri için olduğunu müjdele! Onların yanında izzet [onur ve yücelik] mi arıyorlar? Oysa izzetin [onur ve yüceliğin] tümü Allah'ındır. (Nisâ/138-139)

Şüphesiz ki münâfıklar –tevbe edenler, düzeltenler, Allah'a sıkıca sarılanlar ve dinlerini Allah için arıtan kimseler müstesna; artık bunlar, mü’minlerle beraberdirler. Ve Allah, mü’minlere büyük bir ecir verecektir– ateş'ten, en aşağı tabakadadırlar. Sen de onlara bir yardım edici bulamazsın. (Nisâ/145-146)

Daha sonra bu münâfıkların bir grubunun, Allah'ın Elçisi'ne karşıt olarak oturmalarıyla ferahlandıkları ve mallarıyla-canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadıkları ve “Bu sıcakta savaşa çıkmayın” dedikleri bildirilip onlara şöyle denilmiştir: “Cehennem ateşi daha sıcaktır.” Keşke iyice kavrayıp anlayabilselerdi. Artık kazandıkları günahın cezası olarak, çok az gülsünler, çok çok ağlasınlar.

Bu teşhir ve uyarıdan sonra da Rasûlullah'a şu emirler verilmiştir: Eğer Allah, seni onlardan bir tâifenin yanına döndürür de onlar çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz hiçbir zaman benimle beraber asla çıkmayacaksınız. Ve hiçbir zaman benimle birlikte düşmanla savaşmayacaksınız. Şüphesiz siz ilkinden oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Artık geride kalanlarla beraber oturup kalın!” Ve onlardan ölen biri için destek olma, onun kabrinin üzerine durma. Şüphesiz onlar, Allah'a ve O'nun Elçisi'ne küfredenlerdir. Ve onlar, fâsık olarak ölmüşlerdir. Onların malları ve evlatları da seni imrendirmesin. Allah, ancak onları dünyada bunlarla cezalandırmayı ve onlar kâfir iken canlarının güçlükle çıkmasını istiyor. Ve “Allah'a iman edin ve Elçisi ile birlikte cihad edin” diye bir sûre indirildiği zaman, onlardan güç [mal, mülk, evlat] sahibi olanlar senden izin istediler ve “Bırak bizi oturanlarla beraber olalım” dediler. Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalpleri de damgalandı/mühürlendi. Artık onlar iyice kavrayıp anlamazlar.

Münâfıklarla ilgili açıklamalardan sonra, bunların karşıtı olan mü’minlerle ilgili bilgiler verilmiştir: Fakat Elçi ve o'nunla beraber olan inanmış kimseler mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. Ve işte onlar, bütün hayırlar kendilerinin olanlardır. Ve işte onlar, felâh bulanların ta kendisidir. Allah onlar için içinde sürekli kalanlar olarak, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, o çok büyük kurtuluştur.

Bu açıklamalardan sonra Rasûlullah'a, gelişecek bazı olaylar önceden haber verilmekte ve bunlar karşısında nasıl davranması gerektiği bildirilmektedir: Bedevî Araplardan özür beyân edenler, kendilerine izin verilmesi için geldiler. Allah'a ve Elçisi'ne yalan söyleyenler de oturup kaldılar. Bunlardan kâfir olan kimselere yakında çok acıklı bir azap dokunacaktır. Allah ve Elçisi için samimi oldukları takdirde, zayıflara, hastalara ve de infak edecek bir şey bulamayan kimselere, bir de kendilerini bindiresin diye sana geldiklerinde, “Sizi üzerine bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğin zaman, infak edecekleri bir şey bulamadıklarından dolayı üzülüp gözlerinden yaş döke döke geri dönüp giden kimselere bir günah yoktur. Muhsinler [iyilik, güzellik üretenler] aleyhine bir yol yoktur. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Yol, ancak o, zengin oldukları hâlde senden izin isteyen kimselerin aleyhinedir. Bunlar geride kalanlarla birlikte olmaya razı oldular. Allah da onların kalpleri üzerine damga/mühür bastı. Bundan dolayı onlar, bilmezler. Kendilerine döndüğünüz zaman size özür beyân edecekler. De ki: “Özür beyân etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Allah bize, sizin haberlerinizden önemli haberler verdi.” Bundan sonra da Allah ve Elçisi işinizi görecektir. Daha sonra da görünmeyeni ve görüneni bilene [Allah'a] döndürüleceksiniz. Sonra da O, size yapmış olduklarınızı haber verecektir. Kendilerine döndüğünüz zaman, onlardan mesafelenmeniz için, size Allah'a yemin edecekler. Siz de onlardan hemen mesafelenin. Şüphesiz onlar pisliklidir. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer de cehennemdir. Kendilerinden razı olasınız diye size yemin ederler. Artık eğer siz onlardan razı olursanız da bilin ki Allah, şüphesiz o fâsıklar toplumundan razı olmaz.

Ve onlardan ölen biri için destek olma, onun kabrinin üzerine dikilme. Şüphesiz onlar, Allah'a ve O'nun Elçisi'ne küfredenlerdir. Ve onlar, fâsık olarak ölmüşlerdir âyeti [84. âyet], târihî bilgilere göre Tebük seferi'nden kısa bir süre sonra ölen münâfıkların lideri Abdullah ibn Ubey'in ölümü üzerine nâzil olmuş ve ona ölüm desteği (bugünkü cenaze namazının aslı) verilmemesi istenmiştir. Târihî belgelerde yer aldığına göre samimi bir Müslüman olan Abdullah ibn Ubey'in oğlu Abdullah, Rasûlullah'tan babasına kefen yapmak üzere gömleğini istedi. Rasûlullah bu isteği cömertçe yerine getirdi. Daha sonra Abdullah o'ndan babasının cenazesini kaldırmasını istedi. Rasûlullah bunu da kabul etti. İşte bu sırada bu âyet indi ve Rasûlullah o münâfığın cenazesiyle ilgilenmedi.

Bu âyet, tüm zamanların mü’minlerine de kâfirlerin cenazeleriyle ilgilenmeme yükümlülüğü getirmiştir.

97. Bedevî Araplar, inkâr ve münâfıklık bakımından daha çetin; Allah'ın, Elçisi'ne indirdiklerinin sınırlarını bilmemeye daha yatkındırlar. Allah da, en iyi bilen, en iyi ilke koyandır.

98. Bedevî Araplardan kimi de var ki, infak ettiğini zorla ödenmiş borç sayar ve size belâlar bekler. –O çirkin belâ kendi üzerlerine!– Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

99. Yine bedevî Araplardan kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah ğafûr'dur, rahîm'dir.

Bu paragrafta bedevî Arapların bir kısmının, yerleşik Araplara göre daha kaba, daha anlayışsız, daha dikbaşlı [vahşi, yabani] oldukları bildiriliyor. Bunlar yasa tanımayan, her istediğini yapan kimselerdir. Bunlardan kimisi, Allah'ın, Elçisi'ne indirdiklerinin sınırlarını bilmemeye daha yatkındır; kimisi de, infak ettiğini zorla ödenmiş borç sayar ve Müslümanlar için belâlar bekler; kimisi de, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar].

100. Muhâcir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve O [Allah], onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur.

Müşrik ve münâfıkların durumlarına ait bilgilerden sonra onların karşıtı olan mü’minler [Allah yolunda malını-canını feda etmiş örnek öncüler ve iyileştirme-güzelleştirme faaliyeti kapsamında onları izleyenler] konu edilmiş ve övülmüşlerdir.

Burada övülenlerin, sadece ilk Muhâcirler ve onları izleyenler [Muhâcirler ve Hudeybiye günü'nde Rıdvan Biati'nde bulunan Ensâr] olarak kabul edilmesi yanlış olur. Zira bu övgü, İslâmî faaliyeti sürdüren, İslâm'ın yayılmasına zemin hazırlayan fedakâr ve vefakâr kimselerin hepsine şamildir.

101. Ve yanınızda bedevî Araplardan münâfıklar var. Medîne halkından da münâfıklığa iyice alışmış olanlar var. Onları sen bilmezsin, Biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba döndürüleceklerdir.

102. Diğerleri de günahlarını itiraf ettiler. Sâlih bir amelle diğer kötüyü karıştırdılar. Olur ki Allah onların tevbelerini kabul eder. Şüphesiz Allah ğafûr'dur, rahîm'dir.

103. Onların mallarından sadaka al ki, onunla [sadaka ile] kendilerini temizlersin ve arındırırsın. Bir de onlara destek ol. Şüphesiz senin desteğin onlar için bir huzurdur. Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.

104. Onlar, Allah'ın, kullarından tevbeyi kabul ettiğini, sadakaları aldığını ve Allah'ın, tevbeleri çok kabul edenin ve çok merhamet edenin ta kendisi olduğunu bilmediler mi?

105. Ve de ki: “İşleyin! Artık Allah, Elçisi ve mü’minler işlerinizi görecektir. Ve siz görünmeyeni ve görüneni bilene [Allah'a] döndürüleceksiniz. Sonra O, işlemiş olduklarınızı size haber verecektir.

106. Ve diğerleri, Allah'ın emrine bırakılmış olanlardır. O, ya kendilerini azaplandırır ya da tevbelerini kabul eder. Ve Allah en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

Örnek ve öncü mü’minlerle ilgili açıklamalardan sonra konu yine münâfıklara getirilmiş, ardından da Rasûlullah ve mü’minlerin onlarla ilişkilerinin nasıl olması gerektiği bildirilmiştir.

Mü’minlerin yanında Medînelilerden ve bedevî Araplardan –Allah'ın bilip de Rasûlullah ve mü’minlerin bilmediği– katmerli münâfıklar vardır. Onlar iki kez azap çekecekler, sonra da çok büyük bir azaba döndürüleceklerdir. Bunlara nasıl iki kez azap edileceğini 55. âyetin tahlilinde açıklamıştık.

Rasûlullah'ın yanında bir de günahlarını itiraf edenler [sâlih bir amelle diğer kötüyü karıştıranlar] vardır. Allah onların tevbelerini kabul edebilir.

Bunların mallarından sadaka alınmalı ki, onunla [sadaka ile] onlar temizlensinler. Bir de onlara destek olunmalı. Şüphesiz Elçi'nin desteği onlar için bir huzurdur.

Bu âyetlerin nüzûl sebebi hakkında şu nakledilmiştir:

Bu âyet-i kerîme Tebük gazvesi'nden geri kalan 10 kişi hakkında inmiştir. Bunların yedisi kendilerini mescidin direklerine bağlamışlardı. Katâde de buna yakın bir görüş ifade etmiş ve şöyle demiştir: “Yüce Allah'ın, Mallarından bir sadaka al... (Tevbe/103) âyeti de bunlar hakkında inmiştir.” Bunu da el Mehdevî nakletmektedir. Zeyd b. Eslem, “Bunlar 8 kişi idi” der. 6 kişi oldukları, 5 kişi oldukları da söylenmiştir. Mücâhid ise der ki: “Âyet-i kerîme yalnızca Ensâr'dan Ebû Lübâbe hakkında, onun Kurayzaoğulları ile başından geçen olay ile ilgili olarak inmiştir. Şöyle ki: Kurayzaoğulları Ebû Lübâbe ile Allah ve Rasûlü'nün hükmünü kabul ederek kalelerinden inmeleri hususunda konuşmuşlar, o da inip bu hükmü kabul ettikleri takdirde, Peygamber'in (s.a) kendilerini keseceğini anlatmak kastı ile boğazına işaret etmişti. Bu durumu açığa çıkınca, tevbe edip pişman olmuş, kendisini mescidin direklerinden birisine bağlamış ve Allah kendisini affedinceye yahut bu hâlde ölünceye kadar yemek yememek, bir şey içmemek üzere yemin etmişti. Yüce Allah onu affedinceye kadar bu şekilde devam etti ve bu âyet-i kerîme indi. Rasûlullah (s.a) da çözülmesi için emir verdi.” Bunu Taberî Mücâhid'den naklettiği gibi İbn İshâk da Sîret'inde daha kapsamlı olarak nakletmiştir.[12]

Onlarla ilgili Rasûlullah'a bilgi ve emirler verildikten sonra onlara sitemkâr mesajlar verilmektedir: Onlar, Allah'ın, kullarından tevbeyi kabul ettiğini, sadakaları aldığını ve Allah'ın, tevbeleri çok kabul edenin ve çok merhamet edenin ta kendisi olduğunu bilmediler mi?” İşleyin! Artık Allah, Elçisi ve mü’minler işlerinizi görecektir. Ve siz görünmeyeni ve görüneni bilene [Allah'a] döndürüleceksiniz. Sonra O, işlemiş olduklarınızı size haber verecektir.

Bu grubun dışında bir de Rasûlullah'ın hiç ilgilenmeyeceği, bütünüyle Allah'a havale edeceği bir grup daha vardır: Ve diğerleri, Allah'ın emrine bırakılmış olanlardır. O, ya kendilerini azaplandırır ya da tevbelerini kabul eder. Ve Allah en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

Bu grupla ilgili de kaynaklarda şu olay nakledilir:

İbn Abbâs (r.a) şöyle demiştir: Bu âyet, Ka‘b ibn Mâlik, Mürare ibnu'r-Rebî ve Hilal ibn Ümeyye hakkında nâzil olmuştur. Ka‘b, “Medîne'deki en hızlı deve benimdir; bu sebeple, dilediğimde Hz. Peygamber'e ulaşırım” der ve günlerce gecikir. Daha sonra da, Hz. Peygamber'e ulaşmaktan ümidini keser ve yaptığı şeye pişman olur; aynı şekilde arkadaşları da. Hz. Peygamber (s.a), Medîne'ye geri döndüğünde Ka‘b'a, Hz. Peygamber'e git ve yaptığından dolayı o'ndan özür dile” denildiğindeyse o, “Hayır, tevbenin kabulüne dair bir hüküm, âyet nâzil olmadıkça gitmeyeceğim vallahi” der. Diğer iki arkadaşı ise, Hz. Peygamber'e giderek özür beyânında bulunurlar. Hz. Peygamber onlara, “Sizin, bana katılmayarak geride kalmanızın sebebi nedir?” dediğinde onlar, “Hatadan başka bir mazeretimiz, hakklı gerekçemiz yoktur” cevabını verirler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk'ın, Savaşa gitmeyenlerden diğer birtakımı da Allah'ın emrine intizaren hakklarındaki hüküm ertelenmiştir âyeti nâzil olur.[13]

Bunun üzerine, bu âyetin nüzûlünden sonra Hz. Peygamber onları (hakklarında hüküm ininceye kadar bir yerde) durdurtur. İnsanları, onlarla oturup kalkmaktan men eder; onlara, hanımlarından ayrılmalarını ve onları, ana-babalarının yanına yollamalarını emreder. Derken, kendisine yiyecek getirmek arzusuyla, Hilâl'in hanımı gelir; çünkü Hilâl, son derece yaşlı bir kimsedir. Sadece ona izin verilir. Şam'dan ise bir elçi gelmiş, Ka‘b'ı kendilerine [Bizans'a] katılmaya teşvik etmektedir. Bunun üzerine Ka‘b, “Yaptığım hata öyle bir dereceye ulaşmıştır ki, müşrikler bile benden bir şey umar hale geldiler. Onca genişliğine rağmen. yeryüzü bana dar geldi” der. Hilâl ibn Ümeyye ise öylesine ağladı ki, gözlerinin kör olacağından korkuldu. Elli gün geçtikten sonra, onların tevbelerinin kabul edildiğine dair, Allah, Peygamberi'nin tevbesini kabul buyurdu (Tevbe/117) ve, Savaştan geri bırakılan üç kişinin (tevbelerini de kabul etti) (Tevbe/118) âyetleri nâzil oldu.[14]

107. Ve zarar vermek, kâfirlik etmek, Müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Elçisi'ne karşı savaş açmış olanlara gözcülük etmek için mescit yapan şu kimseler; … “Biz en güzelden başka bir şey istemedik” diye yemin de ederler. Allah da tanıklık eder ki, şüphesiz bunlar, kesinlikle yalancılardır.

108. Sen onun içinde ebediyen dikilme [görev yapma]! İlk gününde takvâ üzerine kurulan mescit, elbette içinde dikilmene [görev yapmana] daha layıktır. Onun içinde arınmayı seven er kişiler vardır. Allah da arınıcıları sever.

109. Peki, temelini Allah'tan takvâ ve hoşnutluk üzerine kurmuş olan kimse mi hayırlıdır, yoksa temelini yıkılmak üzere olan bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte cehennemin ateşine yuvarlanan mı? Ve Allah, zâlimler toplumuna kılavuz olmaz.

110. Onların kalpleri parça parça olmadıkça, o kurdukları temelleri, kalplerinde bir kuşku olarak kalıp kaybolmayacaktır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

Bu paragrafta da münâfıklar, onların faaliyetleri ve onlara karşı nasıl tavır alınması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre, münâfıklardan bir grup, zarar vermek, kâfirlik etmek, Müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Elçisi'ne karşı savaş açmış olanlara gözcülük etmek için mescit yapmışlar; bu amaçla sürdürdükleri faaliyetlerini de, “Biz en güzelden başka bir şey istemedik” diye yeminler ederek örtmeye yeltenmişlerdir. Bunlar, yalancı kimselerdir, Allah bunun şâhididir. Onların kalpleri parça parça olmadıkça, o kurdukları temelleri, kalplerinde bir kuşku olarak kalıp kaybolmayacaktır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

Bu ifşadan sonra Rasûlullah, onların oyununa gelmemesi hususunda uyarılıyor: Sen onun içinde ebediyen dikilme [görev yapma]! İlk gününde takvâ üzerine kurulan mescit, elbette içinde dikilmene [görev yapmana] daha layıktır. Onun içinde arınmayı seven er kişiler vardır. Allah da arınıcıları sever. Peki, temelini Allah'tan takvâ ve hoşnutluk üzerine kurmuş olan kimse mi hayırlıdır, yoksa temelini yıkılmak üzere olan bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte cehennemin ateşine yuvarlanan mı? Ve Allah, zâlimler toplumuna kılavuz olmaz.

Âyet-i kerîme, rivâyet edildiğine göre, Ebû Âmir er-Râhip hakkında inmiştir. Çünkü sözü geçen bu kişi, Bizans Kayserinin yanına gitmiş, orada Hristiyanlığı kabul etmiş, Kayser de, kendilerine pek yakında yanlarına geleceğine dair söz vermişti. Bunun üzerine onlar da orada Kayser'in gelişini gözetleyip beklemek üzere Mescid-i Dırar'ı inşa ettiler.[15]
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla