Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. September 2010, 09:07 AM   #3
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

KUR’ÂN, RAMAZÂN AYINDA İNDİRİLMİŞTİR
Âyetten açıkça anlaşıldığına göre Kur’ân, Ramazân ayında indirilmiştir. Kadr ve Duhân sûrelerinde de Kur’ân'ın Kadr gecesinde ve mübarek bir gecede indirildiği belirtilmişti:
Muhakkak ki Biz onu Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir, sana ne idrak ettirdi [bildirdi/öğretti]? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler [haberciler], içlerindeki rûh ile Rabb'lerinin izniyle iner/hulûl eder dururlar; her bir işten. Bir esenliktir o şafak sökene kadar/aydınlığa kavuşuncaya kadar. (Kadr/1-5)
Ha [8], Mim [40]. Apaçık/açıklayan Kitab'a yemin olsun ki, şüphesiz Biz, Kendi katımızdan bir iş olarak, onu, hikmetle dolu/sağlam her işin/oluşun kendisinde ayırdedildiği, mübarek [bolluklu] bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz uyarıcılarız. Şüphesiz Biz, Rabbinden; göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin Rabbinden –eğer kesin inanan kimseler iseniz– bir rahmet olarak elçi gönderenleriz. Şüphesiz O, en iyi duyanın, en iyi görenin ta kendisidir. (Duhân/1-7)
Buradan anlaşıldığına göre Kadr gecesi ve mübarek gece, Ramazân ayının bir gecesidir. Fakat kaçıncı gecesi olduğu bildirilmemiştir. Bu konuda önceki açıklamalarımıza bakılabilir.
Âyetteki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık açık açıklamalar olarak ifadesiyle, Ramazân ayı değil, Kur’ân önplana çıkarılmıştır; zira Ramazân ayı değerini Kur’ân'dan almaktadır. İnananlar, oruç tutarken bir taraftan da Kur’ân'ı öğrenirlerse, oruç hâlinin de etkisiyle daha fazla tefekkür imkânı bulurlar. O nedenle mü’minlerin, bu ayda Kur’ân'ı anlayarak çok çok okumaları gerekir. Çünkü, manasını anlamadan Kur’ân okumak, huşû ve hudûsuz teravih kılmak, Kur’ân'sız Ramazân kutlamaları yapmak, lüks otel ve restoranlarda iftar ziyafetleri vermek, Ramazânı heder etmektir.
Açıkladığımız âyetle ilgili olarak, mealci ve tefsirciler tarafından görmezden gelinen teknik bir özelliğe dikkat çekmek istiyoruz: Ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve şükretmeniz içindir şeklinde çevirdiğimiz 185. âyetin son cümlesi, و[ve] bağlacı ile başlamakta ve ikinci gerekçe zikredilmektedir.
Anlaşıldığı kadarıyla burada hazf vardır. Yani, birinci gerekçe zikredilmeyip و[vav/ve] bağlacıyla bunun varlığına işaret edilmiş ve kelam ikinci gerekçe ile devam etmiştir. Aynı uygulama, En‘âm/105; Ahkâf/19; Yûsuf/21, 52 ve Bakara/259'da da bulunmaktadır.
Pasajdan anlaşıldığına göre âyetteki hazf şöyle takdir edilebilir: “(Bu kolaylık, takvâlı davranmanız) ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve şükretmeniz içindir.”
Âyetin son cümlesinde, orucun sayının kaza edilerek tamamlanması istenmektedir.
ORUCUN İNSANI TAKVÂYA ULAŞTIRMASI
Kur’ân'ın öngördüğü oruç, sabrı ve tefekkürü celbeder. Zira tefekkürün en büyük engeli, tokluk ve konuşmaktır. İnsan tok iken ve konuşurken düşünemez. Sabır ve tefekkür, dinin iyi anlaşılmasını ve yaşanmasını temin eder. Oruç sayesinde gelişen sabır ve kararlılık, hayatın her alanında başarı getirir.
Oruç, oruç tutan varlıklı insanların, yoksullar ile halleşmesini, açlığı ve açları çok daha iyi anlamasını sağlar. Böylece, Allah'ın lütfu olan servetinde yoksulun hakkı olduğunu idrak ederek malından ihtiyaç sahiplerine vermek sûretiyle Allah'a karşı borcunu öder. Ayrıca bu, toplumsal patlamaya da engel olur.
Büyük dertlere sebebiyet veren aşırılıklar ve taşkınlıklar, çoğu kez mideye bağlı isteklerden ve cinsel arzulardan kaynaklanır. İşte sabır, bilinç ve tefekkür kaynağı olan oruç tüm bu olumsuzlukları firenler.
Oruç, dıştan görülmemesi nedeniyle riya karışmayan, samimiyetle yapılan bir görev olduğundan etkisi diğer görevlerden daha fazladır.
Oruç tutan toplumlarda merhamet, şefkat muhabbet ve muavenet hisleri gelişip yerleşir, bunun neticesi olarak da toplum huzurlu, müreffeh, mutlu ve güvenli olur.
Ancak böyle olan oruç insanı muttaki yapar ve cennete girmeye vesile olur.
İşte bunlar sebebiyle oruç; yemin, cinâyet, hacc, zıhar kusurlarında kefaret olarak öngörülmüştür.
Orucun sağlık açısından faydası bizi ilgilendirmiyor. Zira oruca bu açıdan bakmak, orucu oruç olmaktan çıkarıp, diyet ve perhiz hâline getirir.
187. Oruç tutma gecesinde kadınlarınıza refes [çirkin söz, cinsel ilişki], size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir giysidir siz de onlar için bir giysisiniz. Allah, sizin kendinize hâinlik ettiğinizi bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara [kadınlarınıza] yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığı şeylerden arayın. Ve fecrden beyaz iplik siyah iplikten sizin için açığa çıkıncaya kadar yiyin, için. Ve geceye kadar orucu tamamlayın. Ve siz mescidlerde “âkif” [programlı ibâdet hâlinde] iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, Artık onlara [Allah'ın sınırlarına] yaklaşmayın. Allah, takvâlı olsunlar diye âyetlerini insanlara işte böyle açıkça ortaya koyar.
Bu âyet, 185. âyetteki, Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda oruç tutsun ifadesinin tefsiri ve tavzihi olduğundan, 185. âyetin arkasına konulmuştur.
Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda oruç tutsun buyruğunun zâhirinden, gecesi ve gündüzüyle Ramazân ayının tamamında yemeden, içmeden, konuşmadan ve cinsel ilişkide bulunmadan oruç tutulması gerektiği gibi bir sonuç çıkmaktadır. İşte bu âyetle, durumun böyle olmadığı; Ramazân ayı gecelerinin –mescidlerdeki âkiflere cima hariç– oruç kapsamı dışında tutulduğu beyân edilmekte, ayrıca orucun başlangıç ve bitiş zamanları beyân edilmektedir.
الرّفث[REFES]
Refes, “kötü söz, sözün aşırısı, cinsel ilişkide kadınlara söylenen söz” demektir.
Sözün kötüsünün helâl kılınması, iyisinin evleviyetle helâl olduğunu gösterir. Ayrıca “refes”, cima esnasında kullanılan sin-kaflı sözleri ihtiva ettiğinden cimanın da helâl olduğu anlaşılır.
Bir de âyetteki kadınlarınıza ifadesinden, refes'in aile bünyesindekiler için helâl, aile dışındakiler için helâl olmadığı anlaşılmaktadır. Refes sözcüğü, bu sûrenin 197. âyetinde hacc için de kullanılmaktadır.
Klasik kaynaklarda bu âyet ile ilgili şu açıklamalar mevcuttur:
Ebû Dâvûd'un İbn Ebî Leyla'dan rivâyetine göre İbn Ebî Leyla şöyle demiş: Arkadaşlarımız bize anlatarak dedi ki: Kişi orucunu açıp yemek yemeden önce uyuduğunda sabahı edinceye kadar yemek yiyemezdi. Bir seferinde Hz. Ömer (eve) geldi ve hanımının yanına gelmesini istedi. Hanımı da, “Daha önce uyudum” dedi. Hz. Ömer ise onun mazeret uydurduğunu sandı ve hanımına yaklaştı. Ensârdan bir adam (evine) vardı, yemek getirilmesini istedi ona, “Sana bir şeyler ısıtıncaya kadar bekleyiver” dediler o da uyudu. Sabahı ettiklerinde bu âyet-i kerîme indi ki onda, Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı buyruğu vardır.
Buhârî'nin rivâyetine göre ise el-Berâ şöyle demiş: Muhammed'in d (s.a) ashâbından herhangi bir adam oruçlu olup da iftar hazır olduğunda iftardan önce eğer uyumuş ise o gece ve ertesi gün akşama kadar oruç açmazdı. Ensârdan olan Kays b. Sırma oruçlu idi. (Bir rivâyette, “Gündüzün hurma bahçelerinde çalışırdı ve oruçlu idi.”) iftar vakti gelince hanımının yanına varıp; “Sende yiyecek bir şey var mı?” diye sorunca hanım, “Hayır” dedi, “fakat senin için yiyecek bir şey isteyeyim.” Gün boyunca çalışan birisi idi. Uyku bastırdı. Hanımı gelip onun uyumakta olduğunu görünce, “Yazık sana” dedi. Ertesi gün, gün ortasında baygın düştü. Bu durumdan Peygamber'e (s.a) söz edildi bunun üzerine, Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı âyeti indi. Bundan dolayı da pek çok sevindiler. Yine (bu âyette), Fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden tarafınızdan ayırdedilinceye kadar yiyin için buyruğu da nâzil oldu.
Yine Buhârî'de el-Bera'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ramazân ayı orucu nâzil olduğunda Ramazânda hanımlarına yaklaşarak kendilerine hâinlik edenler vardı. Bunun üzerine Yüce Allah, Allah nefislerinize karşı hâinlik etmekte olduğunuzu bildiğinden tevbenizi kabul ve günahlarınızı affetti buyruğunu indirdi.
Burada sözü geçen “hâinlik etmek”ten kasıt, Ramazân gecelerinde hanımlara yaklaşmak sûretiyle kendilerine hâinlik etmeleridir. Allah'a isyan eden bir kimse eğer kendisinin cezalandırılmasını gerektiren bir iş yaptıysa kendi kendisine hâinlik etmiş olur.
el-Kutebî der ki: “Hâinliğin asıl anlamı, kendisine emanet edilen bir şeyi yerine getirmemektir.”
Taberî'nin naklettiğine göre Hz. Ömer, sohbet ettikten sonra Peygamber'in (s.a) yanından bir gece evine döner. Hanımının uyumuş olduğunu görür. Hanımına yaklaşmak isteyince hanımı ona, “Ben uyumuş bulunuyorum” deyince, o hanımına, “Hayır uyumamışsın” dedi ve hanımına yaklaştı. –Ka‘b b. Mâlik de aynı duruma düştü.– Ertesi günü Peygamber'in (s.a) yanına gidip; “Allah'a ve sana özür beyan ediyorum” dedi, “nefsim bana (emre karşı gelmeyi) süslü gösterdi ve bunun sonucunda hanımıma yaklaştım. Benim için bu hususta bir ruhsat [bir çıkar yol] bulabiliyor musun?” Hz. Peygamber bana, “Bunu yapmak sana yakışmazdı yâ Ömer” dedi. Hz. Ömer evine ulaşınca ona haberci gönderip Kur’ân-ı Kerîm'deki bir âyet ile mazur görüldüğünü ona bildirdi.
Bir diğer rivâyete göre Hz. Ömer uyumuş, daha sonra hanımına yaklaşmış, Peygamber'in (s.a) yanına gelip durumu bildirince şu âyet-i kerîme nâzil olmuş: Allah nefislerinize karşı hâinlik etmekte olduğunuzu bildiğinden tevbenizi kabul ve sizi affetti. Artık onlara yaklaşın...
Bu harâmlığın bizim şeriatımızda da mevcud olduğunu, fakat daha sonra neshedildiğini söyleyenler bu âyetin sebeb-i nüzûlü konusunda şunu zikretmişlerdir:İslâm'ın ilk yıllarında oruçlu iken, insan uyumadığı veya yatsı namazını kılmadığı müddetçe yemesi, içmesi ve cinsî münâsebette bulunması helâl idi. İnsan uyuduğu ve yatsı namazını kıldığı zaman, ertesi günün akşamına kadar yeme, içme ve cinsi münasebette bulunma harâm oluyordu. Ensârdan bir adam yatsı vakti, oruçtan dolayı iyice yorulmuş olarak evine geldi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) ona, yorgunluk ve halsizliğinin sebebini sorunca, o da, “Yâ Rasûlallah! Bütün gün akşama kadar hurmalıkta çalıştım. Yemek yemek için akşamleyin evime geldiğimde, ailem yemeği getirmekte gecikti. Bu arada ben de uyumuşum. Derken beni uyandırdılar; böylece de bana, yemek-içmek harâm oldu” dedi. Bunu müteakiben Hz. Ömer de ayağa kalkarak, “Ey Allah'ın Rasûlü! Ben de sana buna benzer bir mazeret beyan edeceğim. Yatsı namazını kıldıktan sonra, eve geldim ve zevcemle cinsî münasebette bulundum” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Ey Ömer! Bu sana yakışmadı” dedi. Daha sonra, pek çok kimse de ayağa kalkarak, bu türden yaptıkları şeyleri itiraf ettiler. İşte bunun üzerine, Oruç gecelerinde kadınlarınıza refes helâl kılındı âyeti nâzil oldu.
Ebû Ca‘fer ibn Cerîr et-Taberî der ki; Bana Müsennâ, Mûsâ ibn Cübeyr'den nakletti ki, o Abdullah ibn Ka‘b ibn Mâlik'in babasının şöyle dediğini duymuş: Ramazân ayında oruç tuttukları zaman, geceleyin yatınca; ertesi gün iftara değin insanlara yemek, içmek ve kadın yasaklanmıştı. Bir gece Ömer ibn el-Hattâb Hz. Peygamber'in yanından geç vakitte dönmüştü. Eşinin uyumuş olduğunu görmüş ve ona yaklaşmak istemişti. Kadın, “Ben uyudum” deyince, “Uyumadın” diyerek ona yaklaşmıştı. Kâ‘b ibn Mâlik de böyle yapmıştı. Ertesi sabah Hattâb oğlu Ömer Hz. Peygamber'e gelip durumu haber verdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Sizin nefislerinize hiyânet edeceğinizi Allah bildi de tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın hakkınızda yazdığını isteyin âyetini inzâl buyurdu.Mücâhid, Atâ, İkrime, Süddî ve Katâde ile diğerlerinden de bu âyetin nüzûl sebebi konusunda, Ömer ibn el-Hattâb'ın ve onun gibilerin davranışlarıyla, Sırma ibn Kays'ın davranışı nakledilir. Onlar sayesinde Allah'ın bir rahmeti ve ruhsatı olarak rıfk ile bütün gece boyu, yemek, içmek ve cinsî münâsebet mübâh oldu.
Bu nakillerde âyetin, bireysel bir durum nedeniyle indiği iddia edilmektedir. Oysa nakledilen olay, âyette konu edilen hükümlerin kapsamına girmemektedir. İşin aslı şu ki: Bu âyet, 185. âyetin tefsiri ve tavzihidir.
Bu âyette evli çiftler, Onlar, sizin için bir giysidir siz de onlar için bir giysisiniz ifadesiyle, birbirinin elbisesi olarak nitelenmiştir. Eşlerin birbirlerinin elbisesi olmakla nitelenmeleri; bedensel, ruhsal ve toplumsal hususlarda birbirlerini sarmaları nedeniyledir.
Âyetteki, Allah, sizin kendinize hâinlik ettiğinizi bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı ifadesinden anlaşılan o ki, bu tavzihin gerekçesi, insanın altından kalkamayacağı bir işe: gecesi ve gündüzüyle bir ay boyunca yiyip içmeden, konuşmadan ve cinsel ilişkiye girmeden yaşamaya teşebbüs etmesi durumunda kendisine hâinlik edeceğidir.
Allah'ın engin merhametiyle üzerimizden ağır bir yükü kaldırmasının örneğini Müzzemmil sûresi'nde de görmüştük:
Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin gecenin üçte-ikisinden daha azını, yarısını, üçte-birini ayakta geçirmekte olduğunu biliyor. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyle. Allah, geceyi de gündüzü de ölçüye bağlar. Sizin onu kuşatamayacağınızı bildi de size tevbe nasip etti. O hâlde Kur’ân'dan kolay geleni okuyun! Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın fazlından bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O hâlde ondan kolay geleni okuyun! Salâtı ikâme edin! Zekâtı verin! Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok esirgeyicidir. (Müzzemmil/20)
Âyetteki, Artık onlara [kadınlarınıza] yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığı şeylerden arayın. Ve fecrden beyaz iplik siyah iplikten sizin için açığa çıkıncaya kadar yiyin, için. Ve geceye kadar orucu tamamlayın ifadesiyle de, orucun başlangıç ve bitiş zamanları bildirilmektedir. Buna göre oruç, fecrin aydınlığından gecenin başlangıcına (ki gece, gün batımı ile başlar) kadar tutulacak; gün batımından fecrin aydınlığına kadar da yenilecek, içilecek, konuşulacak ve meşru çerçevede cinsel ilişkide bulunulabilecektir.
Ancak âyetteki, Ve siz mescidlerde ‘âkif [programlı ibâdet hâlinde] iken onlara yaklaşmayın ifadesi, mescidlerde âkif olanların, Ramazan ayı gecelerinde de cinsel ilişkide bulunamayacaklarını ifade etmektedir.
Âyetteki, Ve fecrden beyaz iplik siyah iplikten sizin için açığa çıkıncaya kadar ifadesinden, orucun başlangıç vaktinin güneşin doğumu olmayıp, tan yerinin ağarması olduğu anlaşılmaktadır.
‘ÂKİF, İTİKAF
عاكف[‘âkif] sözcüğünün kökü olan ع ك ف[‘a-k-f], “bir şey üzerine sürekli odaklanmak, kendini ona adamak ve ondan yüz çevirmemek” demektir.Anlaşılıyor ki kelime, “gâyet bilinçli olarak bir şeye odaklanmak, taparcasına bağlanmak” anlamındadır. Nitekim birçok yerde [A‘râf/138; Tâ-Hâ/91, 97; Enbiyâ/52; Şu‘arâ/71] “tapma” boyutuyla geçmektedir. Bakara125, Hacc/25 ve Fetih/25'te ise “ısrarla bir şeye yönelme” anlamındadır.
Âyetteki, Ve siz mescidlerde ‘âkif [programlı ibâdet hâlinde] iken ifadesi, “mescidlerde tevhidi öğrenme ve öğretme, dinî konularda ikna olma ve ikna etme amacıyla planlı ve programlı bir çalışmaya yönelme; bir nevi kampa girme” olarak anlaşılabilir.
Bu işin adı “itikaf” olarak yerleşmiştir. Ve fıkıh kitaplarında “belli bir zamanda belli şartlara riâyet ederek özel bir yerde özel bir itaate devam etmek” şeklinde tarif edilmiştir. Bu ifadeleri “Ramazân, oruç ve Kur’ân” konu edilen bir pasajda gördüğümüze göre bu ibâdeti, insanın kendini bir mağaraya hapsetmesi olarak değil, “Ramazân ayında, mescidlerde (bu günkü camiler mescid sayılmazlar) Kur’ân'a odaklanarak Allah'ın mesajını iyi ve doğru anlamaya çalışmak olarak özetleyebiliriz.
KEFFÂRAT-İ SAVM [ORUÇ BOZMANIN CEZASI]
“Örtmek” anlamındaki küfr kökünden türetilmiş olan keffâret sözcüğü, “günahı örten şey” demektir. Keffâret, sadece yaptığımız hataların bir cezası olmayıp aynı zamanda ibâdet ve insanın aklını başına getiren bir uyarıcı ameldir.
DİNİMİZDEKİ KEFFÂRETLER
1) Zıhar keffâreti (Mücâdele/2-4).
2) Öldürme keffâreti (Nisâ/92).
3) Yemin keffâreti (Mâide/89).
4) Haccda avlanma keffâreti (Mâide/95).
5) İhramlı iken tıraş olmanın keffâreti (Bakara/196).
ORUÇ BOZMANIN KEFFÂRETİ MESELESİ
Kur’ân orucun bizden evvelki ümmetlere farz kılındığı gibi bize de farz kılındığını bildirmektedir. Orucun ne zaman ve nasıl tutulacağı, kimlerin tutmamasına izin verildiği, tutamayanların ne yapması lazım geldiği, eski ümmetlerce deforme edilen orucun orijinal şekli, Bakara/183-187. âyetlerde genişçe açıklanmıştır. Ama Kur’ân'da orucu kasten bozan kişinin ne yapması gerektiğine hiç değinilmemiştir.
Orucu bozanı veya tutmayanı Allah dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Kur’ân, üçüncü şahısları ve kamuyu ilgilendirmeyip sadece kul ile Allah arasında olan ibâdetlerin bozulması ya da yapılmaması ile ilgili herhangi bir ceza koymamıştır. Çünkü ibâdet, Allah rızası için, gönülden, samimiyetle/ihlasla yapılır, dayatma, ceza ve zorlama ile olmaz.
Kur’ân'da kasıtlı oruç bozana herhangi bir keffâret öngörülmemesine rağmen âlimler, kasıtlı oruç bozmaya ya da mazeretsiz oruç tutmamaya, “altmış günü ceza bir günü kaza olmak üzere toplam altmış bir gün keffâret icat etmişlerdir. Bunu da şu ve benzeri rivâyetlere dayandırmışlardır:
Ebû Hureyre şöyle demiştir: Bizler Peygamber'in yanına oturmuş bulunduğumuz sırada o'na bir kimse geldi de dedi ki:
-- Yâ Rasûlallah! Helak oldum!
Rasûlullah ona sordu:
-- Sana ne oldu ki?
O kimse şöyle cevap verdi:
-- Oruçlu olduğum hâlde kadınımın üzerine düştüm (yani, cinsî münasebet yaptım).
Rasûlullah sordu:
-- Hürriyete kavuşturabileceğin bir köle bulabilir misin?
O zat cevap verdi:
-- Hayır, bulamam.
Rasûlullah tekrar sordu:
-- Öyleyse iki ay zincirleme oruç tutmaya gücün yeter mi?
O zat cevap verdi:
-- Hayır, buna güç yetiremem.
Rasûlullah yeniden sordu:
-- Altmış yoksulu doyurmak yolunu bulabilir misin?
O zat cevap verdi:
-- Hayır.
Ebû Hureyre dedi ki: Peygamber bir süre bekledi. Bizler bu bekleyiş üzere iken Peygamber'e içinde hurma dolu bir arak getirildi. (Arak, miktel/ölçek demektir.) Peygamber buyurdu:
-- O, mes’ele soran kimse nerededir?
O zat karşılık verdi:
-- Benim (buradayım diye ayağa kalktı).
Peygamber şöyle dedi:
-- Bu hurmayı al da yoksullara sadaka et!
O adam de şöyle karşılık verdi:
-- Allah'a yemin ederim ki, Medîne'nin iki kara taşlığı arasında benim ev halkımdan daha fakir bir ev halkı yoktur.
Bu sözü üzerine Peygamber, köpek dişileri meydana çıkıncaya kadar güldü. Sonra da o zata şöyle dedi:
-- Haydi bu hurmayı al da âilene yedir!
Doğru olduğu farz edilse bile bu rivâyeti, keffârete yönelik bir hükümden ziyâde, köpek dişleri görülünceye kadar güldüğüne göre Peygamberimizin latifesi olarak değerlendirmek gerekir. Aksi hâlde bundan, oruç bozana ödül olarak bir sepet hurma verileceği hükmü çıkar. Ayrıca, cinsel ilişki iki cins arasında olacağı için, kadına yönelik bir hükmün de bulunması gerektiği hâlde, rivâyette kadının durumuna ait bir hüküm yoktur. Bazı fakihler bu konuda rivâyet dikkate almayıp, oruç bozmayı, zıhara kıyas etmişlerse de, kıyasın şartları bu konuda oluşmuş değildir. Sonuç olarak: Kur’ân'da, “keffâretu's-savm” [kasıtlı oruç bozanın 61 gün oruç tutması] yoktur. Bu, daha sonra icat edilmiş bir bidattır.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla