Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 09:26 PM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

AHİRETTE YALAN SÖYLENEMEYECEĞİ

Müşriklerin söz konusu davranışları ayette mazi sigası [di’li geçmiş zaman kipi] ile ifade edilmiştir. Ancak mahşerdeki sorgu sırasında suçluların akıllarının başlarından gittiği, şaşkın, dehşete düşmüş bir hâlde olacakları göz önüne alınırsa, onların orada da yalan söylemelerinin mümkün olduğu düşünülebilir. Nitekim suçluların ahirette yalan söylediklerini bildiren birçok ayet mevcuttur:

Bugün Biz onların ağızlarının üzerine mühür vururuz; Bize elleri konuşur, ayakları da kazandıkları şeylere şahitlik eder. (Ya Sin/65)

Sonunda oraya geldiklerinde, onların işitme, görme duyuları ve derileri yaptıkları şeyler ile ilgili kendi aleyhlerinde şahitlik ederler.
Ve onlar kendi derilerine “Niye aleyhimize şahitlik ettiniz?” dediler. Dediler ki: “Her şeyi konuşturan Allah, bizi konuşturdu ve sizi ilk defa O yarattı ve ona döndürülmektesiniz.” (Fussılet/20, 21)

Aksine, işin aslı daha önce gizleyip durdukları açığa çıktı. Geri çevrilselerdi yine men edildikleri şeye mutlaka dönmüşlerdi. Evet onlar gerçekten yalancıdırlar. (En`âm/28)

Allah onların hepsini tekrar dirilttiği gün... İşte, size yemin ettikleri gibi O`na da yemin edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanacaklardır. Gözünüzü açın, onlar yalancıların ta kendileridir. (Mücâdele/18)

O [Allah]; “Yeryüzünde yıl sayısı olarak kaç yıl kaldınız?” dedi.
Onlar; “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte sayanlara sor.” dediler. (Müminun/112, 113)

Onlar seslenirler: “Ey Mâlik! Rabbin aleyhimizdekini gerçekleştirsin.” O; “Siz böylece kalacaksınız” der. (Zühruf/77)

Allah’ın ayetleri üzerinde tartışanları görmedin mi? Nasıl da döndürülüyor*lar? Kitabı ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara, “Allah’ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?” denir. Onlar; “Bizden kaybolup gittiler; aslında biz zaten önceleri hiç bir şeye yakarmıyorduk.” der*ler. İşte Allah inkârcıları böyle saptırır: "İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girin!” -İşte büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!- (Mümin/69-76)

25 - Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, bütün ayetleri görseler de ona inanmazlar. Öyle ki, o inkâr edenler, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek, “Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir” derler.
26 – Ve onlar, ondan men ederler ve kendileri ondan uzak dururlar. Ve onlar bilinçsizce, yalnızca kendilerini helake sürüklüyorlar.

Bu ayetlerde müşriklerin Kur’an’a karşı olumsuz tavırlarına değinilmektedir. Müşrikler bu tutumlarının kendilerini helake götürdüğünün farkında olmadıkları için kınanmaktadırlar. Çünkü tutkuları ve cahillikleri, gözlerinin görmemesine, kulaklarının duymamasına sebep olmuştur. Bu nedenle Kur’an’ı anlayamazlar. Ne var ki, bu durumlarının bilincinde de değildirler. Bilinçsizce kendilerini haktan uzak tutmaları yetmezmiş gibi, bir de “Bu, eskilerin efsaneleridir, bunda yeni bir şey yok. Biz bunları zaten eskiden beri dinleyip duruyoruz” diyerek başkalarının da hak ile şereflenmelerine engel olmaya çalışmaktadırlar.
Yüce Allah, müşriklerin anlama, görme ve işitme bozukluklarının sebebini, “oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık” ifadesiyle kendisine izafe etmiştir. Bunun ne anlama geldiğinin daha iyi anlaşılması için Tin suresinde bulunan “Allah’ın Kalpleri Mühürlemesi ve Damgalaması” başlıklı açıklamamızın tekrar okunmasını öneriyoruz. (Tebyînü’l-Kur’an; c: 2, s: 564-573)

Esbab-ı nüzul kayıtlarına göre konumuz olan 25. ayetin iniş sebebi şudur:

Ebu Süfyân, Velid, Nadr, Utbe, Şeybe, Ümeyye, Ebu Cehil ve arkadaşları Resulullah`ı Kur`ân okurken dinlemişler, Nadr`a demişler ki: "Ey Katile`nin babası! Muhammed ne diyor?" O da: "Kâbe`yi, Beyt’i yapana kasem ederim ki, ne diyor bilmem, ancak dilini oynatıyor. Ve benim geçmiş asırlardan size söylediğim gibi öncekilerin masallarını söylüyor" demiş. Nadr`ın şiirleri varmış, Acem diyarında Rüstem ve İsfendiyar hikayeleri gibi bir takım hikayeler toplayıp manzum hâle getirmiş, Kureyşlilere okur, dinlerlermiş. Ebu Sûfyân: "Ben onun söylediklerinin bazısını doğru buluyorum" demiş, Ebu Cehil de: "Sakın bunun hiçbir şeyini ikrar etme" demiş, o da: "Ölüm bana ondan daha kolaydır" demiş ve bu âyet bunlar hakkında nazil olmuştur. (Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)

Bazı kaynaklara (Beyhaki, Hakim) göre ise, bu ayet peygamberimizin amcaları hakkında inmiştir ve ayette kınanan da onlardır. Onlar, on kişi olmalarına rağmen gerçeği ileten yeğenleri Muhammed’e yardım etmemişler, üstelik ona kaba da davranmışlardır.
Bu ayetin iniş sebebi yukarıdaki kaynaklarda açıklanan kimseler olsa dahi, ayetin verdiği mesaj tüm zamanlarda İslam’a karşı duran, lakayt kalan ve başkalarının ilgilenmesine mani olan insanların tamamını kınamaya yöneliktir.

27 – Ve onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman, “Ah, ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık!” deyiverdiklerini bir görsen!
28 - Aksine, işin aslı daha önce gizleyip durdukları açığa çıktı. Geri çevrilselerdi yine men edildikleri şeye mutlaka dönmüşlerdi. Evet onlar gerçekten yalancıdırlar.
29 – Ve onlar; “Şu bizim iğreti hayatımızdan başka bir hayat yoktur, biz diriltilecek de değiliz” demişlerdi.

27. ayette, tutkuları yüzünden hakka karşı gözlerini kapayıp kulaklarını tıkayan ve üstelik çıkarları uğruna iftira ederek başkalarının da hakka kavuşmasını engellemeye çalışanların cehennemdeki hâlleri, yalvarışları sergilenmektedir.
28. ayette, dünyadaki yalanlayıcılıklarından pişman olduklarını söyleyerek kendilerine bir fırsat daha verilmesini isteyenlerin aslında samimi olmadıkları açıklanmaktadır. Rabbimiz ezelî ilmiyle bildirmektedir ki, onlar, cehennemden çıkarılsalar bile esiri oldukları tutkuları yüzünden eski anlayışlarını aynen sürdürerek yine yalanlayıcı ve müşrik olacaklardır. Yani, bu müşriklerin pişmanlık duyduklarını dile getirmeleri, Rabbimizin bildirdiğine göre, kocaman bir yalandır ve onlar mahşerde dahi yalan söylemektedirler.
28. ayette geçen “daha evvel gizleyip durdukları karşılarına çıktı” ifadesinden onların aslında ahireti ve hesap vermeyi kabul ettikleri, ancak dünyadaki çıkarları için kabul etmez göründükleri anlaşılmaktadır.

O [Musa] dedi ki: “Sen kesinlikle bildin ki, bunları [mucizeleri], birer ibret olmak üzere, ancak göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ve ben de senin helâk olmuşluğuna kesinlikle inanıyorum.” (İsra/102)

Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. —Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!- (Neml/14)

Ve eğer bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı da o zulmeden kişilerin olsaydı, kıyamet günü azabın kötülüğünden kurtulmak için onu mutlaka kurtulmalık verirlerdi. Ve onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından onlar için meydana çıkar. (Zümer/47)

30 – Ve Rabblerinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen! O [Rabbleri]; “Bu, bir gerçek değil miymiş?” dedi [der]. Onlar; “Rabbimize yemin ederiz ki gerçektir” dediler [derler]. O [Rabbleri]; “Öyleyse küfretmiş olmanız nedeniyle azabı tadın!” dedi [der].

Bu ayette, öldükten sonra dirilmeyi yalanlayanların, bu basit hayattan başka hayat kabul etmeyenlerin ahiret yurdundaki hâllerine ait canlı bir sahne nakledilmektedir.

O gün onlar cehennem ateşine itildikçe itilirler. —İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin artık sizin için birdir. Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!- (Tur/13-16)

Ayetteki anlatımın geçmiş zaman kipi ile yapılması, tahakkukunun kati, yani canlandırılan sahnenin aynen gerçekleşecek olmasından dolayıdır.

31 – Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar, kesinlikle hüsrana uğramışlardır. Saat [Kıyamet anı] ansızın gelince onlar, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak derler [diyecekler] ki: “Dünyada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize!” –Dikkat edin yüklenip durdukları [günahları] ne kötüdür!–
32 – Ve basit hayat [dünya hayatı], sadece eğlence ve oyundur. Son Yurt [Ahiret yurdu] ise, takvalı davrananlar için kesinlikle daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?

Bu ayetlerde, ahireti yalanlayanların kesinlikle zarara uğrayacakları, kıyametin ansızın kopacağı ve dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğu, ahiretin ise takvalı davrananlar için dünya hayatındaki eğlenceye nazaran çok daha hayırlı olduğu bildirilmektedir.
Bize göre ayrıca ayette ömrün çok kısa olduğuna da işaret edilmekte ve kısa bir ömür için dünyaya bel bağlayanların sürekli ve gerçek mutluluğu kazanmak yolunda ellerindeki fırsatı harcadıkları mesajı verilmektedir. Dünya zevklerinin tam olarak yaşanmadığı çocukluk ve yaşlılık dönemleri hariç tutulduğunda, eğer insan geri kalan kısacık ömründe yaşayacağı zevkler için ahiret hayatındaki sürekli mutluluk şansını göz ardı ediyorsa, gerçekten de kayıptadır. Çünkü dünyadaki oyun ve eğlence gerçeğin görülmesine engel olduğu gibi, kendini bunlara kaptıran kimseleri ahiret hayatındaki asıl mutluluğu kazandıracak “takva”dan da uzaklaştırmaktadır.
Ancak bu ayetlerden dünya nimetlerinden tamamen el etek çekerek hayattan kopma çağrısının yapıldığı da anlaşılmamalıdır. Buradaki genel mesaj, dünya hayatına göre çok daha önemli olan ahiret hayatına iman, salih amel ve takva ile hazırlık yapılması gerektiğidir. Kişi bunu unutarak dünya hayatına, heva ve hevesine kapılmamalı, yaptığı işlerde Allah`ın kendisini daima takip ettiği bilincinden kopmamalıdır.

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar basit hayatın kazanımıdır [zâlike metâu’l-hayati’d-dünya]. Ve Allah, varılacak güzel yer kendi katında olandır.
De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Takva sahibi olan kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan hoşnutluk vardır. Allah kulları en iyi görendir.” (Âl-i Imran/14, 15)

İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimseler için kılarız. Ve akıbet, takva sahipleri içindir.
Kim bir iyilik getirirse ona ondan daha hayırlısı / ona ondan dolayı bir hayır vardır. Ve kim bir kötülük getirirse; işte o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları şeyler ile karşılıklandırılırlar. (Kasas/83, 84)

Ve bu iğreti yaşam sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Son yurt ise işte odur yaşamak. Keşke bilmiş olsalardı. (Ankebut/64)

31. ayette Kıyametin “ السّاعةsaat [kısa süre]” olarak adlandırılması, Kıyametin kopuşunun çok kısa bir sürede gerçekleşeceğini göstermektedir.


33 – Biz onların söylediklerinin seni mutlaka üzdüğünü elbette biliyoruz. Ama onlar aslında seni yalanlamıyorlar; ama o zalimler Allah`ın ayetlerini bile bile inkâr ediyorlar.
34 – Ve elbette ki senden önce de elçiler yalanlanmıştı da kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabretmişlerdi. Ve Allah’ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Hiç şüphesiz ki sana, gönderilmişlerin [elçilerin] haberlerinden bir kısmı gelmiştir de.
35 – Ve eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içinde bir delik, ya da gökte bir merdiven ara da onlara bir ayet getir! Allah dileseydi, kesinlikle onları hidayet üzerinde toplardı. O hâlde sakın cahillerden olma!
36 - Ancak dinleyenler icabet eder. Ölüleri; onları da Allah diriltir. Sonra yalnızca O`na döndürülürler.

Peygamberimizin muhatap alınıp teselli edildiği bu ayetlerde birçok hakikat ortaya konmuştur:

BİRİNCİ HAKİKAT: MÜŞRİKLERİN UĞRAŞTIKLARI PEYGAMBER DEĞİL, ALLAH’TIR.

Kendisine elçilik görevi verilip Allah`ın vahyettiklerini okumaya başlamadan önce peygamberimizin herkes tarafından doğru ve dürüst bir insan olarak kabul edildiği tarihî belgelerle sabittir. Böyle olmasına rağmen Allah`ın mesajını tebliğe başladığı andan itibaren müşriklerin yalanlamaları ve yıkıcı muhalefeti ile karşılaşmış ancak hiç kimse onu yalancılıkla, sahtekârlıkla suçlamaya cüret edememiştir. En azılı düşmanları bile onu dünyevî bir konuda yalan söylemekle töhmet altına alamamıştır. Ona hep "Biz sana yalancı demiyoruz, fakat ileri sürdüğün şeye sahte diyoruz" demişlerdir.
Müşriklerin bu yıkıcı muhalefetine karşı Yüce Allah 33. ayette onu teselli etmiş ve sanki şöyle demiştir: "Yalancı olarak reddettikleri sen değilsin, onlar Bizim mesajımızı reddediyorlar. Biz her şeye sabreder ve onlara süre üstüne süre verirken, sen ne diye kaygılanıyorsun?"
Peygamberimizin kendisine hakk geldikten sonra yalanlandığını bildiren bir başka ayet de, hatırlanacağı gibi, Kaf suresinin şu ayeti idi:

Aksine, hakk kendilerine geldiği zaman onu yalanladılar, onun için onlar karmakarışık bir iş içindedirler. (Kaf/5)

Kaf Suresi’nin bu ayetini tahlil ederken “Hakk” kavramını da irdelemiş, bu kavramın ve müşriklerin içinde olduğu “Karmakarışık İş”in ne olduğu konusunda ayrıntılı açıklamalarda bulunmuştuk. Konunun öneminden dolayı ilgili bölümün (Tebyînü’l-Kur’an; c: 2, s: 87, 88) yeniden okunmasını öneriyoruz.

İKİNCİ HAKİKAT: MÜŞRİKLER ELÇİLERİ HER ZAMAN YALANLAMIŞLARDIR.

Ve eğer onlar seni yalanlıyorlarsa, kesinlikle senden önce de elçiler yalanlanmıştı. Ve işler yalnızca Allah’a döndürülür. (Fatır/4)

Eğer şimdi seni yalanladılarsa, bil ki senden önce açık deliller, sayfalar ve aydınlatıcı kitap ile gelen elçiler de yalanlanmıştı. (Âl-i Imran/184)

ÜÇÜNCÜ HAKİKAT: ELÇİLER HEP SABIRLI DAVRANMIŞ, ALLAH DA HEPSİNE YARDIM ETMİŞTİR.

Sabır, Allah ile beraber olmanın en önemli göstergesidir. Allah’tan yardım görmek sabırlı olmakla mümkündür. Bu sebeple Yüce Allah peygamberimize hem sabırlı olması için emirler vermiş, hem de kendisine yardım edeceğini bildirmiştir:

Artık onların söylediklerine sabret, hoşnutluğa erebilmen için güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbinin Hamdi ile tesbih et. Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da tesbih et! (Ta Ha/ 130)

Şimdi sen sabret. Şüphesiz Allah`ın vaadi hakktır. Sakın kesin inanmamış kimseler seni hafifleştirmesinler. (Rum/60)

Sen onların dediklerine sabret ve güçlerin sahibi kulumuz Davud`u hatırla. Şüphesiz o, [Rabbine] çokça dönendi. (Sad/17)

Azim sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret! Onlar için aceleci olma. Sanki onlar kendilerine vaat edilen şeyi gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kalmış gibidirler. [Bu] Bir tebliğdir. Hiç fasıklar topluluğundan başkası helak edilir mi? (Ahkâf/35):

Ve Rabbinin hükmüne sabret. Artık şüphesiz sen gözlerimizin önündesin. Kalktığın zaman da Rabbinin övgüsü ile tesbih et. (Tur/48)

Onların söylediklerine / söyleyeceklerine sabret! Ve güzelce ayrıl onlardan. (Müzzemmil/10)

Öyleyse Rabbinin kararına karşı sabret; balık / bunalım arkadaşı gibi olma. Hani o bir kez aşırı bunaldığında Rabbine seslenmişti. (Kalem/48)

Ey iman etmiş kimseler! Sabır ve salata yardım isteyin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Bakara/153)

Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz. (Mümin/51)

Ve ant olsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında Bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171-173)

Allah, “Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz.” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Aziz’dir. (Mücadele/21)

DÖRDÜNCÜ HAKİKAT: KÂFİRLERİ ANCAK ALLAH MÜMİN YAPABİLECEĞİNDEN, ELÇİLERİN SIKILIP ÜZÜLMELERİNE GEREK YOKTUR.

Onlar iman edenler olmuyorlar diye sen kendini helâk edeceksin! (Şuara/3)

Sonra da sen onlar bu söze [Kur’an’a] inanmazlarsa, bıraktıkları eserlerden [yaptıklarından dolayı], üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin! (Kehf/6)

BEŞİNCİ HAKİKAT: ELÇİLERİN MUCİZE YARATMALARI MÜMKÜN DEĞİLDİR.

Ant olsun ki, Biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyet [nesil; oğlan, kız çocuklar] verdik. Hiç bir peygamber için Allah’ın izni olmadan herhangi bir ayet getirmek de yoktur. Her ecel için bir yazı vardır. (Ra`d/38)

ALTINCI HAKİKAT: DAVETE ANCAK VAHYE KULAK VERENLER İCABET EDER.

YEDİNCİ HAKİKAT: İNSANLARI İNANIP İNANMAMA KONUSUNDA ÖZGÜR BIRAKAN ALLAH’TIR. ÖLÜLERİ DE SADECE ALLAH DİRİLTİR.


37 – Ve onlar dediler ki: “Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” De ki: “Şüphesiz ki Allah bir mucize indirmeye kadirdir, fakat onların çoğu bilmezler.”

Bu ayette, müşriklerin “denizin yarılması”, “dağın yükselerek bir gölgelik hâline gelmesi”, “ölülerin diriltilmesi”, “gökten meleklerin indirilmesi”, “göğün parça parça indirilmesi” gibi bir mucize istedikleri dile getirilerek bu talepleri değerlendirilmektedir.
Onlara verilen cevapta denilmek istenen şudur: “Allah, eğer istedikleri gibi bir mucizeyi onlara göstermiş olsaydı, içlerindeki iman etmemiş olanlar, böylesine inkârı mümkün olmayan bir mucizeyi gördüklerinde toptan imha azabını da hak etmiş olurlardı. Hâlbuki Allah`ın rahmeti onları böyle bir belâdan korumayı gerektirmektedir. Onlar bu rahmetin keyfiyetini anlamıyor olsalar da, Yüce Allah bir rahmet olmak üzere onlara talep ettikleri şeyi verme*mektedir.”
Allah’ın onlara istedikleri türden bir mucize vermemesinin bir başka gerekçesini de şu şekilde açıklamak mümkündür:
“Allah onların bu mucizeleri inanmaları konusunda kendilerine bir fayda sağlayacağını umarak değil de sırf inat ve taassuplarından dolayı istediklerini ve bu istekleri kendilerine verilmiş olsaydı da inanmayacaklarını biliyordu.”
İstenilen mucizenin verilmeyişi bu gerekçe ile açıklandığında, ayetteki “Fakat onların çoğu bilmezler” ifadesinden de şu anlaşılır:
“Bu topluluk, istedikleri mucizenin verilmesi hâlinde kendilerinin inat ve taassupları sebebiyle yine inkârı sürdüreceklerini bilmiyordu. Çünkü eğer biliyor olsalardı, mucizeyi inat ve taassup sebebiyle değil, fayda sağlamak amacıyla istemeleri gerekirdi. O zaman da Yüce Allah onlara istedikleri bu şeyi verirdi.”
Konuyla ilgili olarak şu ayetlerin de hatırlanması gerekir:

Bir vakit de, “Ey Allah’ım, eğer bu Senin katından gelmiş bir hakk / gerçek ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver.” demişlerdi. (Enfal/32)

Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin, yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, okuyacağımız bir kitabı bize indirmene kadar, asla inanmayız.” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan münezzehtir. Ben beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!” (İsra/90-93)

Ve Bizi, ayetleri [mucizeleri] göndermekten ancak öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu. Ve Semud’a, açık, gözle görülebilir biçimde o dişi deveyi vermiştik de onun sebep olmasıyla zulmetmişlerdi. Ve Biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz. (İsra/59)

Eğer Biz dilersek onlara gökten bir ayet indiririz de onların boyunları ona boyun eğenler oluverirdi. (Şuara/4)

38 - Ve yeryüzünde hiçbir dabbeh [kıpırdayan canlı] ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler [önderli topluluklar] olmasın. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi tefrit yapmadık [noksan, yetersiz bırakmadık]. Sonra onlar Rabblerine toplanacaklardır.

Bu ayette, tüm canlıların tür bazında birbirleriyle bağlarının olduğu, her canlı türün bu bağlar sayesinde kendi aralarında gruplar oluşturduğu bildirilmektedir.

Rabbimizin verdiği bu bilgi, yalanlanması mümkün olmayan mucizelerden biridir. Doğaya bakıldığında, kendine özgü yaşam tarzı, fonksiyonu olan canlı türlerinin gerçekten de insanlar gibi hep gruplar hâlinde yaşadıkları görülmektedir. Ayetten, bu özelliğe sadece bilinen, gözlenen canlıların değil, henüz keşfedilmemiş, bilimsel tanılamaya girmemiş canlıların da sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Gaybın anahtarları da yalnızca O’nun katındadır. O’ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. (En’am/59)

Ayette konu edilen “Kitap” Kur’an’dır. Çünkü Kur’an’da insanlara gerekli olan reçetelerin hepsi eksiksiz, noksansız mevcuttur. Kur’an insanlığın ihtiyaç duyacağı hiçbir ilkeyi dışta bırakmamıştır. Bu sebeple Kur’an, mucize bekleyenlere mucize olarak gösterilmiştir:

Ve “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” dediler. De ki: “Mucizeler ancak Allah’ın katındadır. Ve ben yalnızca apaçık bir uyarıcıyım.”
Kendilerine okunan Kitap’ı Bizim kesinlikle sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. (Ankebut/50, 51)

Ayetin sonunda yer alan “Sonra onlar Rabblerine toplanacaklardır” cümlesinden, tüm canlıların ölümden sonra Kıyamet gününde haşredilecekleri anlaşılmaktadır. Ancak buradan, insanların dışındaki canlıların, mesela hayvanların da hesap vereceği, birbirlerinden hak alacakları anlamı çıkmaz. Zira insan dışındaki canlıların tümü Allah tarafından insanların hizmetine müsahhar kılınmış, mükellef tutulmamıştır. Bu canlıların haşri ancak tanıklığa yönelik bir haşrdır. Tekvir/5’deki “vahşi hayvanlar bir araya toplandığında” ifadesi mahşerdeki toplanmayı değil, kıyamet anındaki dehşetten kaynaklanan şaşkınlıkla vahşi hayvanların bile bir araya toplanacağını anlatmaktadır.

39 – Ayetlerimizi yalanlayan şu kimseler de karanlıklar içindeki sağır ve dilsizlerdir. Her kim dilerse Allah onu şaşırtır, kim de dilerse onu doğru yol üzerine kılar.

Bu ayette, insanın “ahsen-i takvim” üzerine yaratılmış olmasına karşılık, geçici çıkar ve tutkuları uğruna, çevresindeki sayısız delili, açık ve kesin ayeti görüp anlamaktan kaçınarak kendisini sağır ve dilsiz [akılsız, hor ve hakir, cansız madde] konumuna düşürmesi kınanmaktadır.
Ayette geçen “karanlıklar” ifadesi, surenin ilk ayetinin tahlilinde de belirttiğimiz gibi, küfrün, şirkin, nifakın karanlıklarıdır.
Dikkat edilirse, ayette “Allah’ın dileyen kimseyi şaşırtacağı, dileyeni de doğru yola kılavuzlayacağı” bildirilmektedir. Bu ifade, Allah’ın inanma konusunda insanları tamamen özgür bıraktığını göstermektedir.
“İnanç özgürlüğü” konusu, “Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz” mealindeki Tekvir/29’un ışığında “Meşiet” başlığı altında tahlil edilmiştir. Önemine binaen ilgili bölümün oradan tekrar okunmasını öneriyoruz. (Tebyinü’l-Kuran c: 1, s: 176-182)

Allah, iman edenleri, basit yaşamda ve ahirette de sabit bir söze sabitler, zalimleri de saptırır ve Allah dilediği şeyi yapar. (İbrahim/27)
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla