Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 02:12 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Bu konuya dair bir çalışmayı burada naklediyoruz:

GÜNEŞ'İN VE AY'IN FARKI
“Güneş'i bir ziya [ışık, ısı kaynağı], Ay'ı bir nur[ışık] kılan ve yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona duraklar tespit eden O'dur.” (Yunus/5)
Güneş dev bir nükleer reaktör olarak Dünya'mızın hem ışık, hem de ısı kaynağıdır. Uzay'ın soğuğunda Dünya'mızı ısıtan Güneş'ten Dünya'mıza gelen ışın miktarı Güneş'in ışınlarının milyarda ikilik dilimidir. Ay ise Güneş'ten aldığı ışığı Dünya'mıza yansıtır. Ay, Güneş gibi bizzat ısının ve ışığın kaynağı değildir. Güneş'in ve Ay'ın bu farklarına Kuran Güneş'i "ziya", Ay'ı "nur" kelimeleriyle farklı şekilde tarif ederek dikkat çekmektedir. Güneş'i tarif eden "ziya" kelimesi ışığı tarif ettiği gibi aynı zamanda yakıcılığı, ısıyı da tarif etmektedir. "Ziya" kelimesine verilen anlamlarda "ziya"nın bizzat ısının ve ışığın kaynağını ifade etmesi, "nur" kelimesinin ise böyle bir vurguya sahip olmaması da ayette bu kelimelerin seçilmesindeki inceliği gösterir.
Kuran'da Güneş için "ziya" sıfatından başka sıfatlar da kullanılmıştır. Güneş bir meşaleye [sirac] ya da yanan bir lambaya [vehhac] benzetilmiştir. Bu ifadeler de Güneş'in yakıtını kendi içinden aldığına işaret eder. Meşale de, lamba da kendi içlerinde yanan ateş ile etrafa ısı ve ışık saçar. Bu ifadelerin Ay için kullanılmaması, sadece Güneş için kullanılması, Kuran'da her kelimenin nasıl yerli yerinde kullanıldığının delilidir.
GÜNEŞ'İN HİZMETLERİ
Güneş'in bir saniyede ürettiği enerji Dünya'daki üç milyar enerji santralinin bir yılda ürettiği enerjiye eşittir. Dünya Güneş'ten gelen ışınların sadece milyarda ikisini alır. Bu miktar çok ince şekilde tespit edilmiştir. örneğin bu miktardaki çok küçük bir azalma Dünya'nın yaşanmayacak şekilde buzullara gömülüp soğumasına sebep olacaktır.
Güneş'in Dünya'mıza uzaklığı, Güneş'in büyüklüğü, Güneş'teki reaksiyonların gücü hep çok ince hesaplara bağlıdır. Bizim de yaşamımız bu çok ince hesaplarla belirlenmiştir. Tüm bu değerlerdeki çok ufak bir değişiklik bile Dünya'daki hayatın yok olmasına sebep olacaktır. Tüm bu kritik değerlerin hem yaratılması, hem de devam ettirilmesi bizim hayatımızın olmazsa olmaz şartlarındandır. Güneş'in hem kendi ekseninde, hem de bir doğrultuya göre hareketi; Dünya'nın ise kendi ekseninde, Güneş'in etrafında, Güneş'e bağlı olarak, Ay'dan etkilenerek birçok farklı hareketi vardır. Bu çok hızlı hareketlerin tümünde Dünya'mız Güneş sistemiyle, galaksisiyle hep yepyeni, her biri öncekinden farklı bir konumda bulunmaktadır. İşte tüm bu çok hızlı, çok ince hareketlerin hiçbiri bizim Güneş'e göre konumumuzu etkilemez, Dünya'daki hayatın yok olmasına sebep olmaz.
Hayatın oluşması için mutlaka Karbon bazlı moleküllere ihtiyaç vardır. Karbon bazlı moleküller ise sadece –20 °C ile +120 °C arasında oluşabilmektedirler. Evren'de ise yıldızların içindeki milyarlarca derecedeki sıcaklıktan, mutlak sıfır noktası olan –273.15 °C'ye kadar çok geniş bir sıcaklık aralığı mevcuttur. Sadece Karbon bazlı moleküllerin oluşması için gerekli sıcaklık aralığının oluşturduğu dilim, mevcut sıcaklık farklılıklarında yüz binde birlik bir dilim bile değildir. Dünya mevcut ısısını koruyamayıp kısa bir süre için bile içinde bulunduğu sıcaklık diliminden çıksaydı, Dünya'mızdaki hayat son bulurdu. Neyseki Yaratıcımız her an ihtiyaçlarımızın farkındadır ve her an her şey O'nun kontrolündedir.
“...Güneş'e, Ay'a boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi yoluna koyup, düzenler. Delilleri birer birer açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.” (Ra’d/2)
GÜNEŞ'TEKİ OLUŞUMLAR
Yaklaşık 150 milyon kilometre mesafeden Güneş, Dünya'daki hayatın mümkün olmasını sağlamaktadır. Saatte 1000 kilometre hızla giden bir uçağa binsek 17 yılda bile ulaşamayacağımız bir mesafedir bu. Yüzeyindeki sıcaklık 6 bin derece olan Güneş'in merkezindeki sıcaklık ise 15 milyon derecedir. Alev alev gazdan oluşan bu kürenin yüzeyinde bile hayat düşünülemez. Oysa mevcut uzaklığa yerleştirilince Güneş, Dünya'mızın en yakın dostu, hayatımızın kaynağı olmuştur.
Güneş, enerjisini bünyesindeki hidrojeni helyuma dönüştürerek açığa çıkarmaktadır. Dört ayrı hidrojen çekirdeğinden tek bir helyum oluşur. Bu oluşum tek bir aşamada gerçekleşmez. Bu dönüşüm yavaş yavaş oluşur, Güneş de buna bağlı olarak ağır ağır yanar. önce iki hidrojen birleşip dötronu oluşturur. Dötronun oluşmasını sağlayan da atom çekirdeğindeki güçlü nükleer kuvvettir. Bu kuvvetin gücü de bu noktada çok dengeli bir şekilde ayarlanmıştır. Eğer güçlü nükleer kuvvet mevcut değerinden daha zayıf olsa iki Hidrojen çekirdeği birleşmeyecektir. Yanyana gelen artı yüklü protonlar birbirlerini itecekler ve Güneş'teki nükleer reaksiyon yani Güneş'in kendisi oluşamayacaktır. Eğer güçlü nükleer kuvvet mevcut değerinden daha güçlü olsa, dötron yerine iki protonlu DiProton oluşacaktır. Bu o kadar etkili bir yakıt olurdu ki; Güneş ve Güneş'e benzer yıldızlar bu güç yüzünden çok kısa sürede infilak ederek yok olurdu. Bu durumda her örnekte olduğu gibi yine ne biz, ne de Dünya'mız var olacaktık. Tüm bu göstergeler Allah'ın Evren'i, Evren'deki fizik kurallarını nasıl mükemmel, planlı bir şekilde yarattığını ve işlettiğini ortaya koymaktadır.
Sizin tanrınız yalnızca Allah'tır. O'nun dışında bir tanrı yoktur. O bilgi bakımından her şeyi kuşatmıştır. (Taha/98) (Kur’an Araştırmaları Grubu)]


21 – 24- O [Nuh]: “Rabbim! Şüphesiz onlar [Kavmim] bana isyan etti. Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydular. Ve onlar büyük tuzaklar kurdular. Ve ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ve sakın Vedd, Suvâ’, Yegûs, Yeûk ve Nesr’i bırakmayın’ dediler. Kesinlikle birçoklarını da saptırdılar. Sen de o zalimlere sadece sapıklığı arttır” dedi.
Bu ayetlerde, Nuh peygamberin Allah’a yakarışları nakledilmektedir. Kendisine gösterilen katı tutum sonucunda Nuh peygamber, “Rabbim! Şüphesiz onlar [kavmim] bana isyan etti. Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydular. Ve onlar büyük tuzaklar kurdular. Ve ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ve sakın Vedd, Suvâ’, Yagûs, Yeûk ve Nesr’i bırakmayın’ dediler” diyerek kavmini Allah’a şikâyet etmiş, duasını “Kesinlikle birçoklarını da saptırdılar. Sen de o zalimlere sadece sapıklığı arttır” sözleriyle devam ettirmiştir.
Nuh’un (as) yakarışındaki “Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydular” ifadesinde kimden söz edildiğine dair başkaca bilgi verilmemiştir. Ancak ayetin ifadesinden, bu kişinin Ebulehep gibi malı ve çevresiyle dine karşı tavır almış bir kişi olduğu anlaşılmaktadır.
Nuh kavminin ileri gelenlerinin topluca ve her türlü hileye başvurarak diğerlerine “Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ve sakın Vedd, Suvâ’, Yagûs, Yeûk ve Nesr’i bırakmayın!” demeleri ve halkı şirklerinde kalmaya teşvik etmeleri, inkârcıların genel karakterini göstermesi bakımından fevkalade dikkat çekicidir.
Sa’d suresindeki şu pasajda da benzer bir tavırdan söz edilmektedir:
Ve içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldiğine şaştılar da o kâfirler, “Bu bir sihirbazdır, çok çok yalan söyleyen birisidir. O bunca ilâhı, bir tek ilâh mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak [çok tuhaf] bir şey!” dediler.
Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler (ve dediler ki): “İlâhlarınız üzerinde sabır ve sebat edin. Bu, gerçekten, istenen [sizden beklenen] bir şeydir! Biz bunu son [başka bir] dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Zikir [öğüt] aramızdan o'nun üzerine mi indirildi?” –Aksine onlar Benim Zikrimden bir kuşku içindeler, aksine onlar henüz azabımı tatmadılar.–
Yoksa çok güçlü ve çok bağış yapan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır? Ya da bütün o göklerin, yerin ve aralarında olanların mülkü onların mıdır? Öyle ise sebeplerin içinde yükselsinler!
(Onlar) burada, çeşitli gruplardan oluşmuş, bozguna uğramış bir ordudur!
Onlardan önce Nûh'un kavmi, Âd, kazıklar sahibi Firavun, Semûd, Lût'un kavmi ve Eyke ashâbı [Şu‘ayb'ın kavmi] da yalanladılar. İşte onlar, hiziplerdir.
Onların hepsi, sadece elçileri yalanladılar. Bu sebeple azabım hakk oldu.
Ve bunlar devenin iki sağımlığı kadar dahi gecikmesi olmayan bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar. (Sad/4- 15)
Demek ki tarih tekerrür etmektedir.
Konumuz olan ayetlerde isim isim bir takım putlardan bahsedilmektedir. Bu put isimleri Arapçada anlamı olan sözcüklerdir. Bu isimlerle ilgili olarak klasik kaynaklardan iki nakil alıntılıyoruz:
Suvâ' -onların görüşlerine göre- deniz kıyısında Huzeyllilere ait bir put idi.
Yeğûs: Katade'nin görüşüne göre, Sebe’ diyarının el-Cevf denilen yerinde Muradlıların Gutayf koluna ait idi.
el-Mehdevî: Önce Muradlıların idi, sonra da Gatafanlıların oldu. es-Salebi dedi ki: Taylılardan olan Alâ ve En'um ile Mezhiclilerden olan Curaşlılar, Yeğûs'u alıp onu Muradlılara götürdüler ve orada bir süre ona ibadet ettiler. Daha sonra Nadiye oğulları o putu Alâ ve En'umlulardan almak istediler. Bu sefer onu Huzaalılardan el-Haris b. Ka'b oğullarına mensup el-Husayn'a götürdüler.
Ebu Osman en-Nehdi dedi ki: Ben Yeğûs'u gördüm, kurşundandı. Bu pu­tu bacaklarında hastalık bulunan bir devenin üzerinde taşıyorlardı. Onunla birlikte yol alıyor fakat kendisi çökmedikçe onu büktürmüyorlardı. Deve çök­tümü, onlar da inerler ve “Size burayı beğenmiş bulunuyor” diyerek onun üze­rinde bir bina inşa ediyor ve etrafında konaklıyorlardı.
Ye'ûk, İkrime, Katade ve Ata'nın görüşüne göre (Yemen'deki bir yer olan) Belha denilen yerde Hemdanlılara ait idi. Bunu el-Maverdî zikretmektedir.
es-Sa'lebî dedi ki: Ye’ûk, Sebelilerden Kehlan adındaki birisine ait idi. Son­ra oğullan biri diğerinden miras aldı. Büyüklük sırasına göre miras alına alı­na sonunda Hemdanlıların eline geçti. İşte Malik b. Nemat el-Hemedanî şu beyti onun hakkında söylemiştir:
"Dünyada tüylendiren [palazlandıran] da Allah'tır, zayıflatan da O'dur, Fakat Ye'ûk ne zayıflatabiliyor, ne de palazlandırabiliyor."
Nesr: -Katade'nİn görüşüne göre- Himyerlilerden Zülkela'a ait idi. Mukatil'den de benzer bir görüş nakledilmiştir.
el-Vâkidî dedi ki: Vedd bir adam suretinde idi. Suvâ' kadın suretinde, Yeğûs arslan, Ye’ûk at, Nesr ise uçan kuşlardan kartal suretinde idi. Doğrusu­nu en iyi bilen Allah'tır. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
Sûrede adı geçen Nuh kavminin ilahlarının isimleri, hem lafız hem de mânâ yönün­den Arapçadır. Her ne kadar bu isimler Kur'an'ın indiği fasih Arapçadan dönem ola­rak çok eski olsa da, aralarındaki ilişki açıkça belli olmaktadır. Yeğûs ile Gavs [yar et­mek], Gays [bereketli yağmur] ve İgâse [yardım etmek] arasındaki ilişki; Yeûk ile İâ'ka ve Ta'vîk [engellemek, alıkoymak] arasındaki; Süvâ' ile Sea'h [genişlik, bolluk] arasın­daki ilişki; Vedd ile Mevedde [sevgi] arasındaki ilişki; Nesr ile meşhur yırtıcı kuşa verilen ad arasındaki ilişki açıkça gözükmektedir. Peygamber'in döneminde bazı Arap ka­bilelerinin bu adlarla anılan putları olduğunu nakleden rivayetler bulunmaktadır. Anla­tıldığına göre Hüzeyl kabilesinin putunun adı Suvâ' idi, bulunduğu yerin adı ise Yenbûğ olarak isimlendiriliyordu. Başka bir rivayette ise bu Hemedân kabilesinin putunun adıydı. Diğer bir rivayete göre ise, Zilkilâ' ailesinin putunun adıydı. Sanırım bunların hepsi mevcuttu ve bir kadın sûretindeydi.
Yemen'dc Mezhac ve Cürs ehlinin de Yegûs isminde bir putları vardı. Ona tapanlar arasında Murad kabilesinden Gatîfoğullan da bulunmaktaydı. Rivayete göre bu put Suvâ'nın oğlu olup aslan sûretindeydi. Anlatıldığına göre Hemedan, Havlan ve onların müttefikleri olan kabilelerin Erhab denilen yerde Ye’ûk isminde bir putları vardı. Riva­yete göre Hayvan kabilesi de bu puta tapmaktaydı. Bu put aynı zamanda Zilkilâ' ailesi­nin de putları arasındaydı ve at şeklindeydi. Anlatıldığına göre Humeyr kabilesi de Nesr isminde bir puta tapıyordu. Bir rivayete göre bu Humeyr kabilesinden Zilkiâ ailesinin putuydu. Hayaniyye kabilesi kitabelerinde ise Nesr adı kayıtlı olup kuş şeklindeydi. Be­nî Kelb kabilelerinin de Vedd isminde bir putu olduğu ve bunun erkek suretinde olduğu anlatılmaktadır. Bu ismin eski dönemde Yemen ilahlarından birisi olduğu ve onlarda Ay’ı temsil ettiği de kaydedilmektedir. Cahilliyye devri erkek isimlerinden bu adların ba­zısına nispet edilen birtakım rivayetler nakledilmiştir; Örneğin: Abdü Vedd [Vedd'in ku­lu], Abdügays [Gays'ın kulu] gibi.
Anladığımız kadarıyla Araplar, Peygamber'in döneminde ve öncesinde bu isimleri Nuh kavminin ilahları olarak kullanıyorlardı, sonra bu isimleri iktibas ettiler; belki de Arapçalaştırarak putlarına da bu isimleri verdiler. Bu, Kur'an'ın indiği fasih Arapça dö­neminden daha eski döneme rastlamaktadır. Bu şekilde, bu isimleri olduğu gibi korudu­lar. Çünkü bunlar, göz ardı edilemeyecek derecede kudsiyet kazanmışlardı. (Derveze; et Tefsirü’l Hadis)
24. ayette Nuh peygamber, olayları anlatırken “… onlar birçok kimseyi saptırdılar” ifadesiyle kavminin ileri gelenlerini değil de putları kastetmiş olabilir. Tabiî ki cansız putların kimseyi saptırması söz konusu olamaz. O nedenle bu ifade, “bunlar sebebiyle birçok kişi saptı” anlamındadır. Bunun bir örneğini de İbrahim suresindeki şu pasajda görmekteyiz:
Ve hani bir zaman İbrahim: "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmamızdan uzak tut! Rabbim! Şüphesiz onlar [putlar] insanlardan birçoğunu saptırdılar. Şimdi kim bana uyarsa, artık o, şüphesiz bendendir; kim bana karşı gelirse, … Artık Sen şüphesiz çok bağışlayan ve çok merhamet edensin. Rabbimiz! Şüphesiz ben çocuklarımdan bir bölümünü salâtı ikame etmeleri için, senin dokunulmazlaşmış Ev’inin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Onların şükretmeleri için artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerden rızıklandır. Rabbimiz! Şüphesiz Sen bizim gizlediğimiz şeyleri ve açığa vurduğumuz şeyleri bilirsin. -Ve yerde ve gökte, hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.- İhtiyarlık halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamd olsun. Şüphesiz ki Rabbim duamı çok iyi işitendir. Rabbim! Beni salâtı ikame eden kıl! Soyumdan da. Rabbimiz! Duamı da kabul et! Rabbimiz! Hesabın kurulduğu günde benim için, anam-babam için ve müminler için mağfirette bulun!" demişti. (İbrahim/35- 41)
26- 28 – Ve Nuh dedi ki: “Bu yerde dolaşan kâfirlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar. Rabbim! Benim için, anam-babam için, mümin olarak evime giren kişiler için ve mümin erkekler ve mümin kadınlar için mağfiret et! Zalimlere de sadece yok oluşu arttır.”
Bu ayetlerde Nuh’un (as) yakarışlarının devamı verilmektedir. Onun duasında dile getirdiği “Bu yerde dolaşan kâfirlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar” şeklindeki sert ifadelerin sebebi, onlarla ilgili daha evvel Allah’ın kendisine bilgi vermiş olmasıdır. Aksi halde böyle bir dua yapma hakkı söz konusu olmazdı.
Ve Nuh’a vahyolundu: “Kesinlikle kavminden iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman etmeyecektir. Onun için onların yaptıkları şeylere üzülme. Ve Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulüm yapan kimseler hakkında da Bana hitapta bulunma. Kesinlikle onlar suda boğulmuşlardır [boğulacaklardır].” (Hud/36, 37)
Ayetin orijinalinde yer alan “ الأرضel-Arz” sözcüğündeki “ الel” takısını “ahd” anlamına aldığımız takdirde, Nuh’un “el-Arz” sözcüğüyle kastettiği yerin kendi yaşadığı bölge olduğu anlamı elde edilir. Zaten Nuh’un yeryüzündeki tüm kâfirler için böyle bir bedduası söz konusu olmaz. Zira uzaktaki kâfirler ile ilgili olarak onların inanmayacak kimseler olduğuna dair Nuh’a bir bilgi verilmemiştir.
25 – Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için Allah'ın astlarından yardımcılar bulamadılar.
Bu ayet Nuh’un (as) Allah’a yakarış ifadelerine ait değildir. Bu nedenle Nuh’un (as) yakarışlarının nakledildiği 26-28. ayetlerin arkasında meallendirilmiştir.
Ayetin açık ifadesinden Nuh’un (as) dualarının kabul olduğu anlaşılmaktadır. Bu kabulün sonucu olarak o inatçı müşrik kavim hem dünyada cezalandırılmış, hem de ahirette cezalandırılacağına dair kesin hüküm verilmiştir. Azap geldiğinde güvendikleri putlardan hiçbirinin yardımını görememişlerdir.
Ve Nuh’u; hani o daha önce nida etmişti de Biz de ona cevap vermiştik. Sonra da Biz kendisini ve ehlini [ailesini, yakınlarını, inanlarını] büyük sıkıntıdan kurtardık.
Ve ayetlerimizi yalanlayan kavmine karşı ona yardım ettik. Şüphesiz onlar, kötü bir kavimdiler de Biz onları topluca suda boğduk. (Enbiya/76, 77)
Bu trajik tablodan, başta Mekkeli müşrikler olmak üzere tüm insanlığın ibret alması ve sonlarının Nuh kavmi gibi olmamasına çalışmaları gerekmektedir. Surenin genel mesajı budur.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla