Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 11:37 PM   #2
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

DÜNYANIN ve UZAYIN ÇAPLARI

Ey cinnler ve insanlar topluluğu! Göklerin ve yeryüzünün çaplarını aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa aşıp geçin. Ancak üstün bir güçle geçebilirsiniz. (Rahmân/33)

Âyette “çapları” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça'sı aktar'dır. Arapça “çap” anlamına gelen kutur kelimesinin çoğulu olan aktar, göklerin ve yeryüzünün birçok çapı olduğunu ifade etmektedir. Arapça'da ikiliği belirten özel çekim de mevcuttur, aktar kelimesi çoğulu ifade ederek hem tekil hem ikilik vurgusundan ayrılmaktadır. Bu inceliğe dikkat etmeliyiz. Üç boyutlu cisimlerde “çaptan” ancak küremsi yapıların içinde bahsedebiliriz. Düzgün bir kürede ise “çaplardan” bahsetmek yanlış olur, düzgün bir kürede ancak bir tane “çap” vardır. Bu âyette “çaplar [aktar] kelimesinin nasıl yerli yerinde, ince bir bilgelikle kullanıldığına tanık oluyoruz.

Üstelik bu âyet, dünyanın geoit yapısına işaret ettiği için önemlidir. Dünyanın küresel yapısı ile ilgili şüpheler ancak Newton'un (1642-1724) ortaya koyduğu yerçekimi yasalarıyla yok olmuştur. Bundan önce dünyanın alt tarafında kalan insanların, canlıların, denizlerin aşağı düşeceği sanılıyor, dünya'nın küre olduğu fikrine itiraz ediliyordu. İsaac Newton'un çekim kuvvetini açıklamasıyla, dünyanın çekimiyle, denizlerin, insanların ve diğer canlıların dünya üzerinde durduğu; dünyanın altı ve dünyanın üstü kavramlarının anlamsız olduğu anlaşıldı. Newton'un Principa eserinde ortaya koyduğu bu açıklamalarla, dünyanın küresel yapısına gelen itirazlar anlamını yitirdi, fakat hâlâ dünyayı birçok kişi düzgün bir küre sanıyordu. Yani, Newton'un bu açıklamalarından sonra eğer bir kişiye dünyanın çaplarından bahsetseydiniz, o sizin çoğul şekilde “çapları” demenizi düzeltip dünyanın “çapı” derdi. Dünyanın çaplarının olması küre yapısında mümkün değildir; fakat geoit'in küremsi yapısında mümkündür.

DÜNYANIN ve UZAYIN ÇAPLARI UZAYIN SINIRLARI

Âyette, “göklerin çapları” denmesi de önemlidir. Uzayın, tek bir noktanın patlamasıyla oluştuğu ve sürekli genişlediği öğrenilene kadar birçok bilim adamı uzayı sonsuz sanıyordu. Oysa uzay sürekli genişlemekteydi ve uzayın her genişlediği noktada yeni ve daha büyük bir çapı oluşuyordu (1., 2. ve 3. bölümde bu konuyu açıkladık), uzayın küremsi bir yapısı olduğuna da âyette işaret vardır. Nitekim Einstein da uzayı şişmekte olan bir balona benzetmişti ki, bu benzetme âyetle uyumludur. Uzayın değişik yerlerinden alınan ölçülerde uzayın çapları farklı çıkar. Dünya geoit yapıda olduğundan kutuplarda, ekvatordan ve bunların arasından geçen çapları farklıdır.

Her an alınan çap ölçüleri de bir öncekinden farklı olacaktır. Bu yüzden göklerin de çaplarından bahsedilmesi, hem birçok çaplar dile getirildiği için, hem de sonsuz uzay görüşü reddedildiği için önemlidir.

Dünyamızın merkezindeki noktadan kutupları birleştirecek şekilde bir çap, ekvator çapı ve bunların arasında çaplar alırsak; en büyük çap ekvator çapı, en küçük çap kutup bölgesinde alınandır. Diğer çaplar ise bunların arasında kalır. Dünyanın içinden atmosferin sonuna kadar uzattığımız çaplarda da aynı şekilde farklılık gözükmektedir. Kutupların hizasından atmosferin üstüne kadar uzatılan çapın, ekvatordan atmosferin üstüne çekilen çapın, bunların arasında aynı şekilde oluşturulan çapların uzunlukları farklıdır.

Yeryüzümüzün atmosferinin sınırına kadar giden çapların da, uzay boyunca oluşturulan çapların da insan vücudunun kabiliyetleriyle aşılması imkânsızdır. Allah âyette bu çapların aşılmasının güçlüğünü belirttikten sonra, bu çapları aşmanın imkânsız olduğunu söylememiş, bilakis bu çapların üstün bir güçle aşılmasının mümkün olduğuna dikkat çekmiştir. Hiç şüphesiz bu çapları aşacak güç, bizim bedenimizin imkânlarının dışındadır. Nitekim insanlık bilimde gelişerek, dünyada var olan enerji kaynaklarından, madenlerden yararlanarak, uzay gemisi inşa ederek yerküremizin dışa doğru çaplarını geçmiştir. Uzayın çaplarının geçilmesi ise uzayın çok uzak sınırları, insanın kısa ömrü, mevcut teknolojimizin imkânlarının yetersizliği yüzünden zor gözükmektedir. Kur’ân'da üstün bir güçle (Arapça'sı sultan) geçişin mümkün olduğuna dikkat çekildiğini hatırlayıp bu geçişi de imkânsız görmüyoruz. Dünyanın sonu gelmeden Allah'ın insanlığa bu imkânı verip vermeyeceğini bilemediğimiz için bu imkânsız gözüken hedef karşısında susmayı tercih ediyoruz. Şimdilik bilimin gelişmesinin ve yeryüzünde saklı olan kaynakların değerlendirilmesinin sonucunda atmosferimizin dışına çıkılmasının mutluluğunu yaşıyoruz. (16. bölümde aya gidilmesine bakın). Yerkürenin dışına doğru çapları aşmamıza rağmen, bu çapların merkezi olan yerkürenin ortasına inmemiz de imkânsız gibi gözükmektedir. Yerin merkezindeki çok sıcak ortam ve teknolojimizin yetersizliği yerküremizin merkezine doğru çapların aşılmasını imkânsız gibi göstermektedir. Bu konuda da ilerleyen yüzyılların neler getirebileceği konusunda bir yorum yapmadan, en doğrusunu Allah bilir diyoruz.

Bu arada bir noktaya daha dikkat çekmek istiyoruz : Bir çok Kur’ân çevirisinde yeryüzünün ve göklerin çevresinden, bucaklarından, etrafından, sınırlarından çıkılmasından bahsedilmiş, “çaplar” kelimesi atlanmış, yerine “bucak, etraf, sınırlar” gibi kelimeler getirilmiştir. Gerçekten de bir alanın çaplarının uçları o alanın çevresini, sınırlarını, etrafını vermektedir. Bu açıdan çevirmenlerin niye böyle çeviri yaptıkları anlaşılmaktadır. “Çaplar” kelimesinin doğrudan çevrilmemesi ve çevirmenlerin kendi anlayışlarını çevirilerine katmalarıyla bu tarz çeviriler oluşmuştur. Çevirmenlerimizden eski Kur’ân çevirilerindeki bu noktayı düzeltmelerini rica ediyoruz. Kur’ân'ın orijinaline tamamen sadık bir çeviri yapılırsa, Kur’ân'ın bu mucizesi daha geniş kitlelerce anlaşılabilecektir.

Evren sürekli genişlediği için çapları sürekli büyümektedir.[4]

10-12. Ve kendisinde, meyvalar ve salkımlı hurma ağaçları, yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkiler olan yeryüzünü (yarattı), onu oranın yaratıkları için alçalttı.

13. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde insanlara verilen nimetlerden bazıları; meyvalar ve salkımlı hurma ağaçları, yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkileri sayılıp sonunda da, Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz? diye uyarı yapılmıştır.

Burada sayılıp dökülen nimetlerle ilgili geçmiş sûrelerde birçok âyet yer almıştı:

Peki, Rabbinin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisinden kuşkuya düşüyorsun? (Necm/55)

14-15. O, insanı [görünen, bilinen varlıkları] pişmiş çamur gibi kuru balçıktan [değişken bir maddeden] yarattı. Cannı da ateşin dumansızından [enerjiden] yarattı.

16. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde maddesel ve enerjik varlıkların yaratılışına değinilirken, aynı zamanda insanın maddî yapısı ve enerjik yapısına da işaret edilmektedir. İnsanın madde yapısı; el-ayak, göz-kulak, et-kemik vs. olarak görünen bedensel yapısıdır. Bir de insanın, akıl, zeka, dikkat, düşünme yetisi vs. gibi enerjik yapısı vardır. Böyle bir varlık, ancak Allah tarafından yaratılabilir ve bu hiç kimse tarafından yalanlanamaz.

17. O [Rahmân], iki doğunun Rabbi ve iki batının Rabbidir.

18. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde Allah, tanıklığını, iki doğunun, iki batının Rabbi oluşu ile desteklemiştir. Âyette konu edilen iki doğu, iki batı ifadesi, güneş ve ayın doğma, batma yerleri veya güneş ve güneşin mevsimlerde farklı yerlerden doğup farklı yerlerden batması şeklinde anlaşılabilir. Nitekim bir başka âyette şöyle buyurulmuştur:

Artık hayır. Doğuların ve batıların Rabbine kasem ederim ki Biz, onların yerine kendilerinden daha hayırlı olanları getirmeye kesinlikle güç yetirenleriz. Ve Biz, önüne geçilenler değiliz. (Me‘âric/40-41)

Burada denilmek istenen şudur: Güneş ve ayın gökteki konumları ve işleyişi de Allah'tan başkası tarafından belirlenemez. Bu gerçeği de kimse yalanlayamaz.

19. İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıverdi.

20. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.

21. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

22. İkisinden inci ve mercan çıkar.

23. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

24. Denizde koca dağlar gibi yükseltilen gemiler de O'nundur.

25. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde ise denizdeki nimetlere ve bu nimetleri oluşturan güç ve programına dikkat çekilmiştir. İki deniz birbirine kavuşmak üzere salıverilmiş, ikisinden de inci ve mercan çıkıyor. Bu iki denizin arasında bir engel var; birinin özelliği [yaşayan hayvanları ve bitki örtüsü] diğerine geçmiyor.

Bu husus Furkân sûresi'nde de konu edilmişti. Oradaki açıklamaya burada da yer veriyoruz:

Ve O, iki denizi salıverendir; şu su tatlı ve susuzluğu giderici, şu da tuzlu ve acıdır. Ve O, aralarına bir berzah [engel] ve yasak kılandır. Ve O, sudan, bir beşer yaratıp sonra ona bir nesep ve sıhriyet kılandır. Ve senin Rabbin her şeye güç yetirendir. (Furkân/53-54)

Bu âyetlerde de doğadaki yasalardan birine dikkat çekilmektedir. Buna göre, acı ve tatlı sular aralarına konan bir engel ile birbirine karışmamaktadır. Allah'ın bu yasası başka âyetlerde de bildirmiştir:

Ya da, yeryüzünü barınak kılan, aralarında nehirler kılan, onun için sabit dağlar kılan ve iki deniz arasına engel kılan mı (daha hayırlı)? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Bilakis onların çoğu bilmiyorlar. (Neml/61)

İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıverdi. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar. Şimdi siz ikiniz Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? (Rahmân/19-21)

Bu yasa; denizlerdeki, göllerdeki ve bataklıklardaki suların o su kütlesinde bulunan minerallerden arınarak buharlaşmasını, buharlaşan suyun ise yeryüzüne tatlı su olarak içmeye ve tarıma elverişli özellikte düşmesini ve yeraltı sularının oluşmasını sağlamakta, ayrıca da okyanusların içinde var olan değişik akıntıları izah etmektedir.

Kur’ân Araştırmaları Grubu, Kur’ân Hiç Tükenmeyen Mucize adlı kitabında bu konuyla ilgili olarak Kaptan Cousteau'nun çok ilginç tesbitlerine yer vermiştir:

DENİZLERİN ARASINDAKİ ENGEL

İki denizi salmıştır, birbirleriyle birleşiyorlar. Aralarında bir engel vardır, birbirlerinin sınırını aşmıyorlar. (Rahmân/19-20)

Denizaltı araştırmaları ile ünlü Fransız bilim adamı Kaptan Jacques Cousteau denizlerdeki su engelleri ile ilgili yaptığı araştırmaların sonucunu şöyle anlatmaktadır:

“Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri sürdükleri görüşleri inceliyorduk. Çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz'in kendine has tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas Okyanusu'ndaki su kütlesini inceledik ve Akdeniz'den tamamen farklı olduğunu gördük. Hâlbuki Cebel-i Tarık Boğazı'nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Oysa ki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda bile ayrı yapılara sahiptiler. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına çeviren bir durumla karşılaştık. Çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan harika bir su perdesi engel oluyordu. Aynı türden bir su engeli 1962 yılında Alman bilim adamları tarafından Aden Körfezi ile Kızıldeniz'in birleştiği Mendep Boğazı'nda da bulunmuştu. Daha sonraki incelemelerimizde farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı engelin bulunduğuna tanıklık ettik.”

Kaptan Cousteau'yu şaşırtan bu durum, denizlerin birleşmesine rağmen suların karışmaması, Kur’ân'da 14 asır önceden söylenmiştir. Çıplak gözle algılanamayan ve suyun algılanan özelliklerine ters gibi gözüken bu özellik, ilk olarak Arap Yarımadası'nın denizcilikle ilgisi olmayan insanlarına açıklanmıştır.

DENİZLER ALTINDAKİ HAYATIN RENKLİLİĞİ

Birleşen denizlerin karışmaması ile ilgili bu olgu, Allah'ın evrendeki çeşitliliği mükemmel plânlamasının bir örneğidir. Evrenin neresine bakarsak bakalım insanların yüzlerinden, kelebeklerin, çiçeklerin yüz binlerce çeşidine kadar Allah'ın harika ve çok çeşitli sanatlarına tanıklık etmekteyiz.

Denizlerin arasındaki engel, denizlerin altındaki hayatın daha renkli olmasına katkıda bulunmaktadır.

Denizler altındaki hayatın çeşitliliğinde Kur’ân'ın dikkat çektiği özelliğin önemli bir yeri vardır. “Yüzey gerilimi” adı verilen fiziksel özellik sayesinde komşu denizlerin suları karışmamaktadır. Böylece komşu denizler farklı yoğunluk, farklı tuz oranı ve farklı yapılar arz etmektedir. Bu farklı ortamlar, farklı canlıların yaşaması için elverişli ortamlar oluşturmaktadır. Bu sayede denizaltı yaşamı balıklardan, bitki örtülerine ve mikro canlılara kadar daha da büyük bir çeşitliliğe sahip olmaktadır. Çok rahat karışabilen bir özellik gösteren su, Allah'ın denizlerin altında işlettiği fiziksel kanunlarla bir duvara dönüşebilmekte ve bu özelliğiyle canlıların çeşitliliğine katkıda bulunmaktadır. Güçlü dalgalar, kuvvetli akımlar suya bu özelliğini kaybettirmemekte, denizlerin altındaki engel bunlara rağmen görevlerini yerine getirmektedir. Kur’ân'ın dikkat çektiği denizlerdeki bu özellik, hem Peygamberimizin döneminde bilinmeyen bir bilgiyi açıklamakla mucize oluşturmakta, hem de Allah'ın her şeyi nasıl ince bir plânla ayarladığına dikkatimizi çekmektedir.

İki denizi birbiri üstüne salan O'dur. Bu tatlı ve ferahlatıcı, bu tuzlu ve acıdır. Ve ikisinin arasına karışmalarını önleyen bir sınır olarak engel koymuştur. (Furkân/53)[5]

New York Bilimler Akademisi Rektörü ve Amerika Birleşik Devletleri Bilimsel Araştırmalar Kurulu eski üyelerinden A. Cressy Morrissonn şöyle demektedir:

Ay bize 240.000 mil uzaklıktadır. Günde iki kere gerçekleşen med olayı bize ayın varlığını gâyet latif bir şekilde hatırlatır. Ayın çekim gücü sonucu okyanuslarda meydana gelen kabarma bazı yerlerde yaklaşık olarak 18 m.'ye kadar çıkar. Hatta ay çekimi sonucu, yer kabuğu bile günde iki kere dışa doğru birkaç santim kayar. Bütün bunlar bir dereceye kadar bize düzenli görülür. Ve biz, bütün okyanusun düzeyini birkaç metre kabartan ve son derece sert görünen yer kabuğunu birkaç santim dışa doğru kaydıran korkunç gücü kavrayamayız.

Merih gezegeninin de bir ayı vardır. Küçük bir ay. Bu ay sadece gezegene 6.000 mil uzaklıktadır. Bunun gibi dünyamızın uydusu olan ay da şu andaki uzaklığı yerine söz gelimi 50.000 mil uzaklıkta olsaydı, ay çekimi sonucu sularda meydana gelen kabarma o kadar güçlü olurdu ki, deniz yüzeyinin altında bulunan bölgeler günde iki defa, dağları aşındıracak güçte tazyikli bir suyun altında kalacaktı. Bu durumda belki de gerekli çabuklukta derinliklerden yükselen dağlar olmayacaktı. Bu basınç sonucu yer kabuğu çatlayacak, havadaki kabarma her gün kasırgaların kopmasına neden olacaktı.

Dağların tamamen silindiğini varsayarsak, o zaman bütün yerküresinin üstündeki suyun derinliği 1.5 mil dolaylarında olacaktır. O zaman da hayat, muhtemelen uçsuz bucaksız bir okyanusun derinliklerinde bulunacaktı.

Ne var ki, bu evreni yönlendiren el, iki denizi salıvermiş, ama bu iki denizin arasına hem onların hem de evrenin yapısından kaynaklanan aşılmaz bir engel koymuştur. Her yönüyle uyum içinde hareket eden evrenin plânları, her işini yerinde ve bir hikmete göre yapan, her şeyi hikmetle yönlendiren yüce yaratıcının eliyle önceden belirlenmiş, özenle düzenlenmiş olarak uygulanmaktadır.

Böylesine düzenli ve sürekli işleyen bu plânlama kendiliğinden ortaya çıkmış bir tesadüf olamaz. Bütün bunlar evreni bir amaç için yaratan ve evrene hükmeden ince ve sağlam yasaları, bu amacı gerçekleştirecek özelliklere sahip kılan yüce yaratıcının iradesi ile meydana gelmektedir.[6]

26-27. Onun [arzın] üzerindeki her kişi fânidir. Ve o celal ve ikram sahibi Rabbinin yüzü [bizzat Kendisi] bâki kalır.

28. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

29. Göklerde ve yerde bulunan kimseler, O'ndan istekte bulunurlar. O, her gün [an] bir iştedir.

30. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde de uyarıya devam edilmektedir. Arz üzerindeki herkes fânidir, yalnızca Allah bâkidir. Evrendeki her varlık, özellikle de insanlar O'ndan istekte bulunurlar. O, her an yeni bir iştedir. Hiçbir insan bu gerçeğe karşı çıkamaz, Allah'ın bu sonsuz gücünü yalanlayamaz.

37. Sonra da gök yarılıp zeytinyağı gibi bir gül olduğu zaman...

38. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

39. Artık işte o gün, ins ve cann [hiç kimse], onun [bir başkasının] günahından sorumlu tutulmaz.

40. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

41. Suçlular simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından tutuluverirler.

42. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

43. İşte bu, suçluların yalanladığı cehennemdir.

44. Onlar, onunla kaynar su arasında dolaşır dururlar.

45. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Yukarıdaki paragrafta, arz üzerindeki her şeyin fâniliği vurgulanmıştı. Şimdi de göklerle ilgili bilgi verilmektedir: Gök yarılıp zeytinyağı gibi bir gül olacak, işte o gün, ins ve cann [hiç kimse], onun [bir başkasının] günahından sorumlu tutulmayacak. Kişinin kendi günahından başka bir günahtan sorumlu tutulmayacağı birçok âyette [En‘âm/164, İsrâ/15, Fâtır/18, Zümer/7 ve Necm/38'de] belirtilmişti.

Suçlular simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından tutulup cehenneme sürüklenecek, cehennemle kaynar su arasında dolaşıp duracaklar. Burada kıyâmet ve mahşere ait oluşumlar bildirilerek uyarı yapılmakta ve bunu kimsenin yalanlayamayacağı ifade edilmektedir.

37. âyette, kıyâmet günü, “göğün yarılıp zeytinyağı gibi bir gül olacağı” ifade buyurularak, o dehşet gününde gökyüzünün sıvılaşacağı ve alev alev yanacağı bildirilmektedir. Bu âyetlerin indiği zaman petrol olmadığından, aydınlatma malzemesi ve yakıt olarak zeytinyağı kullanılmaktaydı.

Göğün durumuna dair birçok âyette bilgi verilmişti:

Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar. (Duhân/43-46)

O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak dost bir sıcak dosta sormaz. (Me ‘âric/8-10)

Ve o gün gökyüzü bulutlar ile yarılır ve melekler ardı arkasına indirilir. (Furkân/25)

Gök çatladığı zaman, yıldızlar dökülüp dağıldığı zaman, denizler yarılıp akıtıldığı zaman, kabirler altüst edildiği zaman, kişi, önünden gönderdiği ve geri bıraktığı şeyleri öğrenmiştir. (İnfitâr/1-5)

Gök yarıldığı, Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman; yeryüzü de dümdüz olduğu, içinde ne varsa attığı, boşaldığı ve Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman…(İnşikak/1-5)

39. âyet genellikle, “O gün ne inse ne cinne günahından sorulmaz” şeklinde çevrilmektedir. Hâlbuki âyetin teknik yapısı böyle bir anlama müsaade etmez. Zira âhirette peygamberler dâhil herkes sorgulanacaktır. Bu sorgulama, Allah'ın öğrenmesi için değil, adl-i ilâhînin teşhiri ve gösterimi içindir:

Andolsun, kendilerine elçi gönderilmiş olanları da sorguya çekeceğiz, andolsun, gönderilen elçileri de sorguya çekeceğiz. (A‘râf/6)

Sonra o gün siz nimetten mutlaka sorulacaksınız. (Tekâsür/8)

Peki, andolsun Rabbine ki, Biz, mutlaka onların hepsini yaptıkları şeylerden hesaba çekeceğiz. (Hicr/92-93)

44. âyetteki, Onlar, onunla kaynar su arasında dolaşır dururlar ifadesiyle, günahkârların cehennem ile kaynar su arasında mekik dokuyacakları bildirilmektedir. Yani, suçlular cehennemde, susadıkça su kaynaklarına gidecekler, ama orada kaynar sudan başka bir şey bulamayacaklar. Zorunlu olarak o kaynar sudan içecekler. Bu hususa başka âyetlerde de dikkat çekilmiştir:

Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi? Nasıl da döndürülüyorlar? Kitabı ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara, “Allah'ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?” denir. Onlar, “Bizden kaybolup gittiler; aslında; biz zaten önceleri hiç bir şeye yakarmıyorduk” derler. İşte Allah inkârcıları böyle saptırır: “İşte bu, yeryüzünde hakksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girin!” –İşte, büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!– (Mü’min/69-76)

Şu ikisi, Rabb'leri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık küfretmiş kimseler; kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve “Yakıcı azabı tadın!” Şüphesiz Allah iman eden ve sâlihâtı işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Onlar, sözden, güzel-hoş olana kılavuzlanmışlardır da. Hem de Hamîd'in [övülmeye layık olan Allah'ın] yoluna kılavuzlanmışlardır. (Hacc/19-24)

Ve de ki: “O hakk [gerçek], Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Şüphesiz Biz zâlimler için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! (Kehf/29)

Peki, Rabbi tarafından apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, işinin kötülüğü kendisine süslü gösterilen ve hevâlarına uyan kimseler gibi; ateş'te ebedî olarak kalacak olan ve kaynar su içirilip de bağırsakları paramparça olan kimseler gibi midir? Takvâlı davranmışlara vaat edilen cennetin örneği: “Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rabb'lerinden bir bağışlanma vardır. (Muhammed/14-15)

Onlar [elçiler], fetih istediler. Tüm inatçı zorba da hüsrana uğradı. Ardından cehennem vardır. Ve kendisine irinli sudan içirilecektir. Onu [irinli suyu] yudum yudum içecek; yutamayacak. Ve her yandan kendisine ölüm gelecek, fakat o ölü değildir [hiç ölmeyecek]. Arkasından da çok kaba bir azap gelecektir. (İbrâhîm/15-17)

Ve ayrıca En‘âm/70; Yûnus/4; Saffat/67; Sâd/57; Duhân/46, 48; Vâkıa/42, 54 ve Nebe/25 âyetlerine bakılabilir.

46. Ve Rabbinin makamından korkan kimseler için iki cennet vardır.

47. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

48. İkisinin de dalları vardır.

49. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

50. İkisinde de akıp giden iki pınar vardır.

51. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

52. İkisinde de her meyvadan çift çift vardır.

53. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

54. Astarları kalın ipekten [atlastan] yataklara yaslanmış kimseler olarak iki cennetin de devşirmesi yakındır.

55. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

56. Oralarda, daha önce insan ve cinn tarafından dokunulmamış [el ve göz değmemiş], bakışlarını sadece eşlerine dikenler vardır.

57. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

58. Sanki onlar yâkut ve mercandırlar.

59. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

60. İyilileştirmenin-güzelleştirmenin karşılığı, iyileştirme-güzelleştirmeden başka olabilir mi?

61. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

62. Bu ikisinin astından iki cennet daha vardır.

63. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

64. Bunlar yemyeşildirler.

65. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

66. İkisinde durmaksızın coşan iki pınar vardır.

67. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

68. İkisinde de meyva, hurma ve nar vardır.

69. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

70. Onların [meyvelerin] içlerinde iyilikler, güzellikler vardır.

71. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

72. Çadırlara kapanmış parlak gözlüler vardır.

73. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

74. Bunlardan önce onlara ins ve cann [hiç kimse] dokunmamıştır.

75. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

76. Yeşil yastıklara ve abkari sergilere [hârikulâde güzel işlemeli döşeklere] yaslananlar olarak…

77. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Suçluların âkıbeti açıklandıktan sonra, beyânnamenin bu bölümünde şirk ve küfürden uzak olanların durumu, onları bekleyen nimetler sayılıp dökülmüştür:

Peki, o kazandığı şeyler ile birlikte her bir nefsin [kişinin] üzerinde dikilen [görüp gözeten] kimdir? Onlar ise Allah'a ortaklar kıldılar. De ki: “Onları isimlendirin! Yoksa siz O'na yeryüzünde bilmediği bir şey mi ya da sözden açık olanı mı haber vereceksiniz?” Aslında şu, küfre sapmış olan kişilere plânları güzel gösterildi de yol'dan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur. (Ra‘d/33)

Biz onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen onların üzerinde zorlayıcı değilsin. O hâlde sen, Benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver. (Kaf/45)

Ve onlar, “Rahmân çocuk edindi” dediler. O [Rahmân], bundan münezzehtir. Aksine onlar lütuflandırılmış kullardır. Onlar, O'nun sözünün önüne geçemezler; onlar, yalnız O'nun emriyle iş yaparlar. O, onların [Rahmân'ın çocukları saydıkları şeylerin] önlerinde olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve onlar, O'nun hoşnut olduğu kimselerden başkasına şefaat edemezler. Bununla birlikte onlar O'nun haşyetinden [O'na duydukları derin saygı ve sevgiden dolayı O'ndan uzaklaşma korkusundan] tirtir titrerler. (Enbiyâ/26-28)

Eğer Biz, bu Kur’ân'ı bir dağa indirseydik, Allah'ın haşyetinden onu huşû yapar [saygı duyar, baş eğmiş], parça, parça olmuş görürdün. Ve Biz bu misalleri tefekkür ederler diye insanlara veriyoruz. (Haşr/21)

Ve hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye, “Eşini yanında tut ve Allah'a takvâlı davran!” diyordun; insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi içinde saklı tutuyordun. Oysa Allah, Kendisine haşyet duymana çok daha lâyıktı. Artık Zeyd, ondan ilişkisini kesince, Biz onu seninle evlendirdik; ki böylelikle evlâtlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zaman, onlarla evlenme konusunda mü’minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir. (Ahzâb/37)

Biz Kur’ân'ı sana sıkıntıya düşesin/sıkıntı veresin [eşkıyalık edesin] diye indirmeyip ancak haşyet duyan kimse için bir öğüt olmak üzere, yeryüzünü ve yüce gökleri yaratandan bir indirilişle indirdik. (Tâ-Hâ/2-4)

Elçilerimiz Lût'a geldiklerinde de o, onlar hakkında tasalandı. Ve onlar sebebiyle kolca daraldı. Ve onlar [elçiler], “Korkma, tasalanma! Şüphesiz biz, seni ve geride kalanlardan olan karın hariç yakınlarını kurtaracağız. Şüphesiz biz, bu kent halkının üzerine, fâsıklık yapıp durmaları nedeniyle semadan bir azap indireceğiz” dediler. (Ankebût/33-34)

O [Mûsâ] dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir can öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da. O dil itibariyle benden daha fasihtir. O nedenle onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.” (Kasas/33-34)

Dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım ağarmış saçıyla alev gibi tutuştu. Sana dua etmekle de Rabbim, bedbaht olmadım. Ve gerçekten ben, arkamdan, mevâlimden [yakınlarımdan, amcaoğullarımdan] endişedeyim. Karım da kısırdır. Onun için katından bana, bana da mirasçı olacak, Ya‘kûb ailesine de mirasçı olacak bir velî [yakın, yardımcı] bağışla. Rabbim, onu sen rızanı kazanan biri kıl!” (Meryem/4-6)

62. âyette tesniye [ikil] kalıbıyla yer alan جنتان [cennetân] sözcüğü –ki lafzen “iki cennet” demektir– klâsik eserlerde şu şekillerde anlaşılmıştır:

• Bu cennetlerden biri cinnler, biri de insanlar içindir.

• Bu cennetlerden biri cenneti hakk eden kişi, diğeri de eşleri içindir.

• Bunlar; birinde dünya nimetleri, diğerinde de cennet nimetleri olan iki cennettir.

• Bu cennetlerden biri gezmek ve dinlenmek, diğeri de ikâmet etmek içindir.

Bizce burada sözcüğün tesniye gelmesi, ses uyumu için olup anlamı çoğuldur. Zira kullara vaat edilen cennet Kur’ân'da hep جنات[cennâtin/cennetler] şeklinde çoğul olarak gelmiştir.

78. Celal ve ikram sahibi Rabbinin adı, ne cömerttir!

Allah'ın elçi göndermek sûretiyle insanlığa müdahalesi açıklandıktan sonra, Celal ve ikram sahibi Rabbinin adı, ne cömerttir! Buyurularak, Allah'ın “Rahmân” isminin bereketine ve evrene yansımasına dikkat çekilmiştir. O, insana anasından daha fazla rahmet etmekte, bu nedenle de elçi gönderip kitap indirmekte; böylece onların mutlu yaşamalarını temin etmek istemektedir.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.



[1] Suyûtî, el-İtqân; Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[2] Seyyid Kutub, fî-Zılâli'l-Kur’ân.

[3] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 1, s. 369-371.

[4] Kur’ân Araştırmaları Grubu; Kur’ân Hiç Tükenmeyen Mucize.

[5] Kur’ân Araştırmaları Grubu, Kur’ân Hiç Tükenmeyen Mucize

[6] A. Cressy Morrisson, İnsan Yalnız Değildir [İlim Îmân Etmeye Çağırıyor].
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Taner Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
sevginur (20. February 2013)