Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 10:34 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Bu âyette, الرّدع [red‘] edatı olan kellâ sözcüğünden başka üç ilginç vurgu daha mevcuttur:

1) Normalde ينبذ [yünbezü] şeklinde olması gereken fiilin başına ل [lam] edatı ve sonuna da iki tane ن [nun] harfi getirilmek sûretiyle fiil لينبذنّ [le-yünbezenne] hâline getirilmiştir. Böylece cümleye, “kesinlik” vurgusu yüklenmiş ve bu işin şakasının olmadığı, söylenenin kesinlikle, mutlaka yapılacağı belirtilmiştir.
2) Âyette geçen نبذ [nebeze] fiili, sıradan bir sözcük olmayıp horlama, tahkir etme [aşağılama] vurgusu ile “önemsiz bir şeyin fırlatılıp atılması” için kullanılır.15 Rabbimiz bu sözcükle, sahip oldukları sayesinde kendilerini itibarlı, onurlu, önemli sayanlara çok özel bir mesaj vermiş ve sanki demiştir ki: “Siz kendinizi çok ayrıcalıklı olarak görüyorsunuz ama Biz sizi aşağılayarak, horlayarak, önemsiz bir şey, bir paçavra gibi Hutame'ye fırlatıp atacağız.”
3) حطمة [hutame] sözcüğü, “kırıp dökmek” anlamındaki hatm sözcüğünün mübalâğa ismi-i fail kalıbı olup “aşırı kırıp döken” demektir. Araplar, şiddet içeren bu sözcüğü genellikle kemik gibi kuru ve sert şeylerin kırılması anlamında kullanırlar. Mecâzî olarak; önündeki sürüsüne sahip olamayan, sürüsündeki malları telef eden çobana; ne bulursa yiyip bitiren aşırı obur kimseye; tüm birikimleri tükettiren kıtlık senesine; ailesinin varlığını saçıp savurarak zarar veren kimseye; ekinleri, sebzeleri, meyveleri yiyen başıboş hayvana da hutame denilmiştir.16
Sûrenin devamından, hutame sözcüğüyle kasdedilenin, “cehennem” olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda cehennem'in yakıcı özelliğinin yanı sıra, azap üstüne azap veren, içine atılanları kırıp geçiren, yiyip bitiren özellikleri de olduğu ortaya çıkmaktadır.
Cehennemin tanıtılması için seçilmiş olan hutame sözcüğü, başka ince mesajlar da içermektedir. Sanki şöyle denmektedir: “Siz hümezelik ve lümezelik yaparak Peygamber'i ve inananları sıkıntıya sokar, onların maneviyatlarını bozarsanız, Biz de sizi, sizin yaptıklarınızdan daha çetin azaplar veren hutame'ye [kırıp döken, yiyip bitiren cehenneme] fırlatıp atarız; kırılıp dökülürsünüz.”

5Hutame'nin ne olduğunu sana ne bildirdi?


Yani, sen hutame'yi bilmezsin, bilemezsin. Aklın onu alamaz, onun dünyada örneği yoktur. Onu ancak Biz açıklarız.

6,7O, Allah'ın, gönüllerin üzerine tırmanıp çıkan, tutuşturulmuş bir ateşidir.

Kur’ân'da “cehennem ateşi” için, ناراللّه [Allah'ın ateşi] ifadesinin kullanıldığı tek âyet budur. Bunun sebebi, sadece o ateşin korkunçluğunu anlatmaktır. Zımnen, “O, sizin bildiğiniz ateşlerden değildir, o Allah'a aittir; sönmez, bitmez, tükenmez. Ona hiç kimse müdahale edemez. Onun dehşet ve şiddetini de bilemezsiniz, o Allah'a ait ölçülerdedir” denilmektedir.
6. âyet, aynı zamanda, dünyada mal varlığı sebebiyle şımaranların Allah katında ne kadar büyük nefretle karşılandıklarına da işaret etmektedir.
Onları öyle bir karşılama beklemektedir ki:

NEDEN FUAD [GÖNÜLLER]: الافئدة [ef’ideh] sözcüğü, fevad sözcüğünün çoğulu olup “kalp” demektir. Ancak bu sözcük “insanın göğsündeki kalp” için değil, “insandaki şuur, idrak, hissiyat, heves, ilke, düşünce, niyet ve irâde merkezi” için kullanılır.17

Ateşin kalbe kadar ulaşması birden fazla anlama gelebilir:

A) Bu ateş, sadece insanın cezalandırılmasına yol açan yanlış düşüncelerini, çirkin heveslerini, bozuk ilkelerini, kötü niyet ve irâdesini sarmakla kalmayıp bu pisliklerin üretildiği merkeze kadar ulaşmaktadır.

B) Bu ateş, dünyadaki ateş gibi kör, müstahak olanı da olmayanı da birlikte yakan bir ateş olmayıp ancak suçuna göre ve hak edilen kadar yakan, suçluların kalbine kadar ulaşarak onlara vaat edilen azabı tattıran bir ateştir.

C) İnsanın en duyarlı ve kırılgan noktasının kalp olması dolayısıyla cehennem ateşinin gönüllere ulaşması, azabın en fazla acıyan yere ulaşması ve azabın bütün şiddetiyle hissedilmesi anlamına gelir. Hissedilen acının ne kadar dokunaklı olduğunu ifade etmek üzere Türkçe'de kullanılan “Ciğerime işledi”, “Kalbim kırıldı”, “Ciğerim parçalandı”, “İçim acıdı” deyimleri ile Arapça'daki ıttılaun alel ef’ideh [gönüllerin üzerine tırmanıp çıkma] deyimi aynı anlamı ifade etmektedir.

D) Şirkin, küfrün, kötü inançların, bozuk niyetlerin üretildiği yer kalptir. İnsan gönlüyle inanır veya gönlüyle inkâr eder. Cehennem ateşinin bu merkeze, kalbe ulaşması cezalandırmada, “hedefin on ikiden vurulması” anlamına gelir ki, bu da “dokunursan elini kırarım” veya “adımını atarsan ayağını kırarım” tehditleri sonrasında ceza olarak gerçekten elin veya ayağın kırılmasına benzemektedir.

8,9O, uzatılmış direkler içinde, onların üzerine kilitlenmiştir/kapatılmıştır.

Bu âyetler, cehennemi bir zindan olarak tasvir etmektedir: Kapıları hiç açılmamak üzere kapatılmış, kendisinden kaçılamayan bir zindan... Demir parmaklıklar yerine uzun sütunları olan bir zindan... Âdeta bir kafes gibi, her yerin görülebildiği ve her yerden görülebilen ama dışına çıkılamayan bir zindan...
8. âyetteki, مؤصدة [mu’sade] sözcüğü, “kapıyı kapattım, kilitledim” ifadesinden gelmiştir ve “tıpalanmış, sımsıkı kapatılmış” demektir. Sözcüğün bu anlamları, cehennem kapılarının açılmayacağını, oradan çıkışın söz konusu olmayacağını ifade etmektedir.18 Cehennem hakkındaki bu ifade, Kur’ân'da bir yerde daha aynen geçmektedir:

19Âyetlerimizi örtbas edenler de uğursuzluk-şomluk yâranının ta kendileridir. 20Üzerlerinde kapıları sımsıkı kapatılmış bir ateş vardır.(Beled/ 19-20)


Yukarıdaki anlatımlardan, cehennemlikleri fizikî azapların yanında manevî azapların da beklediği anlaşılmaktadır. Çünkü âyetlerde kapıların kilitli olduğu ve direklerin uzatılmış olduğu vurgulanmak sûretiyle kapıların açılmak, direklerin aşılmak istendiği, ama bu çabaların sonuçsuz kaldığı imaları vardır. Yaşanan bütün bu rezilliğin çevreden görülüyor olması, kaçış teşebbüslerinin boşa çıkmasının verdiği sıkıntı azabına –tabir yerinde ise– bir de tuz-biber mâhiyetindeki mahcûbiyet duygusunu eklemektedir.

Bugüne kadar Kur’ân ile ilgili çalışma yapanların hepsi, âyetteki عمد [‘amed] sözcüğünün; “direk, sütun, temel direk, baston” gibi anlamları ile sözcüğün kıraat farklılıkları üzerinde durmuşlar ve bu çerçevede ayrıntılara girmişlerdir. Türkçe'deki “amuda kalkmak” [tepe üstü çivi gibi dik durmak] deyimi de, ‘amed sözcüğünün bu anlamlarına uygun manada dilimize girmiştir.
Hâlbuki kadim Arap dilinde ‘amed sözcüğünün başka anlamları da vardır ve âyetin bu anlamlara göre yapılacak çevirisi de gâyet uygun olmaktadır.

‘Amed sözcüğü, yukarıdakilerden başka şu anlamlara da gelmektedir:
A) Yerinden desteksiz, yardımsız kalkamayan hastaya el-‘amîd denir.
B) Çok şiddetli üzüntüye el-‘amîd denir.
C) Sırttaki yaraya ve ura ‘amed denir.19

Sözcüğün bu anlamları dikkate alınırsa, 9. âyetin şu şekillerde çevrilmesi mümkündür:
A) “Uzun hastalıklar içinde.” B) “Bitmeyen sıkıntılar içinde.” C) “Sırtında hiç iyi olmayacak, şifa bulmayacak yaralar içinde.”

UYARI 1: Bu konuda asıl yapılması gereken şey, İslâm düşmanlarının eline Müslümanları karikatürize edecekleri malzeme vermemektir. Ne var ki, hümeze ve lümeze takımı, tarihte her zaman görüldüğü gibi, malzemelerini kendileri yaratarak sahneye çıkmaktadırlar. Bu takdirde yapılması gereken, onları Allah'a havale etmektir. Meselâ Peygamberimizin çevresindeki hümeze ve lümeze grubundan Mekkeli Hakem b. el-Âs adındaki müşrik, eldeki bilgilere göre, yürüyüşünü taklit etmek sûretiyle Peygamberimizle alay etmiştir. Kur’ân, hümeze ve lümeze takımının bu yaptıkları için Peygamberimizi ve inananları teselli etmiştir:

10Ve hiç kuşkusuz senden önce de elçiler ile alay edildi. Sonra da onlardan alay eden kişileri alay ettikleri şey kuşatıverdi.(En‘âm/10)


10Ve andolsun ki Biz, senden önce geçmiş topluluklara da elçiler gönderdik.
11Ve onlara herhangi bir elçi gelmeye görsün, kesinlikle onunla alay ederlerdi. (Hicr/10-11)


41Ve hiç kuşkusuz senden önce birçok elçiyle alay edildi de içlerinden alay edenleri, o alay ettikleri şey kuşatıverdi. (Enbiyâ/41)


6-8Ve Biz öncekilere de nice peygamberler göndermiştik. Onlar, kendilerine gelen her peygamberi kesinlikle alaya alıyorlardı da Biz, kuvvetçe onlardan daha güçlü olanları değişime/ yıkıma uğratıverdik. Öncekilerin örneği de geçti. (Zuhruf/6-8)


Müslümanlar bu mesajlar doğrultusunda uyanık olmalı, bu beyinsizlerin tahriklerine kapılmamalı, oyunlarına gelmemeli, onları bu dünyada cezalandırmak uğruna kendilerine de zarar veren eylemlerde bulunmamalıdırlar. Ayrıca onların Allah'a havale edilmelerinin bu dünyada cezalandırılmayacakları anlamına gelmediği de iyi bilinmelidir.
Rabbimizin sûrede kullandığı sözcükler dikkatle incelendiğinde, verilen mesajın aynı zamanda bu dünyaya da yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Rabbimiz sanki şöyle demektedir: “Malını güç kaynağı yapıp çokluğu ile kendisinin ebedîleştiğini zanneden, inananlara sıkıntı veren, kaş-göz hareketleriyle sinirlerini bozan o inançsızın başına öyle birini musallat ederiz ki, mala-mülke önem vermeden onun bütün malını kırıp döker, yiyip bitirir, kaybeder. İnançsız da ta ciğerlerinden yanıp tutuşur, sürekli dermansız hastalıklar, bitmeyen sıkıntılar, üzüntüler, iyi olmayan, şifa bulmayan yaralar içinde Allah'ın ateşini çeker durur. İnkâr edişine sebep olan o malını Biz onun azap kaynağına dönüştürürüz.”
Nitekim toplumda bu şekilde cezalandırılmış olan birçok insana her zaman rastlamak mümkündür.

UYARI 2: Bu tehdit herkese şâmil olmayıp sadece “malına güvenerek, malından aldığı güçle Müslümanları tehdit eden, sıkıntıya sokan, onların maneviyatını bozan, hevesini kıran ve âhireti inkâr eden tüm kâfirlere, inançsız İslâm düşmanlarına” yöneliktir. Dolayısıyla, dedikodu ve gıybet gibi kusurlarına rağmen imanlı insanlar kendilerini bu tehdidin muhatabı olarak görmemelidirler.
Fakat ne yazık ki, geçmişte Müslümanları daha takvâlı bir hayata yöneltmek adına, kusurlu Müslümanların da cehenneme girip yanacağına dair rivâyetler uydurulmuştur. Kur’ân âyetleriyle çelişen yüzlerce rivâyetten biri olmasına rağmen yukarıdaki âyetle ilgili olarak klâsik tefsirlerin çoğunda yer almış bulunan Ebû Hüreyre kaynaklı bir rivâyeti ibret nazarlarına sunmakta yarar görüyoruz:
Allah Teâlâ isyankâr müminleri ateşten çıkardıktan sonra –ki en uzun duran yedi bin sene duracaktır– Allah Teâlâ cehenneme ateşten kapaklar, ateşten egserler, ateşten amudlarla bir kısım melekler gönderecek, o kapakları onların üzerine kapayacaklar, o çivilerle sıkıştıracaklar, o amudları uzatıp bastıracaklar, ne bir ruh girecek, ne bir gam çıkacak bir boşluk kalmayacak. Azîz, celîl, cebbâr olan Allah, arş'ı üzerinde, onları unutmuş gibi bırakacak. Cennet ehli nimetleriyle meşgul olacaklar, artık ondan sonra o cehennem ehli hiçbir yardım dileyemeyecekler, söz kesilecek, artık onların sözleri bir nefes alıp vermekten ibaret kalacak. Ve işte, Cehennemlikler dikilmiş direklere bağlı bulundukları halde, o ateşin kapıları üzerlerine kapatılacaktır âyetinin anlamı budur.20

Rivâyet bir yana, pek tabiîdir ki, dedikodu, gıybet, alay gibi çirkin davranışlar bir Müslümana asla yakışmaz. Zaten hepsi de mümine yasaklanmış davranışlardır. Onlardan herhangi birini işleyen bir Müslümanın bu kusurlu davranıştan dolayı mutlaka tevbe etmesi gerekmektedir:

11Ey iman etmiş kimseler! Bir topluluk bir topluluğu alaya almasın. Olabilir ki alay ettikleri topluluk kendilerinden hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınları alaya almasın. Belki de alay ettikleri kadınlar, kendilerinden hayırlıdır. Kendinizi de fırlatıp atmayın; ayıplamayın, küçük düşürmeyin; birbirlerinizi lakaplar ile fırlatıp atmayın; küçük düşürmeyin, küçümsemeyin. İmandan sonra hak yoldan çıkış ile adlanmak ne kötü şeydir! Ve kim hatadan dönmezse, işte onlar yanlış; kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir. (Hucurât/11)


Bu konuların gerek bu sûrede ve gerekse farklı sözcükler kullanılarak Müddessir sûresi'nde dile getirilmesi, bir taraftan kendilerini savunmak, diğer taraftan da inançsızların iğrençliklerine karşı direnmek durumunda olan Müslümanları hem memnun etmekte, hem de Allah'a olan iman ve güvenlerini pekiştirmektedir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

1(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
2Lisânü'l-Arab; c. 9, s. 133-134.
3Lisânü'l-Arab; c. 8, s. 125.
4..... (İbn-i Abbâs'tan naklen)
5..... (Ebû Zeyd'den naklen))
6..... (Ebu'l-Âliye'den naklen)
7
8(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
9..... (Hasan el-Basrî ve İbn-i Keysan'dan naklen)
10..... (İbn-i Abbâs'tan naklen Ebu'l-Levzâ)
11..... (Süfyân-ı Sevrî'den naklen)
12(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
13(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
14(Lisanü’l Arab, “hld” mad. )
15(Lisanü’l Arab, “nbz” mad. )
16Lisânü'l-Arab; c. 2, s. 497-498.
17(Lisanü’l Arab, “f e d” mad. )
18(Lisanü’l Arab, “e s d” mad. )
19Lisânü'l-Arab; c. 6, s. 433-434.
20Hakim-i Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl (Ebû Hüreyre'den naklen).

Konu dost1 tarafından (15. January 2014 Saat 03:07 PM ) değiştirilmiştir. Sebep: Düzeltmeler yapmak.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla