Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 02:37 PM   #3
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

MUT’A NİKÂHI
Literatüre “Mut’a Nikâhı” diye geçen ve kadınların sadece cinsel yararlanma için kiralanması anlamına gelen bu nikâh türü, kiralanan kadın yasal eş, gerçek hanım olmadığından bu tip bir uygulama haddi aşmak olur ve yasak kapsamındadır. Bu konuya ait geniş açıklamamız bu surenin sonunda ek olarak verileceğinden, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
Ve onlar [kurtulan müminler], emanetlerine ve ahitlerine riayet eden kimselerdir.
“Kurtuluşa eren müminler”in pasajın bu kısmında açıklanan bir diğer niteliği de “emanetlerine ve ahitlerine riayet eden kimseler” olmalarıdır. “Riayet”, “çobanlık etme, koruma, kollama, gözetme” demektir.
“Emanet”, “güvenilip verilen şey”; “ahit” de “insanın kendisini Rabbine yaklaştıracak şeyler hususunda yapmayı taahhüt ettiği şey” demektir. Emanet ve ahit, ister Allah ile insan arasında, ister insan ile insan arasında yapılmış olsun, tüm anlaşma, sözleşme ve söz vermeleri kapsar. Emanet ve ahdin önemi, Allah’ın üzerinde durduğu çok önemli bir konudur. Bu konu ile ilgili Nahl suresinde de açıklamalar yer almıştı. Önemine binaen ilgili bölümün (Tebyinü’l-Kur’an; c: 7, s: Dikkat! Mizanpajdan sonra verilecek) tekrar okunmasını öneriyoruz.
Ve onlar, salâtlarını koruyan kimselerdir.
Pasajın bu bölümünde de felah bulan müminlerin salâtlarını koruyan kişiler olduğu vurgulanmıştır. Görüleceği üzere salât korku anlarında bile ihmal edilmemesi gereken bir ödevdir. Salât toplumdaki kötülükleri, aşırılıkları ortadan kaldırır. Salâtın ortadan kalkmasıyla toplumda cehennem hayatı hüküm sürmeye başlar. O nedenle salât, dinin vitrini ve direği kabul edilmiştir.
Salâtları ve en hayırlı salâtı muhafaza edin. Ve Allah için sürekli saygıda durarak kalkın [işe koyulun; eğitim-öğretim ve sosyal yardım kurumunu işletin]. Ama eğer korktuysanız, o zaman yaya veya binekli olarak giderken işe koyulun. Sonra da güvene erdiğinizde bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah'ı hemen zikredin [namazlarınızı yine her zamanki gibi huşu ile kılın]. (Bakara/238, 239)
Sana kitaptan vahyedileni oku ve Salâtı [eğitimi, öğretimi, sosyal yardım kurumunu] ikame et [oluştur, ayakta tut]. Muhakkak ki salât, fahşadan ve kötülükten alıkoyar. Ve Allah’ın anılması elbette daha büyüktür. Ve Allah yapıp ürettiğiniz şeyleri bilir. (Ankebut/45)
Sonra onların ardından half [kötü bir nesil] geldi ki, Salâtı kaybettiler [hayatlarından çıkarıp attılar]. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tövbe eden ve iman eden ve salihi işleyenler hariç onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. İşte bunlar [tövbe eden, iman eden ve salihi işleyenler] cennete; Rahman’ın kullarına görmedikleri hâlde vaat ettiği Adn cennetlerine girecekler ve hiçbir şeyce haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O’nun vaadi mutlaka yerini bulacaktır. (Meryem/59)
İşte onlar, içinde temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olan varislerin ta kendileridir.
“Felaha eren müminler”in yukarıdan beri sayılagelen özelliklere sahip oldukları beyan edildikten sonra, pasajın bu son kısmında da Firdevs cennetine varis olacak olanların da bu müminler olduğu bildirilmiştir.
Firdevs sözcüğü bir başka ayette şöyle geçmektedir:
Şüphesiz şu iman etmiş ve salihatı işlemiş kimseler; içlerinde sürekli kalmak üzere Firdevs bahçeleri onlar için ikram olunmuştur. Onlar, oradan hiç ayrılmak istemezler. (Kehf/107, 108)
“Firdevs” sözcüğü, genel kanaate göre sonradan Arapçalaşmış bir sözcüktür. Rumca “bahçe” demektir. Firdevs sözcüğünün çoğulu olan “Feradis” Suriye’de bir yerin adıdır. (Lisanü’l Arab, c. 7, s.55, 56)
Klasik kaynaklardaki nakillere göre, Katade, Firdevs'in cennetin merkezi ve en üstün yeri olduğunu ileri sürerken, Kâ'b “Cennetler içinde Firdevs'ten daha üstün ve yücesi yoktur” demektedir.
Bu ayetten Rabbimizin ahirette müminleri Firdevs bahçeleri ile ödüllendireceği anlaşıldığı gibi, bu ayetler indiği dönemde henüz Bizans toprağı olan Suriye’deki Firdevs cennetlerinin bir gün müminlerin olacağı müjdesi de anlaşılmaktadır.

Mü'minun suresindeki bu pasajın benzerleri Furkan ve Meariç surelerinde de yer almaktadır:
Ve Rahman’ın kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman “Selâm!” derler.
Onlar [Rahman’ın kulları], Rabblerine secdeler ve kıyamlar ederek gecelerler.
Ve onlar [Rahman’ın kulları]; “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden sav! Doğrusu onun azabı daimî bir helâktir. Orası cidden ne kötü bir karargâh, ne kötü bir ikametgâhtır!” derler.
Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], harcadıklarında israf etmezler, sıkılık da etmezler ve bu ikisi arasında bir denge olmuştur.
Ve işte o kişiler [Rahman’ın kulları], Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı canı öldürmezler. -Ancak Hakk ile öldürürler.- Zina da etmezler. -Ve kim bunları yaparsa, günahla karşılaşır. Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada, alçaltılarak sürekli olarak kalır. Ancak tövbe eden, iman eden ve salihi işleyenler müstesna. İşte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Ve her kim tövbe eder ve salihi işlerse, kesinlikle o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.-
Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygınca geçerler.
Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], kendilerine Rabblerinin ayetleri hatırlatıldığında ise, onlar üzerine sağırca ve körce yıkılmazlar [davranmazlar].
Ve o kişiler [Rahman’ın kulları], “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve nesillerimizden göz aydınlığı olacaklar ihsan et. Ve bizi muttakilere önder kıl!” derler.
İşte onlar [Rahman’ın kulları], sabretmelerine karşılık ğurfede [cennetin en yüksek makamlarında], orada ebedî kalacaklar olarak mükâfatlandırılacaklar, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır -orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!- (Furkan/67- 76)
Ancak destekçiler bunun dışındadır.
Onlar [Destekçiler] ki salanlarını sürdürenlerdir.
Ve onlar [o musalliler [destekçiler]], kendi mallarında, isteyen ve mahrumlar [istemekten utanan yoksullar] için belli bir hak olan kimselerdir.
Ve onlar ceza gününü tasdik ederler.
ve onlar Rablerinin azabından korkanlardır.
- Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunmaz.-
Ve onlar ırzlarını koruyanlardır. —Ancak eşlerine ve sözleşmelerinin sahip oldukları hariçtir. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar. Artık ötesini isteyenler; işte onlar haddi aşanların ta kendileridir.-
Ve onlar, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.
Ve onlar, şahitliklerini yerine getirirler.
Ve onlar, salâtları üzerine korumacıdırlar.
İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar. (Mearic/22- 35)

Kur’an’da “kurtuluşa eren kimseler”in nitelikleri birçok ayette [Bakara/3- 5, 189, Al-i Imrân/104, 130, 200, Maide/35, 90, A’raf/8, 69, 157, Enfal/45, Hacc/77, Nur/31, 51, Rum/38] yer almaktadır.
12- 16- Ve ant olsun ki Biz, insanı seçilmiş bir çamurdan yarattık. Sonra onu çok dayanıklı bir karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir embriyon olarak yarattık. Sonra o embriyoyu bir et parçası olarak yarattık. Sonra o bir et parçasını kemikler olarak yarattık. Nihayet o kemiklere de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka yaratılışta yeniden kurduk. İşte, yaratıcıların en güzeli Allah ne cömerttir! Sonra şüphesiz sizler, bunların ardından mutlaka öleceksiniz. Sonra şüphesiz siz, kıyamet gününde diriltileceksiniz.
Bu ayet gurubunda Rabbimiz, insanları ahirette yeniden dirilteceğini ispat için ilk yaratılışın aşamalarını bildirmektedir. Buna göre, insan ilk önce bir çamur [cansız madde], sonra nutfe, sonra embriyon, sonra da et parçası olmuştur. Sonra et parçasının bir kısmı kemiğe dönüşmüş, sonunda kemiklere et giydirilmiştir. Bu aşamadan sonra da farklı bir yaratılışla yeniden kurulmuştur.
Burada sayılan aşamalar aynen Hacc suresinde de sayılmıştır:
Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, [bilin ki] ne olduğunuzu size açıklamak için şüphesiz biz sizi topraktan, sonra nutfeden sonra bir alekadan [embriyondan] sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkartırız, sonra sizi, olgunluk çağına erişmeniz için bırakırız. Bununla beraber kiminiz öldürülür, kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; fakat biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir. (Hacc/5)
Daha evvel “nutfe” ve “alak” sözcükleri ile ilgili detaylı açıklamalar yapmıştık. Burada ilk kez konu edilen “bir başka yaratılışta yeniden kurulma” aşaması ise, önceden anneye bağlı bir asalak konumundaki canlı yavrunun kendi fizyolojik sistemleri oluşmuş bağımsız bir insan haline dönüşmesi aşamasıdır.
Aşağıya alıntıladığımız bilimsel metinlerde insanın yaratılış evrelerindeki bu olağanüstülükler hakkında şu bilgiler verilmektedir:

RAHİM DUVARINDA ASILI DURURKEN
“Sonra onu dayanıklı bir karar yerinde bir damlacık haline getirdik.
Sonra o damlacığı asılıp tutunan bir şeye dönüştürdük.” (Müminun/13-14)
Ayetin çevirisinde "asılıp tutunan şey" olarak çevirdiğimiz kelimenin Arapçası "alak"tır. Bu kelimenin Arapçadaki temel anlamı "asılı duran, tutunan madde"dir. Bu yüzden ayeti bu temel anlamıyla çevirmek en doğru çeviridir.
Peygamberimizin yaşadığı dönemde embriyoloji bir bilim dalı olarak ele alınmıyordu. Bu yüzden embriyolojiyle ilgili terminoloji de yoktu. Kuran, indiği dönemdeki insanların kullandığı kelimelerden, embriyonun durumunu en iyi tarif edenlerle embriyonun aşamalarını açıklar. Rahme atılan küçük bir damlacık olan zigot, rahim duvarına "asılıp tutunmaktadır". İşte Kuran, bu "asılıp tutunma" olayını açıklayarak indiği dönemde bilinmeyen, yaratılışımızda geçirdiğimiz bir aşamayı açıklamaktadır. Bu yüzden "alaka" kelimesini temel anlamının dışında "embriyo" şeklinde tercüme etmek, hem tercümenin yeterince aslına uygun olmaması, hem de ayetin esprisini ortaya koyamaması açısından uygun değildir. Peygamberimizin yaşadığı dönemde embriyolojik terminoloji olmadığından, embriyo için özel bir kelime kullanılmış gibi yapılan tercüme doğru olmayacaktır. Kan pıhtısı diye ayeti tercüme etmek de kelimenin temel anlamına ve ayetin işaretine terstir. Kan pıhtısının yapışkan yapısından dolayı ayetin tercümesine yakıştırıldığına, hatta sözlüklere bu mananın yan bir anlam gibi bile eklendiğine tanık olabilirsiniz. Bunun sebebi ayetin anlamını kavrayamayanların kendi yakıştırmalarını tercümeye sokmalarıdır. Kuran'ın inişinden yüzlerce yıl sonra bile anne rahminde "asılıp tutunan" bir aşama geçirdiğimiz bilinmediği için, "alaka" kelimesi, bu temel anlamı dışında anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Fakat gelişen embriyoloji bilimi gerçekten de "alaka"nın temel anlamıyla ifade ettiği gibi annelerimizin rahminde bir aşama geçirdiğimizi ortaya koydu.
TARİHİN KARANLIKLARINDA KURAN'IN AYDINLIĞI
Kuran'ın çağdaşı olan eserleri, O'nun inişinden önce insanların yazdıkları eserleri veya O'nun inişinden sonraki yüzyıllarda yazılan eserleri incelersek, insan üremesi hakkında sürekli yanlış fikirlerin ortaya konduğuna tanık oluruz. Ortaçağ boyunca mitolojiler ve temelsiz spekülasyonlar bu konuda kendini gösterdi. 1651 yılında Harvey'in "Yaşayan her şey ilkin bir yumurtadan oluşur ve embriyo kısım kısım aşamalarla oluşur” fikri, embriyolojinin bilim tarihindeki temel aşaması olmuştur. Mikroskobun icadından faydalanılan 17. yüzyılda, hâlâ yumurta ile spermin karşılıklı rolleri tartışılmaktaydı. Büyük doğa bilgini Buffon "Ovistler" safında yer alıyordu. Aynı safta yer alan Bonnef, tohumların iç içe yuvalanması kuramını savunuyordu:
“Kurama göre ilerde doğacak insan döllerinin bütün bireyleri birbirinin içinde yuvalanmış olmak üzere insan türünün annesi olan Havva'nın yumurtalığında bulunmaktadır. Bu varsayım
18. yüzyılda oldukça itibar görmüştür.”
Kuran ve bilim arasındaki uyumu keşfedip Müslüman olan Prof. Dr. Maurice Bucaille bu bilgileri verdikten sonra kendi yorumunu şöyle yapar: "Hâlâ hayalci doktrinlerin itibar gördüğü bu 18. yüzyıldan bin küsur yıl önce insanlar Kuran ile tanışmışlardı. Onun insanın üreyişi konusundaki haberleri, sade tabirler içerisinde temel gerçekleri ifade etmekteydi ki, bunları keşfetmek için insanlar asırlarını vereceklerdir."
Kanada'nın Toronto Üniversitesi’nde anatomi profesörü olan ve Kuran'ın embriyoloji üzerine söylediklerinin, bir insanın bilgisiyle 7. asırda söylenmesinin mümkün olmadığını söyleyen Keith Moore ise özetle şöyle demektedir: "Kuran'ın insanın gelişimi üzerine söylediklerinin 7. yüzyılda söylenmesine imkân yoktur. Hatta bundan bir asır önce bile bu bilgiler tam bilinmiyordu. Bu ayetleri ancak şu anda hakkıyla anlıyoruz, çünkü modern embriyolojinin gelişimi bu ayetleri anlamamıza olanak tanımıştır."
Gerçekten de tarihi incelediğimizde, insanın anne karnındaki gelişimini hiçbir yanlışa sapmadan ortaya koyan bir tek Kuran'dır. örneğin bu bölümde incelediğimiz insanın anne rahminde "asılıp tutunan" bir aşama geçirdiğini söyleyen ayetleri ele alalım. Kuran dışında, tüm tarih boyunca bu bilgiyi açıklamış olan tek bir kaynak bile gösterilemez. Ancak mikroskobun icadı ve geliştirilmesi, fizyoloji, anatomi, embriyoloji alanındaki ilerlemelerin birleşimiyle insanoğlu bu bilgiyi çok yakın tarihlerde bilimsel platformda öğrenmiştir.
İşte bunlar Allah'ın delilleridir [ayetleridir]. Bunları sana gerçek olarak okuyoruz. Öyleyse onlar Allah'tan ve delillerinden [ayetlerinden] sonra hangi söze inanıyorlar.” (Casiye/6)

EMBRİYONUN GEÇİRDİĞİ EVRELERDEKİ DELİLLER
Yumurtada kendi diğer yarısını bulan sperm, fallop tüpünden rahme doğru ilerler. Embriyo bu yolculuğunda fallop tüpünde tutunmaya kalkmaz. Embriyo rahme doğru yol alır, rahme ulaştığında da kan damarlarının yoğun olduğu bir bölgeye asılıp tutunur. Artık Kuran'ın bahsettiği "alaka" yani "asılıp tutunma" aşaması başlamıştır.
Bu akılsız, güçsüz hücre yığını nasıl oluyor da kendisi için en uygun, hatta tek uygun yer olan rahme doğru yol almaktadır? Nasıl oluyor da embriyo rahme gelince bir sülük gibi rahme yapışabilmekte ve büyümesi için gerekli besinleri buradan alabilmektedir? [Alaka kelimesinin yan anlamlarından biri de sülüktür] Tüm bunlar, Allah'ın, bizleri yaratırken ince bir hesapla her aşamayı planladığının delilleridir. Bu muhteşem planı Allah'ın eseri olarak görmeyenler, tüm bu oluşumları tesadüflere veya embriyonun üstün becerilerine bağlama komikliğine düşeceklerdir.
Embriyo bir haftalıkken rahimde kendine tutunacak embriyo rahim duvarına sülük gibi yapışır ve bütün bir yer arar. İhtiyaçlarını burada karşılar.
Embriyonun "alaka" aşamasında rahim duvarına asılıp tutunması karmaşık bir sistemle mümkün olmaktadır. Embriyo, rahim duvarındaki asit tabakasını parçalayabilmek için “hiyaluronidaz” adlı bir enzim salgılar. Bu enzim sayesinde rahim dokusu bozulur ve embriyo, rahim duvarına toprağın içine köklerini sokan bir bitki gibi yerleşir. Artık embriyo, besin ve oksijen ihtiyaçlarını bu noktadan karşılar. Embriyonun salgıladığı “hiyaluronidaz” maddesi, rahim duvarındaki “hiyalüronik asit”in yapısını bozup bu birleşmeyi mümkün kılmaktadır.
Embriyonun asılıp tutunacağı yeri keşfi, bu noktaya tutunmak için kimya eğitimi görmüşçesine hareketleri, embriyonun büyük bir planın parçası olarak sevk edildiğinin delilleridir. Anne rahminde embriyo hücreleri o kadar harika işler gerçekleştirmektedirler ki, onları inceleyen bu hücrelerin üstün akıl sahibi varlıklar olduğunu zannedebilir. Hücrelerin bilinçliymişçesine hareketlerinden etkilenen Purdue Üniversitesi’nden biyolog Laurie Iten şöyle demektedir: "Hücrelerin birbirleri ile konuştuklarına inanıyoruz. Onlar dilsiz değiller."
Yaratan Rabbinin adıyla oku!
O, insanı asılıp tutunandan yarattı.” (Alak/1-2)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla