Konu: Nur Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 11:52 PM   #1
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart Nur Suresi

102 (24). Nur Suresi
MEDENÎ, 64 ÂYET

GİRİŞ

Adını 35. âyetteki نور[nûr] sözcüğünden alan sûrenin, Medîne'de 102. sırada indiği kabul edilir. Sûrede; zinâ, zinâ iftirası, eşe zinâ isnadı ile ilgili hükümler, aile içi ve toplumsal davranışlara yönelik görgü kuralları, Allah'ın tanıtılması, “ifk” olayı ve yankıları gibi birbirinden bağımsız birçok necm yer alır. Necmlerin sıralanışında kronoloji yoktur. Zira, bu sûreye yerleştirilen necmlerin bir kısmı, bu sûreden çok önce inmiştir.

https://youtu.be/6c4hh6YyiXw Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 472. Bölüm Nur Suresi1. Bölüm

https://youtu.be/ZB85NneYmzA Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 473. Bölüm Nur Suresi 2. Bölüm

https://youtu.be/Jcr8Y6IlYl4 Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 474. Bölüm Nur Suresi 3. Bölüm

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1. İndirdiğimiz ve farz kıldığımız/parça parça ayırdığımız bir sûre! Öğüt alasınız diye onda apaçık âyetler de indirdik.

2. Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkek; hemen her birini yüz kamçı ile kamçılayın; Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allah dininde sizi onlara acıma duygusu tutmasın! Ve mü’minlerden bir grup onların cezalandırılmasına tanık olsun.

4. Ve muhsan [evli, hür] kadınlara zinâ isnadında bulunup, sonra dört tanık getiremeyen kimseler; hemen bunları seksen kamçı ile kamçılayın ve onların tanıklığını ebediyyen kabul etmeyin. Ve onlar, yoldan çıkmışların ta kendileridir.

6-7. Eşlerine zinâ isnadında bulunup da kendilerinden başka şâhitleri olmayanlar; onların her birinin şâhitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa, beşincide de, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasına Allah'ı şâhit tutmasıdır.

8-9. Kadının, onun [kocasının] yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa, beşincide de, eğer o [kocası] doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasına Allah'ı şâhit tutması, kendisinden cezayı savar.

5. Ancak bundan sonra tevbe eden ve düzelten kimseler hariçtir. Artık, şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhametlidir.

10. Ya Allah'ın size lütfu ve rahmeti olmasaydı... Ve şüphesiz Allah, tevvâb, hakîm olmasaydı…

3. Zinâ eden erkek, zinâ eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmiyor; zinâ eden bir kadınla da ancak zinâ eden veya müşrik olan erkek evleniyor. Ve bu, mü’minlere haram kılınmıştı.

11. Şüphesiz bu ifk'i [ağır iftirayı] getirenler, sizden bir gruptur. –Bunu kendiniz için bir kötülük saymayın; bilakis o, sizin için bir iyiliktir.– Onlardan, her bir kişiye, günahtan kazandığı vardır. Onlardan bunun [günahın] büyüğünü söyleyen kimse için de çok büyük bir azap vardır.

12. Bunu duyduğunuz zaman, erkek ve kadın mü’minler, bu iftirayı işittiklerinde kendilerine hayır olduğunu zannetmeleri ve “Bu, apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi?

13. Onların [bu iddiayı ortaya atanların], buna dair dört şâhit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şâhitler getirmediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler.

14. Eğer dünyada ve âhirette Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içine düştüğünüz şeylerde kesinlikle size büyük bir azap isabet ederdi.

15. Hani siz onu [bu iftirayı], birbirinizin dilinden alıyor ve kendisi hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi [bu uydurma haberi] ağızlarınızla söylüyorsunuz ve bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki bu, Allah katında çok büyüktür.

16. Ve onu duyduğunuz zaman, “Bunu konuşup durmamız bize yakışmaz. Sübhâneke! Allahım! Sen münezzehsin, bu, çok büyük bir iftiradır...” demeli değil miydiniz?

17. Eğer siz inanmış kimseler iseniz, onun bir benzerini ebedî olarak bir defa daha tekrarlamamanızı Allah size öğütler.

18. Ve Allah âyetlerini sizin için açığa koyuyor ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

19. Şüphesiz, inanan kimseler içinde fâhişenin [aşırılığın, utanmazlığın] yayılmasını seven kimseler; dünyada ve âhirette acı veren bir azap onlar içindir. Ve Allah bilir; siz bilmezsiniz.

20. Ve sizin üstünüze Allah'ın lütuf ve merhameti ve şüphesiz Allah, çok şefkatli ve çok merhametli olmasaydı...

21. Ey iman etmiş kimseler! Şeytânın adımlarını izlemeyin. Ve kim şeytânın adımlarını izlerse, şunu bilsin ki o, fahşa [aşırılıkları] ve münkeri [tüm çirkinlikleri] emreder. Ve eğer üstünüzde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbir kimse ebediyen temize çıkmazdı. Fakat Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.

23. Şüphesiz muhsan [hür, evli], gâfil [hiçbir şeyden haberi olmayan] mü’min kadınlara zinâ isnat eden kimseler, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir [uzak tutulmuşlardır]. Ve onlar için çok büyük bir azap vardır.

24. O gün onların dilleri, elleri ve ayakları, yapmış oldukları işlere kendi aleyhlerinde şâhitlik edecektir.

25. O gün Allah, onlara gerçek karşılıklarını tastamam verecektir. Onlar da Allah'ın, apaçık hakkın ta kendisi olduğunu bileceklerdir.

26. Kötü şeyler/kadınlar, kötü erkeklere, kötü şeyler/erkekler de kötü kadınlar içindir; temiz şeyler/kadınlar, temiz erkekler, temiz şeyler/erkekler de temiz kadınlar içindir. İşte onlar, onların [iftiracıların] söylediklerinden çok uzak olanlardır. Kendileri için bağışlanma ve saygın bir rızık vardır.

22. Ve sizden fazlalık ve genişlik sahibi kimseler akrabaya, miskinlere, Allah yolunda göç edenlere vermemeye yemin etmesinler; bağışlasınlar, hoş görsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah ğafûr'dur, rahîm'dir.

27. Ey iman etmiş kimseler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip ev halkına selâm vermedikçe girmeyin. Bu, düşünüp öğütlenmeniz için, sizin için daha iyidir.

28. Sonra da orada kimseyi bulamazsanız, artık size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Ve eğer size, “Geri dönün!” denilirse, hemen dönün; bu, sizin için daha arındırıcıdır. Ve Allah, yaptığınız şeyleri en iyi bilendir.

29. İçinde size ait herhangi bir meta [değerli şey] bulunduğu oturulmayan evlere girmenizde üzerinize bir sakınca yoktur. Ve Allah, sizin açığa vurduğunuz şeyleri ve gizlediğiniz şeyleri bilir.

30. Mü’min erkeklere, bakışlarından bir kısmını kısmalarını ve ırzlarını korumalarını söyle. Bu, onlar için daha arındırıcıdır. Kuşkusuz Allah, onların yapıp ürettiklerine haberdardır.

31. Mü’min kadınlara da, bakışlarından bir kısmını kısmalarını ve ırzlarını korumalarını söyle. Zînetlerini de –görünenler hariç– belli etmesinler. Örtülerini de göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar. Ve süslerini, kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşin oğulları, kadınlar, yeminlerinin sahip oldukları, kadına ihtiyaç duymaz olmuş erkeklerden kendilerinin hizmetinde bulunanlar ve kadınların avretlerini [cinsel organlarını] henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar dışındakiler için belli etmesinler. Süslerinden gizlemiş olduklarının bilinmesi için ayaklarını vurmasınlar. Ve ey mü’minler! Başarıya ermeniz için hepiniz topluca Allah'a tevbe edin!

32. Ve sizden eşi olmayanları, erkek kölelerinizden ve kadın kölelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah Kendi fazlından onları zenginleştirir. Şüphesiz ki Allah, vâsi'dir [geniş olandır], en iyi bilendir.

33. Ve evlenmeye imkân bulamayanlar; Allah, Kendi fazlından kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Sağ ellerinizin mâlik olduklarından mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir iyilik görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın. O'nun [Allah'ın] size vermiş olduğu Allah'ın malından siz de onlara verin. Ve basit hayatın geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, muhsanlaşmak [bağımsızlaşmak-evlenmek] isteyen gençlerinizi taşkınlığa/baş kaldırıya zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa, bilinmelidir ki, hiç şüphesiz Allah onların zorlanmalarından sonra çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

34. Ve andolsun ki Biz size açık açık bildiren âyetler, sizden önce geçen kişilerden örnekler ve muttakiler için öğütler indirdik.

35. Allah, göklerin ve yeryüzünün nûrudur. O'nun nûrunun misali, içinde kandil bulunan bir kandil yuvası gibidir; o kandil, bir cam içindedir; o cam, sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya, batıya nisbet edilemeyen [dünyanın her yerinde var olan] mübarek bir zeytin ağacındandır –ki onun [ağacın] yağı, neredeyse kendisine ateş dokunmasa bile ışık verir.– Nûr üstüne nûrdur. Allah dileyen kimseyi nûruna hidâyet eder. Allah insanlar için misaller verir; ve Allah her şeyi en iyi bilendir.

36-38. Allah'ın, yükseltilmesine, içerisinde Kendi isminin zikredilmesine izin verdiği evlerde, sabah-akşam [sürekli] Kendisini tesbih eden öyle er kişiler vardır ki, ticaret ve alış-veriş Allah'ı anmaktan, salâtı ikâme etmekten ve zekât vermekten onları alıkoymaz. Onlar, Allah, kendilerine işledikleri amellerin en güzeli ile karşılık versin ve kendilerine lütfundan artırsın diye kalplerin ve gözlerin ters döndüğü bir günden korkarlar. Ve Allah, dilediği kişileri hesapsız rızıklandırır.

39-40. Ve şu küfretmiş olan kişiler; onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki, susayan onu su zanneder, ona vardığında da orada herhangi bir şey bulamaz. Yanında Allah'ı bulmuştur. Sonra da O [Allah] ise onun hesabını tastamam ödemiştir. Allah hesabı çok çabuk görür. Yahut çok derin engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; onu dalga üstüne dalga kaplamakta; üstünde de bulut vardır. Birbiri üstüne karanlıklar... Kime, elini çıkarıp uzatsa, nerdeyse onu dahi göremez. Ve Allah kime nûr vermemişse, artık o kimse için nûrdan herhangi bir şey yoktur.

41. Göklerde ve yeryüzünde bulunanların, dizi dizi uçanların [kuşların, arıların, bulutların, boranların] Allah'ı tesbih ettiklerini görmedin mi? Hepsi kendi tesbihini ve salâtını mutlaka bilmektedir. Allah da, onların işlemekte olduklarını en iyi bilendir.

42. Göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı yalnızca Allah'a aittir. Dönüş de ancak Allah'adır.

43. Şüphesiz Allah'ın, bulutları sürüklediğini, sonra onları bir araya getirdiğini, sonra da üst üste yığdığını görmedin mi? İşte görüyorsun ki bunların arasından yağmuru çıkarıyor. Ve O, gökten, içinde dolu bulunan dağları indirir de onu dilediğine isabet ettirir; dilediğinden de onu uzak tutar. Şimşeğin parıltısı nerdeyse gözleri alır!

44. Allah, geceyi ve gündüzü çevirir durur. Şüphesiz basiret sahipleri için kesinlikle bir ibret vardır.

45. Ve Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimileri iki ayak üzerinde yürümekte, kimi de dört ayak üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.

46. Andolsun ki Biz, açıkça ortaya koyan âyetler indirdik. Ve Allah dileyen kimseyi dosdoğru yola iletir.

47. Ve onlar, “Allah'a ve Elçi'ye inandık ve itaat ettik” diyorlar. Sonra da onlardan bir grup, arkasından geri duruyorlar ve bunlar, mü’minler değildir.

48. Ve aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Elçisi'ne çağrıldıkları zaman, bakarsın ki, onlardan bir grup mesafelenmişlerdir.

49. Ama eğer hakk kendi lehlerine ise, o'na, gönülden bağlı kimseler olarak gelirler.

50. Peki, onların kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa şüpheye mi düştüler? Yoksa Allah ve Elçisi'nin kendilerine hakksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Bilakis onlar, zâlimlerin ta kendileridir!

51. Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Elçisi'ne davet edildiklerinde mü’minlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleri oldu. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

52. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat eder, Allah'a haşyet duyar ve O'na takvâlı davranırsa, işte onlar başarıya ulaşanların ta kendileridir.

53. Ve onlar [münâfıklar], sen hakikaten kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka (savaşa) çıkacaklarına dair, en ağır yeminleri ile Allah'a yemin ettiler. De ki: “Yemin etmeyin. İtaat, ma‘rûftur! Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır.”

54. De ki: “Allah'a itaat edin, Elçi'ye de itaat edin.” Artık, eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, o'nun üzerine olan, sadece kendisinin yüklendiğidir. Sizin üzerinize de, size yüklenendir. Eğer o'na itaat ederseniz, hidâyete erersiniz. Elçi'nin üzerine olan da, sadece apaçık tebliğdir.

55. Ve Allah, sizlerden iman etmiş ve sâlihâtı işlemiş olan kimselere, kendilerinden öncekileri halifeler kıldığı gibi, yeryüzünde onları da halife kılacağını [başkalarının yerine geçireceğini], onlar için beğenip seçtiği dini onlar için kesinlikle tutunduracağını ve korkularından sonra onları kesinlikle güvene değiştireceğini vaat etti. Onlar Bana kulluk ederler, Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Bundan sonra da kim inkâr ederse, artık işte onlar, yoldan çıkanların ta kendileridir.

56. Ve rahmet olunmanız için salâtı ikâme edin, zekâtı verin ve o Elçi'ye itaat edin.

57. Sakın, şu küfretmiş kimselerin, yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanma/sakın sanmasınlar! Onların da varacağı yer ateş'tir. Kesinlikle de o, ne kötü bir varış yeridir!

58. Ey iman etmiş kimseler! Yeminlerinizin sahip olduğu kimseler, sizden erginlik yaşına gelmemiş olanlarınız üç durumda; sabah salâtından önce, öğle vaktinde elbisenizi çıkardığınızda, gece salâtından sonra izin istesinler. Bunlar sizin için üç avrettir [açık ve korumasız üç zamandır].” Bunlar dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur. Aranızda dolaşırlar, bazınız bazınız üzerindedir. Allah, âyetleri size işte böyle açığa koyuyor. Allah alîm'dir, hakîm'dir.

59. Ve sizden olan çocuklar ergenlik çağına geldikleri zaman, artık kendilerinden önceki kişilerin [ağabeylerinin, ablalarının] izin istedikleri gibi izin istesinler. Allah Kendi âyetlerini size işte böyle açığa koyar ve Allah alîm'dir, hakîm'dir.

60. Ve nikâh ümidi kalmayan yaşlanmış kadınlar; artık zînetlerini dışa vurmadan dış elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir sakınca yoktur. Ve iffetli olmaları kendileri için daha hayırlıdır. Ve Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.

61. Âmâya suç yoktur; topala suç yoktur; hastaya suç yoktur; sizin için de kendi evlerinizden veya babalarınızın evlerinden veya annelerinizin evlerinden veya erkek kardeşlerinizin evlerinden veya kız kardeşlerinizin evlerinden veya amcalarınızın evlerinden veya halalarınızın evlerinden veya dayılarınızın evlerinden veya teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarına mâlik olduğunuz yerlerden yahut dostunuzun evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur. Toplu hâlde veya ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. Artık evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize güvenlik oluşturun. İşte Allah, aklınızı kullanasınız diye size âyetlerini böyle ortaya koyar.

62. Mü’minler ancak, Allah'a ve Elçisi'ne inanmış, Elçi ile birlikte sosyal bir işle meşgul iken o'ndan izin istemedikçe çekip gitmeyen kimselerdir. Şüphesiz şu senden izin isteyen kimseler; işte onlar Allah'a ve Elçisi'ne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

63. Aranızda Elçi'yi çağırmayı, bazınızın bazınızı çağırışı gibi kılmayın. Saklanarak sıvışıp gidenleri Allah kesinlikle bilmektedir. Bu sebeple, O'nun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar.

64. Gözünüzü açın! Şüphesiz göklerde ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. O, sizin ne üzerinde olduğunuzu kesinlikle bilir. Kendisine döndürülecekleri günde de, yapmış olduklarını hemen kendilerine haber verecektir. Ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.

TAHLİL:

1. İndirdiğimiz ve farz kıldığımız/parça parça ayırdığımız bir sûre! Öğüt alasınız diye onda apaçık âyetler de indirdik.

Bu âyette insanlığın dikkati, Kur’ân'a; özellikle de bu sûrede açıklanan ilkelere çekilmiştir. İnsanların düşünmeleri ve öğüt almaları için bu sûrede apaçık âyetlerin ve hükümlerin bulunduğuna, bunların mutlaka hayata geçirilmesi gerektiğine işaret edilmiştir.

2. Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkek; hemen her birini yüz kamçı ile kamçılayın; Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allah dininde sizi onlara acıma duygusu tutmasın! Ve mü’minlerden bir grup onların cezalandırılmasına tanık olsun.

4. Ve muhsan [evli, hür] kadınlara zinâ isnadında bulunup, sonra dört tanık getiremeyen kimseler; hemen bunları seksen kamçı ile kamçılayın ve onların tanıklığını ebediyyen kabul etmeyin. Ve onlar, yoldan çıkmışların ta kendileridir.

6-7. Eşlerine zinâ isnadında bulunup da kendilerinden başka şâhitleri olmayanlar; onların her birinin şâhitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa, beşincide de, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasına Allah'ı şâhit tutmasıdır.

8-9. Kadının, onun [kocasının] yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa, beşincide de, eğer o [kocası] doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasına Allah'ı şâhit tutması, kendisinden cezayı savar.

5. Ancak bundan sonra tevbe eden ve düzelten kimseler hariçtir. Artık, şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhametlidir.

10. Ya Allah'ın size lütfu ve rahmeti olmasaydı... Ve şüphesiz Allah, tevvâb, hakîm olmasaydı…

Sûrenin bu paragrafında zinâ, zinâ iftirası ve kocanın karısına zinâ isnat edip şâhit gösterememesi hakkında hükümler yer alıyor. Bu hükümler şunlardır:

• Zinâ eden kadın ve zinâ eden erkek yüz kamçı ile kamçılanmalıdır. İnançlı insanlar, Allah dininde acıma duygusuna kapılmadan bu hükmü uygulamalıdır. Mü’minlerden bir grup da onların cezalandırılmasına tanık olmalıdır.

• Muhsan [evli, hür] kadınlara zinâ isnadında bulunup, sonra dört tanık getiremeyen kimseler seksen kamçı ile kamçılanmalıdır. Ve onların tanıklığı ebediyyen kabul edilmemelidir. Ve onlar, fâsık olarak sabıkalandırılmalıdır.

• Eşlerine zinâ isnadında bulunup da kendilerinden başka şâhitleri olmayanlar hakkında lanetleşme uygulanmalıdır. Şöyle ki: Kişi, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa, beşincide de, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasına Allah'ı şâhit tutar.

• Kadın da, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa, beşincide de, eğer o [kocası] doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasına Allah'ı şâhit tutar, böylece kendisinden cezayı savar.

• Bu hükümler tevbe edenlere [yaptığı işin kötülüğünün farkına varıp, bir daha yapmama kararı alarak kamu otoritesine itiraf eden ve Allah'tan bağışlanma dileyen kimselere] uygulanmaz.

ZİNÂ

Kaynakların çoğunda, “zinâ”nın sözlük ve terim anlamlarının aynı olduğu ileri sürülmüş ve الزّنى [ez-zinâ], “bir kadınla nikâhsız veya hakksız olarak cinsel temasta bulunmak” diye tanımlanmıştır. Bu sözcük bazı lehçelerde الزنى[ez-zinâ] şeklinde söylense de sözcüğün esası الزناء [ez-zinâ’] olup med ve kasırla okunur.

Bizim araştırmalarımıza göre, “sıkışmak” anlamındaki زنى [zny] kökünden türeyen ve müfaale babından mastar kalıbında bir sözcük olan zinâ lügatte, –işteşlik olarak– “sıkışmak, karşılıklı olarak dara, sıkıntıya düşmek” demektir.[1]

Demek oluyor ki, “nikâhsız ve hakksız cinsel temas” eylemi, tarafları sıkıntıya soktuğu için zinâ sözcüğüyle ifade edilmiştir.

Fıkıhçılar da “zinâ” üzerinde önemle durmuşlar ve “zinâ”yı terim olarak şöyle tanımlamışlardır: “Zinâ; İslâmî hükümlerle yükümlü bulunan bir erkeğin, kendisine cinsel istek duyulacak yaştaki diri bir kadına, İslâm ülkesinde nikâh akdine veya câriyelik gibi hakklı bir nedene dayanmaksızın önden cinsel temasta bulunmasıdır.”

Mevcut Mushaf tertibine göre 5. âyet, zinâ suçunu ve 6-8. âyetlerdeki suçları kapsamamaktadır. Hâlbuki tevbe, her suçu kapsamına alan Allah'ın lütuflarından biridir:

Allah'ın üzerine aldığı tevbe, ancak cehâlet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerinkidir. İşte bunlar, Allah'ın tevbelerini kabul ettikleridir. Allah, en iyi bilendir, en iyi hüküm koyandır. Ve tevbe, kötülükleri yapıp edip de onlardan birine ölüm çatınca, “Ben şimdi gerçekten tevbe ettim” diyenler ve de kâfir olarak ölenler için değildir. İşte bunlar, Bizim kendileri için acı bir azap hazırladıklarımızdır. (Nisâ/17-18)

Şüphesiz Allah, Kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun altındaki günahları dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah'a ortak tanırsa, şüphesiz pek büyük bir günah uydurmuş [işlemiş] olur. (Nisâ/48)

Hiç şüphesiz, Allah, Kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun aşağısında kalanları ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır. (Nisâ/116)

De ki: “Ey nefislerine karşı sınırı aşmış olan kullar! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah, günahları tümden bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. Ve size azap gelmeden önce Rabbinize yönelin ve O'na teslim olun. Sonra yardım edilmezsiniz. Ve ansızın azap gelmeden, kişinin, “Allah'ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden yahut “Allah bana doğru yolu gösterseydi, her hâlde ben muttakilerden olurdum” demesinden veya azabı gördüğü zaman “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size indirilenin en güzelini izleyin.” (Zümer/53-58)

Bu nedenle biz 5. âyeti, tevbenin tüm suçları kapsadığını göstermek için 9. âyetten sonraya yerleştirdik. Müstakil bir haber cümlesi olup Müslümanlara bir uyarı olması hasebiyle 3. âyeti de pasajın sonuna yerleştirdik.

Homoseksüelliğin cezası Nisâ sûresi'nde zikredilmişti:

Kadınlarınızdan fâhişeye varanlara, kendinizden onların aleyhine hemen dört şâhit getirin; şâyet onlar şâhitlik ederlerse, artık o kadınları ölüm vefat ettirinceye ya da Allah onlara bir yol kılıncaya kadar evlerde tutun. Sizlerden ona [fâhişeye] varan iki er kişi [eşcinsel ilişkide bulunan erkekler]; hemen her ikisine de eziyet edin. Eğer tevbe ederler de düzeltirlerse artık onlardan mesafelenin. Şüphesiz Allah, tevbeleri çok kabul edendir, en çok merhamet edendir. (Nisâ/15-16)

2. âyette, Ve mü’minlerden bir grup onların cezalandırılmasına tanık olsun buyurulmuştur, ki bunun amacı, kişinin rencide de edilmesini ve buna dair haberin toplumda yayılmasını, herkesin bundan ibret almasını ve mü’minlerin bu kimseler için hayır dua etmelerini temin etmektir.

Zinâ iftirasıyla ilgili âyetlerin iniş sebebi hakkında şu bilgiler nakledilmiştir:

Sa‘îd b. Cübeyr dedi ki: “Bu âyetin iniş sebebi, mü’minlerin annesi Âişe (r.anhâ) hakkında söylenenlerdir.”[2]

Âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında âlimler şunları nakletmişlerdir:

1) İbn Abbâs (r.a) şöyle der: Hakk Teâlâ'nın, Namuslu ve hür kadınlara (zinâ) iftirası atanlar... (Nûr/4) âyeti nâzil olunca, Âsım b. Adiyy el-Ensârî şöyle dedi: “Yani, bizden biri, evine girse, bir adamı hanımının koynunda bulsa, bu durumda o, buna şâhit olabilecek dört kişi getirmeye kalksa, o zamana kadar o adam işini görüp gitmiş olur. Eğer onu o anda öldürse, onun kâtili sayılır. Eğer, ‘Ben falancayı, hanımımla beraber buldum’ diyecek olsa, iftira cezasına çarptırılır. Sesini çıkarmayacak olsa, öfkesini içinde tutmuş olur. Allahım! Bir çıkış kapısı aç.” Âsım'ın, Uveymir adında bir amcaoğlu ve Uveymir'in de Havle bt. Kays adında bir hanımı vardı. Derken Uveymir, Âsım'a gelip, “Yemin olsun ki Şureyh b. Sehmâ'yı. hanımım Havle'nin üzerinde [koynunda] gördüm” dedi. Bunun üzerine Âsım istircâ'da bulundu, yani “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” [biz, Allah'a aitiz ve O'na döneceğiz] dedi ve sonra, Rasûlullah'a (s.a) gelip, “Yâ Rasûlullah! Ailem hususunda ne çabuk imtihan oldum!” dedi. Hz. Peygamber (s.a) de, “Ne demek istiyorsun?” dedi. Bunun üzerine Âsım, “Amcamoğlu Uveymir, Şureyh b. Sehmâ'yı hanımı Havle'nin üzerinde bulduğunu bana haber verdi” dedi. Uveymir, Havle ve Şureyh, bunların hepsi de Âsım'ın amca çocukları idiler. Bu sebeple, Hz. Peygamber (s.a) onların hepsini çağırttı ve Uveymir'e dönerek, “Zevcen hakkında (yalan söylemekten), Allah'tan ittikâ et. O, senin amca kızındır. Ona iftira etme” dedi. Uveymir de, “Yâ Rasûlullah! Allah'a yemin ederim ki, Şureyh'i hanımımın üzerinde gördüm. Dört aydan beri ona yaklaşmadım. O, benden başkasından hâmile kalmıştır” dedi. Hz. Peygamber (s.a) o zaman Havle'ye dönerek, “Allah'tan kork, sadece ne yaptığını söyle” dedi. Havle de, ““Ey Allah'ın Rasûlü! Uveymir kıskanç bir adamdır. Şüreyh'in bana dikkatlice baktığını ve benimle konuştuğunu gördü. Kıskançlığı onu, böyle söylemeye sevketti” dedi. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirdi. O zaman Rasûlullah (s.a) emretti de, namaz ezanı okundu, ikindi namazını kıldırdı, sonra Uveymir'e dönüp, “Kalk ve ‘Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, Havle kesinlikle zinâ etti ve ben (bu hususta) doğru söylüyorum’ de” dedi. Sonra Hz. Peygamber (s.a) Uveymlr'e ikinci olarak, “Kalk, ‘Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, ben Şureyh'i Havle'nin üzerinde gördüm ve ben hiç şüphesiz sâdıklardanım’ de” buyurdu. Daha sonra üçüncü olarak, “Kalk, ‘Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, o benden başkasından hamile kalmıştır’ de” buyurdu. Dördüncüsünde de, “Kalk, ‘Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, o zinâ etmiştir. Çünkü ben ona dört aydan beri yaklaşmadım ve ben gerçekten doğru söyleyenlerdenim’ de” buyurdu. Besincisinde de, “Kalk, ‘Eğer ben [Uveymir] yalan söylüyorsam, Allah'ın laneti benim üzerime olsun’ de” buyurdu. Daha sonra da Uveymir'e “Otur” dedi. Havle'ye “kalk” dedi. Havle ayağa kalktı ve iki defa, “Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, ben zinâ etmedim. Kocam Uveymir, yalancılardandır [yalan söylüyor]” dedi. İkinci olarak, “Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, o benim üzerimde Şureyh'i görmedi, yalan söylüyor” dedi; üçüncü olarak, “Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, ben ondan hamileyim, o yalan söylüyor” dedi; dördüncü olarak, “Allah'a yemin ile şehâdet ederim ki, o [kocam] beni zinâ yaparken görmedi, o yalan söylüyor” dedi; beşinci olarak da, “Eğer Uveymir söylediklerinde doğru ise, Allah'ın gazabı benim üzerime olsun” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a), onları birbirinden ayırdı.[3]

2) Kelbî'nin rivâyetine göre İbn Abbâs (r.a) şöyle demiştir: “Âsım, bir gün ailesine varıp gitti ve Şüreyh b. Sehmâ'yı hanımının koynunda buldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber’e (s.a) geldi.” Hadisin bundan sonraki kısmı, geçen rivâyette olduğu gibidir.

3) İkrime, İbn Abbâs'tan (r.a) şunu rivâyet etmiştir: Namuslu ve hür kadınlara (zinâ) iftirası atan... (Nûr/4) âyeti inince, Ensâr'ın reisi [büyüğü] durumunda olan Sa‘d b. Ubâde (r.a) şöyle dedi: “Eğer hanımımın koynunda birisini yakalasam, dört şâhit getirmeye kalkıştığımda, o işini bitirip gitmiş olacak” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a), “Ey Ensâr cemaati! Reisinizin dediğini duymuyor musunuz?” deyince, onlar “Yâ Rasûlullah! Onu kınama. Çünkü o kıskanç bir adam” dediler. Sa‘d b. Ubâde (r.a) de, “Yâ Rasûlallah! Allah'a yemin ederim ki, bu âyetin Allah'tan geldiğini ve hakk olduğunu biliyorum. Fakat buna şaştım [bunu anlamakta zorluk çektim]” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Allah kesinlikle böyle buyuruyor” dedi. Çok beklemeden, Sa‘d'ın amcaoğlu Hilâl b. Ümeyye –Hilâl, Allah'ın tevbelerini kabul ettiği o meşhur üç kişiden biri idi– çıkageldi ve “Yâ Rasûlullah! Hanımımın koynunda birisini yakaladım. Şu gözümle gördüm, şu kulağımla işittim” dedi. Rasûlullah (s.a), onun getirdiği bu haberden hoşlanmadı. Hilâl de, “Allah'a yemin ederim ki, ey Allah'ın Rasûlü, yüzünden söylediğim şeyden hoşlanmadığını hissetmekteyim. Ama, Allah biliyor ki doğru söylüyorum ve sadece hakkı ifade ettim” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a), “Ya beyyine [şâhit-delil getirirsin], yahut da (sana) had uygulanır” dedi. Ensâr bir araya gelip, “Sa‘d'ın söylediği başımıza geldi” dediler. Onlar böyle konuşurlarken, Hz. Peygamber'e (s.a) vahiy geldi. Ona vahiy geldiğinde, yüzünün rengi kaçar, bedenini bir kırmızılık sarardı. O'nun bu sıkıntısı geçince, “Ey Hilâl! Müjdeler olsun, Allah senin için bir çıkış yeri nasip etti” dedi. Hilâl de, “Ben de, Allah'tan bunu umuyordum” dedi ve Hz. Peygamber (s.a) Ensâr'a bu âyetleri okuyup, “O kadını çağırın” dedi. Kadın çağırıldı. Gelince, Hilâl'in yalan söylediğini iddia etti. Hz. Peygamber (s.a) de, “Allah ikinizden birisinin yalancı olduğunu biliyor. Sizden, tevbe edecek birisi yok mu?” dedi ve karşılıklı olarak lanetleşmelerini [lian'ı] emretti. Bunun üzerine Hilâl, Allah adına yemin edip, şehâdet ederek, kendisinin sâdıklardan olduğunu söyledi. Beşinci seferinde, Hz. Peygamber (s.a) ona, “Ey Hilâl! Allah'tan kork, çünkü dünya azabı [cezası] âhiret azabından daha kolaydır” dedi. Hilâl de, “Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın Rasûlü bana celde vurmadığına göre, Allah bu kadından ötürü bana azap etmeyecektir” deyip, beşinci kez (malum şekilde) yeminle şehâdette bulundu. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a) kadına dönerek, “Sen de bu şekilde yemin edip, şehâdette bulunabilir misin?” dedi. O da, dört defa, Hilâl'in yalan söylediğine dair yemin ile şehâdette bulundu. Beşincisine başlayınca Rasûlûllah (s.a) ona, “Allah'tan kork, bu beşincisi, neticesi mutlaka gerçekleşecek olandır” dedi. Bunun üzerine kadın, bir müddet duraladı, suçunu itiraf edecek gibi oldu, sonra “Allah'a yemin ederim ki, kavmimi rezil kepaze etmeyeceğim” deyip, beşinci kez Hilâl eğer doğru söylüyorsa, Allah'ın gazabının kendisine olması için yemin edip, şehâdette bulundu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a), o ikisini birbirinden ayırdı. Sonra da, “Bekleyin. Eğer bu kadının doğuracağı çocuk orta, kırmızı-beyaza çalan sarı renkli ve ince bacaklı olursa, Hilâl'e aittir. Yok eğer o çocuğun bacakları kalın, esmer ve kıvırcık saçlı ve yassı burunlu olursa, bu da (kim yaptıysa) ona aittir” dedi. Kadın esmer, kalın bacaklı bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) “Eğer o yeminler olmasaydı, benimle o kadının işi vardı “Ben, ona yapacağımı biliyordum” buyurdu. İkrime, “Andolsun ki o çocuğu daha sonra, babasının kim olduğu bilinmediği hâlde, bir şehrin vâlisi olarak gördüm” demiştir.[4]

Bizce bu âyetleri bazı olaylarla sınırlandırmaya gerek yoktur. Zira sağlam kaynaklarda bu haberler yer almamaktadır. O nedenle bu âyetler, özel olarak bir olay hakkında değil, genel olarak zinâ iftirasında bulunanlar sebebiyle nâzil olmuştur.

3. Zinâ eden erkek, zinâ eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmiyor; zinâ eden bir kadınla da ancak zinâ eden veya müşrik olan erkek evleniyor. Ve bu, mü’minlere haram kılınmıştı.

Bir haber cümlesi olan bu âyet, toplumdaki mevcut uygulamayı zikredip esas uygulanması gerekeni ortaya koyuyor:

• Zinâ eden erkek, zinâ eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmiyor.

• Zinâ eden bir kadınla da ancak zinâ eden veya müşrik olan erkek evleniyor.

• Bu uygulama, mü’minlere haram kılınmıştı.

Bu âyet genellikle, “Zinâ eden erkek, zinâ eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez; zinâ eden bir kadınla da ancak zinâ eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu, mü’minlere haram kılınmıştır” şeklinde çevrilmiştir. Bu çeviriye göre, “zinâ edenler, sadece kendileri gibi zinâ etmiş biri veya bir müşrikle evlenebilir” hükmü ortaya çıkmaktadır. Bu hususta şu rivâyet nakledilmiştir:

Ebû Dâvûd ve Tirmizî'nin rivâyetine göre Amr b. Şu‘ayb'ın babasından, onun da dedesinden rivâyet ettiğine göre Mersed b. Ebî Mersed Mekke'deki esirleri taşırdı [Medîne'ye getirir, kurtarırdı]. Mekke'de “Anak” adında bir fâhişe vardı, bu da onun dostu idi. Mersed dedi ki: Peygamber'e (s.a) gelip dedim ki: “Ey Allah'ın Rasûlü! Anak'ı nikâhlayayım mı?” Bir süre sustu, bana cevap vermedi. Bunun üzerine, Zinâ eden kadını da ancak zinâ eden veya müşrik olan bir erkek nikâhlayabilir buyruğu nâzil oldu. Rasûlullah beni çağırdı ve bana bu âyeti okuduktan sonra, “Onu nikâhlama” dedi.[5]

Ne var ki bu hüküm de problemi çözememiş, problemin nasıl çözüleceği araştırılmıştır. Biz önce bu konu hakkında üretilen formüllerin özetini verecek, sonra da gerçeği takdim edeceğiz:

Burada nikâh, “cima” manasına kullanılmıştır. Buna göre, mana şöyle olur: Zinâ eden bir kimse, zinâ ettiği vakit ya Müslümanlardan zinâ eden bir kadın ile ilişki kurmaktadır, veya ondan daha güzel müşriklerden bir kadın ile ilişki kurmaktadır.”

Zinâ, ancak bir zâniye ile yapılır. Bu da her iki tarafın da zinâ etmiş olacağını ifade eder.

ez-Zeccâc ve başkası bu görüşü el-Hasen'den nakletmişlerdir. Buna göre o şöyle demiştir: “Burada kasıt, kendilerine zinâ haddi uygulanmış, zinâ eden erkek ve kadındır.” O şöyle demiştir: “Bu yüce Allah'ın bir hükmüdür. Zinâ haddi uygulanmış bir erkeğin, zinâ haddi uygulanmış bir kadından başkasıyla evlenmesi caiz değildir.” İbrâhîm en-Nehâî de buna yakın görüş belirtmiştir.

Ebû Dâvûd'un, Musannef'inde [Sünen'inde] kaydedildiğine göre Ebû Hureyre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: “Zinâ edip had uygulanmış bir erkek ancak kendisi gibi olanı nikâhlayabilir.

Âyet-i kerîme neshedilmiştir. Mâlik, Yahyâ b. Sa‘îd'den, o Sa‘îd b. el-Müseyyeb'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Zinâ eden erkek ancak zinâ eden veya müşrik olan bir kadını nikâh edebilir. Zinâ eden kadını da ancak zinâ eden veya müşrik olan bir erkek nikâhlayabilir buyruğu hakkında (Sa‘îd b. el-Müseyyeb) dedi ki: “Bu âyet-i kerîmeyi daha sonra gelen, İçinizden evli olmayanları... evlendirin (Nûr/32) âyeti neshetmiştir.

ÂYETİN MUHKEM OLMADIĞINI SÖYLEYENLER ve BU GÖRÜŞÜN BAZI HÜKÜMLERE ETKİSİ

Mütekaddiminden bir kesim şöyle demiştir: Âyet-i kerîme nesh edilmiş değildir. Bunlara göre zinâ eden bir erkeğin kendisi ile hanımı arasındaki nikâhı fâsit olur. Zinâ eden bir kadının da kendisi ile kocası arasındaki nikâhı fâsit olur. Bunlardan bir topluluk da şöyle demiştir: “Bu yolla nikâh fesh olmaz, ancak hanımı zinâ eden kocaya karısını boşaması emredilir. Boşamayacak olursa, günahkâr olur. Ne zinâ eden bir kadınla, ne de zinâ eden bir erkekle evlenmek caizdir. Ancak tevbe açıkça tesbit edilecek olursa, o takdirde nikâhlanmak caiz olur.”

MÜ’MİNLERE FÂHİŞELERLE EVLENMEK HARÂMDIR

Böylesi mü’minlere haram kılınmıştır. Yani, bu gibi fâhişeleri nikâhlamak mü’minlere haramdır. Kimi te’vîl âlimleri şunu iddia ederler: “Böyle fâhişelerle nikâhlanmayı yüce Allah, Muhammed (s.a) ümmetine haram kılmıştır. Bu türden kadınların en meşhurlarından birisi de Anak diye bilinen kadındır.”[6]

Bu âyette yer alan hükümler aslında şunlardır:

• Zinâ eden kadın, ya zinâ eden bir erkekle veya bir müşrik erkekle evleniyor.

• Zinâ eden erkek de zinâ etmiş bir kadınla veya müşrik bir kadınla evleniyor.

• Bu uygulama mü’minlere yasaklanmıştır.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla