Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10. November 2012, 04:24 AM   #10
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

4.1. Fıtrata Uyanlar

Bütün peygamberler insanlara “Allah’tan başkasına İbadet etmemelerini[7]“ söylemişlerdir. “İbadet” sözlükte taat anlamına gelir. Taat boyun eğmek demektir, daha çok “emre uymak ve izinden gitmek.” anla*mında kullanı*lır[8]. Türkçe’de buna kulluk ve kölelik denir.


Allah’tan başkasına İbadet etmemek, ondan başkasına kul ve köle olmamak demektir. Bu da hürriyetin doruk noktasıdır. Fıtrat hür olmayı gerektirir. Ama insanlar, güçlerinin yettiğini kendilerine köle et*meğe, güç yeti*remediklerine de köle olmağa yatkındırlar. Erginlik çağına girmiş kişi imtihan gereği, iç ve dış baskılarla yüz yüze gelir. Kendi iç dünyasından ve dışardan gelen bu baskılar onu zihinsel ve duygusal köleliğe iterler. Bunlar fıtratı bozmaya yönelik baskılardır.

Uyulması gereken fıtrattır. Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün hasılı her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. İnsanın içinde ve çevresinde görüp durduğu âyetler fıtrat âyetleridir. Kur’ân ise fıtratın “kelâma” dönüşmüş halidir.


İmtihan hür ortamda yapılır. İnsan, karar alırken de uygularken de hürdür. Fıtrattan edindiği bilgiler sayesinde yaptığının iyi mi kötü mü olduğunu fark eder. Kendine zorla yaptırılan şeylerden de sorumlu tutulmaz. Bu durumda insanın sahip olduğu üç şey ortaya çıkmaktadır.


Birincisi; karar alma hürriyetidir. İnsanın aklı ve kalbi vardır. Kalp karar organı; akıl onun yanında, fıtrata uymayan şeyleri ayıklamakla görevli uzmandır. Karar, akla uyarsa fıtrata da uyar. Bir hata yapılırsa kolaylıkla anlaşılır ve düzeltilir.

Akıl ve kalp, kişinin alabildiğine hür olduğu sahadır. Burada verilen karara kimse karışamaz.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. İçinizde olanı açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çekecektir. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah’ın gücü her şeye yeter.”(Bakara 2/284)


İçinde olan ile içinden geçen aynı değildir. İçinde olan; iman, küfür, sevgi, nefret, kin, iyi niyet gibi şeylerdir. İçinden geçenler ise şeytan vesvesesi, duygular, istekler, beklentiler ve diğerleridir. İçte olana engel olunabilir, ama içinden geçene engel olunamaz.

Dinin özü imandır. İmanın temeli de onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tas*diki bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası in*sanın en hür olduğu yerdir. Bu se*beple hiç kimse bir inancı kabule veya inkara zorlanamaz. Çünkü bu, fıtrata aykırıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyu*rur:



“Dinde zorlama olmaz; doğru ile eğri birbirinden iyice ay*rıl*mıştır. Kim azgınları tanımaz da Allah'a inanırsa kop*mak bilme*yen sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilen*dir.”
(Bakara 2/256)


İnsan İbadete de zorlana*maz. Çünkü İbadet için ni*yet ge*rekir. Niyet, bir şeye içten karar vermek*tir. “Ameller ni*yetlere gö*redir[9].” Bir İbadetin ne maksatla yapıldığını, tam olarak bir o İbadeti yapan bir de Allah bilir. Niyetsiz İbadet yapı*lamadığından zorla İbadet olmaz. Birisine zorla namaz kıldırılabilir ama niyet et*mezse na*maz kılmamış, bo*şuna yatmış kalkmış olur. Bu da bir şeye yaramaz.


Davranışlara yön veren, insanın içinde olanlardır. Kalbinde iman olduğu halde baskılar sonucu farklı davrananın sorumlu tutulmaması bu yüzdendir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


Kim inandıktan sonra Allah’ı görmezlikten gelir, kâfir olursa … kalbi iman ile huzur bulmuşken baskı altında bırakılmış başka; ama kim içini küfre açarsa üstüne Allah’ın gazabı çöker. Onların payına düşen büyük bir azaptır.”(Nahl 16/106)


İkincisi; yaptığı şeyin farkında olmaktır. Büyüdüğünü ispat için sigara içen çocuk gibi fıtrata uymamak da kişiye cazip gelir. Ama o, bunun yanlış olduğunu bilir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur,

“(Nefse) isyankâr*lı*ğını ve takvâsını ilham ede*nin hakkı için, onu arındıran gerçekten um*du*ğuna kavuşmuş, kirle*tip karartan da kaybetmiş olur.”(Şems 91/8-10)

Fıtrata aykırı davranan, önce irkilir, sonra ya vazgeçer ya da devam eder. Onu irkilten, Al*lah’ın “(Nefse) is*yankârlığını il*ham et*me*si”dir. Bu, ona yapılan uyarı; “yanlış yapıyorsun” uyarısıdır. İsyandan sonra da bir iç sıkıntısı duyar; bu da onu tevbeye teşviktir.

Takvâ, kendini kötü duruma düşmekten korumak demektir. Bu, iyi bir davranıştır. İyi davranışlar insanın içini rahatlatır. Bu da Allah’tan ona bir ilham yani “(Nefse) takvâsını ilham”dır.
Vabısa b. Mabed di*yor ki; Muhammed sallal*lahu aleyhi ve selleme gittim; “iyilikten ve günahtan sormaya mı geldin? “ dedi.

Evet, dedim.

Parmaklarını bir araya getirip göğsüne vurdu ve üçkere şöyle dedi: “Nefsine danış, kalbine danış Va*bısa! İyilik, nefsin yatış*tığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste te*reddüt do*ğuran şeydir. İsterse in*san*lar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bul*muş ol*sunlar[10]. ”


Doğru karar veren kişinin içi rahat olur. Kararını uygularken de mutluluk duyar. Yanlış karar ise, hem karar verme süreci içinde hem de uygulama esnasında kişiyi rahatsız eder. Çünkü fıtrata aykırıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kimler inanır, iyi işler yapar, namazı dosdoğru kılar ve zekatı verirlerse; onlara Rableri katında ödül vardır. Üstlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler.”(Bakara 2/277)



Üçüncüsü; tezekkürdür. İç ve dış dünyadaki âyetlerden edinilen bilgileri zihne yerleştirmek ve kullanıma hazır halde tutmak gerekir. Bu tür bilgiye zikir denir. Onu kalbe ve dile getirme ve hatırlama da zikirdir[11]. Bu bilgilerin yanlışları da olur. Aklını kullananlar o yanlışları ayıklayabilirler. Onların doğru olanları ile Allah’ın kitabı arasında tam bir uyum bulunur. Bu sebeple Kur'ân'ı okuyan her insanın içinde ona karşı bir güven ve tatmin duygusu oluşur.



Peygamberler insanları tezekküre çağırmışlardır. Tezekkür, zihinde var olan bilgiyi harekete geçirmektir. İbrahim aleyhisselam puta tapanlara “tezekkür etmez misiniz[12]?” derken “Fıtrattan edindiğiniz bilgilerle benim sözlerimi karşılaştırıp yaptığınız yanlışı görmez misiniz?” demiş olmaktadır. Bu onları, iç muhasebesi yapmaya çağırmadır.



Fıtrattan alınan doğru bilgi zikir olduğu gibi ilâhî kitapların ortak adı da zikirdir[13].

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bilin ki kalplerin yatışıp rahatlaması Allah
’ın zikri ile olur.” (Ra’d 13/28)


Allah Teâlâ Kur’ân ile ilgili şöyle buyurur:

“O Zikri biz indirdik. Ne olursa olsun onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr 15/9)


Allah’ın elçileri, insanlarda var olan doğru bilgileri harekete geçirdikleri yani evrensel doğruları söyledikleri için etkili olmuşlardır. Herkese Allah’ın bir elçisinin tebliği ulaşmayabilir. Bu açıdan insanlar iki kısımdır. Bir kısmı bir elçinin tebliğini almış, ikinci kısmı ise böyle bir tebliğ ile muhatap olmamış olur.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla