Konu: Nur Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 11:54 PM   #4
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Şüphesiz Allah, zerre kadar zulmetmez. Ve eğer iyilik ise onu kat kat artırır. Ve Kendi katından büyük bir ecir verir. (Nisâ/40)

Kim iyilik getirirse, artık ona onun [getirdiğinin] on misli vardır. Kim de kötülük getirirse, artık o, sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar hakksızlığa uğratılmazlar. (En‘âm/160)

Kimdir o kişi ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah da ona birçok katlarını katlayıversin. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Ve yalnız O'na döndürüleceksiniz. (Bakara/245)

Mallarını Allah yolunda harcayan kimselerin örneği, yedi başak bitiren ve her başağında yüz adet tane bulunan tane örneği gibidir. Allah dilediğine katlar. Ve Allah vâsi'dir, alîm'dir. (Bakara/261)

Burada yükseltilmesine, içinde Allah'ın zikredilmesine izin verilen evler mescitlerdir:

Ve şüphesiz ki mescitler kuşkusuz Allah içindir. O nedenle Allah ile birlikte herhangi kimseye yalvarmayın. (Cinn/18)

39-40. Ve şu küfretmiş olan kişiler; onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki, susayan onu su zanneder, ona vardığında da orada herhangi bir şey bulamaz. Yanında Allah'ı bulmuştur. Sonra da O [Allah] ise onun hesabını tastamam ödemiştir. Allah hesabı çok çabuk görür. Yahut çok derin engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; onu dalga üstüne dalga kaplamakta; üstünde de bulut vardır. Birbiri üstüne karanlıklar... Kime, elini çıkarıp uzatsa, nerdeyse onu dahi göremez. Ve Allah kime nûr vermemişse, artık o kimse için nûrdan herhangi bir şey yoktur.

Bu âyetlerde, Allah'ın nûrunu değerlendiremeyenler kınanmakta, onların hâlleri iki misalle örneklenmektedir: Kâfirlerin amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki, susayan onu su zanneder, ona vardığında da orada herhangi bir şey bulamaz. (Yanında Allah'ı bulmuştur. Sonra da O [Allah] ise onun hesabını tastamam ödemiştir. Allah hesabı çok çabuk görür.) Ya da kâfirlerin amelleri çok derin engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; onu dalga üstüne dalga kaplamakta; üstünde de bulut vardır. Birbiri üstüne karanlıklar... Kime, elini çıkarıp uzatsa, nerdeyse onu dahi göremez.

Burada bu karanlık üstüne karanlık ile, kâfirlerin kalplerini bürüyen cehâlet, şüphe ve şaşkınlık, bulut ile de kalbinin kabuk bağlaması ve mühürlenmesi kastedilmiştir.

Ve Allah kime nûr vermemişse, artık o kimse için nûrdan herhangi bir şey yoktur: Bunlar, Allah'ın verdiği nûrdan [Kur’ân'dan, Elçi'den] nasiplenmemiş kimselerdir. Allah'ın nûrundan başka da nûr/ışık yoktur. Başkalarının ışık diye insanlığa empoze ettiği ilkeler, sistemler, ideolojiler hep bataklığa götürür:

Ey iman etmiş kimseler! Allah'a takvâlı davranın, O'nun Elçisi'ne inanın ki, –Kitap Ehli, Allah'ın lütfundan hiçbir şey elde edemeyeceklerini ve şüphesiz lütfun Allah'ın elinde olduğunu, onu dilediğine verdiğini bilsinler diye– O [Allah], size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nûr yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir. (Hadîd/28-29)

Burada inançsızların, Allah'ın nûrundan yararlanmayanların dünya ve âhiretteki hayal kırıklıkları örneklerle anlatılmaktadır. Kâfirlerin amellerinin işe yaramadığı, yaramayacağı başka örneklerle de anlatılmıştı:

De ki: “Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi? Onlar, kendileri sanat/sanayi olarak güzellik ürettiklerini sanırken basit hayatta çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir.” İşte onlar, Rabb'lerinin âyetlerini ve O'na ulaşmayı inkâr etmiş kimselerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyâmet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız [hiçbir değer vermeyiz]. (Kehf/103-105)

Allah, inananların velîsidir [yakın kimsesidir]; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfretmiş kimseler de; onların velîleri tâğûttur ki, kendilerini nûrdan karanlıklara çıkarır. Bunlar, cehennem ashâbıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar. (Bakara/257)

Ve Biz onların [Bize kavuşmayı ummayanların] amelden her yaptıklarının önüne geçtik de onu saçılmış toz zerreleri hâline getiriverdik. (Furkân/23)

Elif [1], Lâm [30], Râ [200]. Bu, Bizim, insanları Rabb'lerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa; Azîz'in, Hamîd'in; göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan şeyler Kendisinin olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Ve dünya hayatını âhirete tercih eden, Allah'ın yolundan çeviren ve onun eğriliğini isteyen şu kâfirlerin, şiddetli bir azaptan dolayı vay haline! İşte bunlar, çok uzak bir sapıklık içindedirler. (İbrâhîm/1-3)

Peki, Allah kimin göğsünü İslâm'a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir ışık üzerinde olmaz mı? Öyleyse Allah'ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. (Zümer/22)

Şüphesiz Allah'ın âyetlerini inkâr eden, hakksız yere peygamberleri öldüren ve insanlardan hakkaniyeti emreden kimseleri öldüren kişiler; sen hemen bunları acıklı bir azapla müjdele! İşte bunlar, dünyada ve âhirette amelleri boşa gitmiş kimselerdir. Onlar için yardımcılardan da bir şey yoktur. (Âl-i İmrân/21-22)

41. Göklerde ve yeryüzünde bulunanların, dizi dizi uçanların [kuşların, arıların, bulutların, boranların] Allah'ı tesbih ettiklerini görmedin mi? Hepsi kendi tesbihini ve salâtını mutlaka bilmektedir. Allah da, onların işlemekte olduklarını en iyi bilendir.

Bu âyette, göklerde ve yerde bulunan tüm varlıkların Allah'ı tesbih ettikleri [Allah'ın tüm kemal sıfatları ile muttasıf olup tüm noksanlıklarından münezzeh olduğuna kanıt oldukları] bildirilmektedir. Bu, İsrâ sûresi'nde de vurgulanmıştı:

Yedi gök, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini iyi kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, halîmdir, çok bağışlayandır. (İsrâ/44)

Ancak burada, Hepsi kendi tesbihini ve salâtını mutlaka bilmektedir buyurularak, her varlığın bir salâtının [desteğinin] olduğu ve bunu yerine getirdiği de bildirilmektedir. Zira evrendeki her şey bir sebebe mebni yaratılmıştır; batıl/boş yere yaratılmamıştır:

Ve Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve aralarında olanları boşuna yaratmadık. Bu, şu küfretmiş olan kişilerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay şu küfretmiş olan kişilerin hâline! (Sâd/27)

Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette akl-ı selim sahipleri için ibret verici deliller vardır. O kişiler ki ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen noksanlıklardan münezzehsin. Artık bizi ateşin azabından koru!” (Âl-i İmrân/190-194)

En‘âm/73, Yûnus/5, İbrâhîm/19, Hicr/85, Nahl/3, Ankebût/44, Rûm/8, Zümer/5, Ahkâf/3, Duhân/39, Câsiye/22 ve Teğâbün/3'e de bakılabilir.

Burada üzerinde duracağımız nokta, âyetteki dizi dizi uçanlar ifadesidir. Âyetteki tayr sözcüğü, sadece “kuş”u değil, küçük bir böcekten, arıdan, uçağa ve bulutlara kadar her türlü uçan cismi içine alır. Burada aklımıza gelenlerden birkaçı hakkında bilgi sunmak istiyoruz:

ARILAR

Bu uçucular, bal üreterek insanlığa katkıda bulunurlar. Ama bunların bal üretmekten daha önemli bir görevleri vardır. Dünyadaki bitkilerin döllenmesinin % 90'ı arılar tarafından gerçekleştirilir. Arıların bu desteği olmasa yeryüzünde meyve, sebze, tahıl vs. hiçbir şey yetişmez.

KUŞLAR

Kuşlar, besin zincirinin önemli halkalarını oluştururlar. Ayrıca eko-sistemin sağlık ve devamlılığı için inanılmaz ölçüde destek sağlarlar.

KARGALAR

Ormanda yaşayan türleri meşe tohumlarını alarak daha sonra yemek için ağaç kovuklarına saklar ya da toprağa gömer. Daha sonra nereye gömdüklerini unuturlar. Bu tohumlar zamanla çimlenir, fidan ve ağaç olur. Cevizle beslenen türlerin de, ceviz ağaçlarının da çoğalmasını sağlarlar. Bunlar, kırılması için cevizleri ağaçtan ya da binaların tepelerinden aşağı atar, kırılan cevizlerin içini yerler. Kırılmayan cevizler ise toprakta zamanla yeşerir ve ağaç olur. Ayrıca diğer tohumları ağızlarıyla ya da dışkılarıyla taşıyarak ormanlaşmada ve ormanların yenilenmesinde önemli rol oynarlar.

DİĞER KUŞLAR

Güvercinler haberleşme, doğan ve şahin avcılık hususunda insanlara destek olurlar. Yırtıcı kuşlar, kemirgenler, sürüngenler, kurbağalar ve küçük kuşlar gibi canlıları avlayarak, doğadaki sayılarını kontrol altında tutarlar. Böcek yiyen kuş türleri birçok tarım zararlısını yiyerek ekonomik yarar sağlamalarının dışında sivrisinekleri de yiyerek sıtma gibi hastalık vakalarını azaltırlar. Leş yiyici olan akbabalar, potansiyel olarak birçok hastalık tehlikesini önlerler.

Doğadaki fosfor döngüsü de balıkçıl kuşlar vasıtasıyla gerçekleşir. Fosforun denizlerden karalara dönüşü, balıkçıl ve balık yiyen deniz kuşlarının dışkıları yoluyla olur.

Rüzgârdan elde edilen enerji ve bulutların yağmur taşımadaki destekleri de herkesçe bilinen bir gerçektir.

42. Göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı yalnızca Allah'a aittir. Dönüş de ancak Allah'adır.

43. Şüphesiz Allah'ın, bulutları sürüklediğini, sonra onları bir araya getirdiğini, sonra da üstüste yığdığını görmedin mi? İşte görüyorsun ki bunların arasından yağmuru çıkarıyor. Ve O, gökten, içinde dolu bulunan dağları indirir de onu dilediğine isabet ettirir; dilediğinden de onu uzak tutar. Şimşeğin parıltısı nerdeyse gözleri alır!

44. Allah, geceyi ve gündüzü çevirir durur. Şüphesiz basiret sahipleri için kesinlikle bir ibret vardır.

45. Ve Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimileri iki ayak üzerinde yürümekte, kimi de dört ayak üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.

46. Andolsun ki Biz, açıkça ortaya koyan âyetler indirdik. Ve Allah dileyen kimseyi dosdoğru yola iletir.

Bu âyetlerde de Allah'ın nûrundan istifade etmenin yolları gösterilmektedir. Bu yollar, kişinin Allah'ı tanıması ve bunu gözlemle yapması gerektiğidir. Çünkü evrende insanların gözü önünde cereyan eden sistemler, Allah'ın imzasını taşımaktadır.

Bu âyet grubunda, Allah'ın kâinattaki binlerce âyetinden sadece bir kaçına dikkat çekilmiştir: Göklerin ve yeryüzünün mülkü [hükümranlığı] yalnızca Allah'a aittir. Dönüş de ancak Allah'adır.

Gözlem ve araştırma yapan herkes bunun böyle olduğuna anlar. Meselâ, herkes bulutların sürüklediğini, sonra onların bir araya getirildiğini, sonra üstüste yığıldığını, bunların arasından da yağmurun çıkarıldığını; gökten, içinde dolu bulunan dağların indirildiğini, kimine isabet ettirildiğini, kiminden de uzak tutulduğunu; şimşeğin parıltısının nerdeyse gözleri aldığını; gece ve gündüzün çevirilip durduğunu görebilir. Bütün bunlarda basiret sahipleri için kesinlikle bir ibret vardır.

Yine incelendiğinde anlaşılır ki, her canlı sudan yaratmıştır. Buna rağmen kimi karnı üzerinde, kimi iki ayak üzerinde, kimi de dört ayak üzerinde yürüyor. Öyleyse, Allah dilediğini yaratıyor. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.

Yine araştıran herkes görecektir ki, Allah apaçık âyetler indirmiş; dileyen kimseyi dosdoğru yola iletiyor. Burada gerçeği bulmaya yapılan delâlet, Kur’ân'ın birçok âyetinde yer almıştır. Bunlardan bir kaçını naklediyoruz:

Ve şu kâfir olan kimseler, gökler ve yer bitişik bir hâlde idi de Bizim onları [o ikisini] ayırdığımızı ve hayatı olan her şeyi sudan kıldığımızı görmediler mi? Buna rağmen hâlâ inanmıyorlar mı? (Enbiyâ/30)

Göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde, “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen noksanlıklardan münezzehsin. Artık bizi ateşin azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen kimi ateş'e girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Zâlimler için hiç yardımcılardan da yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi ebrâr [iyiler/yardımseverler] ile birlikte vefat ettir. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen verdiğin sözden dönmezsin” diye tefekkür eden kavrama yetenekleri olanlar için nice âyetler vardır. (Âl-i İmrân/190-194)

47. Ve onlar, “Allah'a ve Elçi'ye inandık ve itaat ettik” diyorlar. Sonra da onlardan bir grup, arkasından geri duruyorlar ve bunlar, mü’minler değildir.

48. Ve aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Elçisi'ne çağrıldıkları zaman, bakarsın ki, onlardan bir grup mesafelenmişlerdir.

49. Ama eğer hakk kendi lehlerine ise, o'na, gönülden bağlı kimseler olarak gelirler.

50. Peki, onların kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa şüpheye mi düştüler? Yoksa Allah ve Elçisi'nin kendilerine hakksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Bilakis onlar, zâlimlerin ta kendileridir!

51. Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Elçisi'ne davet edildiklerinde mü’minlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleri oldu. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

52. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat eder, Allah'a haşyet duyar ve O'na takvâlı davranırsa, işte onlar başarıya ulaşanların ta kendileridir.

53. Ve onlar [münâfıklar], sen hakikaten kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka (savaşa) çıkacaklarına dair, en ağır yeminleri ile Allah'a yemin ettiler. De ki: “Yemin etmeyin. İtaat, ma‘rûftur! Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır.”

54. De ki: “Allah'a itaat edin, Elçi'ye de itaat edin.” Artık, eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, o'nun üzerine olan, sadece kendisinin yüklendiğidir. Sizin üzerinize de, size yüklenendir. Eğer o'na itaat ederseniz, hidâyete erersiniz. Elçi'nin üzerine olan da, sadece apaçık tebliğdir.

Bu pasajda, önce münâfıkların tavırları ve konumları, sonra da mü’minler konu edilmiştir: Münâfıklar, “Allah'a ve Elçi'ye inandık ve itaat ettik” diyorlar. Sonra da onlardan bir grup, geri duruyor, bunlar mü’min değillerdir. Ve aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Elçisi'ne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup mesafelenip gitmektedir. Ama eğer hakk kendi lehlerine ise, o'na gönülden bağlı kimseler olarak gelmektedirler.

Bunların bu davranışı, kalplerinde bir hastalık olmasından mı, şüpheye düşmelerinden mi, Allah ve Elçisi'nin kendilerine hakksızlık edeceğinden korkmalarından mı? Bilakis onlar, zâlimlerin ta kendileridir!

Rasûlullah emrettiği takdirde savaşa çıkacaklarına dair en ağır yeminleriyle Allah'a yemin eden münâfıklar, Yemin etmeyin. İtaat, ma‘rûftur! Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır. Allah'a itaat edin, Elçi'ye de itaat edin. Artık, eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, o'nun üzerine olan, sadece o'nun yüklendiğidir. Sizin üzerinize de, size yüklenendir. Eğer o'na itaat ederseniz, hidâyete erersiniz. Elçi'nin üzerine olan da, sadece apaçık tebliğdir diye uyarılmaktadırlar.

Mü’minler ise –münâfıkların aksine– aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Elçisi'ne davet edildiklerinde ancak “İşittik ve itaat ettik” derler. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Pasajda münâfıklar ve mü’minlerin durumları açıklandıktan sonra kısa ama evrensel bir mesaj verilmektedir: Kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat eder, Allah'a haşyet duyar ve O'na takvâlı davranırsa, işte onlar başarıya ulaşanların ta kendileridir.

Bu âyetlerin iniş sebebine dair kaynaklarda şu nakiller bulunmaktadır:

Mukâtil şöyle der: Bu âyet, münâfık Bişr hakkında nâzil olmuştur. O, bir arazi yüzünden bir Yahûdi ile münakaşa etmişti. Yahûdi onu, aralarında hüküm vermesi, için, “Rasûlullah'a gidelim” diye çekiyordu. O münâfık ise, Yahûdiyi (Yahûdî olan) Ka‘b b. el-Eşref'e götürmeye çalışıyor ve, “Muhammed bize zulmeder, hakksızlık yapar” diyordu.” Bunların bahsi Nisâ sûresi'nde (âyet 65) geçmişti.

Dahhâk ise şöyle demiştir: Bu âyet, Muğîre b. Vâil hakkında nâzil olmuştur: Muğîre ile Hz. Ali arasında ortak bir arazi vardı. Derken bunu bölüştüler. Hz. Ali'ye, suyun çok zor çıkabileceği yer düştü. Muğîre, Hz. Ali'ye, “Arazini bana sat” dedi. Hz. Ali de onu ona sattı ve el sıkışıp, satışı tamamladılar. Muğîre'ye, “Suyun çıkmayacağı çorak bir yer aldın” denilince, o, Hz. Ali'ye, “Arazini geri al. Çünkü onu, beğenmem şartıyla satın almıştım. Fakat onu beğenmedim, çünkü oraya su çıkmıyor” dedi. Hz. Ali (r.a) de, “Hayır. Sen onu satın aldın, beğendin ve el sıkışıp, bu işi bitirdin. Hem sonra oranın durumunu da biliyordun. Binâenaleyh onu geri almıyorum” dedi ve onu, mahkemeleşmek için, Rasûlullah'a gitmeye davet etti. Bunun üzerine Muğîre, “Muhammed mi, ben o'na gelmem ve o'nun hükmüne başvurmam. Çünkü o bana karşı kızgındır ve bana hakksızlık etmesinden korkarım” dedi. İşte bunun üzerine bu âyet indi.[20]

Münâfıkların bu tutumları Nisâ sûresi'nde de konu edilmişti:

Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye ve sizden olan emir sahibine [yöneticiye] itaat edin. Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi'ye havale edin. Bu, daha iyidir ve ilkleştirme [çözüm] bakımından daha güzeldir. Kesinlikle, inkâr etmekle emrolundukları tâğûtu aralarında hakem yapmak isteyerek kendilerinin, sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri süren şu kişileri görmedin mi? Şeytân da onları uzak [geri dönülmez] bir sapıklıkla sapıttırmak istiyor. Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine ve Elçi'ye gelin!” denince, o münâfıkların senden uzaklaştıkça uzaklaştıklarını görürsün. Bak nasıl? Elleriyle yaptıkları yüzünden kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman; sonra “Biz sadece iyilik etmek ve uzlaştırmak istedik.” diye Allah'a yemin ederek sana geldiler. İşte onlar, Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; artık sen onlardan mesafelen ve onlara öğüt ver. Ve onlara, kendileri hakkında, beliğ [derinden etkileyecek, güzel] söz söyle! Ve Biz, her elçiyi sadece, Allah'ın izniyle itaat olunsun diye gönderdik. Ve eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmalarını isteselerdi, Rasûl de onlar için bağışlanma isteseydi, kesinlikle Allah'ı tevvâb [tevbeleri çokça kabul eden], rahîm [en çok merhamet eden] bulurlardı. Artık, hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadıkça ve tam bir güvenlikle güvenlik sağlamadıkça iman etmiş olamazlar. (Nisâ/59-65)

Bedevî Araplardan geri bırakılmış olanlar, sana yakında, “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti [alıkoydu]. Hadi Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile” diyeceklerdir. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah size bir zarar dilediyse veya bir fayda dilediyse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Bilakis Allah, yaptıklarınıza haberdardır.” (Fetih/11)

Eğer o [sefer], yakın bir kazanç ve sıradan bir sefer olsaydı, onlar kesinlikle seni izlerlerdi. Fakat o meşakkatli iş kendilerine uzak geldi. Bununla beraber, “Bizim de gücümüz yetseydi, kesinlikle sizinle beraber elbette çıkardık” diye Allah'a yemin edecekler –kendilerini helâk ediyorlar– ve Allah biliyor ki onlar, kesinlikle yalıncılardır. Allah seni affetti. Doğru söyleyenler, sana iyice belli oluncaya ve sen yalancıları bilinceye kadar, niçin onlara izin verdin? (Tevbe/42-43)

Kendilerinden razı olasınız diye size yemin ederler. Artık eğer siz onlardan razı olursanız da bilin ki Allah, şüphesiz o fâsıklar toplumundan razı olmaz. (Tevbe/96)

Kitap Ehlinden inkâr eden kardeşlerine, “Andolsun, eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, kesinlikle biz de sizinle beraber çıkarız, sizin aleyhinizde kimseye ebediyen itaat etmeyiz. Eğer sizinle savaşılırsa, kesinlikle size yardım ederiz” demekte olan münâfıklaşan kimseleri görmedin mi? Ve Allah şâhitlik eder ki, şüphesiz onlar kesinlikle yalancılardır. Andolsun, eğer onlar çıkarılırsalar, onlarla beraber çıkmazlar. Yine andolsun, eğer onlarla savaşılırsa onlara yardım etmezler; ve andolsun eğer yardım etseler bile kesinlikle arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra da kendilerine yardım olunmaz. (Haşr/11-12)

İşte böylece Biz sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan rûhu vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan o Allah'ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın bütün işler yalnız Allah'a döner. (Şûra/52-53)

54. âyetteki, Eğer o'na itaat ederseniz, hidâyete erersiniz. Elçi'nin üzerine olan da, sadece apaçık tebliğdir ifadesinde yer alan Peygamber'in görevi, birçok âyette hatırlatılmıştı:

Ve onlara vaat ettiğimizin bir kısmını sana göstersek yahut seni vefat ettirsek, şüphesiz yine de sana düşen sadece tebliğ etmektir. Bize düşen de hesap görmektir. (Ra‘d/40)

Haydi öğüt ver/hatırlat; şüphesiz sen sadece bir öğütçüsün/hatırlatıcısın. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. (Gâşiye/21-22)

Buna rağmen eğer onlar yüz çevirirlerse bilsinler ki, Biz seni onların üzerine bir bekçi olarak göndermedik. Sana düşen sadece tebliğdir. Ve Biz, şüphesiz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevindi; eğer elleriyle yaptıkları yüzünden kendilerine bir kötülük isabet ederse de, o zaman görürsün ki şüphesiz o insan çok nankördür. (Şûrâ/48)

55. Ve Allah, sizlerden iman etmiş ve sâlihâtı işlemiş olan kimselere, kendilerinden öncekileri halifeler kıldığı gibi, yeryüzünde onları da halife kılacağını [başkalarının yerine geçireceğini], onlar için beğenip seçtiği dini onlar için kesinlikle tutunduracağını ve korkularından sonra, onları kesinlikle güvene değiştireceğini vaat etti. Onlar Bana kulluk ederler, Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Bundan sonra da kim inkâr ederse, artık işte onlar, yoldan çıkanların ta kendileridir.

56. Ve rahmet olunmanız için salâtı ikâme edin, zekâtı verin ve o Elçi'ye itaat edin.

57. Sakın, şu küfretmiş kimselerin, yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanma/sakın sanmasınlar! Onların da varacağı yer ateş'tir. Kesinlikle de o, ne kötü bir varış yeridir!

Bu pasajda, samimi mü’minler onurlandırılmakta; inanmış ve sâlihâtı işlemiş kimselerin âkıbetleri bir vaad-i Rabbânî olarak beyân edilmekte ve onlara birtakım görevler verilmekte, kâfirler ise tehdit edilerek uyarılmaktadırlar.

• Allah, iman eden, O'na kulluk eden, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayan ve sâlihâtı işleyen kimseleri, –kendilerinden öncekileri halifeler kıldığı gibi– yeryüzünde halife kılacağını [başkalarının yerine geçireceğini], onlar için beğenip seçtiği dini tutunduracağını ve korkularından sonra onları güvene erdireceğini vaat etmiştir. (Bundan sonra da kim inkâr ederse, artık işte onlar, yoldan çıkanların ta kendileridir.)

• Mü’minler, kendilerine rahmet edilmesi için salâtı ikâme etmeli, zekâtı vermeli ve o Elçi'ye itaat etmelidirler.

• Küfreden kimselerin, yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacakları sanılmamalıdır. Onların varacağı yer ateş'tir ve o, ne kötü bir varış yeridir!

Allah'ın mü’minlere yardım edeceği, kâfirlerin Allah'ı âciz bırakamayacakları kesindir:

Ve hatırlayın; hani sizler sayıca azdınız, yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız, insanların sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz da O [Allah], şükredersiniz diye barındırmıştı, sizi yardımıyla güçlendirmişi ve size temiz-hoş şeylerden rızıklar vermişti. (Enfâl/26)

İşte onlar, yeryüzünde âciz bırakanlar değillerdir. Kendilerinin Allah'ın astlarından velîleri [koruyan, yol gösteren, yardım edenleri] yoktur. Onlar için azap kat kat artırılır. Onlar (vahyi) işitmeye tahammül edemiyorlardı ve de görmüyorlardı. (Hûd/20)

58. Ey iman etmiş kimseler! Yeminlerinizin sahip olduğu kimseler, sizden erginlik yaşına gelmemiş olanlarınız üç durumda; sabah salâtından önce, öğle vaktinde elbisenizi çıkardığınızda, gece salâtından sonra izin istesinler. Bunlar sizin için üç avrettir [açık ve korumasız, üç zamandır]. Bunlar dışında ne size, ne de onlara bir günah yoktur. Aranızda dolaşırlar, bazınız bazınız üzerindedir. Allah, âyetleri size işte böyle açığa koyuyor. Allah alîm'dir, hakîm'dir.

59. Ve sizden olan çocuklar ergenlik çağına geldikleri zaman, artık kendilerinden önceki kişiler [ağabeyleri, ablaları] izin istedikleri gibi izin istesinler. Allah Kendi âyetlerini size işte böyle açığa koyar ve Allah alîm'dir, hakîm'dir.

60. Ve nikâh ümidi kalmayan yaşlanmış kadınlar; artık zînetlerini dışa vurmadan dış elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir sakınca yoktur. Ve iffetli olmaları kendileri için daha hayırlıdır. Ve Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.

61. Âmâya suç yoktur; topala suç yoktur; hastaya suç yoktur; sizin içinde kendi evlerinizden veya babalarınızın evlerinden veya annelerinizin evlerinden veya erkek kardeşlerinizin evlerinden veya kız kardeşlerinizin evlerinden veya amcalarınızın evlerinden veya halalarınızın evlerinden veya dayılarınızın evlerinden veya teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarına mâlik olduğunuz yerlerden yahut dostunuzun evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur. Toplu hâlde veya ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. Artık evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize güvenlik oluşturun. İşte Allah, aklınızı kullanasınız diye size âyetlerini böyle ortaya koyar.

Bu pasajda da aydınlatıcı ve toplumsal huzuru sağlayıcı bazı ilkeler konulmaktadır:

• Yeminlerinizin sahip olduğu [yasalar çerçevesinde himayeye alınmış] kimseler ve erginlik yaşına gelmemiş olanlar üç durumda; sabah salâtından önce, öğle vaktinde elbiselerin çıkartılıp istirahat edildiği esnada, gece salâtından sonra odalarınıza girmek için izin istemelidirler. (Bunlar sizin için üç avrettir [açık ve korumasız, üç zamandır.]) Bu üç vakit dışında odalarınıza girip çıkmalarında sakınca yoktur.

• Çocuklar ergenlik çağına geldikleri zaman, kendilerinden öncekilerin [ağabeylerinin, ablalarının] izin istedikleri gibi izin istemelidirler.

• Nikâh ümidi kalmayan yaşlanmış kadınların, zînetlerini dışa vurmadan dış elbiselerini çıkarmalarında bir sakınca yoktur. Fakat iffetli olmaları kendileri için daha hayırlıdır.

• Âmâya, topala, hastaya suç yoktur.

• Kendi evlerinden, baba evlerinden, anne evlerinden, erkek kardeş evlerinden, kız kardeş, amca evlerinden, hala evlerinden, dayı evlerinden, teyze evlerinden, anahtarları elde olan evlerden yahut dost evlerinden yemek yenilmesinde bir sakınca yoktur.

• Toplu hâlde veya ayrı ayrı yemek yenilmesinde de sakınca yoktur.

• Evlere girildiğinde, Allah tarafından mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak herkes kendine br güvenlik oluşturmalıdır.

60. âyette, Nikâh ümidi kalmayan yaşlanmış kadınların zînetlerini dışa vurmadan dış elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir sakınca yoktur ifadesiyle, yaşlanmış kadınların istisnâ edilmesi, erkeklerin onlara arzu duymamasındandır. Zira yaşlı kadınlar, fitne ve huzursuzluğa sebebiyet vermeyecek bir duruma gelmişlerdir. Dolayısıyla bunlara, diğer kadınlara serbest olmayan şeyler serbest kılınmış, böylece maddî ve manevî külfetten kurtarılmışlardır. Ayrıca yaşlı kadınların sağlık yönünden [kemik erimesi] güneş ışını almaya daha fazla ihtiyaçları vardır ve âyet, dış elbiselerini çıkarmaları hususunda ruhsat vermek sûretiyle onlara bu imkânı da sağlamıştır.

Âyetteki, artık zînetlerini dışa vurmadan ifadesi de, “kendilerine bakılsın diye zînetlerini açığa vurmaksızın ve süslenmeye kalkışmaksızın” demektir.

62. Mü’minler ancak, Allah'a ve Elçisi'ne inanmış, Elçi ile birlikte sosyal bir işle meşgul iken o'ndan izin istemedikçe çekip gitmeyen kimselerdir. Şüphesiz şu senden izin isteyen kimseler; işte onlar Allah'a ve Elçisi'ne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

63. Aranızda Elçi'yi çağırmayı, bazınızın bazınızı çağırışı gibi kılmayın. Saklanarak sıvışıp gidenleri Allah kesinlikle bilmektedir. Bu sebeple, O'nun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar.

64. Gözünüzü açın! Şüphesiz göklerde ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. O, sizin ne üzerinde olduğunuzu kesinlikle bilir. Kendisine döndürülecekleri günde de, yapmış olduklarını hemen kendilerine haber verecektir. Ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.

Birtakım nezaket kurallarının öngörüldüğü bu âyetler, Kur’ân indiği dönemdeki insanların çevresel ilişkiler, nezaket kuralları yönünden hangi seviyede olduklarını göstermektedir:

• Mü’minler, Elçi ile birlikte sosyal bir işle meşgul iken o'ndan izin almadan gitmeyen kimselerdir. (Şüphesiz şu senden izin isteyen kimseler; işte onlar Allah'a ve Elçisi'ne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.)

• Mü’minler, Elçi'yi çağırmayı, birbirini çağırmaları gibi saymamalıdırlar. (Saklanarak sıvışıp gidenleri Allah kesinlikle bilmektedir. Bu sebeple, O'nun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar.)

Bu uyarı, Hucurât sûresi'nde detaylı olarak beyân edilmiştir:

Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın ve Elçisi'nin iki eli arasında öne geçmeyin. Ve Allah'a takvâlı davranın. Şüphesiz Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir. Ey iman etmiş kimseler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize yüksek selse bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz bilincinde olmadan amelleriniz boşa gidiverir. Şüphesiz Allah'ın Elçisi'nin huzurunda seslerini kısan kimseler; işte onlar, Allah'ın, kalplerini takvâ için imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret [korunmuşluk] ve büyük bir mükâfât vardır. Şüphesiz sana odaların arka tarafından seslenen kimseler; onların çoğu akıllı davranmıyorlar. Ve eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Ve Allah, gafûr'dur, rahîm'dir. Ey iman etmiş kimseler! Eğer fâsığın biri size bir haber getirirse hemen araştırın/tesbit edin. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız [zarar getirirsiniz] da yaptığınıza pişman olanlar olursunuz. Ve şüphesiz içinizde Allah'ın Elçisi'nin varlığını bilin. Şâyet o, birçok işlerde size uysaydı, kesinlikle sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, Kendisinin bir lütuf ve nimeti olarak size imanı sevdirdi ve onu kalplerinize zînet yaptı. Küfrü, fâsıklığı ve isyanı da size çirkin gösterdi. İşte bunlar, rüşde sahip kimselerin ta kendilerdir. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. (Hucurât/1-8)

Âyette konu edilen, Elçi ile birlikte sosyal bir işle meşguliyet, “yöneticinin (o gün Peygamber'in) bir maslahatı yaygınlaştırmak için insanları toplamaya gerek duyduğu, salâtın ikâmesi; eğitim-öğretim, sosyal yardım faaliyetleri, yasama-yürütme istişare toplantıları, savaş hazırlıkları vs. gibi çalışmalar”dır.

Bu âyetlerin iniş sebebine dair kaynaklarda şu bilgiler yer alır:

Rivâyet edildiğine göre bu âyet-i kerîme, Kureyşliler Ebû Süfyân'ın, Gatafanlılar da Uyeyne b. Hısn'ın kumandasında Medîne üzerine hücum etmek üzere geldikleri vakit, hendeğin kazılması hakkında nâzil olmuştur. Peygamber (s.a) Medîne etrafında hendek kazmaya başlamıştı. Bu da hicretin 5. yılı Şevval ayında gerçekleşmişti. Münâfıklar işten kurtulmak için görünmeden biri diğerinin arkasına saklanarak sıvışıp gidiyorlar ve gerçekle ilgisi olmayan mazeretler ileri sürüyorlardı. Buna benzer bir rivâyeti Eşheb ile İbn Abdi'l-Hakem, Mâlik'ten nakletmiştir. Muhammed b. İshâk da böyle demiştir.[21]

Sûrenin sonunda da mü’minler, Gözünüzü açın! Şüphesiz göklerde ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. O, sizin ne üzerinde olduğunuzu kesinlikle bilir. Kendisine döndürülecekleri günde de, yapmış olduklarını hemen kendilerine haber verecektir. Ve Allah, her şeyi en iyi bilendir buyurularak bir kez daha uyarılmıştır.

Allah doğrusunu en iyi bilendir.





[1] Lisânu'l-Arab; c. 4 s. 418.

[2] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[3] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[4] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[5] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[6] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[7] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[8] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[9] Prof. Mebrure Tosun-Doç. Dr. Kadriye Yalvaç, Sümer, Bâbil, Asur Kanunları ve Ammi-Aduqa Fermanı, Ankara, 1975, s. 252, madde: 40.

[10] Tekvin, 38:13-17.

[11] Tekvin, 24:65.

[12] İncîl, Korintoslulara 1. Mektup, 11:4-6.

[13] Zemahşerî, Keşşaf.

[14] İbn Kesîr.

[15] İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe fî Ma‘rifeti Sahabe, 1/321 (el-Mektebetu'l-İslâmiyye).

[16] Ahkâmu'l-Kur’ân, 3/1575.

[17] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[18] Lisânu'l-Arab, el-Mu‘cemu'l-Vasıt, el-Müncid, Tâcu'l-Arûs.

[19] Lisânu'l-Arab, “Avr” mad.

[20] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb; Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[21] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla