Tekil Mesaj gösterimi
Alt 1. January 2011, 02:05 PM   #15
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Rûhânîler ve Râbıta



Hiyerarşik zincir içindeki Nakşî rûhânîleri arasında kimler râbıtadan söz etmiştir.

Nakşibendîler, ta Hz. Peygamber (s)'den başlamak üzere sayıları otuzu ge*çen «azizler»'in -sözde- birbirlerine devretmesiyle bu tarîkatın günü*müze kadar geldi*ğine inanmakta ve bunları «sâdât» (yani pirlerimiz, efen*dileri*miz) diye anmakta*dırlar. Onların meydana getirdiği bu hiyerarşik zin*cire de «Silsile-i Sâdât» is*mini vermektedirler. Ayrıca Nakşîler arasında bu zincire, «silsile'tuz-zeheb» (yani altın gerdanlık) da denir.

Buna göre «Silsile-i Sâdât»: Nakşibendî Tarîkatı'nda en son şeyhi, sözde -yuka*rıya doğru- Hz. Peygamber (s)'e kadar bağlayan rûhânîlerin sıra ile ad*la*rı*nın oluşturduğu isimler zinciridir.[1]

Nakşibendîler tarafından ileri sürüldüğüne göre bu zincirdeki isim*ler*den her biri, bir öncekinden mezun olmuş ve makamına geçerek, mürşid sıfatıyla onun yerini doldurmuştur. Buna bağlı olarak -yine onlara göre - her şeyh, kendi döneminde Hz. peygamber (s)'i temsil eden bir titre sa*hiptir. Biraz sonra biyografi*leri içinde görüleceği üzere kerâmet ve fazîlet diye onlara Nakşibendîler tara*fından mal edilen inanılmaz mitolojik hikâyeler ise son de*rece ilginçtir.

Menkabe[2] denen bu hikâyeler, mürîdleri son derece etkilemekte, on*ları coş*turup kendilerinden geçirmektedir. Bu nedenledir ki her Nakşi*bendî şeyhi, kendinden sonra yerine oturacak olan «seccâdenişîn»'i[3] mezun ettiği zaman ona, mahrem bir şekilde yaklaşık olarak şu öğütlerde bulun*maktadır:

«Bak molla efendi oğlum! Sen artık bu cemâatin mürşidi olacaksın. Ama unutma ki, mürîd topluluğunun çoğu, cahil olduğu için âyet ve hadis*ten (yani Allah'ın ve Elçisi'nin sözlerinden) bir şey anlamazlar. Bu sebeple de yanlış yorumlar yapabilir ve tarîkattan kopabilirler. Onun için mürîdlere âyet ve hadis açıklamaları ye*rine daima mürşidlerimizin menkabelerini, kerâmet ve fazî*letlerini anlatarak onları eğitmeye çalış. Bu sûretle ancak on*ların tarîkata karşı şevk ve coşkularını artırabilirsin...»

Bu yollu öğütlerin, gerçekten iyi niyetlerle yapılıyor olabileceği ihtimali yok değildir. Sebebine gelince çöküntü içindeki Müslüman toplumların ta*banı büyük oranda eğitimsizdir. Gerçekleri, anlayamayacakları bir berraklık içinde açıklayıp, hidâyetten çok onları sonu dalâlet olan çeşitli kuşkular içine sürük*lemektense, (tarîkat şeyhlerinin hurâfelerinden değil) örnek İslâm âlimleri*nin, yüce Kur'ân'dan ilham alarak yaşadıkları üstün ahlâk ve fazîletlerden söz etmek suretiyle toplulukları eğitmeye çalışmanın faydaları elbette ki inkâr edi*lemez.



***



«Silsile-i Sâdât» terkibi içindeki «Sâdât» kelimesine gelince bu sözcük, Arap*ça'dır ve efendi anlamına gelen «Seyyid» sözcüğünün çoğuludur.

Nakşibendîler bu zinciri, (her nedense) Hz. Ebubekr (ra) ile başlatırlar ve O'nu birinci halka sayarlar. Bu silsilede, Hz. Peygamber (s)'den Halid Bağdâdî'ye kadar indirilenlerin, yuka*rıdan aşağıya doğru sırayla (ve özet bil*gilerle birlikte) adları şöyle*dir:



Yukarıdan Aşağıya Sıra No.
Aşağıdan Yukarıya Sıra No.
Nakşibendîlerin “Sâdât“ (yani efendilerimiz) dediği şahısların adları, nereli oldukları, doğum ve ölüm ta*rihleri.

1.
31.
Ebubekr es-Sıddıyk (Sıddıyq), HİCAZ– MADÎNE ; H. 13/m. 634

2.
30.
Selmân’ul-Fârisî, İRAN–ISFAHAN ; M. 656

3.
29.
Kasım b. Muhammed b. Ebibekr es-Sıddıyq, HİCAZ–MADÎNE ; H. 31/m. 653–h.106/m. 721.

4.
28.
El-İmâm Ca'fer'us-Sâdık, HİCAZ-MADÎNE ; H. 83/m. 702-h.148/m. 765

5.
27.
Ebu Yezîd (Bayezîd) Tayfur b. İsa b. Âdem b. Serûşân el-Bestâmî, İRAN–BİSTAM. H. 188/803-H. 261/M. 874.

6.
26.
Ebulhasan Ali b. Ebi Ja'far'il- Kharaqânî, İRAN–BESTAM. Doğ. ?-H. 425/m. 1034.

7.
25.
Ebu Aliy'yil-Fadl b. Muhammed'it-Tûsî el-Farmedî, İRAN–TUS ; Doğ. ?-H. 478/m. 1085.

8.
24.
Ebu Ya’kûb Yusuf-i Hemedânî, İRAN–HEMEDAN ; H. 440/m. 1048-h. 535/m. 1140.

9.
23.
Abdulkhâlıq el-Gonjduwânî b. Abdiljemil, TÜRKİSTAN–BUHARA ; Doğ. ?-H. 575/m. 1179.

10.
22.
Ârif er-Rîwegerî, TÜRKİSTAN–BUHARA.Doğ. ?-H. 606/m. 1209.

11.
21.
Mahmûd’il-İnjidfağnewî, TÜRKİSTAN-BUHARA. Doğ. ? – H. 715/m. 1315.

12.
20.
Aliy’yur-Râmitenî (Khuwâje-i Azizân), TÜRKİSTAN-BUHARA. Doğ. ?-H. 721 veya 728/m. 1328.

13.
19.
Muhammed Baba Semmasî, TÜRKİSTAN-BUHARA. Doğ. ?-H. 755/m. 1354.

14.
18.
Emir kulâl b. Hamza, TÜRKİSTAN–BUHARA. Doğ.?-H. 772/m. 1370.

15.
17.
Bahâuddîn Muhammed el-Buharî (Şah-ı Nakşibend), TÜRKİSTAN–BUHARA. H. 718/m. 1318–h. 791/m. 1389.

16.
16.
Muhammed Alâuddîn’ul-Attâr’ul-Buharî’ul-Khuwarizmî, TÜRKİSTAN–BUHARA. Doğ.?-H. 802/m. 1400.

17.
15.
Ya’qûb-i Çarkhî, AFGANİSTAN–GAZNE. Doğ. ?-H. 851/m. 1447.

18.
14.
Nâsiruddîn Ubeydullah’ıl-Ahrâr b. Mahmûd b. Şihâbiddîn es-Semerkandî, TÜRKİSTAN SEMERKAND. Doğ. ?-H. 895/m. 1490.

19.
13.
El-Qâdıy Muhammed Zâhid’ul Bedakhshî, TÜRKİSTAN-SEMERKAND. Doğ. ?-H. 936/m. 1529.

20.
12.
Derviş Muhammed’is-Semerkandî, TÜRKİSTAN–SEMERKAND. (Doğ. ?-Öl. H. 936/m. 1529.

21.
11.
Muhammed’ul-Khuwajegiy’yul-Emkenegî, TÜRKİSTAN–BUHARA ; H. 918/m. 1512–H. 1008/m. 1599

22.
10.
Muhammed Bâqıy-Billâh, AFGANİSTAN–KÂBİL. H.971/m. 1563–h.1012/m. 1603.

23.
9.
Ahmed’ul-Fârûqıy’yus-Serhendî (İmam-ı Rabbânî), HİNDİSTAN–SERHEND. H. 971, Serhend/m. 1563-h. 1034, Serhend/m. 1624.

24.
8.
Muhammed’ul-Ma’sûm’ul-Fârûqıy, HİNDİSTAN–CİHANABAD. H. 1007/m. 1599-h. 1079/m. 1668.

25.
7.
Muhammed Seyfuddîn el-Fârûqıy, HİNDİSTAN-SERHEND. H. 1049/m. 1630- h. 1098 /m. 1696.

26.
6.
Nur Muhammed’ul-Bedewânî, HİNDİSTAN-BEDEVAN. Doğ.? -H. 1135/m. 1722.

27.
5.
Şemsuddîn Habîbullah Mirza Mazhar Cân-ı Cânân, HİNDİSTAN–CİHANÂBÂD. H. 1111 /m. 1699- h. 1195/m. 1781.

28.
4.
Abdullah ed-Dehlewî, HİNDİSTAN–CİHANABAD. H. 1158 /m. 1745- h. 1240/m. 1824.

29.
3.
Halid’ul-Bağdâdî (Mevlânâ Khâlid Zuljenâhayn), IRAK-SÜLEYMANİYE. H. 1192/m. 1778-h. 1242/m. 1826.




* * *

Halid Bağdâdî, bu isimleri aynı sırayla, Farsça yazdığı bir manzûmesine de konu yapmıştır. Bağdâdî'nin manzûmesi şöyledir:

« Nebî, sıddıyq-u Selmân, Qâsım'est-u Ja'fer-u Tayfûr,

Ki ba'd ez Bu'l-Hasan şud bû Aliy'yu Yusuf'eş kencûr;

Zı Abdulkhalıq~âmed Ârif-u Mahmûd'ira behre,

K'ez îşân şud diyâr-i Mâverâunnehr-i Kûh-i Tûr;

Alî Bâbâ, Kulâl-û Nakşebend'est-û Alâuddîn,

Pes ez Ya'kûb-i Çarkhî Khâcegî Ahrâr-i şud meşhûr;

Muhammed Zâhid-û Dervîş, Muhammed Khâcegî Bâqıy,

Muceddid Urwa'tul-Wusqâ, ve Seyfuddîn-u Seyyid Nûr;

Habîbullah Mazhar, Şâh Abdullah Pîr-i mâ,

Ez'inhar'eş ki subh-i iyd şud mâ râ şeb-i deycûr.»

Nakşibendî kollarının her biri, Halid Bağdadî 'den sonra gelen ve bu zinci*rin devamı sayılan şeyhlerini de bu şiire, (aynı vezne uygun mısralar içinde) eklemeyi gelenek haline getirmişlerdir.



Şimdi akla şöyle bir soru gelmektedir:..

Acaba bu 29 kişi arasında kim, ya da kimler râbıtadan söz etmiştir. ?

Her şeyden önce onların kim olduklarını, her birinin nasıl bir kişiliğe sa*hip bulunduğunu, hangi muhitte yaşadığını, nelerle meşgul olduğunu, hatta bu kimseler arasında şeyh-mürîd olarak gösterilenlerin birbirini gerçekte görüp görmediklerini, aralarında görüşen*ler varsa bir*birlerine neler öğrettiklerini tesbit ettikten sonra ve aynı za*manda bilgi düzeylerini de araştırarak ancak bu sorunun ceva*bını bulmak mümkündür.



İşte bu amaçla, yukarıda adı geçenlere ilişkin olarak derlenmiş ayrıntılı bil*giler yine aynı sıraya göre şöyledir:





--------------------------------------------------------------------------------

[1]. Nakşibendîler tarafından «Silsile-i Sâdât» diye adlandırılan “tarîkat rûhânî*leri“'ne ait listenin ve bu listeye ilişkin rivâyet ve iddiaların bilimsel hiç bir değeri yoktur. Yakın geçmişin aydın Nakşibendî şeyhlerinden Kasım Kufralı (Küfrêvî), söz konusu listedeki şahıslar arasında kurulan bağlantı hakkında aynen şunları söylemektedir:

«Sûfîler arasında görülen en eski isnâd (silsile) Ca'far El-Huldî (Öl. 348)'nin isnâdıdır. (Al-Fihrist. S. 183)» Bk. Kasım Kufralı, Nakşibendîliğin Kuruluş ve Yayılışı S. 21 Dipnot: Türkiyât Enstitüsü No. 337.

[2]. Bk. Dipnot: 83

[3]. Seccâdenişîn: Yalın anlamı, seccâdeye oturan demektir. Tarîkatta, şeyhin mezun ettiği ve bulunmadığı zaman kendisini temsil etmekle yetkilendirdiği, halîfe mânâsında kullanılır. Bu terim, yalnızca Türk tasavvufunda vardır. Örneğin Nakşibendî Kürtler, «postnişîn» ve «seccâdenişîn» gibi terimleri ne bilir, ne de kulla*nırlar. Bu da tarîkatçıların bir başka çelişkisidir!
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla