Konu: Zekat
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29. October 2011, 06:48 PM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Zekat

Din -deyne-ödenmesi gereken borç- kavramından ismini alır.
Herkesin bir borç ödeme anlayışı vardır ve dinler bu açıdan insanlık tarihi kadar eski ve çeşitlidir. Kimi sadece hak iddiasındadır ve borçtan hiç bahsetmez, borç ödemeye yanaşmaz. Veya iddia ve istemin çok altında bir borç algısı vardır. Kökten bâtıl, uyduruk dinlerle, semai bir kökeni olmasına rağmen sonradan içleri boşaltılarak Rabbe ve insanlara karşı borçlarını tamamen ve titizlikle ödemeyi ihmâl ederek bâtıllaşan dini yorum, anlayış ve uygulamalar vardır. Allah doğruyu doğru olarak bildirmiş; ama hakikat vahyin içinde durmasına rağmen nefsine uyan ve içindeki mülk şehvetini(Sayın Barış ın sitemizin Ekonomi bölümü, mal kısmında Mülk Kavramı yazısına bakılmalıdır) atamayan bir bölük, hak dinin taklidini icat ederek insanları helâk eden dini anlayışları ortaya koymuşlardır.

Semai demek işitmek suretiyle hakikate ulaşmanın kast edildiği dindir. İşittiren Allah, vasıta resul ve nebiler, nebiler vasıtası ile işitenler ise insanlardır. Bunun dışında kalan yöntemlerle edinilen din, hak olmayan Pagan dinleridir. Böyle dinlere Allah din demez, kuruntu-heves der. Semai dinin özünü iyi kavrayıp, vahyin amacıyla örtüşen ve borcun kaytarılmadan ödenmesine ise, hak ve doğru din üzere borç ödeme denir. Bunun diğer ismi İslamdır.

Doğru din üzerinde olabilmek için öncelikle vahiy ilmini benimsemek gerekir. İkincisi, bunu doğru algılamak gerekir.üçüncüsü, dosdoğru olmayı içine sindirip doğru uygulamak gerekir. Dördüncüsü ise Allahın bizzat hakkı olanı titizlikle ve tamamen vermek-Uluhiyette kıst-, yine insanlara haklarını titizlikle ve tamamen vermek-insanlar arası kıst- gerekir.

Allah yaratan ve El Müstağni yani hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır. Bu nedenle de kendi faydalanma haklarından bütün yarattıkları adına, toplum adına feragat etmiş, bu nedenle kişiye ve topluma yapılacak ödemeleri de kendi nezdinde alacak yazacağını, ödeyenin alacaklı, kendisinin de ödeyene borçlu olacağını ve öbür dünyada ödeyene iyi bir yer sağlayacağını vaad ve ilan etmiştir. Mülkiyet hakkını ise kitapta -mülk Allahın-dır diyerek mahfuz/kendinde tutmuştur.

Biz bu yazımızda, konusu ekonomik olduğundan, insanlar arası kıst yönünden ödemeyi inceleyeceğiz.,

İslâm da ekonomik hayat ve ona bağlı sosyal yaşam politikası yani sosyo-ekonomi politik, esas olarak Nahl-71; Bakara-219 ve Muminun:4-5, üzerine kurulmuş olup bunu itidal olarak ifade edebiliriz: itidalli bir hayat, itidalli bir ekonomi. İsterseniz iffetli.

İslam sosyo-ekonomi politiği iki esas üzerine oturtulmuştur:
1-Haram Usulü. (Kollektivizm-Devletçilik)
2-Helâl usulü. (Girişimcilik)


1-Haram usulü.
Haram usulü sosyo-ekonomi politik, Kuranda Nuh Peygamberin Beyti ile başlatılmış, İbrahim Peygamberin Beyti ile açıklanmış ve Havra-Manastır (Bakara 139 delâletiyle Hacc-40) ile devam ettirilip, Mescid-el Haram ve Medine sosyo ekonomi politiği olan Ensariyet ile izah edilmiştir.
Bu usulde borç ödemeye Sadaka denilir.Bunun için işaret edilenler tıklatılıp oradaki yazılarımız okunmalı:
http:www.hanifler.com/showthread.php?p=11610#post11610,
http:www.hanifler.com/showthread.php?p=10776#post10776 (Bütün sayfa okunmalıdır.)

2-Helal Usulü.
Önce yine soru soralım ve makul cevabını bulalım. Zekât nedir?.... Zekât vermek nedir..... Bu ikisini netleştirmeden sağlıklı sonuca ulaşılamaz. Eğer zekât “vermeyi” de kapsayan bir kavram olsaydı yüce Kuran, laf olsun diye “atüzzekat”(Zekâtı veriniz) demezdi. Onun mastarı ise ZEKÂVET. Nasıl salâtın mastarı SALÂVAT ve anlamı Havra ise, Zekât’ın mastarı da Zekâvet’tir.

Şunu hemen belirtelim ki, kavramın birbirine bağlı önemli işlevsel anlamları vardır.

1-Mal varlığında başkaları aleyhine bir nemalanma, bir artma varsa bu insanı kirletir.

2-Malında başkaları aleyhine artma olmayan insan kirlenmediği için zekât vermez.

3-Malda artma, başkalarında azalma yarattığı için, malı artmamış olanların artanda kendiliğinde hakları doğmuştur. Malı mülkünden/ mülkiyetinden, mal sevgisini kalbinden çıkartmadan temizlenemez. Buna tezkiye olmak deriz.

4- Geçimliğe yeten mal için zekât gerekmez. Onun üstünde kalanın verilmesi gerekir.

5-Mescid El Haram ve harim(Dış etkilere kapalı ve Mülkte iştirak) üzere yaşayana zekât gerekmez.
Çünkü:
a-Kendisine değil, kamuya maişet karşılığı çalıştığı için kesbi/elde ettiği/kazandığı kendi nam ve hesabına değil, kamu nam ve hesabınadır.
b-Kamu onun ihtiyaç fazlasına artık değer olarak el koyup, ona sadece maişet(Geçimlik) verdiği için/maişet miktarını aşan kısım zekat verme konusu olduğu için o insan zaten saf ve temizdir. Mülkten dolayı bir kiri yoktur. Borcunu sadaka olarak peşin ödemiştir.

Mescid-el haram ve harim(dış etkilere kapalı ve mülkte iştirak) üzere yaşayana zekat gerekmediğine göre:
zekâtın konusu Helal Statüsü içinde yaşamanın bir kurumudur. Buna Komşu sistemi de denir. Bu sistem de havra veya manastırlardaki gibi hep bir arada olup bir işi elbirliği ile yapıp müşterek ve eşit paylaşma yerine, ayrı ayrı iş
yerlerinde çalışıp, şahsen kazandıkları üzerinden zekat verenlerdir.

Sermayeye dayalı kapitalist sistem öyle bir yoldur ki cadde gibi kol kola girilip de bir hizada gidilecek geniş bir yol olmayıp, bunun zıttı olan iki kişinin bile yan yana yürüyemeyeceği kadar dar bir yol, hiyerarşik bir düzen ki, tam hak dine karşı din icat edecek münafıkların bolca bulunduğu bir düzen, mal ve para istiflemeye dayanan münafıkların düzeni olan kapitalist bir düzen. Münafıklar gerek cebren, gerekse hile ile Manastır-Havra-Haram üzere(dış etkilere kapalılık ve mülkte işitirak) yaşama son vererek insanları sınıflı toplumun statüsüne soktu. Bu statüyü seçenler, halktan zekatlarını kollektivizm esarettir; mülkte sınırlama getirir; ne lüzumu var ki; biz kendi irademizle sizden topladığımız fazlayı muhtaçlara infak ederek sizi kuş sütüyle besleriz, sizin hâmiliğinizi yükleniriz bize gelin, bize verin dediler ve halktan zekatlarını sermaye olarak kendilerinde topladılar

Halktan bu yolda izin alınca veya onları böyle avutup, kimse elini uzatmaya fırsat bulamadan, çabuk çabuk zekatları ellerinde topladılar. Para, sermaye sahibi (mele) oldular. Nahl–71 ve Muminun:4-5. ayetlerle verilen ölçü dairesinde en güzel ve en tatmin edici şekilde infak etmek yerine, gülünç bir oran(mesela-1/40) verdiler ve böylece infak unutulup gitti. Paralar zimmette yığıldı, kaldı.

Harem ve Harim(Dışa kapalı İştirak halinde malikler olarak yaşamak) terk edilip, hami-mahmi sistemine geçilmesinde iki zıt netice doğar. Ya hamiler, ihtiyaç fazlasını, insanları bunaltıp üzmeden ve istemek zorunda kalmadan, itidal seviyesinde bihakkın infak ederler. Ya da onlara ödemek zorunda oldukları haklarını bihakkın ve gününde ödemeyerek “darbe vururlar:

Muhtaca zekatını veren kişi verdiğinden dolayı kimseyi minnet altında bulunduramaz. Tam tersine veren,alana minnet duymalıdır. Çünkü verenin pisliği olan fazlayı kabul etmekle onu ağır sorumluluktan kurtarmış, onu temizlemiştir. Tıpkı, timsahın diş diplerinde kalan etlerle karnını doyuran kuşun değil, timsahın minnet duyması gibi. Çünkü ağzının/dişlerinin bozulmaya uğramasını önlemiş, onu sağlığına kavuşturmuş, pislikten temizlemiştir. Verme bir iyilik yapma değil, istenip dava edilecek, birinde var da bende yoksa, hakkım olanı ondan zorla alırım denen bir haktır. Yani fakirin zenginden hakkı olan, infak için lazım olan meblağı zorla alması da meşrudur.

İnsan bilir ki, mülkte artma havadan gelemez, ödenmesi gereken borçlar hak sahiplerine ödenmediği için zengin olunmuştur. Hem çalışanların karşılığı ödenmemiş emekleriyle, hem de şeriat gereği ihtiyaç fazlasının hak sahiplerine kıst yaparak ödenmeyip çoğu elde tutulduğu için birileri zengin olmuştur. Buradan şu da anlaşılır. Zekâtın yalın anlamı mal varlığındaki artmadır. Bu anlamıyla da “Nema” ile benzer anlam taşır. Yani zekât artmadır. Onu vermek fiiliyle kullandığımızda borç ödemek için artanın zimmetten çıkarılması anlamına gelir. Amaç, malın insanı kirletmiş olmasından dolayı fazlanın verilerek günahtan ve haramdan kurtulmaktır.

Bir şey daha var ki, kandıracak/tatmin edecek kadar verilmelidir.. Bu ise infak anlamına gelir. Çünkü nafakalandırmak işi geçinme masraflarını karşılamak anlamına gelir. Bu da ancak, vermesi gerekenin bu oranda vermesi anlamına gelir. Bir başka anlatımla Zekât artma, onun verilmesi infaktır. İnfak “masraf karşılamak” anlamına gelir.

1-Kamunun masraflarını karşılamak.

2-itidal ve kavam seviyesinde ellerine masraf parası geçmeyenleri infak(Masraflarını karşılama)

Kuran, iki kıstas koymuştur vermeye.

1-Hedeflenen nedir? Ve miktar nedir?.
Nahl–71 de verilmiştir. İtidal ve kavam üzerinde varlığı olanlar; bu seviyenin altındakileri yukarı,itidal seviyesine çekecek; kendilerini de aşağıya itidal seviyesine indirecek kadar verirler. Böylece itidalde eşitlenirler. Her eşitlik bozulduğunda, geliri fazla olan derhal bu eşitliği sağlayacak kadar verir.

2-Mükellefiyet ne zaman başlar?
Bunu da Mu minun:4-5 ayetler verir bize. Kişi kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu, yani iyalinin yasal ihtiyacının, nahl-71in (iffet)üzerine çıktığı an, her kuruşu verecektir. Gerek devlet, gerekse kavam üzere olan masrafı karşılamaktan aczi olanlar da bu borcun alacaklısıdırlar.

Hak dinin hak şeraitinin emri bu iken, sanki Kuran da hükmü yokmuş gibi “kitabı elle yazanlar” zekâta kendileri kırkta bir oranını haksız yere koymuşlar. Cahiller de bu durumu göze almış ve bu orana uymuşlardır.

Bol ve verimli bir iş ve gelir sahibi olunduğunda, temizlenmek ve salahı bulmak için yapılması gereken şey; bakıma muhtaç evladını yanından ayırmadığı gibi muhtaç olanları böyle bir ihtimamla devamlı besleyip bakmak farz olur. Hal böyle iken, bundan vazgeçilerek,”Tadımlık” sistemine geçildi. Bir lokma ile avutma gibi. Yıllık ve yüzde iki buçuk zekât bu niteliktedir. Oysa infak bu değildir. Hem çocuk ve anne arasındaki ihtimam gibi devamlı birlikte olup infakından sorumlu olduğunun bilincinde olarak, ne ile kendini infak ediyorsan aynı cinsten ve aynı derecede infak etme şartı, uygulamadaki zekât sisteminde yoktur. Yine bir anne çocuğunu nasıl tadımlık değil de doyumluk şartını yerine getirerek besliyor, giydirip barındırıyor, hastalandığında tedavi ettiriyor, ilim veya tahsil ettiriyorsa, muhtaç da muhtaçlıktan kurtulana kadar öylece bakılmalıdır. Zekât, malı değil, insanı kirden ve necasetten arındırmak ve borçlu olduğu şeyi vermektir. İnsanı malın kirinden, mülk şehvetinden temizleyen şey de böyle yapmaktır. Kitabı elle yazıp koydukları oran, hak manada infak emrine uygun oran değildir.

Zekatın verilme ölçüsü Muminun:5 de verilmiştir: yasal ihtiyaç(mizanda vezin ile konulmuş ölçü, Nahl-:71), bu ihtiyaç fazlasının infak edilip biriktirilmemesidir. Buna İffetli olmak denilmiştir. Bundan kaçınmak ise iffetsizliktir ki Muminun:5. ayetini görmezlikten gelerek iffeti terk etmek bol dirlikli olmak tutkusudur. İtidalin ve iffetin terkine sebep Mülk Şehvetidir.

Eşitliğin ve yardımlaşmanın dozunda hiçbir eksiltme yapılmaması hak dinin ilkesidir. Hak dinde (helâl usulünün diğer adı olan) komşuluk statüsüne geçmek sadece havra-manastıra mahsus arazinin dışına çıkmak yani bunun dışındaki sosyal ve ekonomik hayat ile ilişki kurmak demektir. Dalalet ise komşuluk statüsünün bâtıl dinlerin sosyo ekonomi politiğine dönüştürülmesidir. Yani ferdiyetçi anlayışla patronluğa, para babası, para kasası olmaya izin vermektir. Halka da bunlar size faydalıdır, girişken ve becereklidir, size aş ve iş verirler yalanını uydurmasıdır. Güçsüzleri daha da güçsüzleştirmekten başka bir sonuç vermez.Üstelik ihtiyaç fazlasının infak için kullanılması maksadıyla zekatın/artanın infak şeklinde geçimleri devamlı üstlenmek terk edilmiş ve öz şekli de sembolik bir şekle dönüşmüştür. Bahane ise patronlar oluşturmak şarttır yalanıdır. Patron şartsa sermaye de şarttır. Sermaye ve sermayenin artırılması gerekiyorsa vergisinin (zekat miktarının) düşürülmesi gereklidir. Zekatın zekât olmaktan çıkartılması, zekât alacaklısının sırtına binilmesidir. Diğer bir adı da Aksa-uzak olan bu tür kullukta çevre merkez aleyhine bereketlendirilmiş, oradan toplanarak fakir, miskin, muhtaç ve mahrum bırakılanların önüne bir kemik atılmış, ağızlarına bir parmak bal çalınmıştır.
Haram üzere kullukta ise sistemin kendi, kendini zenginleştirmiştir. Bu sistemde mülke iştirak halinde sahip olarak ve karşılıklı yardımlaşarak, emeğe dayalı değer üretilir. Her üretilende herkes eşit miktarda hissedardır. Haram üzere secde Kuran emridir. Onun için yüzünü mescid el haram a çevir denilmiştir.

Mescid el Haram usulünde/sisteminde, yani dışa kapalılık ve mülkte iştirak şeklinde yaşanılan düzende, mahallin yanında, ayrıca mahallin dışına taşılarak da boyun eğilmiştir. Bu dışarıdaki çalışma hayatının yapıldığı dış kısımdaki alanlara binanın avlusu da denir. Yani sistem değişmemiş fakat alan genişletilmiştir. İş, çalışma alanı havra ve manastırın içerisinden dışarı da taşırılarak Havra ve manastırların çevresine de çalışma yayılmıştır. Bu sistemde esas, emek yanında sermayenin de çalıştırılması vardır, fakat ihtiyaç fazlası sermayeye katılmaz ve derhal zekât-vergi olarak yetkili merciye verilir.

Ama yozlaşmaya açık olduğundan her an kapitalizme dönüşüp sömürü aracı olabilir ki buna da Mescid el aksa/Helal usulü/Komşuluk sistemi denilir. Bu nedenle Bakara-219/1de faydası yanında zararları olduğu, zararının bu yönden fazla olduğu ikaz edilmiştir.Ayrıca hamiler toplumu (himayeciler) bakmayı garanti etme bahanesiyle ganimet peşine düşerler; böylece yurtta ve cihanda olması gereken sulhu (kavramsal islamı) bozarlar. Kuranın getirdiği sistem ise karşılıklı dostluğın kültürüdür.

En nihayetinde Aksa ile ifade edilen sisteme uyarak, sistemi dejenere ettik. verilmesi gerekeni yozlaştırdık. Bu ise tam itaat değildir, tam teslimiyet değildir. Tam teslimiyet yoksa İslam da yoktur. çünkü salât kavramının salavat anlamına dikkat etmedik. Onun Nasara(ensar) kilisesinin de yardımlaşma toplumu, onun da havra-manastır, onun da mülkün ortaklaşa olduğunu fark etmedik. Toplumculuktan söz edilmesine bile tahammül edemedik. Münafıklara uyduk. İslâm(tam temsil olarak ve rekâbetten barışa geçmek) sosyalizmine savaş açtık. Kuran yerine rivayetleri kural yaptık; bu ise kitabı elle yazanlara uymaktan başka bir şey değildi. Kurandan hüküm çıkartmak yerine, heyet kararları ile cumhur çoğunluğu ile ictihatler yapıverdik. Hatta heyetten de vaz geçip işâret, bir şeyi gösterme sureti ile işi hallatmayi o kadar ileri gittik ki, Şeyhülislamlara işleri bırakarak İşaret-i Aliyye ismini vererek işleri birer hile-i şeriyye olan fetvalarla hallettik ki Nisa-127ye göre bu yetki yalnızca Allah a aittir.

İslâm şura üzere olmasına rağmen monarşiden kurtulup ekonomik demokrasiye, katılımcı demokrasiye geçemedik. Soygun hala devam ediyor.

Zekâtın amacı infaktır. İnfak ise masraf etmek ve güçsüzün masrafını karşılamaktır.. Devletin kamu hizmetleri masraflarını, fakir, miskin, yetim, öksüz, yolda kalmış, mağdur ve mahrumların masraflarını Kazananlar karşılayacaktır. Taa ki sosyal devlet düzenine geçene kadar. Devlet kurulduktan sonra zekât vergi olarak devlete verilir. Bu andan itibaren de sorumluluk devlete ve idarecilere geçer.

Buna her kazanan mecbur mudur? Hayır, kazandığı halde muhtaçlıktan kurtulamamış olanlar hariç, ihtiyaç (itidal) gelirinin üzerinde kazananlar verdikleri ile kendileri muhtaç duruma düşmeyecek, yani sosyal ve ekonomik yönünden itidal seviyesini muhafaza edip muhtaçlar kendi itidal seviyesine gelsin.

Zekât-vergi vererek neden daha zengin olmaktan vaz geçeyim dersen, sen bilirsin. Hesabı sen vereceksin; kurallar böyle konulmuş ki iki yüzlüler çekilsin de kâr getiren işler Allah ve insan sevgisi taşıyanlar gelsin; dayanışmalı hayat devam etsin.
(Adalet ve Rahmet sitesinden derlenmiştir)

Saygılarımla
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (27. May 2022 Saat 03:20 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (23. December 2012), merdem (24. December 2012)