Konu: Tevbe Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. August 2010, 12:08 AM   #3
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

34-35. âyetlerde, haham ve rahiplerin durumuna dair bilgi verilmekte, 34. âyette de bu uyarıya bağlı olarak, Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan kimseler; hemen onlara acıklı bir azabı müjdele! O gün, onların [altın ve gümüşlerin] üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!” ifadesiyle, kenz yapanlar kınanmaktadır. Onlar bâtıl yolla kazanıp biriktirdiklerini tedavüle de sokmamışlar, hatta bunları insanların sapmaları yönünde kullanmışlardır.

24. De ki: “Eğer ki babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz [akrabalarınız, kabileniz], elde ettiğiniz mallar, kesata uğramasından ürperdiğiniz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan, O'nun Elçisi'nden ve O'nun yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyiniz. Ve Allah fâsıklar kavmine hidâyet etmez.”

Bağımsız bir necm olan bu âyette, Allah yolunda savaşma hususunda gevşek davranan mü’minler uyarılmaktadır.
Allah'a ve âhiret gününe inanan bir topluluğu, Allah'a ve Elçisi'ne sınırı aşmaya uğraşanlarla karşılıklı sevgi bağı kurmuş hâlde olarak bulamazsın. Bunlar onların ister babaları olsun, ister çocukları olsun, ister kardeşleri olsun, ister akrabaları olsun. Onlar, Allah'ın, onların kalplerine imanı yazdığı ve kendilerini Kendisinden olan rûh [güvenli bilgi] ile desteklediği kimselerdir. Ve O [Allah], onları, sürekli kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır. İşte bunlar, Allah'ın hizbidir [grubudur]. Gözünüzü açın! Allah'ın hizbi [grubu], başarıya ulaşanların ta kendileridir. (Mücâdele/22)

36. Şüphesiz Allah katında; gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah'ın yazısında, ayların sayısı, ay olarak on ikidir. Bunlardan dördü haramlardır. İşte bu koruyan dindir. Bu sebeple onlarda [haram aylarda] kendinize zulmetmeyiniz. Ve sizinle toptan savaşan müşriklerle siz de toptan savaşın. Ve şüphesiz Allah'ın muttakiler ile beraber olduğunu bilin.

37. O nesî’, ancak küfürde fazlalıktır ki, onunla küfretmiş kimseler şaşırtılır; Allah'ın haram kıldığının sayısına uydursunlar da Allah'ın haram kıldığını helâl kılsınlar diye onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar. Kendilerine amellerin kötülüğü süslenip güzel gösterildi. Ve Allah, kâfirler toplumuna hidâyet etmez.

Bu âyetlerde haccın [en üst düzeydeki uluslararası eğitim ve öğretimin] önemine dikkat çekilmekte ve hacc yapmamanın, ertelemenin zararları konu edilmekte ve evrenin yaratılışından bu yana ayların sayısının 12 olduğu, bunlardan 4'ünün haram [dokunulmaz/özerk eğitim-öğretim ayı] olduğu ve bu ilkenin sağlam bir din olduğu ifade edilmektedir. Öyleyse insanlar, özellikle de Müslümanlar senenin dört ayını, yüksek düzeyde uluslararası eğitim-öğretimle geçirmeli ve bu süre içinde barış, huzur ve sükunet sürdürülmelidir.

37. âyette, nesî’ ile haram ay ilkesini sulandırma, sulandıranların durumu ve bunların âkıbetleri bildirilmiştir.

“Erteleme, geciktirme” demek olan النسيئ [nesî’], Arapların haram aylara riâyet etmekten kaçınmalarını, yozlaştırma çabalarını ifade eder. Bu konuyu da Merhum Mevdûdî ve Kurtubî'nin tesbitleriyle sunuyoruz:

Putperest Araplar nesî’ uygulamasını iki şekilde yapıyorlardı. Ne zaman işlerine gelse bir haram ayı; kendi arzularına göre savaş ve intikam için adam öldürmenin helâl olduğu normal bir ay gibi kabul ediyorlardı. Daha sonra haram ayların sayısında oluşan eksikliği tamamlamak üzere, bu ayın yerine başka bir ayı haram ay ilan ediyorlardı.

Nesî’nin ikinci şekli ise, ay yılı ile güneş yılını dengeye getirmek için yıla bir ay daha eklemeleriydi. Böylece hacc, her yıl aynı mevsime denk geliyor ve haccı ay yılına göre tayin etme sırasında karşılaşılan tüm güçlük ve zahmetlerden kurtulmuş oluyorlardı. Bu şekilde hacc 33 yıl boyunca gerçek târihinden başka bir târihte yapılmış oluyordu. Ancak 34. yılda hacc olması gereken târihte Zi'l-Hicce'nin 9 ve 10'unda ifa edilebiliyordu. Hz. Peygamber'in (s.a) Veda haccı'nı yaptığı yıl, târihler bu şekilde dönerek, ay takvimine göre gerçek hacc mevsimine denk gelmişti. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a) Arafat'taki târihî hutbesinde şöyle demişti: “Bu yıl hacc günleri, uzun müddet devir yaptıktan sonra gerçek ve tabii târihine rastladı.” H. 9. yılda Veda haccı'ndan beri de hacc günleri, asıl târihine denk gelmekte, ay takvimine göre belirlenmektedir.[5]

ARAPLARIN NESÎ’ [AYLARI ERTELEME] UYGULAMASI

Araplar Muharrem ayında savaşı haram kabul ediyorlardı. Muharrem ayında savaşmak ihtiyacını duyacak olurlarsa, onun yerine Safer ayını haram ay kabul eder ve Muharrem ayında savaşırlardı. Buna sebep ise şudur: Araplar savaş ve talanla uğraşan kimselerdi. Ardı arkasına baskın ve talan yapmadan üç ay beklemek onlara ağır gelirdi ve şöyle derlerdi: “Eğer üç ay arka arkaya biz hiçbir baskın ve talan yapmaksızın (ve bunun sonucunda) bir şeyler elde etmeksizin geçirecek olursak, hiç şüphesiz telef olur gideriz.” O bakımdan, Minâ'dan ayrıldıkları vakit Kinaneoğulları'ndan Fukaymoğulları'na mensup ve el-Kalemmes diye bilinen birisi kalkar ve, “Ben hükmüne karşı itiraz olunmayan birisiyim” derdi. Bunun üzerine onlar da, “Bize (haram ayı) bir ay ertele” derlerdi. Yani, “Bu Muharrem ayının hanımlığını ertele ve bunu Safer ayına koy” derler, o da bunun üzerine Muharrem ayını kendilerine haram olmaktan çıkartır, helâl kılardı. Onlar böylelikle bir ay yerine başka bir ayı değiştiriyorlardı, nihâyet bu haram kılma işi yılın bütün aylarını dönüp dolaştı. İslâm hâkim olduğunda ise, Muharrem, yüce Allah'ın o ayı yerleşmiş olduğu asıl yerine dönmüş oluyordu.[6]

Âyette, Bunlardan dördü harâmlardır. İşte bu koruyan dindir. Bu sebeple onlarda [haram aylarda] kendinize zulmetmeyiniz uyarısıyla, bu aylarda savaştan kaçınmayanların ve hacca [ileri derecede eğitime] önem vermeyenlerin kendilerine zulmedecekleri; dinî, askerî, siyasî ve iktisadî yönden kendi sonlarını hazırlayacakları ihtar edilmektedir.

Burada verilen mesaj, on iki ayın dördünün mutlaka eğitim ve öğretim ayı yapılması, bunun sulandırılmamasıdır.

38. Ey iman etmiş kişiler! Ne oldu ki size, “Allah yolunda savaşa çıkın” denildiği zaman yere ağırlaşıp kaldınız [çakılıp kaldınız]. Âhiretten cayıp basit hayata mı razı oldunuz? Ama âhirettekine göre, bu basit hayatın kazanımı pek azdır.

39. Eğer savaşa çıkmazsanız, O [Allah], sizi acıklı bir azap ile azaplandırır ve yerinize başka bir toplumu getirir ve siz O'na zarar diye bir şey veremezsiniz. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.

40. Eğer siz o'na [Elçi'ye] yardım etmezseniz, bilin ki Allah o'na kesinlikle yardım etmiştir. Hani o küfretmiş kişiler, o'nu ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada idiler. Hani o, arkadaşına, “Üzülme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir” diyordu. Bunun üzerine Allah, o'nun üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını; morallerini indirmiş, o'nu sizin görmediğiniz askerlerle güçlendirmiş ve küfreden kişilerin sözünü en alçak kılmıştı. Allah'ın kelimesi de en yücenin ta kendisidir. Ve Allah azîz'dir, hakîm'dir.

41. Hafif teçhizatla ve ağırlıklı olarak savaşa çıkın ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

42. Eğer o [sefer], yakın bir kazanç ve sıradan bir sefer olsaydı, onlar kesinlikle seni izlerlerdi. Fakat o meşakkatli iş kendilerine uzak geldi. Bununla beraber, “Bizim de gücümüz yetseydi, kesinlikle sizinle beraber elbette çıkardık” diye Allah'a yemin edecekler –kendilerini helâk ediyorlar– ve Allah biliyor ki onlar, kesinlikle yalıncılardır.

43. Allah seni affetti. Doğru söyleyenler, sana iyice belli oluncaya ve sen yalancıları bilinceye kadar, niçin onlara izin verdin?

44. Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeye senden izin istemezler. Ve Allah, o muttakileri en iyi bilendir.

45. Senden izin isteyenler, sadece Allah'a ve âhiret gününe inanmayan ve kalpleri şüpheye düşüp de şüphelerinin içinde bocalayıp duran kişilerdir.

46. Ve eğer çıkışı isteselerdi, kesinlikle onun [çıkış] için birtakım hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, onların gönderilmelerini hoş görmedi de onları yoldan alıkoydu. –Ve “Oturun oturanlarla beraber!” denildi.–

47. Eğer sizin içinizde çıkmış olsalardı, sadece bozgunculuğu artıracaklardı ve kesinlikle aranıza fitne sokmak için koşacaklardı. İçinizde onlara kulak verecekler de vardı. Ve Allah, o zâlimleri çok iyi bilendir.

48. Andolsun ki, onlar, bundan önce de fitne çıkarmak istediler ve sana türlü işler çevirdiler. Nihâyet hakk geldi ve onlar istemedikleri hâlde Allah'ın emri açığa çıktı.

49. Onlardan bazı kimseler, “Bana izin ver, beni fitneye düşürme [başımı belaya sokma]!” derler. Gözünüzü açın! Onlar fitnenin içine düştüler. Cehennem de o kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır.

50. Eğer sana bir iyilik dokunursa, fenalarına gider. Eğer sana bir musibet dokunursa, “Biz kesinlikle işimizi [tedbirimizi] önceden almıştık” derler. Ve onlar sevinenler olarak yan çizip giderler.

51. De ki: “Hiçbir zaman bize Allah'ın bizim için yazdığından başkası dokunmaz. O, bizim mevlâmızdır. Onun için mü’minler yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.”

52. De ki: “Siz, bize iki güzelliğin birinden başkasını mı gözetirsiniz? Biz ise size Allah'ın Kendi katından veya bizim elimizle bir azap indirmesini gözetiyoruz. Haydi siz gözetedurun, şüphesiz biz de sizinle beraber gözetenleriz.”

53. De ki: “İsteyerek veya istemeyerek infak edin; sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Şüphesiz siz fâsıklar toplumu oldunuz.”

54. Ve onların infaklarının kendilerinden kabul olunmasına, sadece, onların Allah'a ve O'nun Elçisi'ne küfretmeleri ve salâta sadece tembel tembel gitmeleri, infaklarını da ancak istemeyerek yapmaları engel oldu.

55. Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit yaşamda cezalandırmak, onlar kâfir iken benliklerini çıkarmak istiyor.

56. Sizden olmadıkları hâlde, şüphesiz kendilerinin kesinlikle sizden olduğuna dair Allah'a yemin de ederler. Velâkin onlar, korkup duran bir topluluktur.

57. Eğer onlar, sığınacak bir yer veya barınacak mağaralar veyahut girilecek bir delik bulsalardı kesinlikle başlarını dikerek o tarafa doğru yönelirlerdi.

58. Onlardan bazıları da, sadakalar hakkında sana dil uzatan kimselerdir. Ki, o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse hemen öfkeleniverirler.

59. Ve keşke onlar, Allah ve Elçisi'nin kendilerine verdiğine razı olsalardı. Ve “Bize Allah yeter. Allah, yakında bize lütuf verecektir, Elçisi de. Şüphesiz biz, sadece Allah'a rağbet edenleriz” deselerdi.

Bu âyetlerde mü’minlere sitem edilmekte, münâfıkların ve keyif düşkünü kimselerin davranışları kınamakta ve Müslümanlara; herhangi bir özür beyân etmeden ağır ve hafif olarak her şartta Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad etmeleri emredilmektedir.

Mü’minler bu konularda daha evvel de uyarılmışlardı:

Ey iman etmiş kimseler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında gazap bakımından büyüdü [büyük bir suç/günah olarak belirlendi]. Şüphesiz Allah, Kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf saf hâlinde savaşan kimseleri sever. (Saff/2-4)

Târihî bilgi ve belgelere göre burada Tebük seferine işaret edilmektedir. Âyetlerin iyi anlaşılması açısından Tebük seferiyle ilgili ansiklopedik düzeyde bilgi vermek istiyoruz:

TEBÜK SEFERİ

Tebük seferi, hicrî 9. yılda, Şam'da toplanan 40.000 kişilik Bizans ordusuna karşı çarpışmak üzere Medîne'den Şam'a doğru düzenlenen askerî bir harekettir.

Tebük, Medîne ile Şam'ın ortasında, suyu ve hurmalıkları bol olan bir yerin adıdır. Seferin son noktası orası olması nedeniyle bu sefer, “Tebük seferi” veya “Tebük gazası” diye isimlenmiştir.

SEFERİN NEDENİ

Sûriyeli Hristiyanlar, Bizans İmparatoru Heraklius'a bir mektup yazar; Muhammed'in öldüğünü, Müslümanların da kıtlık ve yokluk içinde perişan olduklarını, üzerlerine asker gönderilirse, onları dinden döndürmenin, kendi dinlerine katmanın, gerekirse yok etmenin tam zamanı olduğunu bildirirler.

Bunun üzerine Bizans kralı, Müslümanlara karşı 40.000 kişilik bir orduyu yola çıkarır. Bazı Arap kabileleri de Bizanslılarla işbirliği yaparlar.

Durum, Medîne'ye; Rasûlullah'a ulaşır. Mü’minler hazırlığa davet edilirler. Kadın-erkek, zengin-fakir herkes imkânları nisbetinde katkıya koşar.

İklim şartları; sıcaklık, kuraklık, kıtlık, uzaklık ve güçlü düşman bu seferin “güç ve zor bir sefer” olacağını göstermektedir. Nitekim bu sefer, sûrenin 117. âyetinde “saatu'l-usrat” [en zor saat] olarak nitelenmektedir.

Müslümanlar canlarıyla başlarıyla bu sefere katkıda bulunmaya çalışırken münâfıkların kimisi, “Muhammed Roma devletini oyuncak mı sanıyor? Onun ashâbıyla birlikte yakalanıp esir olacaklarını gözümle görmüş gibi biliyorum” diyerek Müslümanların moralini bozmaya çalışıyorlardı. Bunlardan bir kısmı da Rasûlullah'tan bu sefere katılmamak için izin istediler. Rasûlullah da onlara izin verdi. Kimi münâfıklar da ganimet umuduyla Tebük ordusuna katıldı. Bunlar gittikleri yerlerde bozgunculuk yapmaktan geri durmadılar.

Rasûlullah yaklaşık 10.000 kişilik bir ordu hazırladı ve Şam'a doğru yola çıktı. On sekiz yerde konaklandı, on dokuzuncu konaklama yeri Tebük oldu.

Tebük'e geldikten sonra Şam üzerine yürünüp yürünmemesi konusunda Rasûlullah askerleriyle istişare etti. Rasûlullah'a, “Eğer gitmekle emrolunduysan git” dediler. Rasûlullah, “Eğer bu konuda Allah tarafından emrolunmuş bulunsaydım, size danışmazdım” diyerek iyi bir ders verdi.

Hazırlıklı, düzenli ve her çeşit savaş riskini göze alarak Bizans'ın üzerine; Tebük'e kadar gelmeleri, güç dengesini psikolojik bakımdan Müslümanların lehine çevirdi, düşman askerlerinin kalbine korku düşürdü. Hicaz'a saldırıp yakıp yıkmak üzere yola çıktıkları Müslümanlarla savaşmayı göze alamadılar.

Artık amaca ulaşılmıştı. Daha fazla ileri gidip kan dökmeye ihtiyaç yoktu. Çünkü Şam yöresini fethetme amacıyla da yola çıkılmamıştı.

Rasûlullah ve ordusu Tebük'te yirmi gün kadar kaldıktan sonra Medîne'ye döndü. Çünkü Bizans ordusu saldırmaya cesaret edememiş ve amaca ulaşılmıştı.

Bu seferde, savaş olmamış fakat askerî ve siyasî açıdan önemli kazanımlar elde edilmiştir.

Bu sefer ile ilgili bir başka dikkat çeken nokta da, samimi mü’min olmasına rağmen ihmal nedeniyle bu sefere katılmamış olan Ka‘b b. Mâlik, Mirâre b. Rabî ve Hilâl b. Ümeyye isimli Müslümanların durumlarının bu sûrede; 102-118. âyetlerde yer almasıdır. Sûrenin “Tevbe” adı da, bu kişilerin tevbelerinin kabulünden gelmektedir.

Bu pasajda yer alan âyetlerle ilgili bazı noktalar üzerinde duracağız.

55. âyette, Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit yaşamda cezalandırmak, onlar kâfir iken benliklerini çıkarmak istiyor buyurularak, Rasûlullah ve dolayısıyla da mü’minler uyarılmışlardır. Peygamberimizi destekleyen ve o'nu teselli eden bu âyetler, öncelikle Peygamberimizin eğitilmesine yöneliktir. Allah, Elçisi'nden, kendisine verilen nimetlerin daha hayırlı olması sebebiyle, başkalarında olan mala, mülke, makama, mevkiye özenmemesini istemekte, mü’minlere merhametli davranmasını ve kendisinin sadece bir uyarıcı olduğunu söylemesini emretmektedir, ki bu uyarı daha evvel de yapılmıştı:

Ve kendilerini fitnelemek için basit hayatın çiçeği olarak, onlardan kimi çiftleri kendileriyle yararlandırdığımız şeylere [mal, mülk, evlât ve saltanata] sakın gözlerini dikme [rağbetle bakma]. Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve daha süreklidir. Ve ehline salâtı emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırıyoruz. Âkıbet takvâ içindir. (Tâ-Hâ/131-132)

Andolsun ki, Biz sana ikişerlilerden [katmerli] yediyi ve büyük Kur’ân'ı verdik. Sakın onlardan bazı kimselere verip de kendilerini onunla yararlandırdığımız şeylere [mal ve servete] heveslenip gözlerini dikme. Onlar hakkında üzülme de... Sen kanatlarını mü’minler için indir. Ve, “Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcının ta kendisiyim” de. (Hicr/87-89)

Küfretmiş olan şu kişilerin beldelerde dolaşmaları; çok az bir kazanım, sakın seni aldatmasın. Sonra onların varacakları yer cehennemdir ve o ne kötü bir yataktır! (Âl-i İmrân/196-197)

Küfredenlere bu malın veriliş nedenleri de şöyle açıklanmaktadır:

Sen şimdi onları bir zamana kadar sapkınlıkları ile başbaşa bırak! Onlar, kendilerini hayırlarda koşturalım diye, kendilerine maldan ve oğullardan bir şeyler vermekte olduğumuzu mu sanıyorlar? Bilakis, işin farkına varamıyorlar. (Mü’minûn/54-56)

Onların malları ve evlatları da seni imrendirmesin. Allah, ancak onları dünyada bunlarla cezalandırmayı ve onlar kâfir iken canlarının güçlükle çıkmasını istiyor. (Tevbe/85)
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla