Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 10:48 PM   #3
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

KÖLELİK ve İSLÂM
Köle, “hukukî, iktisadî ve sosyal bakımlardan hür insanlardan farklı ve aşağı statüde kabul edilen kimse” demektir. Köle, inanç ve ibâdet yönünden özgür olmasına rağmen yurttaşlık hakkları yönünden tam özgür değildir. Mal mesâbesinde olup alınır, satılır ve miras bırakılır.
KÖLELİĞİN TARİHÇESİ:
Köleliğin tarihi çok eski zamanlara dayanmaktadır. “İnsanlık kadar eskidir” dense yeridir. Zira dinî metinlere göre kölelik uygulaması tarih öncesi zamanlara kadar gitmektedir. Dinî metinlerin dışında, bu konuda tarihin karanlık dönemlerine ait ne bilgi ne de efsane vardır. Bu nedenle köleliğin tarihsel durumuyla ilgili konularda başvurulacak yegâne kaynak dinî metinlerdir.
Eldeki Kitap-ı Mukaddes’te, Nûh peygamberin oğullarından birinin köleleştirildiği yer almaktadır:
Nûh çiftçiydi, ilk bağı o dikti.
Şarap içip sarhoş oldu, çadırının içinde çırılçıplak uzandı.
Kenan’ın babası olan Hâm babasının çıplak olduğunu görünce dışarı çıkıp iki kardeşine anlattı.
Sâm’la Yâfet bir giysi alıp omuzlarına attılar, geri geri yürüyerek çıplak babalarını örttüler. Babalarını çıplak görmemek için yüzlerini öbür yana çevirdiler.
Nûh ayılınca küçük oğlunun ne yaptığını anlayarak şöyle dedi: “Kenan’a lânet olsun, köleler kölesi olsun kardeşlerine. Övgüler olsun Sâm’ın tanrısı RABB’e, Kenan Sâm’a kul olsun. Tanrı Yâfet’e bolluk versin, Sâm’ın çadırlarında yaşasın, Kenan Yâfet’e kul olsun.” [45]
Yine Kitap-ı Mukaddes’ten anlaşıldığına göre, o dönemlerde bir insan kendini satarak köleleştirebiliyor, borcunu ödemeden ölen bir kişi borcunu ödeyecek tereke bırakmamışsa, alacaklılar o kişinin vârislerini köleleştirebiliyor, hatta kişi öz kızını bile köle olarak satabiliyormuş:
Aranızda yaşayan bir kardeşin yoksullaşır, kendini köle olarak sana satarsa, onu bir köle gibi çalıştırmayacaksın. [46]
Bir gün, peygamber topluluğundan bir adamın karısı gidip Elişa’ya şöyle yakardı: “Efendim! Kocam öldü! Bildiğin gibi RABB’e tapınırdı. Şimdi bir alacaklısı geldi, iki oğlumu benden alıp köle olarak götürmek istiyor.”
Elişa, “Senin için ne yapsam?” diye karşılık verdi, “Söyle bana, evinde neler var?” Kadın, “Azıcık zeytinyağı dışında, kulunun evinde hiçbir şey yok” dedi.
Elişa, “Bütün komşularına git, ne kadar boş kapları varsa iste” dedi, “Sonra oğullarınla birlikte eve git. Kapıyı üzerinize kapayın ve bütün kapları yağla doldurun. Doldurduklarınızı bir kenara koyun.”
Kadın oradan ayrılıp oğullarıyla birlikte evine gitti, kapıyı kapadı. Oğullarının getirdiği kapları doldurmaya başladı.
Bütün kaplar dolunca oğullarından birine, “Bana bir kap daha getir” dedi. Oğlu, “Başka kap kalmadı” diye karşılık verdi. O zaman zeytinyağının akışı durdu.
Kadın gidip durumu Tanrı adamı Elişa’ya bildirdi. Elişa, “Git, zeytinyağını sat, borcunu öde” dedi, “kalan parayla da oğullarınla birlikte yaşamını sürdür.” [47]
Eğer bir adam kızını câriye olarak satarsa, kız, erkek köleler gibi özgür bırakılmayacak. [48]
Yine Kitap-ı Mukaddes’ten öğrendiğimize göre Mısır’da hırsızlar da yakalandıklarında köleleştiriliyorlardı:
“Torbalarımızın ağzında bulduğumuz paraları Kenan ülkesinden sana geri getirdik. Nasıl efendinin evinden altın ya da gümüş çalarız? Kullarından birinde çıkarsa öldürülsün, geri kalanlar efendimin kölesi olsun.”
Kâhya, “Peki, dediğiniz gibi olsun” dedi, “kimde çıkarsa kölem olacak, geri kalanlar suçsuz sayılacak.”
Hemen torbalarını indirip açtılar.
Kâhya büyükten küçüğe doğru hepsinin torbasını aradı. Kâse Benyamin’in torbasında çıktı.
Kardeşleri üzüntüden giysilerini yırttılar. Sonra torbalarını eşeklerine yükleyip kente geri döndüler. [49]
Bu madde Kur’ân tarafından da doğrulanmaktadır:
Dediler ki: “Onun cezası, kimin yükünde çıkarsa, o kendisi onun cezasıdır [o, köle olarak alıkonur] . Biz zalimlere işte böyle ceza veririz.” (Yûsuf/75)
Tarihten öğrendiğimize göre, savaş esirlerinin köleleştirilmesinden başka, değişik kavimlerden çocuk kaçırmak suretiyle de halk köleleştiriliyordu. O nedenle Uzakdoğu’da, Ortadoğu’da, Mısır’da, Yunan ve Roma’da çok sayıda köle bulunmaktaydı.
MÜSLÜMANLIK ve KÖLELİK:
İslâm’ın ortaya çıktığı dönemde, Arap Yarımadası’nda ve Hicaz yöresinde kölelik oldukça yaygındı. Kölelerin çoğunluğunu Afrikalı siyahîler teşkil etmekte idi. Nitekim Peygamberimizin müezzini Bilâl-ı Habeşî de bunlardan biriydi.
Kaynağı tam olarak bilinmemekle birlikte, bu köleler Eski Yunan ve Roma’daki köleler gibi ya ele geçirenler tarafından satılmış ve el değiştire değiştire Mekke’ye kadar getirilmiş esirlerdi, ya da kıtlıklar yüzünden aileleri tarafından satılmış çocuklardı. Diğer taraftan, Arap Yarımadası’na başka beldelerden getirilen köleler de vardı. Meselâ; İkrime b. Ebî Cehl’in kölesi ile Ezrak b. Ukbe es-Sekafî ve Suheyb-i Rûmî, Rûm kökenli kölelerdi. Ancak Suheyb, kendisinin aslen Arap olduğunu ve bir savaş sonucu Rumlara esir düştüğünü söylemiştir. Selmân-ı Fârisî İranlı idi. Kaçırılarak Yahudilere satılmış, Müslüman olmak için Medine’ye kadar gelmişti. Peygamberimiz hürriyetine kavuşması için Selmân’a para yardımında bulunmuştur. Peygamberimizin sonraları azat edip evlatlık edindiği Zeyd b. Hârise ise Arap kölelerdendi.
Kur’ân böyle bir zaman ve ortamda inmiş, kölelerle ilgili yerleşik uygulamayı değiştirerek insanlığa aydınlık bir perspektif sunmuştur. Kölelikle ilgili ilk âyet, Peygamberimiz henüz Mekke’de iken inen Beled sûresi’nde yer almış ve mümin-kâfir ayrımı yapmadan, köleleri özgürlüğe kavuşturmayı, cennete girebilmenin yollarından biri saymıştır.
Kur’ân, müminleri ve dolayısıyla tüm insanlığı, köleleri özgürleştirmeye özendiren emir ve öğütlerle doludur:
Fakat o, ‘Akabe’ye [o sarp yokuşa] saldırmadı. Ve ‘Akabe’nin [o sarp yokuşun] ne olduğunu sana ne bildirdi? Köle azat etmektir;… (Beled/11-13)
Yüzlerinizi doğuya ya da batıya çevirmeniz “birr” değildir. Ama “birr”, Allah’a, âhir güne/son gün’e, meleklere, Kitap’a, peygamberlere inanmak; sahip olduklarından akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolcuya ve dilenenlere ve boyundurukları çözmeye [hürriyeti olmayanların hürriyetlerine kavuşmaları için] , Allah sevgisi için vermek ve namazı kılmak, zekâtı vermektir. Ve sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte içtenlikli olanlar bunlardır. İşte bunlar takvâlıların ta kendileridir. (Bakara/177)
Ayrıca Kur’ân, henüz hürriyetlerine kavuşmamış, köle olarak yaşayanlara da hürlere yakın bir statü vererek onlara iyi davranılmasını hükme bağlamış, böylece onların hürriyetlerine kavuşuncaya kadar iyi şartlarda yaşamalarını sağlamıştır:
Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ve de anaya-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sağ ellerinizin sahip olduklarına [sahip olduğunuz kölelere] iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez. (Nisâ/36)
Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir cariye kesinlikle ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin hoşunuza gitse bile, mümin bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise, Kendi izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor ve âyetlerini insanlara açıklıyor. Umulur ki onlar öğüt alırlar. (Bakara/221)
Ve sizden her kim hür mümin kadınları nikâh edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da ellerinizin altındaki mümin câriyelerinizden efendilerinin rızası ile nikâhlamak var. (Nisâ/25)
Bu âyeti en iyi şekilde uygulan Peygamberimizin, “Kölelere, ‘Oğlum, kızım” deyin. Sakın onlara kaba davranmayın” öğüdü dikkat çekicidir.
Kur’ân, Medine’de 3. sırada inen Âl-i İmrân sûresi’nde ise köle edinmeyi Peygamberimize ve sıradan tüm insanlara [sadece Müslümanlara değil, tüm beşere] yasaklamıştır:
Allah’ın kendisine kitap, hüküm [yasamayı yürütmek] ve peygamberlik verdiği hiçbir beşer [insanlardan hiçbir kimse] için, insanlara, “Allah’ın astlarından bana kul/köle olun” demek yakışmaz. Fakat “Öğrettiğiniz ve ders aldığınız [okuduğunuz] kitap gereğince Rabb’le içtenlikli kullar olunuz” (demesi yaraşır). (Âl-i İmrân/79)
Kendisine kitap, yasa ve peygamberlik verilmiş birisi de olsa, hiç bir beşerin bir insana “Bana kul-köle ol!” diyemeyeceği bu âyette açıkça ifade edilmiştir. Hiç kimse ne köleliğin lâfını edebilir, ne de bunu pratik hayatta uygulamaya kalkabilir. Bu konuda peygamberlere bile izin verilmemişken sıradan insanlar nasıl köle edinebilir?
Mesajı genel ve evrensel olan bu âyet, bulunduğu pasaj içerisinde Ehl-i Kitap’ın sapıklıklarını yeren âyetlerden birisidir. Bu sebeple Müslümanlar genellikle burada peygamberlik verilmiş bir kişi de olsa tabirinden, İsa peygamberi anlarlar ve olayı kendilerine hiç yaklaştırmazlar.
Kur’ân, daha sonraki bir aşamada Müslümanların ve Müslüman olmayanların elinde bulunan kölelerin özgürlüğe kavuşturulması ve köleliğin insanlık tarihinden tasfiyesi için, keffâret borçlarına karşı köle azat etmeyi yasalaştırmıştır:
1) Hataen öldürmede köle azat etme:
Ve hata dışında bir mümin, diğer bir mümini öldüremez. Ve kim bir mümini hataen öldürürse, mümin bir köleyi özgürlüğe kavuşturmalı ve ölenin ailesine [vârislerine] teslim edilecek bir diyet vermelidir. –Ancak ölünün ailesinin bağışlaması müstesnadır– Eğer öldürülen, mümin olmakla beraber size düşman bir kavimden ise, o zaman, öldürenin, (mümin-kâfir ayırımı yapmadan) bir köleyi özgür bırakması gerekir. Eğer öldürülen sizinle aralarında antlaşma olan bir kavimden ise, öldürenin, ölenin ailesine diyet vermesi ve mümin bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması gerekir. Bunlara gücü yetmeyenin de Allah tarafından tövbesinin kabulü için arka arkaya iki ay oruç tutması gerekir. Allah, Alîmdir [her şeyi bilendir] , Hakîmdir [yasa koyandır] . (Nisâ/92)
2) Yemin bozmada köle azat etme:
Allah sizi, yeminlerinizdeki boş şeyler ile muaheze etmez [sorumlu tutmaz, hesaba çekmez] . Fakat yeminleri bağladığınızla [bile bile ettiğiniz yeminlerle] muaheze eder [sorumlu tutar, hesaba çeker] . Bu nedenle onun [bozulan yeminin] keffâreti [cezası] , ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on yoksulu yedirmek veya giydirmek yahut da bir köleyi hürriyete kavuşturmaktır. Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. İşte bu, yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizi bozmanın cezasıdır. Yeminlerinizi koruyun. İşte Allah âyetlerini size böyle açıklar ki, şükredesiniz. (Mâide/89)
3) Zıhar hâlinde köle azat etme:
Ve kadınlardan “zıhar” ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin, birbiriyle temastan [ilişkiden] evvel bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. İşte siz bununla öğütleniyorsunuz [size öğütlenen, yapmanız gereken işte budur] . Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır. (Mücâdele/3)
4) Yetimlere bakmakla yükümlü kadınlarla evlenme kampanyasında, kampanyaya katılmayan kimselerin cariyeleriyle evlenmeleri ve böylece cariyelerin özgürleştirilmesi:
Ve eğer ki yetimleriniz konusunda adaleti koruyamayacağınızdan korktuysanız; o takdirde sizin için hoş [helâl, uygun] olan, yetimlerin kadınlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın. Şayet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, bir tanesini nikâhlayın. Ya da sahibi bulunduğunuz cariyenizi nikâhlayın. Bu haksızlığa sapmamanız için en uygunudur. (Nisâ/3)
5) Kölelerin kurtarılmalıklarının [diyetlerinin] devlet bütçesinden karşılanması ve bu sûretle kölelerin özgürleştirilmesi:
Kesinlikle, Allah tarafından bir fariza [taksim/zorunlu görev] olarak; sadakalar [kamunun gelirleri] ancak, fakirler, miskinler [yoksullar, işsizler] o iş üzerine çalışan görevliler [kamu görevlileri] , müellefe-i kulûb [kalbleri İslâm’a ısındırılacaklar] , boyunduruktakiler [özgürlüğü olmayan köleler] , ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler] , yolda kalmışlar içindir. Allah her şeyi en iyi bilendir ve yasa koyandır. (Tövbe/60)
Müslümanlar, Kur’ân’daki emir ve teşvikler doğrultusunda toplumda köle kalmamasını sağlayacak hukukî ilkeler oluşturmuşlar, meseleyi insan hakkları veya akrabalık hakkları çerçevesinde görerek köleleri daima özgürleştirmeye çalışmışlardır.
İslam Hukukunda kölelerin özgürleştirilmesiyle ilgili olarak oluşturulan hukukî kategoriler şunlardır: “Sözleşme [mükâtebe] yoluyla azat”, “mecburî azat”, “kanunî azat”, “ölüme bağlı azat”, “doğuma bağlı azat.”
İslâm dini köleliği kesin olarak yasaklamıştır. Yüce Allah’ın talimatı gereği Müslüman olan veya olmayan hiç kimse, yol ve yöntemi ne olursa olsun köle edinemez. Rabbimizin kölelikle ilgili emri budur. Ne var ki, fıkıh kitaplarında ortaya konan görüşlere göre, “İslâm dininin yasakladığı kölelik, savaş esirlerinin köleleştirilmesi dışındaki usullerle köle edinmektir.”
Böylece çeşitli fıkıh ekollerinde köleliğin tek kaynağının savaş olduğuna dair genel bir mutabakat oluşmuştur. İslam’ın savaş esirlerinin köleleştirilmesine izin verdiği şeklindeki bu anlayış, dinimizin “hayat”ı ölüme tercih ettiğini açıkça gösteren olumlu bir özellik olarak savunulmuştur. Meselenin bu doğrultuda gelişmesi, esirlerin köleleştirilmesi şeklindeki çözümün, sanki esirlerin öldürülmelerinin tek alternatifiymiş gibi kabul edilmesinden kaynaklanmıştır. Böylece yöneticilere devlet adına esirleri öldürme, serbest bırakma veya köleleştirme yetkisi verilmiş ve bu fetvalara gerekçe olarak da, “Müslümanların ellerindeki esirleri tek taraflı olarak serbest bırakmaları hâlinde düşmanla aralarındaki güç dengesinin bozulacağı ve Müslümanların bu durumdan zarar görecekleri” görüşü ileri sürülmüştür. İlk bakışta makul gözükmekle beraber bu gerekçenin en zayıf yanı, Müslümanların âlicenaplığı karşısında serbest bırakılan bir esirin takınacağı olumlu tavrın hiç dikkate alınmamış olmasıdır.
Bu tür fetvaların ana malzemesi her zamanki gibi rivâyetler olmakla birlikte, her sözcüğü açıkça muhkem olan aşağıdaki âyet de –bu malzemelere ek olarak– köleleştirmenin meşruiyetine delil gösterilmektedir:
Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun [onları öldürün] . Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman bağı sıkı bağlayın [cephe gerisindekileri esir alın] . Sonra harp ağırlıklarını atıp, savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak ya da fidye ile salıverin. İşte [Allah’ın emri budur] ! Eğer Allah dileseydi onlardan elbette intikam alırdı [onları cezalandırıp adaleti sağlardı] . Fakat (böyle olması) sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmaz. (Muhammed/4)
Görüldüğü gibi, savaşta öldürmeyi emreden bu âyette, esirlerin öldürülmesiyle ilgili herhangi bir hüküm söz konusu değildir. Âyetteki mennen [karşılıksız olarak] ifadesi, bazıları tarafından değişik yorumlara tâbi tutulmuş ve “karşılıksız serbest bırakma” diye adlandırılabilecek bu ilke şu şekilde açıklanmıştır:
  • Esaret müddetince esire iyi davranılmalıdır.
  • Öldürme veya müebbet hapse mahkûm etme yerine esir, köle yapılarak Müslümanların hizmetine verilebilir.
  • Esir, cizye alınarak [senelik devlet vergisi konularak] İslâm devletinin vatandaşı [zımmî] yapılabilir.
  • Esir, karşılık alınmadan serbest bırakılabilir.
Âyette geçen, fidye karşılığı salıverme ilkesi ise, aynı kimselerce şöyle yorumlanmıştır:
  • Esir, kendisine bir takım özel hizmetler yaptırıldıktan sonra serbest bırakılabilir.
  • Esir, bir maddî karşılık alınarak serbest bırakılabilir.
  • Esir, düşman eline düşmüş Müslümanlar esirlerle takas edilebilir.
Âyette geçen menn [karşılıksız olarak] ifadesini yukarıda sayılan dört maddeden ilk üçünü kapsayacak şekilde yorumlayıp bundan da “öldürme veya müebbet hapse mahkûm etme yerine esiri köle yaparak Müslümanların hizmetine verme” anlamına ulaşmak mümkün değildir. İslâm’da savaş esirlerinin köleleştirilmesi kuralı “saray beslemeleri” tarafından icat edilmiştir.
Savaş hukuku ile ilgili ayrıntılı açıklamalar Tövbe, Enfâl ve Muhammed sûrelerinde mevcuttur. Savaş hukuku konusuna ve bu âyetin kimler tarafından ve nasıl çarpıtıldığına inşallah söz konusu sûrelerin tahlilinde değinilecektir.
Görüldüğü gibi, İslâm, köleliği sadece Müslümanlar için değil, insanlığın hiçbir kesimi için uygun görmemiş, gerek Müslümanların kendi içlerindeki, gerekse dünyanın diğer toplumlarındaki kölelerin özgürleştirilme işini, karşılığında cennet vaat ederek Müslümanlara bir görev olarak yüklemiştir. Yüce Allah mümin toplumlara bu insanlık trajedisini ortadan kaldırmanın değişik yollarını göstermiş, hatta bu uğurda devlet bütçesinden bir pay ayrılmasını bile emretmiştir.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE KÖLELİK KURUMU
Kölelik, “insanın bir başkasının malı olması, onun sahipliği altında bulunması” demektir. İnsanlar arasında bu tür ilişkiyi öngören tarihsel kurum da aynı adla bilinir. Eski gelenek, görenek ya da yasalarda köle, mülkiyet hakkı konusu ya da taşınır mal sayılır ve hemen her türlü hakk ve özgürlükten yoksun bırakılırdı.
Toplumsal ve hukukî bir kurum olarak kölelik, ilk uygarlıklardan XIX. yüzyıla değin çok çeşitli geleneksel toplumlarda ya da kapitalizm öncesi ekonomilerde görüldü; ama her yerde, ekonominin temelini oluşturacak ölçüde yaygınlık kazanmadı. Öte yandan köleliğin, borç ve karşılıklı yükümlülük, uşaklık hizmeti ve sözleşmeye dayalı zorunlu çalışma gibi değişik biçimleri ortaya çıktı. Köle olmak ve edinmek de birçok yoldan gerçekleşti. Bu uygulamalar arasında askerî ya da ticarî seferler sırasında tutsak alınmak ya da satılmak, işlenen bir suçun cezalandırılması ya da ödenemeyen bir borç yüzünden köleleştirilmek, doğrudan doğruya ana-baba, vasî ya da kabile şefi tarafından bir başkasına devredilmek sayılabilir.
Kölelik hukuku ile köleci üretim ikilisi arasında bir ayrım yapmak gerekir. İlkçağın kölelik hukukuna göre efendi, özel mülkü olan köleyi dilediği gibi alıp satabilir, sınırsız çalıştırabilir, besleyebilir ya da aç bırakabilir, cezalandırabilir ve hatta öldürtebilir. Kölenin, yasalarla korunmuş ve kavramlaştırılmış hiçbir savunma ya da aile kurma, mülk edinme, miras bırakma ve böylece kendisi ile soyuna sürekliliği olan belirli bir ekonomik varlık kazandırma hakkı yoktur. Hukuken köle statüsünde olan insanlardan bazılarına, uygulamada tanınabilen bu tür olanakların hepsi temelde efendinin keyfî tasarrufuna bağlıdır ve kolaylıkla kısmen ya da tamamen geri alınabilir. Efendilere yasalarla tanınan bu yetkiler, kölelerin büyük plantasyonlarda, zanaat atölyelerinde ya da madenlerde kitle hâlinde, silahlı muhafızların gözetiminde, kırbaç altında ve vardiya sistemiyle çalıştırılmasını ve sonra ahır benzeri koğuş ya da zindanlara kapatılıp ancak ertesi gün tekrar çalışabilecekleri kadar beslenmesini olanaklı kılar.
Böyle bir sistemde köleler, emeklerinin hiçbir ürünü kendilerine bırakılmadığından, üretimin sonuçlarına herhangi bir ilgi duymazlar ve eğitimsiz olmaları kadar bu nedenle de her fırsatta işi ağırdan almak ya da birikmiş öfke ve tepkileri sonucunda araç ve hayvanları hor kullanmak gibi örtülü, bilinçsiz direnme biçimlerine yönelirler. Efendi açısından bu, her türlü maliyetin kendisince karşılandığı, çok sıkı bir yönetim ve denetim aygıtını gerektirir. Öte yandan ortalama yaşam süresi kısa, ölüm oranı çok yüksek, kalıcı aileler kuramadığı ve çocuk yetiştiremediğinden doğurganlığı da alabildiğine düşük olan köle sınıfının nüfusu, ancak aralıksız fetih savaşları ve köle ticareti yoluyla belirli bir düzeyde tutulabilir ya da artırılabilir. Dolayısıyla çok sayıda kölenin çalıştırıldığı bir işletme tarzı, pazar için üretim olanaklarının genişlemesiyle boy atabilir ve dışarıdan köle sağlama olanaklarının sürmesi ölçüsünde ayakta durabilir.
Bu saf biçimiyle köleci üretim ilişkisi, ilkçağ tarihinde daha çok Ege ve Akdeniz havzasıyla, bir başka deyişle Eski Yunan ve Roma uygarlıklarının doruk yüzyıllarıyla sınırlı kaldı. Buna karşılık, örneğin Asya’nın geniş alanlarında insanların köle gibi çalıştırılması, daha çok kölelik ile serflik arasında uzanan ataerkil bağımlılık ve uşaklık koşullarında gerçekleşti. Avcılıktan çobanlık aşamasına geçişle ortaya çıkan ilk örneklerde köle efendisinin sürülerine bakıyor ve ev halkından sayılıyordu. Sümerlerde kentlerdeki köleler uşak ve hizmetçi olarak çalışıyor, kırlardakilerse büyük gruplar halinde efendinin tarla ve madenlerini işletiyorlardı. Ama geçimlik tarım ekonomisinden pazar ekonomisine geçilince, kölelerin toplumsal konumunda önemli bir düşme görüldü; hizmetkâr olmaktan çıkarak kâr için alınıp satılan bir meta durumuna geldiler. Klasik uygarlık dünyasında bu özgül evrimi besleyen başlıca etmenler, Ege ve Akdeniz’in gemiciliğe tanıdığı özel olanaklara bağlı olarak ticaretin olağanüstü gelişmesi, bu pazar ve para ekonomisinin de hem üretimde geniş ölçekli köle kullanımını kârlılaştırması, hem de köle ticaretinin savaşların ve korsanlığın yanı sıra başlı başına bir işgücü kaynağı durumuna gelmesiydi.
Bu koşullarda Yunan ve Roma toplumlarında kölelik çok yaygın bir uygulama durumuna geldi. Özgür sınıflar askerlik ve girişimcilik dışındaki çalışma biçimlerini aşağılayıcı buluyor, köleler de ev hizmeti ve tarımsal işlerin yanı sıra yöneticilik ve kâtiplik gibi görevler üstleniyorlardı. Köleler savaşta ele geçirme, “barbar” ülkelerden getirme ya da yetiştirme yoluyla ediniliyordu. Roma imparatorluğunun son zamanlarında ise kölelerin grup halinde bağlı oldukları topraktan ayrı satılamaması biçiminde bir uygulama başladı. Bu, ortaçağ serfliğine geçişin Roma’daki başlangıcını oluşturdu.
İslâm’ın ortaya çıktığı Arabistan Yarımadası’nda Araplar, Türkler ve Hıristiyanlar arasındaki savaşlar kalabalık bir köle nüfusunun oluşmasına yol açtı. Ama Kur’ân köle azat etmeyi sevap sayıyor, azatlı köleler de cemaate katılıyordu.
Kölelik Güney Amerika’nın yerli kabileleri arasında da yaygındı. İspanyollar XV. yüzyılın sonunda Yenidünya’da büyük topraklar fethedince, yerlileri madenlerde ve tarlalarda çalıştırmaya başladılar. Ama yerliler Avrupa hastalıklarına ve ağır çalışma koşullarına dayanamayarak kısa sürede ölüyorlardı. Bu sorunu çözmek için İspanya kralı I. Carlos [Şarlken] Batı Afrika krallıkları ve kabileleri arasında zaten var olan yerel köle ticaretinden de yararlanarak, 1517′de Afrika’dan köle getirtmeye başladı. Afrikalılar önce Batı Hint Adalarına, ardından şeker sanayisinin gelişmekte olduğu ana kıtaya gönderildiler. Böylece plantasyonlarda siyah köle çalıştırmaya dayalı acımasız bir uygulama başladı ve bir kere daha bu, merkantilizm ya da ilk birikim aşamasındaki kapitalizme bağlı olarak ortaya çıkan belirli bir köleci üretimin, yaygın köle ticareti ile koşut gelişmesini beraberinde getirdi. Köle toplamada önde gelen Portekizliler özellikle İspanya ve Portekiz krallıklarının birleşmesinden (1580) sonra bu alana tam olarak egemen oldular. Daha sonra köle ticaretinin denetimi Felemenklilerin eline geçti.
1510′lardan başlayarak XIX. yüzyılın ortalarına değin milyonlarca Afrikalı erkek, kadın ve çocuk 21–90 gün süren yolculuklarla Atlas Okyanusunu geçerek Yenidünya’ya götürüldü. Kaptanlar Gine kıyısı açıklarında bir ayla bir yıl arasında değişen sürelerle demir atıyor ve 150–600 kişilik yüklerini topluyorlardı. Daha sonra limanda düşman kabilelerin saldırısı, gemide kölelerin ayaklanma tehdidi, salgın hastalıklar, korsan ya da düşman gemilerinin saldırısı ve kötü hava koşulları gibi sürekli tehlike ortamında yolculuk başlıyordu. Erkek köleler, ayaklanmaları önlemek için ya birbirlerine ya da güverteye zincirleniyordu. 1699-1845 arasında ayrıntılı kaydı bulunan 55 ayaklanma çıkmıştı. Taşınabilecek en çok yükü alabilmek için tutsaklar 183×41 cm.’lik bölmelerle yan yana diziliyor, ayağa kalkamayan ve olduğu yerde dönemeyen birçok köle bu durumda ölüyordu. Yolculukların kötü hava koşulları ya da Ekvator rüzgârlarının durması nedeniyle uzadığı durumlarda, günde iki kez verilen su ve haşlanmış pirinç, darı, irmik ya da patates tayını azaltılıyordu. Gündüzleri hava uygunsa tutsaklar havalandırılmak ya da “dans ettirilmek” [zorunlu sıçrama hareketleri] üzere güverteye çıkarılıyorlardı. Kötü havalarda ise havalandırılmayan, sağlıksız ambarlarda sık sık ateşli hastalıklar ya da dizanteri ortaya çıkıyordu. Salgın hastalık, intihar, “sürekli melankoli” ve ayaklanmanın yol açtığı ölümlerin % 13 oranında olduğu sanılmaktadır.
Kuzey Amerika’ya ilk Afrikalı köleler 1619′da bir Felemenk gemisiyle getirildiler ve Virginia İngiliz kolonisine yerleştirildiler. Kıtadaki İngiliz ve öbür Avrupa kolonilerinde o sırada büyük kâr getiren plantasyonlar kuruluyor, buralarda tütün, şeker kamışı ve daha sonra pamuk yetiştiriliyordu. Tarlada çalıştırılacak siyah köle gereksinimi arttıkça köle ticareti ürün ihracından bile kârlı olmaya başladı; böylece Kuzey Amerika, Batı Hint Adaları ve Batı Afrika arasında gelişmiş bir köle ticareti ağı kuruldu. 1681′de Virginia’da yaklaşık 2.000 köle varken XIX. yüzyılın ortalarında Amerika’daki köle sayısı 4.000.000′u aşmıştı. Köleler Katolik ülkelerin kolonilerinde daha iyi koşullarda yaşıyor, buralarda çoğu kez din görevlileri kölelere nasıl davranılması gerektiğini kurallara bağlamaya çalışıyordu. İngiltere ve Felemenk’in genellikle özerklik tanınan sömürge ve eski sömürgelerinde ise köleler daha çok sahiplerinin insafına bırakılmıştı.
Avrupa’da XVIII. yüzyılda gelişen Aydınlanma hareketiyle birlikte kölelik ahlâkî açıdan nefretle karşılanmaya başladı. Ama asıl somut gelişmeler XIX. yüzyılda ve İngiltere’nin öncülüğünde gerçekleşti. İngiltere ve ABD’de köle ticaretini önlemek için dernekler kuruldu; 1807–08 yıllarında bu iki ülkede köle ticareti yasaklandı. İngiltere’de 1823′te kurulan Kölelikle Mücâdele Derneği 1833′e değin geri kalan İngiliz sömürgelerindeki kölelerin özgür bırakılmasını sağladı. Azat edilen köle genellikle 5–7 yıl uşaklık hizmetinde (çıraklık sözleşmesine benzer bir durum) bulunuyor, eski sahibine de bir tazminat ödeniyordu. Fransa, Batı Hint Adalarında köleliği 1848′de kaldırdı. Bunu Portekiz, Hollanda ve İspanya izledi. Amerikan İç Savaşı (1861–65) köleliğin kaldırılması yolunda XIX. yüzyılda atılan ikinci büyük adım oldu; ABD Anayasası’nın 13. Ek Maddesi’yle de (1865) ABD’de köleliğe son verildi. XIX. yüzyılın sonlarında ise Afrika’nın insan kaynaklarını doğrudan doğruya ele geçiren sömürgeciler uluslararası konferanslarda [Berlin 1885, Brüksel 1890] kölelik kurumuna karşı tavır ve kararlar almaya başladılar.
Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’nin köle ticaretini yasaklayan hükümleri, üyelerin köleliği tümüyle kaldırma yolundaki taahhütleri ve Uluslararası Çalışma Bürosu öncülüğünde yürütülen çalışmalar sayesinde, 1926 tarihli uluslararası sözleşmeyle kölelik evrensel düzeyde yasaklandı.
Osmanlı Devleti’nde de savaşta ya da korsanlıkla ele geçirilen tutsaklar ile bazı kabile ve topluluklardan satın alınan köleler vardı. Bunların alınıp satıldığı yerlere esir pazarı denirdi. Başlıca esir alım-satım merkezleri Bağdat, Medine, Haleb, Erzurum, Kâhire, Sofya, Belgrad ve özellikle İstanbul’du. İstanbul’daki ilk esir pazarı Haseki semtindeydi. XVI. yüzyılda özellikle III. Murad döneminde (1574-95) köle ticaretinin önemi arttı ve pazarlar kentin merkezine kaydı. Kapalıçarşı ve çevresindeki bedestenler, Çemberlitaş’taki Tavukpazarı en bereketli esir pazarlarıydı. Gemilerle kente getirilen esirler için iskele ve limanlarda kişi başına 2–150 akçe vergi alınır, işlemleri tamamlananlar esircilere [esir tüccarı] verilirdi. Esirciler, Esirciler Kethüdası ve Esirciler Şeyhi’nin yönetim ve denetiminde örgütlenmişlerdi. Müslüman olmayanların esir ticareti yapması yasaktı. Esir pazarında satışlar açık arttırmayla yapılırdı. Bu satışlarda, esirci odalarındaki köle ve cariyeler alıcıların önüne çıkarılır ve fiyatlarda esirlerin fiziksel özellikleri önemli rol oynardı. Satışları devlet adına Esirci Emini denetler, kırkta-bir oranında da resim alırdı.
Köle emeğine dayalı üretimin yaygın olmadığı Osmanlı Devleti’nde köleler ev hizmeti, câriyelik, çocuk bakımı gibi değişik işler için alınırdı. Sevap işlemek için azat etmek üzere esir alanlar da olurdu. Bazı zengin kişiler ve esirciler çocukları 6-7 yaşlarında iken satın alarak yeteneklerine göre değişik alanlarda yetiştirir ve yüksek fiyatla satarlardı. Bunlar genellikle saray ve konaklara alınırdı. Zamanla esir pazarlarının disiplini bozuldu. Yedikule ile Topkapı arasındaki sur dibi semtlerde kaçak esir ticareti yapılmaya başlandı. Cariyelerin sözde satılması, gerçekte ise kiraya verilmesi önü alınamayan bir fuhşa yol açtı. 1847′de Abdülmecit esir ticaretini yasakladı; esir pazarları da kaldırıldı. Buna karşın esir ticareti, gizli olarak Osmanlı Devleti’nin sonuna değin sürdü.
Köleliğin bütün dünyada yasaklanmasından sonra XX. yüzyılda Almanya’da Nazi iktidarına değin Batı dünyasında köleliğin aşırı biçimlerine rastlanmadı. Naziler, kurdukları zorunlu çalışma kamplarında topladıkları milyonlarca siyaset ve din adamıyla savaş tutsağını insanlık dışı koşullar altında ölüme terk ettiler ya da işkenceyle öldürdüler. 1948′de II. Dünya Savaşı ertesinde kurulan Birleşmiş Milletler [BM] , her türlü köleliğin ve zorla çalıştırma usulünün bütün dünyada ortadan kaldırılması gerektiğini ilan etti. Ama bu konuyu inceleyen komisyonlar, azgelişmiş ülkelerin bir çoğunda köleliğin farklı biçimlerde sürdüğünü ortaya çıkardılar. Buralarda çocukların çalıştırılması, sömürülmesi, kadınların eş olarak satın alınması sık rastlanan durumlardır; ayrıca insanlar borç karşılığında hizmet etmek durumunda da kalmaktadır. Vârislere de geçen bu borç karşılığı hizmet yükümlülüğü, kurtulunması genellikle zor olan ve gerçek anlamda köleliğe çok yakın düşen bir uygulamadır. [50]


ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
ÖmerFurkan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (6. July 2010)