Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29. March 2011, 02:47 PM   #6
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

İKİNCİ BOLUM

Sosyal Hayat
Bu bölüm dört ayrı konudan oluşmaktadır,
A) Aile hayatı,
B) Kabilecilik Asabiyeti,
C) Hac ve Haram Aylar
D) İdare düzeni ve sınıflar.

A) AİLE HAYATI:

1. Peygamber Asrında Erkeğin ve Kadının Rolü:
Kur'an'ı Kerim'de kadın ve erkekle ilişkili pek çok ayet vardır. Bazıları geneldir. Bazıları yasama, yükümlülükler ve İslami kavramlarla ilgilidir. Her iki çeşit ayetlerden şu veya bu şekilde Peygamber asrında ve peygamberlikle görevlendirilmeden önceki çevresinde kadın ve erkeğin durumuna ışık tutan tablolar alıntılayabiliriz.

Birinci olarak: Genel olarak erkeklerden bahsedilen ayetlerin İçeriğinden az çok anlaşıldığına göre; erkek kendisine özgü seçkin bir yere sahipti. O ailenin başkanı ve idarecisiydi yaşamından, rızkından ve işlerinden sorumlu olan oydu. Savaş ve savunmadan o sorumluydu. Kan bedeli ve borçlanmalar ondan istenirdi. Çeşitli sosyal sorumluluklarda o muhatab alınırdı. Etkin söz ve görüşe ve belirleyici konuma sahip olan oydu. Kadın ise genel olarak erkeğe uyardı. Onunla beraber olurdu. Onun himayesinde ve sorumluluğu altındaydı. Onun emriyle yürürdü. Kadının yararına olan şeylerde kadını temsil eden erkekti.

Çağrı ve hitabın, cedelleşme/tartışmanın, uyarma, vadetme ve tehdit etmenin, kafirlerin delil getirme tutumları ve sözlerinin hikaye edildiği, onlarla müslümanlar arasındaki ilişkilerin, olayların ve savaşların anlatıldığı, daha Önce geçmiş ümmetlerin ve Peygamberlerin kıssalarının yer aldığı, hatta bizzat hitabın yasamalarda, yükümlülüklerde, uyarmada, sakındırmada, can ve mal ile cihada davette müslümanlara yöneltildiği, onların yaptığı ve söylediği ya da söylemekte ve yapmakta olduğu şeylerin hikaye edildiği ayetleri ciddi bir tedkikten geçirirsek göreceğiz ki büyük çoğunluğu tekil ve çoğul olarak müzekker/erkeğe hitab sigasıyla verilmiştir. Erkeklerin muhatab alındığını ve onlardan hikaye edildiğini görürüz.

Burada sözünü ettiğimiz işler ve amaçlarla ilgili Kur'an ayetlerinin tümünü arzetmek pek tabii olarak ne zorunludur ne mümkündür. Yalnız okuyucu kendisi, Kur'an'a başvurduğunda bu gerçeği onun her sûresinde hatta sûrelerinin her bölümünde elle tutulur bir şekilde görebilecektir. Bunun için biz "erkeğin" kadınla birlikte zikredildiği bazı ayetleri hatırlatmakla yetineceğiz. Ya da onun bazı özelliklerine değinen ayetleri vereceğiz. Bu ayetten hareket ederek göreceğiz ki erkeğin toplumdaki rolünü o zamanki konumunu ve görünümünü tesbit etmek için açık ve güçlü deliller vardır. Özellikle de, önemli işlerde öncelikle yalnız erkeğin zikredilmesinden... Gelecek ayetlerde olduğu gibi;

1) Kadınların haklan, örfe uygun bir şekilde vazifelerine denktir. Erkeklerin onlardan bir üstün derecesi vardır... (Bakara, 228)
2) içinizden ölenlerin bıraktığı eşler, kendi kendilerine dört ay on (gun)beklerler. Bu bekleme süresi dolduğunda artık onların kendi haklarında maruf bir şekilde yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah işlediklerinizden haberi olandır. (Bakara, 234)
3) Onların yiyeceği ve giyeceği bilinene uygun olarak, çocuk kendisinin olana (babaya) aittir... (Bakara, 233)
4) Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutku, insanlar için süslendirilip çekici kılındı. (Al-İ İmran, 14)
5) Eğer yetim (kız)lar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, bu durumda size helal olan (başka) kadınlardan İkişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Şayet (yine de) adalet yapamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir (eş) ya da sağ eilerinizin malik olduğu (cariye) ile (yetinin). Bu sapmamanıza daha yakındır. Kadınlara mehirlerıni gönülden İsteyerek verin, fakat onlar, gönül boşluğuyla size ondan bir şeyi bağışlarlarsa, onu da afiyetle ve iç huzuruyla yiyin. (Nisa, 3-4)
6) Allah'ın erkeği kadına üstün kılması ve onların kendi mallarını harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde sorumludurlar. îyi kadınlar gönülden itaat edenler, görünmeyeni koruyanlardır. Kötülüklerde diretmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarında yalnız bırakın nihayet dövün, size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah, yücedir, büyüktür (Nisa, 34)
7) Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğmiz erkeklerden başkasını göndermedik. (Nahl, 43)
8) (Öyle) adamlar ki, ne ticaret ne de alış-veng onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten tutkuya kaptırıp alıkoymaz. (Nur, 37)
9) Allah, bir adamın kendi boşluğu içinde iki kalp kılmadı ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız eşlerinizi de sizin anneleriniz yapmadı (Ahzab, 4)
10) Ve dediler ki: "Bu Kur'an iki kentten, büyük bir adama indirilmeli değil miydi?'" (Zuhruf, 31)
11) (Boşandığınız) kadınları gücünüz oranında oturmakta olduğunuz yerin yanında oturtun, onları darlık ve sıkıntıya düşürmek amacıyla kendilerine zarar vermeyin. Eğer onlar hamile iseler yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin. (Talak, 6)
12) Ey iman edenler, gerçek şu kİ, sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizler için düşmandırlar. Şu halde onlardan sakının... (Te-gâbun,14)
13) Bir de şu gerçek var: insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Onlar da, onların azgınlıklarını arttırmışlardır. (Cin, 6)
Ayrıca Bkz: (2/226-227; 2/237; 4/75; 6/8-9; 7/46;1 7/48; 16/76; 38/62)

Pek çok ayet içinde ancak küçük bir yer tutacak olan bu ayetlerden; erkeğin konumu, belli başlı Özellikleri, savaştan ve büyük görevlerden yalnız onun sorumlu tutulduğu, eşine ve ailevi işlere egemen olduğu, onlara bakmakla yükümlü olduğu ve üstünlüğü açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Hatta Al-i İmran 14. ayette erkekler "nas" (İnsanlar) kavramı ile ifade edilmiştir. Sanki dünya onlardan ibarettir. Kadınlar, çocuklar, mallar, zinet eşyası ve diğer nimetler sırf onun arzuları, istekleri onun gözlerini ve arzularını doyurmak için vardır.
Bu üslub tabiatıyla, Kur'an'ın içlerine inmeye başladığı, ilk defa olarak kendi dillerine hitab ettiği toplumun pratik olarak yaşayıp alıştığı şeylerin bir tekrarı mesabesindedir. Kadınlarla, İslami aileyle ilgili hukuki gelişmeler, ıslahatlar, değişik alanlarda kadın haklarının tesbit edilip geliştirilmesi vb. ise bu toplumdaki uygulamaların düzeltilmesinden ibarettir. Bu gelişmeler kadına yönelik zulümlerin, ağır yükler altında ezmenin, zarara uğratmanın, incitmenin, kadın haklarının inkar edilmesinin ve daha pek çok şeylerin düzeltilmesine zemin hazırlamaktan ibarettir. Bu konu ilerde de ele alınacaktır.

İkinci olarak: Kur'an'da kadının hukuki, ekonomik, evlilik yönünü, karşılaşmış olduğu zorlukları, kötü uygulamaları ve haksızlıkları dile getirme olanağı bulunan bir dizi ayet vardır. Kadın haklarının nasıl ihlal edildiğini, mallarının soyulduğunu, mirasından mahrum bırakıldığını, özgürlüklerine tecavüz edildiğini, özellikle evlilik şatları gibi alanlarda nasıl horlandığını ortaya koymaktadır.

(1) Burada "Adamlar"dan maksat, en ıyı te'vıle göre 'Melekler"dır125

Bunlardan sadece bir kısmını nakledeceğiz:
1) Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutmak ya da güzellikle bırakmaktır. Onlara verdiğiniz bir şeyi geri almanız sizin için helal olmaz; ancak ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkmuş olmaları durumu başka. (Bakara, 229)
2) Kadınları boşadığmızda, bekleme sürelerini de tamamiamışlarsa, onları ya güzellikle tutun ya da güzellikle bırakın. Fakat sınırları çiğnemeniz için zararlarına olmak üzere, onları tutmayın. Kim böyle yaparsa artık o kendi nefsine zulmetmiş olur. Allah'ın ayetlerini de oyun (konusu) edinmeyin ve Allah'ın size verdiği, nimeti ve size öğüt olsun diye size indirdiği Kitab'ı ve hikmeti anın. Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah her şeyi bilendir. Kadınları boşadığmızda, bekleme sürelerini de tamamiamışlarsa onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın... (Bakara, 231-232)
3) Ey iman edenler, kadınlara zorla mirasçı olmaya çalışmanız size helal değildir. Apaçık olan çirkin bir hayasızlık yapmadıkları sürece, onlara verdiklerinizin bir kısmım gidermeniz için onlara baskı yapmanız da (helal değildir). Onlarla güzellikle geçinin. Şayet onlardan boşlanmadmızsa, belki bir şey hoşunuza gitmez. Ama Allah onda çok hayır kılar. Bir eşi bırakıp yerine bir başka eşi almak isterseniz, onlardan birine yüklerle vermişseniz bile ondan hiçbir şeyi almayın. Onu iftira olarak apaçık bir günahla alır mısınız? (Nisa, 19-20)
4) Kadınlar konusunda senden fetva isterler. De ki: "Onlara ilişkin fetvayı size Allah veriyor. Kendilerine yazılan (miras)ı vermediğiniz ve kendilerini nikahlamayı istediğiniz yetim kadınlar ve zayıf çocuklar ile yetimler hakkındaki Allah'ın hükümleri size Kitapta okunmakta olanlardır, iyilik adına her ne yaparsanız, kuşkusuz Allah onu bilir. Eğer bir kadın kocasının zulüm ile eziyet etmesinden ya da ondan uzaklaşmasından korkarsa, barış ile aralarını bulup düzeltmekte ikisi için de sakınca yoktur. Barış daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa bencil duygulara hazır kılınmıştır. Eğer güzel davranır ve sakınırsanız, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Nisa, 127,128)
5) Anne ve baba ile akrabanın bıraktıklarından erkekler için bir pay vardır; anne ve baba ile akrabaların bıraktıklarından kadınlar için de bir pay vardır. Bunun azından da çoğundan da farz kılınmış bir pay vardır. (Nisa, 7)
6) Ey iman edenler, mümin kadınları nikahlayıp da sonra onlara dokunmadan boşarsanız, bu durumda sizin için üzerlerine sayacağınız bir iddet yoktur. Artık anları yararlandırın ve güzel bir salma tarzı ile onları salıverin. (Ahzab, 49)
7) Gerçekten Allah, eşi konusunda seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunanın sözünü işitti. Allah, aranızda geçen konuşmaları işitiyordu. Hiç şüphesiz Allah işitendir, görendir. Sizden kadınlarınıza "zıhar" da bulunanlar onların anneleri değildir. Anneleri yalnızca kendilerini doğuranlardır. Hİç şüphesiz onlar, çirkin ve yalan söylemektedirler. Gerçekten Allah çok affeden, çok bağışlayandır. (Mücadele, 1-2)
8) Ey Peygamber, kadınları boşadığınız zaman, iddetleri süresinde boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah'tan korkup sakının. Onları evlerinden çıkarmayın; ancak açık çirkince bir hayasızlık göstermeleri durumu başka. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını çiğnerse, gerçekten o, kendi nefsine zulmetmiş demektir. Sen bilmezsin; olabilir ki Allah, bunun arkasından bir iş oluşturabilir. Sonra sürelerine ulaştıkları zaman artık onları maruf üzere tutun ya da maruf üzere onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit yapın. Şahidliği Allah için dosdoğru yerine getirin. İşte bununla, Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilir. Kim Allah'tan sakınırsa ona bir çıkış yolu gösterir. Ve onu hesaba katmadığı biryönden de rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah her şey için bir ölçü kılmıştır, kadınlarınızdan artık adetten kesilmiş olanlara henüz adet görmemiş bulunanların iddetleri üç aydır. Hamile kadınların bekleme süreleri ise, yüklerini bırakma ile biter. Kim Allah' tan sakınırsa, (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. Bu Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan sakınırsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun ecrini büyütür. (Boşadığınız) kadınları gücünüz oranında oturmakta olduğunuz yerin bir yanında oturtun, onları darlık ve sıkıntıya düşürmek amacıyla kendilerine zarar vermeyin. Eğer onlar hamile iseler, yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin. Şayet sizler için (çocuğu) emzirirlerse onlara ücretlerini ödeyin. Kendi aranızda maruf üzere görüşün. Eğer güçlük içine girerseniz bu durumda (çocuğu) onun babası için bir başkası emzirebilir. Geniş imkanları olan nafakayı geniş imkanlarına göre yapsın, Rızkı kendisine kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, hiçbir nefse, ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün arkasından bir kolaylığı verecektir. (Talak, 1-7)

Bu zincirleme ayet sıralaması arasında, kocaların eşlerinden uzaklaşmaya yemin etmelerine işaret eden, Bakara, 226,227 ayetlerine, onlardan önce, zarar vermeyi yasaklayan, Allah'tan korkmayı, iyiliği ve düzeltmeyi, barışmayı, Allah'ın yeminlerine paravana kılınmasından, zarara ve zulme vasıta kılınmasından sakındıran 224-225. ayetlerini de ilave etmek gerekir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi tüm bu ayetlerin içerdiği emir, nehiy ve yasalar, o günkü aldatılan, horlanan, aşağılanan, zulme uğrayan kadının durumunun düzeltilmesine yöneliktir.

İşte bu ayetlerin tamamı kendilerinden önceki ortamda daha doğrusu Peygamberlikten önceki dönemde yürürlükte bulunan nahoş tabloların pek çoğunu ihtiva etmektedir. Genel olarak bütün ayetler, özellikle de Talak sûresi ayetleri, muhteva olarak - Allah korkusunu gündeme getirmeye onu pekiştirip, sağlamlaştırmaya dikkat çekmektedir. Bu da kadının o şartlarda özellikle boşanma, evlilik işlemleri ve aile yaşamı konusunda büyük ve aşırı bir zulme maruz kaldığını göstermektedir. Bu aynı zamanda toplumda yerleşen ve yaygınlık kazanan bir olaydı.
En'am süresindeki bir ayet; dinî gelenek ve adetler adı altında kadının hakkının yenilişini, uğradığı zulüm ve haksızlığı, çok açık bir şekilde gösteriyor:

"Bir de dediler ki: "Bu hayvanların karınlarında olan, yalnızca bizim erkeklerimize aittir, kadınlarımıza haramdır. Eğer o ölü doğarsa onlar da bunda ortaktırlar." Allah, yalan düzmelerinin cezasını verecektir. Kuşkusuz O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir." (139. ayet)
Miras ayetleri de, o sıralarda kadının maruz kaldığı haksızlıklara, nahoş uygulamalara, oyunca haline getirildiğine ışık tutmaktadır. Ona yapılan asılsız, bayağı uygulamaları göstermektedir. Öyle ki ölünün sahipleri, yakınları, savaşanların ve borçlananların kendileri olmaları nedeniyle mirasın tamamını almaya hak kazandıklarını ileri sürüyorlardı. Bazen mirasın aslını inkar ediyor bazen de alacağı miktarı vermiyorlardı. Rivayetlerin kaydına göre işte bu şartlarda Nisa sûresinin yedinci ayeti geldi. Bu hakkın aslını sağlamlaştırma ve kabul etmeyi hedef alan bu ayeti az önce nakletmiştik. Sonra da çoğunu sayılar ve matematiksel işlemler konusunda naklettiğimiz miras ayetleri (4/11-12. ayetler) indi. Evet bu ayetler, bu emirlere bağlılığın zorunlu olduğunu vurgulamakla sona ermektedir.

Özellikle Kelale'nin mirasına da dikkat çekilmiştir. Çocukları bulunmayan özellikle de erkek çocukları bulunmayan, anne babası da olmayan ölülerin mirası kardeşlerine ve yakın akrabasına aktarılıyor, bu arada bacılarının hakları inkar ediliyordu. Bu Kur'an'ın, miras ayetleriyle (Nisa sûresi 12. ve 176. ayetler) bu hakkı sağlam bir konuma oturtmada gösterdiği hassasiyetten anlaşılmaktadır.

Üçüncü olarak: Kur'an'da yer alan bazı ayetler onların, kız çocuklarının doğumunu hoş karşılamadığını hikaye etmekte, kafirlerin, kendilerine göre erkek çocuklar daha makbul olduğu halde kız çocuklarını Allah'a nisbet edişlerini ayıplamakta, eleştirmektedir. Zira ma'kul olan, en faziletli ve üstün olanların Allah'a ait olmasıdır. Yanısıra onların kız çocuklarını toprağa gömmeleri hatırlatılmaktadır. Gelecek ayetlerde bu durum görülüyor:

1) Ve Allah'a kızlar inad ediyorlar;O yücedir. Hoşlandıkları {erkek çocuklar) da kendilerinindir. Onlardan birine dişi müjdelendiği zaman içi öfkeyle taşarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir; onu aşağılamak pahasına tutacak mı yoksa toprağa mı gömecek? Bak, verdikleri hüküm ne kötüdür. (Nahl, 57-59)
2) Oysa onlardan biri, O Rahman için verdiği örnekle müjdelendiği zaman, yüzü simsiyah kesilmiş olarak kahrından yutkundukça yutkunuyor. Onlar, süs içinde büyütülüp de mücadele de açık olmayanlar mı? Onlar ki, kendileri Rahman'ın kullan olan melekleri dişiler kıldılar. Kendileri onların yaratılışlarına şahit mi oldular? Onların şahitlikleri yazılacak ve sorumlu tutulacaklar. (Zuhruf, 17-19)
3) Şimdi sor onlara: Rabbine kızlar, onlara da oğlanlar mı?... (Saffat, 149)
4) Erkek (evlat) sizin dişi de O'nun mu? Eğer böyleyse, bu çarpıkça bir paylaşma. (Necm, 21-22)
5) Ve diri olarak toprağa gömülen kızcağıza sorulduğu zaman. Hangi suçtan dolayı öldürüldü? diye. (Tekvİr, 8-9)

Bu ayetler ana hatlarıyla erkeğe göre kadının, genel olarak daha aşağı bir konuma sahip olduğunu, onun doğumunun kötü bir şekilde değerlendirildiğini göstermektedir. Bizim tercih ettiğimiz hatta ısrar ettiğimiz görüş ise, babaların kız çocuklarından dolayı utanmalarının, alay konusu olmaktan korkmalarının ve erkek çocukları onlara üstün tutmalarının sebebi, erkek çocukların savaş, kabilecilik ve kazanç konusundaki üstünlükleridir. Zuhrufun 18. ayetinde bu konuya ilişkin bir işaret vardır. Buradaki işarette, söz dinletmede ve bozuşmalarda kadının bir yararı ve etkinliğin olmayışına dikkat çekilmiştir.

Şu ana kadar belirttiklerimiz, genel olarak kadın ve erkeğin konumu ve görünümüydü. Buna bakarak, Rasulün dönem ve çevresinde, kadının toplumda hiçbir şahsiyeti yoktu demek doğru olmaz. Kur'an'da birçok ayetten hareketle onun toplumdaki bazı imtiyazlarını tespit etmek mümkündür.

Birincisi: Elimizde münafık ve müşrik erkeklerden sözeden ayetler olduğu gibi münafık ve müşrik kadınlardan sözeden; erkeklerle birlikte onları da tehdit eden ayetler vardır. Sözkonusu ayetlerde onların da, erkeklerle birlikte nifak ve şirk için dayanışma halinde olduklarını ve eylemler yaptıklarını görüyoruz. Yine ayetlerden, onlardan bazılarının sivrilmiş, ön plana çıkmış olduklarını, toplumda meydana gelen önemli olay ve hareketlerden uzak olmadıklarını hatta faaliyet ve çalışma gerektiren roller üstlendiklerini ve Rasul öncesi dönemdeki kısmi etkinliklerini görebiliyoruz.

1) Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısmdandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alikoyarlar, ellerini de sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular, O da onları unuttu... (Tevbe, 67)
2) ...Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azablandıracak. (Ahzab, 73)
3) Allah, hakkında kötü bir zanla zanda bulunan münafık erkeklerle münafık kadınlara, müşrik erkeklerle müşrik kadınlara azab etsin. Allah onlara karşı gazablanmış, onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Varcakları yer ne kötüdür. (Fetih, 6)

Bize göre bu görüş, kadınların tutumlarının ancak erkeklerin tutumlarına bağlı olarak geliştiği şeklinde bir yorumla reddedilemez. Evet böyle bir yaklaşım da gerçekten kendi açısından tutarlı olabilir. Ama eğer zaman zaman münafık ve müşrik kadınlardan eziyet verici, horlayıcı tavırlar tezahür etmiş olmasaydı bazı ayetlerde onların zikredilmesi hikmete uygun düşmezdi. Sonra eğer iş tamamen söylendiği gibi olsaydı sözü edilen tüm ayetlerde münafık ve müşrik erkeklerin yalnız olarak zikredilmesiyle yetinilirdi. Yani erkekler için kullanılan müzekker sigası kullanılırdı. Çünkü bu siganın her iki tarafı da kapsadığı herkesçe biliniyor ve kabul ediliyordu.
Mesela, Leheb sûresinde Ebu Leheb'in karısı, kocasıyla birlikte öyle bir üshıbla zikredilmiştir ki buradan onun da fitne ve engelleme ateşini alevleme de büyük rol oynadığını çıkarmak hiç de zor değildir.

"Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya; malı da, kazandıkları da kendisine bir fayda sağlamadı. Alevli bir ateşe girecektir. Eşi de; odun hamalı (ve) boynunda bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak." (Leheb sûresi)

Eğer onun da davaya karşı katı bir tutumu olmasaydı, özellikle davetin ilk sıralarında (çünkü sûre çok erken dönemlerde inmiştir.) bu şekilde nitelenmez ve bu Kur'anî uyarıya hedef olmazdı. Bunda tabiatıyla, peygamberliğin başlarında Arap kadınının güçlü bir şahsiyeti sembolize edilmektedir. Rivayet edilen nakiller arasında yer alan bir açıklamaya göre bu kadın kocasını da etkisi altına alarak ona katı asabiyet geleneklerini çiğnetmiş ve onu kardeşinin oğlu ile düşman bir pozisyona sokmuştur. Sonra iki oğluna da etki ederek, risaletten kısa bir süre önce nişanları yapılan, Peygamberin iki kızını boşamalarını sağlamıştır.

Kur'an'da yer alan ayetler kadının nifakını ve şirkini dile getirdiği gibi; onun imanını, sabrını, hicretini ve cesaretini de takdirle yadetmiştir.

1) Burûc sûresinde müslümanların özellikle de müstazaf olanlarının müşrik liderler tarafından dinlerinden dönmeye zorlanmaları, bununla ilgili fitne olayında mümin kadınlar da mümin erkeklerle birlikte zikredilmiştir:

"Gerçek şu ki, mümin erkeklerle mümin kadınlara işkence uygulayanlar sonra da tevbe etmeyenler; işte onlar için cehennem azabı vardır ve yakıcı azab da onlar içindir." (Burûc, 10)

Bu sınav müslümanların Mekke'de karşı koydukları en çirkin ve en katı sınavdır. Buna rağmen kadın çağrıya yanaşmış, onu kabul etmiş ona destek olmuş ve onun uğrunda zorluklara katlanmış, ta ilk günlerinden beri onun yolunda her türlü işkenceyi göğüslemiştir. Rivayetler arasında kaydedilen bilgiler arasında iman eden ve bunun için işkencelere maruz kaldığı halde sabredip direnen bir dizi kadının ismine rastlanmaktadır. Hatta onlardan bazısı bu uğurda gözlerini verirken, bazısı canlarını bile çekinmeden vermiştir.

2) Al-i Imran sûresinde erkeğin zikredildiği her yerde kadın da zikredilmiştir. Müslümanların maruz kaldığı işkencelerle ilgili olarak her iki tarafın da varlığına dikkat çekilmiştir:

"Nitekim Rableri onlara cevab verdi: "Şüphesiz ben, erkek olsun,kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülenlerin ve yolunda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım." (Al-i İmran, 195)

Rivayetler, İslam'a girmiş, Allah yolunda savaşmış, öldürülmüş işkence edilmiş Habeşistan'a ve Medine'ye hicret etmiş, ailelerine rağmen hareket etmiş pek çok kadının adını vermektedir. Ki bunlardan bazıları muhalefet liderliğini yapan başkanların kızları ya da kız kardeşleriydi.

3) Başka bir sûrede bir takım ayetler daha vardır ki, buralarda müslüman erkeklerin tavrı takdir edilirken müslüman kadınların tutumları da takdirle ya de dilmektedir. Bu da bize göre, müslüman kadının kendisine özgü ihlas ve fedakarlığıyla bir takım işler yaptığını ve böylelikle hikmet gereği olarak özel bir şekilde yadedilmesine, müslüman erkeklerle birlikte ve erkekler için kullanılan müzekker sigasıyla yetinilmemesine neden olmuştur. Öteden beri bilindiğine göre müzekker sigası her iki kesimi de kapsamaktadır.

1. Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar da birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler. Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hikmet ve hüküm sahibidir. (Tevbe, 71)
2. Erkek olsun, kadın olsun, inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu hoş bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını yaptıklarının en güzelîyle muhakkak veririz. (Nahl, 97)
3. Hiç şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadmlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) İtaat eden erkekler ve itaat eden kadmlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar İçin Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab, 35)

4) Nisa ve Fetih sûrelerinde bazı ayetler vardır ki; bir takım müslüman kadınların Medine'ye hicret etmekten aciz kaldıklarını ve buna rağmen İslam'a bağlılıklarını, karşı karşıya bulundukları tehlike ve kötü uygulamalara, katı tutumlara rağmen sürdürdüklerini göstermektedir. Bu da onların azimlerindeki gönüllerinde ki ve direnişlerindeki güçlerini, moral düzgünlüğünü göstermektedir:
1. Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli gönder, bize kadından bir yardımcı gönder" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayif bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? (Nisa, 75)
2. Eğer (orada) kendilerini bilmediğiniz için tepeleyeceğiniz ve bilmeyerek tepelemenizden ötürü, kendileri yüzünden bir belaya uğrayacağınız inanmış kadınlar ve İnanmış erkekler olmasaydı. (Allah sizin savaşmanıza engel olmazdı.)... (Fetih, 25)

5) Mümtehine sûresinde yer alan bir ayet, Mekke'de kalan müs-lüman kadınların o zaman egemen bulunan gelenekleri aşarak olağanüstü bir güçlü Kureyş'ten kurtulmasına ve Peygamber'e katıldıklarına işaret etmektedir. Bu da onların psikolojik durumlarını, moral güçlerini, azimlerini ve cesaretlerini gösteren bir belgedir:
"Ey iman edenler, mü'min kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilendir. Şayet onların mü'min kadınlar olduklarını bilirseniz, artık sakın onları kafirlere geri çevirmeyin." 2 (Mümtehine, 10)

6) Yine aynı sûrede mümin kadınların beyatma işaret eden özel bir emir vardır. Rivayet edildiğine göre onlardan bazısı Peygamber'e gelmiş ve ondan kendilerinden de erkeklerine benzer bağımsız bir beyat almasını taleb etmişlerdi. Buna cevap olarak inen ayet şunu gösteriyordu; kadınlar da kendilerine özgü bir şahsiyetin bilincindeydi ve erkekler ile eşit muamele görmeyi umdukları için müracaatlarda bulunuyorlardı.

"Ve eğer eşlerinizden herhangi bir şey kafirlere geçer de sonra siz de ganimete kavuşursanız, sizden eşleri gidenlere harcadıklarının mislini verin. Kendisine iman ettiğiniz Allah'tan sakının." (Mümte¬hine, 11)

7) Mücadele süresindeki bir ayet müslüman kadınlardan birinin, kocası ve ondan şikayeti hakkında Peygamberle tartışmasını hikaye etmektedir. Ayet O'nun şikayetini makul karşılamış ve bu konuda haklı olduğunu belirtmiştir. Ayet şöyledir:

"Gerçekten Allah, eşi konusunda seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü işitti. Allah, aranızda geçen konuşmaları işitiyordu. Hiç şüphesiz Allah, işitendir, görendir." (1. ayet)

(2) Bu olay Hudeybıye antlaşmasından sonra meydana gelmiştir. Bu antlaşmanın şartlarından biri de. eğer Mekkelilerden biri müslüman olarak müslümanlara gelirse, o kimse iade edilecekti.

Tüm bu ayetlerden anlaşıldığına göre, müslüman kadın, değişik konumlarda ve alanlarda kendisini, varlığını ve şahsiyetini belirgin ve açık olarak kabul ettiriyordu. Ayetlerden bu anlaşılmaktadır. Buna ilave olarak söylenebilecek bir şey de, ayetlerde dile getirilen tabloların aynı zamanda, Peygamber zamanında ve çevresinde yetişen Arap kadınının durumuna ışık tutan tablolardan bir kesit olduğudur.

Kur'an'ın çağrısı geneldi. Hem erkekleri hem de kadınlan eşit olarak muhatab alıyordu. Burada kadın imanî, ibadete dayalı, mali-bedeni, önemli sosyal görevlerle sorumlu tutulmuştu, iyiliği yapma, kötülüğü engelleme, erkeklerle yardımlaşma, mal ve can ile cihad etme gibi yükümlülükleri vardı. Hakları ve özgürlükleri verilmişti. Onları erkeklerin kullandığı şekilde kendisi de genel olarak kullanabilirdi. Çok az ve belli başlı bir kaç istisna dışında ayırım yoktu, işte bu olgu Arap kadınının -ki o genel olarak hepsine aday olduğunu gösterebilir. Onun artık şahsiyetini, varlığını ispat etmeye ehliyetli bir merhaleye geldiğini, haklarını kullanabilir dereceye ulaştığını ya da en azından buna ehliyetli olduğunun güçlü ve açık bir biçimde belirmeye başladığı bir merhaleye geldiğini gösterebilir.

2. Çeşitli Adetler ve Gelenekler

Daha önce naklettiğimiz ve birazdan nakledeceğimiz ayetlerden aile hayatı, miras, yetimler ve kadınla ilgili bir takım adet ve gelenekleri tesbit etme olanağı vardır.

Birincisi: Boşanma yoluyla ayrılık, peygamber gelmeden önce de biliniyordu. Zira bu konudaki ayetler bunu bildirmektedir. Ayetler onları bir düzene sokmak onlarda meydana gelen saplantıları ve aldatmaları yasaklamak için gelmiştir. Boşanma yetkisi kocanın elindeydi. Kocalar bazı zamanlar boşanmayı kadına zarar vermek, mallarını soyup almak arzularına alet ediyorlardı. Boşanma ile ilgili ayetler Araplar arasında da kesin ve Ric'i (dönme imkânı olan) boşanmanın olduğunu göstermektedir. Ric'î boşanma, bazan koca bazan da kadının ailesi tarafından istismar edilip, kadına malî yönden zarar veriliyordu. Mesela koca, karısını kesin olmayan bir şekilde boşuyordu, biz buna ric'î boşanma demiştik. Böylece kadın onun nikahına bağlı olarak kalıyordu. Ne bırakıyor ne de güzel ve iyi ilişkiIer içinde tutuyordu. Ya da kadının, ailesi onun kocasına dönüşüne engel oluyordu. Bunu ya ondan bir miktar mal alabilmek için ya da kin saiki ile yapıyorlardı.

ikincisi: Araplarda, koca, karısıyla evlilik ilişkilerini terk ettiği halde, onu nikahı altında ve evinde kalmaya mecbur kılan iki adet vardı. Bunlardan biri "Zıhar" idi. koca, karısına "Sen bana annemin sırtı gibisin" derdi. Böylece karısı cinsel yönden ona haram oluyordu. Fakat onun himayesi ve nikahı altından çıkmazdı. Mualakta kalırdı. Ne adamın eşi, ne de boşanmış sayılırdı. Müfessirlerin ve Ravilerin görüşlerinden anlaşıldığına göre onlar bu işi, karısı kız doğurduğunda öfkelerinden yapıyorlardı. Karısı bir kız çocuğu doğurduğunda ona çocuğunu gömmesini emrederlerdi. Kadın bunda tereddüt geçirdiği zaman "eğer sen onu toprağa gömmezsen bana annemin sırtı gibisin" derlerdi. Onların, kız çocuklarını doğurmayı alışkanlık haline getiren karılarını uğursuz olarak telakki etmeleri ve de cinsel ilişkilerini sürdürdüklerinde tekrar kız doğurmasından korktukları için zıhar uyguladıklarını söylemek uzak bir ihtimal değildir. Onların bu işi boşanma yerine kullanmış olma ihtimali de vardır. Kadının çocukları olduğu zaman, kocaları onlara iyilik niyetine ve acıdıkları için annelerini yanlarında bırakıyordu. Bazan başkasının onunla evliliğine katlanamadıkları için onları yanlarında bırakıyorlardı. Onların bu yolu, kadına acı çektirmek, mallarını elinden almak, ona mehir olarak verdiklerini tekrar geri almak için seçmiş olma ihtimali de vardır. -Ayetler bu noktaya bir çok defa parmak basmış ve onu kesin şekilde yasaklamıştır.- Ya da ölümünden sonra onun malına konmak için bu yolu tercih ediyorlardı.

"Ölüp de (geride) eşler bırakanlar, (evlerinden) çıkarılmamaları, senesine kadar yararlanmaları için eşlerine vasiyet (bıraksınlar), ama onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların maruf (meşru) olarak kendileri için yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah güçlü ve üstün olandır. Hüküm ve hikmet sahibidir." (Bakara, 240).

Bu ayet, kadına bir sene boyunca kocasının malından yedirilmesinin, zorunlu hukuki bir görev olduğunu, mirasyedilerin onu dışarı atma haklarının olmadığını, sonra bir de hükümde hafifletmeyi; yani kadın vefat eden kocasının evinden bir senelik süre dolmadan çıkacak olursa hiç bir sakıncasının olmayacağı şeklindeki bir hafifletmeyi içermektedir.

Üçüncüsü: Burada yürürlükte olan bir gelenek de kişinin, vefat eden babasının karısıyla evlenebilmesiydi. Nitekim ayetlerden biri bu olguya sert bir tepkiyle işaret etmiştir:
"Geçmişte olanlar hariç, (bundan böyle) babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu fuhuştur, iğrenç bir şey ve kötü bir yoldur." (Nisa, 22)

Bunun yaygın bir alışkanlık olmadığını tercih etmekle beraber, söz konusu adetin, babasına varis olan adamın, babasının karısını evlenmekten alıkoymak ya da onu mirastaki payından vazgeçirmesi için bir alet olarak kullanıldığı görüşünü uzak görmüyoruz. Müfessirler ve raviler ayetle ilgili olarak derler ki: Vefat edenin oğlu, babasının karısını istediği zaman, elbisesini -ölü gömülmeden ya da gömüldükten hemen sonra- onun üzerine atardı. Bu bir işaret olurdu. Bu da onun yaygın olmadığını söylememizi destekleyebilir. Ve özgürlüğü engellemek ve onu soymak amacını taşıdığını pekiştirebilir.

Dördüncüsü: O dönemde geçerli adetlerden biri de iki kız kardeşin aynı zamanda bir nikah altında bulundurulabilmişidir. Nitekim bu, nikahlanması yasak olan kadınları belirten ayetten anlaşılmaktadır:
"Sizlere, anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerin kızları, kız kardeşlerin kızları, sizi emziren anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri ve kendileriyle (gerdeğe) girdiğiniz kadınlarınızdan olup koruyuculuğunuz altında bulunan üvey kızlarınız, sizin sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir araya getirdiğiniz evlilik (haram) kılındı. Ancak (cahiliyede) geçen geçmiştir. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nisa, 23).

Şuna da özellikle parmak basmalıyız ki; şimdiye kadar görebildiğimiz kadarı ile iki kız kardeşle bir arada evilik ve babadan dul kalan kadınla evlilik dışında, Arapların bu haram kılınan şeyleri çiğnediğini bilmiyoruz. Nitekim Kur'an da daha Önce işlenen önemli bir uygulamaya işaret etmemiştir. Sözü edilen iki durum hariç, buna bakarak, Kur'an'da haram kılman bu evliliklerin aynı zamanda peygamberlikten önce de Araplarda haram kabul edildiğini söyleyebiliriz. Kendi evlerinde yetişen başkasına ait kızlarla ilgili bölümden anlaşıldığına göre onlar bu kızları anneleriyle zifafa girmemiş bile olalar kendilerine haram kılıyorlardı. Oğullarının eşlerinden söz ederken, sizin bellerinizden olan oğullarınız demiş olması, evlat edinme yolu ile oğul edinenlerin eşlerini bunun dışında tutma kastı ile kullanılmıştır. Bu ise az sonra değineceğimiz başka bir adete ilişkin bir konudur.

Beşincisi: Erkeğin istediği kadar evlenmesi caiz görülüyordu. Bu konuda hiç bir sınır yoktu.3 Kişinin nikahı altında bulundurabileceği kadınların sayısını belirlemek için de, daha önce nakletmiş olduğumuz ve bu sayıyı dörde inderin Nisa sûresinin 3. ayetini hatırlatabiliriz. Evlilik bir sözleşme idi. Mehir veren koca idi. Dolayısıyla evlilik yetkisi de ondaydı.

Altıncısı: Cariyelerle ilişki kurmak yaygındı. Kişinin ilişki kurabileceği cariyelerin sayısı sınırlı değildi. Adam kendi cariyesinden dilediği kadarıyla, evlenmeden ve mehirsiz olarak ilişkiye geçebiliyordu. Çünkü bunlar kendisinin mallarıydı. Eğer kendisinden bir çocuğu olmamışsa onları başkasına bağlayabilir, ya da onunla ilişkiye geçecek birine satabilirdi. Bunun için onun cariyeyi boşaması gerekmezdi.

İslam bu adeti kendi haline bırakmıştır. Zira Kur'an'ın bir dizi ayet, -ki bunlardan biri de evlenilmesi haram olan kadınları belirten ayettir- buna ilişkin belirleyici ifadeler taşımamakta hep genel ifadeler kullanılmaktadır. Kesinlik ifade edebilecek derecede sabit olan gerçeğe göre Peygamber devrinde bu adet öylece kalmıştır. Şimdi bu konuyla ilgili bir kısmı Mekki, bir kısmı Medeni bazı ayetleri verelim:

1. Ve onlar ırzlarını korumakta olanlardır; ancak eşleri ya da sağ ellerinin sahib olduklarına karşı hariç; bu konuda onlar kınanmış değildir (Muminun, 5-6)
2. Eğer adalet yapamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir tane alın, ya da sağ ellerinizin malik olduğu ile yetinin. (Nisa, 3)
3. Sahib olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlarla evlenmeniz (yasaklandı). Bunlar Allah'ın size koyduğu hükümlerdir ve onların ötesi size helal kılınmıştır... (Nisa, 24)
4. Bundan sonra (başka) kadınlar ve bunları başka eşlerle değiştirmek sana hela! olmaz; ancak sağ elinin malik olduğu (cariyeler) başka Allah her şeyi denetleyendir. (Ahzab, 52)
(Peygamberin nikâhı altında dokuz kadını bir arada bulundurduğu kesin olarak sabittir)

Yedincisi: Geçerli olan adetlerden biri de "Mut'a" nikahı idi. Bu belli bir zaman için evlilik yapmaktır. Kadın ve erkek, bu vakit üzerinde anlaşırdı. Bu zamanın bitiminde, her biri arkadaşından ayrılırdı. Bu alışkanlık da peygamber zamanında uzun bir süre yürürlükte kaldı, sonra kaldırdı. Rivayet edilenler arasında gelen bilgilere göre bu evlilik türü Ömer b. Hattab'ın (r) hilafetine kadar serbest bırakılmıştı. Ömer onu yasakladı. Yalnız bazı fıkıh mezhepleri onun neshedildiği görüşünde değildir. Aksine bu evliliğin şimdi de meşru olduğu görüşündedir.
Kur'an'ın bu adete açık ve sarih olarak işaret etmediğine dikkat etmeliyiz. Yalnız Tefsirciler ve Fakihler bu adetin Nisa, 24. ayetinde gizli olduğunu ifade etmiştir.

"Sahib olduğunuz cariyeler müstesna evli kadınlarla evlenmenizde... Bunlar Allah'ın size koyduğu hükümlerdir, bunların ötesinde iffetli yaşama, zina etmeme şartıyla mallarınızla istemiş olduklarınız size helal kılındı. O halde onlardan ne kadar yararlandınızsa, ona karşılık kesilen ücretlerini bir hak olarak verin. Mehrin kesiminden sonra karşılıklı anlaşmada üzerinize bir günah yoktur." (Nisa, 24)

Bazı müfessirler ve raviler Îbn-u Abbas'ın "Onlardan" sonra "Belirlenen zamana kadar" cümlesini okuduğunu, sanki bunu bir tefsir olarak söylediğini kaydederler.(4)

(4) Bkz: Keşşaf ve Mecmau'l-Beyan tefsirleri.

Durum ne olursa olsun, açık olan odur ki, belirttiğimiz, bu zamana kadar varlığını sürdüren bu adet peygamber döneminde ve ondan önceki dönemde de varolan adetlerden biriydi.

Sekizincisi: Kur'an'da hem kadınlara, hem de erkeklere birlikte yöneltilen bir takım ayetlerde fuhuştan söz edildiği gibi kendisine dost (aşk) edinmekten de bahsedilmektedir. Gelecek ayetlere bakalım:

1. İçinizden özgür olan mü'min kadınları nikahlayacak genişliğe güç yetiremeyenler; o zaman sağ ellerinizin malik olduğu inanmış cariyelerinizden (alsın). Allah sizin imanınızı en iyi bilendir. Bazınız bazınızdandir. Öyleyse onları fuhuşta bulunmayan, iffetti ve gizlice dost edinmemişler olarak velilerinin izniyle nikahlayın. Onlara ücretlerini maruf bir şekilde verin. Evlendikten sonra, fuhuş yapacak olurlarsa, özgür olan kadınlar (5) üzerindeki cezanın yarısını uygulayın). Bu sizden günaha sapmaktan endişe edip korkanlar içindir. Sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Nisa, 25)
2. Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. Kitab verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. Mü'minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden Önce kitab verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler alarak size (helal kılındı) Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette de kayba uğrayanlardandır. (Maide, 5)

Ayetlerde erkeğin hukuki evlilik ve anlaşma olmaksızın, ailevi bir yapı oluşturma ve namusunu koruma amaçları dışında kadınla cinsel ilişkilerine işaret edilmiştir. Bu gayri meşru ilişki fuhuş ve dost edinme yoluyla gerçekleşen cinsel ilişkidir. Üslub ve ifade biçimi bu ilişkilerin Peygamberin çevresi ve asrında geçerli olduğunu ilham etmektedir. Onun için özellikle ayetlerde bunlara değinilmiştir. Müfessirlerin kaydettiklerine göre cahiliye döneminde erkeklerin kendilerine metresler, kadınların da kendilerine dostlar edinmeleri geçerli görülen adetlerdendi. Tabii ki bu ilişkilerde anlaşma, akit yoktu. Tercihe şayan görüşe göre bu tür dostluk birinci derecede evlenmemiş kadın ve erkekler arasında, ikinci olarak da cariyeler ve Ehl-i Kitab kadınları arasında yaygındı. Bunu ayetlerden çıkarmak mümkündür. Yine tercih edilen görüşe göre bu dostluklar geçici cinsel ilişkiler değil uzun süreli ilişkilerdi. Çünkü dostluk kavramı bunu hemen çağrıştırmaktadır.

Fuhuş/musefaha ise, genel olarak anlaşma akdini gerçekleştirmeden cinsel şehvetini tatmin etmenin adı olarak kullanılır. Şu kadar var ki cariyelerle ve Ehl-i Kitab kadınlarıyla evlilikten söz ederken fuhuşun yasaklanması, onun dost edinmeden ayrı ve geçici cinsel ilişkiler türünden farklı bir şey olduğunu ilham eder.

(5) el-Muhsanat, burada ozgur kadınlar yanı cariye olmayanlar demektir


Buradaki yasak, cariyeler ve Ehl-i Kitab kadınlarıyla evlilikten amacın, namusu koruma ve ailevi bir yapı oluşturma olması gerektiği ile ilgilidir.
Özellikle cariyeler ve Ehl-i Kitab kadınlarıyla fuhuş yapmanın yasaklanması, onların arasında fahişelik ve metres yaşamının daha fazla yaygın olduğunu ilham etmektedir. Ayrıca onlarla dostluk ve fuhuş yapmak alelade bir iş olduğu gibi, fahişeliğin de onlar için olağan bir iş olduğunu ilham etmektedir. Burada 5. ayete de özellikle dikkat edilmesi gerekir. Çünkü burada cariyelerle evlilik ancak zaruret hallerinde teşvik edilmektedir. Yanısıra sabır öğütlenmekte ve o bu evliliğe üstün gösterilmektedir. Onlarla evlenilecek olunduğunda fuhuş ve dost edinmenin olmaması gerektiği hatırlatılmaktadır. Sanki bu iki fiil onlardan beklenen olağan şeylermiş gibi. Zina cezası onlar için, hür kadınlarmkinin yarısı olarak gösterilmektedir. Sanki onların fahişelik yapma ihtimallerinin daha fazla beklendiği ifade edilmek istenmiştir. Ve onların haya duygularının daha az olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Farkedileceği gibi bütün bunlar, söylemek istediğimizi destekler mahiyettedir.
Ahzab sûresinde kadınların giysisi sadedinde indirilen bir ayet vardır ki şöyledir:

"Ey peygamber, eşlerine kızlarına ve müminlerin kadınlarına, dış elbiselerini üstlerine giymelerini söyle; onların tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (59. Ayet).

Raviler ve müfessirler, ayetin, hür kadınları cariyelerden ayırmak için indirildiğini söylemişlerdir. Çünkü gençler, şehvet peşinde koşanlar ve fasıklar sokaklarda ve yollarda cariyelere takılırlardı. Zaman zaman bu sataşmalarda cariyelerle hür kadınlar karıştırılabiliyor ve onlar da bu tür nahoş hareketlere maruz kalıyorlardı. Ayetin içerik yönünden neyi kastettiği açıktır. Ve bir açıdan işlemekte olduğumuz konuyu, cariyelerin hür kadınlardan daha çok fahişeliğe ve fuhuşa nden olacak sataşmalara maruz kaldığını göstermektedir.

1. Kadınlarınızın fuhuş yaptığı hakkında dört şahit şehadet ederse, onları, ölüm alıp götürünceye ya da Allah onlara bir yol kılıncaya kadar evlerde alıkoyun. Sizlerden fuhuş yapanlardan her ikisine de eziyet edin. Eğer tevbe ederler de ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Şüphesiz, Ailah, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Nisa, 15-16)
2. Zinaya yaklaşmayın, şüphe yok o, çirkin bir hayasızlıktır, ve kötü bir yoldur. (İsra, 32)
3. Ve onlar ırzlarını korumakta olanlardır; Ancak eşleri ya da sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda onlar kınanmış değildir. Fakat kim bundan ötesini aşarsa, artık onlar sırrı çiğneyenlerdir. (Müminun, 6-7)
4. Zina eden kadın ve zina eden erkeğe, herbirine yüz değnek vurun...(Nur, 2)
5. Zina eden erkek, zina etlen yada müşrik olan bir kadından başkasını nikahlayamaz; zina eden kadın da zina eden ya da müşrik bir erkekten başkasını nikahlayamaz; Bu mü'minlere haram kılınmıştır. (Nur, 3)
6. Eğer cariyeleriniz namuslu olmak isterse onları fuhuşa zorlamayın,(6) (Nur, 33)
7. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler, zina etmezler. Kim bunları yaparsa, ağır bir ceza ile karşılaşır. (Furkan, 68)
Ayrıca Bkz: (19/20)

Dokuzuncusu: Kur'an'da zinadan söz eden Mekkî ve Medenî bir dizi ayet vardır. Bunlardan bir kısmı bizzat zina kavramını ve onun türevlerini zikrederken bir kısmı onu fahişelik, bir kısmı da fuhuş olarak nitelemektedir. Zina eden kadın kavramı ise, fahişe anlamında kullanılmaktadır. Gelecek ayetlere bir göz atalım.

Bu ayetlerden anlaşıldığına göre Peygamberin çevresi ve asrının, doğal olan insan yaşamından farklı olmadığını ve geçici zina olaylarından, uzak bulunmadığını söylememiz uygundur. Hatta bu zina olayları dar bir alana da yayılmış değildi. Geniş bir alana yayılmıştı. Ve toplum tarafından sert tepkiyle karşılanmıyordu. Şunu da dikkatle görmeliyiz ki, Nisa ayetleri zina edenlere belli bir ceza sistemi getirmemiş, aksine bu konuda onlara daha hafif bir uygulamada bulunulmasına eğilimli bir açıklama yapmış, ayrıca kolay kolay, yakalanmayacak bir pozisyon olan, ancak tam bir aşırılıkla zina uygulandığında nadir olarak tesbit edilecek şart; dört şahidin şahitliğini zorunlu kılmıştır. Nur sûresinin dayak atma ve sakındırmadaki kesin uygulaması ancak belli bir süreden sonra inmiştir. Bu ve diğeri, söz konusu geleneğin köklü olarak yerleştiğini ve toplumda yaygınlık kazandığını göstermektedir. Buna bağlı olarak İlahi Hikmet gereği, önce tedrici olarak kötülenmiş, ikinci merhalede fiilin tesbitinde ve haberlerinin yayılmasında zor şartlar getirmiştir. Şahitler konusunda gösterilen bu titizlik ve kesinlik de; insanların, birbirlerini zina ile itham etmelerinin, o toplumda yaygın olduğunu ilham edebilir. Ve bu aynı zamanda onun toplumda köklü biçimde yerleştiğinin ve yayıldığının da dayanağıdır.

(6) "Eğer cariyeleriniz evlenmek isterlerse onlara engel olmayın. Çünkü bu, onların zinaya (fuhşa) zorlanmalarına neden olur."

Bizce ayetin en güzel yorumu budur. Yoksa pek çok tefsir kitaplarında kaydedildiği gibi, bazı kimselerin cariyelerini fuhuş yapmaya zorlamaları değildir.

Rivayetlerin kaydettiğine göre, bir ayet, evli olduğu halde zina edenlerin recin edilmesiyle ilgili olarak inmiştir. Fakat rivayetler bu ayetin ifade biçiminde ve nesh edilip edilmemesinde ihtilafa düşmüşlerdir. Cumhur'a göre bu ayet lafız yönünden nesh edilmiş, hüküm yönünden yürürlükte bırakılmıştır. Ayetin bu şekilde gerçekten çok Önemli bir hükmü ihtiva ettiği halde, nesh edilmiş olması, anlaşılacak gibi değildir. Hikmetini kavrayabilmiş değilim. Bizim eğilimli olduğumuz görüş, bu ayetin indirildiği, sonra da indirilişinin hikmeti gereği, birden nesh edilmiş/unutturulmuş olma olasılığının tercih edilmesi yönündedir. Eğer bu yaklaşım doğru olarak kabul edilirse, o da daha önce ifade ettiğimizi desteklemiş olur. Bu yaklaşımımızın az önce Kur'an ayetlerinden ilham alarak, cariyelerin ve Ehl-i Kitab kadınlarının fahişeliği daha fazla yatkın olduğu ve bu konuda bir kat daha yoğunlaştıkları şeklindeki yaklaşımımızla çeişmeyeceği açıktır. Az Önce naklettiğimiz ve kadınların bey'atlaş-masi anlatılan Mümtehine 12. ayeti ile ilgili olarak kaydedilen rivayete göre Ebu Süfyan'ın karısı Hint, peygamberle bey'atleştiğinde söz, "Zina etmeyeceğinize" cümlesine gelince, yüksek sesle "Hür kadın da zina mı edermiş?!" diye bağırmıştı. Bu da ayrıca yaklaşımımızın doğruluğunu pekiştirebilecek bir nakildir.

Onuncusu: Bu çevrede erkeklerin, davetsiz ve izin almadan evlere girmeleri, kadın ve erkeğin beraberce gecelemeleri gibi yaygın adetler vardı. Özellikle de cariyeler ve kölelere istedikleri zaman odalara (haremlik) girme izni verilmişti. Biz bunu, söz konusu adeti yasaklayan ve edep kurallarını öğreten aşağıdaki ayetten anlıyoruz:

1. Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, izin alıp, selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz. Eğer orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin; ve eğer size "dönün" denilirse, siz de dönün, bu sizin için daha temizdir. Allah yapmakta olduklarınızdan haberdar olandır. (Nur, 27-28)
2. Ey iman edenler; ellerinizin altında bulunan köle ve cariyeler ve sizden henüz erginliğe ulaşmamış olanlar, sabah namazından önce, öğle sıcağında soyunduğunuz zaman ve yatsı namazından sonra yanınıza girecekleri vakit üç defa İzin istesinler. Bunlar sizin açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta size de, onlara da bir mesuliyet yoktur. Allah size ayetlerini böylece açıklar. Ve Allah Alim'dir, Hakim'dir, çocuklarımz erginlik çağına vardığında, kendilerinden öncekiler izin istediği gibi onlar da izin İstesinler. Allah size ayetlerini böyle açıklar. Ve Allah Alîm'dir, Hakîm'dir. (Nur, 58-59)
3. Ey İman edenler, peygamberin evlerine yemek İçin çağınlmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; ancak çağrıhrsanız artık girin; yemeği yediğinizde de dağılıverin. Söz ve sohbete dalmayın. Gerçekten bu peygambere eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır, oysa Allah, hak(kı açıklamaktan utanmaz. Onlardan (peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalpleriniz için de onların kalpleri için de daha temizdir... (Ahzab, 53)

Onbirincisi: O toplumda geçerli olan adetlerden biri de kadının kendisini erkeklere göstermesi, süslü püslü bir şekilde boyun ve göğsü açık olarak onların önünden geçmesi adetidir. Kadınlar, ellerine, kulaklarına ve boyunlarına taktıkları gibi ayaklarına da süs ve ziynet eşyası takarlardı. Eğitici ve öğretici nitelikte bulunan aşa¬ğıdaki ayetlerde bunları rahatlıkla görebiliyoruz:
1. Müminlere söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu onlar için daha temizdir. Kuşku yok ki Allah, yapmakta olduklarından haberi olandır. Mümin kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; üslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş Örtülerini yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini kendi kocalarından, ya da babalarından, ya da kocalarının babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından, ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kızkardeşlerinin oğullarından, ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da erkeklerden yana ihtiyacı olmayan hizmetçilerden, ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına gösternıesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını da yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah' a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz. (Nur, 30-31)
2. Kadınlardan evlenme arzusu kalmayıp oturmakta olanlar, süslerini açığa vurmaksızın elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir sakınca yoktur. Yine de iffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah, işitendir, bilendir. (Nur, 60)

Onikincisi: Bu toplumda insanlar, başka bir ayetin ilhamına göre, ayrı ayrı yerlerde, müstakil evlerde otururlardı. Babalar kendi başlarına, çocuklar da kendi başlarına oturuyorlardı. Bunun yanında kardeşlerin, amcaların, teyzelerin, halaların, kızkardeşlerin de kendilerine özgü evleri bulunuyordu:
"Size gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarına malik olduklarınız (evlerin)den yemenizde de bir günah yoktur." (Nur, 61)

Onüçüncüsü: Sözkonusu toplumun adetlerinden biri de evlat edinmeydi. Adam, kendi çocuğu olmayan birisini yanına alır, kendi çocuğu kabul eder ve onu oğlu diye çağırırdı. Böylece çocuk ona nispet edilerek onun gerçek oğlu imiş gibi kabul edilir, onun adıyla çağırılır ve ona varis olurdu. Evlat edinilen çocuğun yakın akrabası, aynı kendi çocuğunun yakın akrabası gibi kabul edilirdi. Bu nedenle evlat edinilen kimsenin boşadiğı ya da ondan dul kalan kadının, onunla evlenmesi helal olmazdı. Kızı da, annesi de, bacısı da öyle. Evlat edinilen kişi de evlat edene karşı, bu yakınlığı ve bu yasaklamaları kabullenirdi. Nitekim Peygamber (s) de peygamber olmadan önce bir çocuğu evlat edinmiş, adı Zeyd b. Haris olduğu halde Zeyd b. Muhammed diye çağırılmıştır. Evlat edinme adeti halkın gözü önünde törenle yapılırdı. Evlat edinen, evlat edindiği kişiyi halka açıklar ve bu alışılagelen sözlerle, ifade ederdi.(7) Kur'an bu alışkanlığı hatalı olarak görmüş ve aşağıdaki ayetlerle onu iptal etmiştir.
(7) Usdıı'I-Ğâbe, II. 224-225 144

1. ...Evlatlıklarımızı da sizin (öz) çocuklarınız saymadı, Bu sizin (yalnızca) ağzınızla söyîemenİzdir. Allah ise hakkı söyler ve (doğru olana) yöneltir. Onları (evlat edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah katında daha adildir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, artık onlar dinde sizin kardeşleriniz, dostlarınızdır. (Ahzab, 4-5)
2. Allah ve Rasulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min olan bir erkek ve mü'min olan bir kadın için o işte seçim haklan yoktur. Kim Allah'a ve Rasulüne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır. Hani sen, Allah'ın kendilerine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: "Eşini yanında tut ve Allah'tan sakın" diyordun; insanlardan da çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun, oysa Allah, kendisinden çekinmene çok daha layıktı. Artık Zeyd, ondan 'ilişkisini kesince(5 )biz onu seninle evlendirmiş olduk; böylelikle evlatlıklarınız karılarından ilişkilerini kestikleri zaman, onlarla evlenme konusunda müminler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir. Allah'ın kendisine farz kıldığı bir şeyde peygamber üzerine hiçbir güçlük yoktur. Daha önce olup geçenlerde de olan Allah'ın sünnetidir. Allah'ın emri, olup bitmiş bir olaydır Ki onlar, Allah'ın risaletinİ tebliğ edenler, ondan içleri titreyerek korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter. Muhammed, sizin erkelerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Rasulü ve Peygamberlerinizin sonuncusudur. Al¬lah, herşeyi bilendir. (Ahzab, 36-40)

3. Sizin kendi neslinizden olan oğullarınızın eşleri de... (Nisa, 23)

Ahzab sûresinin 36-40 ayetleri ve onlarla ilgili olarak rivayet edilenler, evlat edinme geleneğinin toplumda gerçekten köklü şekilde yerleştiğini göstermektedir. Özellikle peygamber dahi olsa, Arapların psikolojik yapısı üzerinde, tahribata neden olabilecek bir girişimle evlatlığının boşadiğı hanımla evlenmesine karşı gösterilen tepki de bu geleneğin gücünü göstermektedir. Zira bu geleneği bizzat Peygamberin kendisinin iptal etmesi gerekmeyebilirdi. Hatta bu bizzat Peygamberin kendisi üzerinde bile etkili olmuş, insanların bu konudaki dedikodusundan korktuğu için bu konuda gevşek davranmıştır. Yine bu ayetler gösteriyor ki Hz. Muhammed'in bu geleneği yürürlükten kadırması münafıklarla birlikte, bir grup ihlaslı müslümana da ağır gelmiştir. Bu konuda şiddetli bir tepki ile karşılaşmış ve pek çok dedikodunun çıkmasına neden olmuştur...

Ondördüncüsû: Arap ailelerinde özellikle de şehirlerde yaşayanlarında çocuklarını bedevilere emzirtme adeti vardı. Çocuklarını bedevi süt anaya teslim ederlerdi. Böylece çocuklar, ilk çocukluk yıllarını kırda (Badiye: Vaha, Sahra) geçirme olanağını elde ederlerdi. Zira orada hava daha temiz, sağlık şartlan daha uygun Arap, örf adet ve hususiyetleri daha belirgindi. Bu gelenek anlattığımız şekilde Kur'an'da anlatılmamıştır. Ancak emzirme ile ilgili bir işaret vardır:

Eğer çocuklarınızı emzirtmek isterseniz vereceğinizi güzelce verdikten sonra üzerinize bir günah yoktur. (Bakara, 233).

Süt emzirmeyle ilgili rivayetlerin kaydettikleri nakiller, bizim açıklamamız doğrultusundadır. Ve bunlardan anlaşıldığına göre bu adet de küçümsenmeyecek ölçüde bir yaygınlık kazanmıştı.

Onbeşincisi: Arapların adetlerinden biri de bebeklerini sütten kesmede acele etmemeleriydi. Nitekim ayetlerden biri gerçek emzirme süresinin tam iki sene olduğunu kaydetmiş, başka bir ayet de ayrılığın yani sütten kesmenin iki sene olduğunu belirtmiştir. Yine ayetlerden birinde hamilelik ve sütten kesme süresinin otuz ay olduğuna işaret edilmiştir. Bu da herkesçe bilinen normal emzirme süresinin yirmi aydan daha fazla olduğu anlamına gelir.

1. Anneler, çocuklarını -emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse için tam iki yıl emzirirler. (Bakara, 233)
2. Biz insana anne ve babasını tavsiye ettik. Annesi onu zorluk üstüne zorlukla taşımıştır. Onun ayrılması da iki yıl içindedir. (Lokman, 14)
3. Biz insana anne-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınmasıyla sütten kesilmesi otuz aydır. (Ahkâf, 15)

Onaltıncısı: Orada geçerli olan adetlerden biri de, evlenme yaşına ya da cinsel ilişki gücünün elde edildiği yaşa gelen kimselerin Râ-şid olarak kabul edilmesidir. Bunu, akli olgunluktan (Rüştten) emin olmak için yapılacak düzenlemeleri ihtiva eden ayetten anlıyoruz:

"Nikah çağına varıncaya kadar öksüzleri deneyin, eğer onlarda bir olgunluk görürseniz hemen mallarını kendilerine verin." (Nisa, 6)

Onyedincisi: Toplumda yürürlükte bulunan adetlerden biri de, çocukların öldürülmesi, kız çocuklarının gb'mülmesiydi. Aşağıdaki ayetlerde bunu görüyoruz:
1. ... fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizi de onları da biz besliyoruz... (En'am, 151)
2. Onlardan birine dişi (çocuğu olduğu) müjdelendİği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir, onu aşağılama pahasına tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün! Bak ne kötü hüküm veriyorlar. (Nahl, 5S-59)
3. Çocuklarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyin. Onları da sizi de biz rızıklandınrız. Onları öldürmek büyük bir günahtır. (İsra, 31)
4. Ey Peygamber mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek... üzere sana biat etmek amacıyla geldikleri zaman... (Mümtehine, 12)
5. Ve diri olarak toprağa gömülen kızcağıza, sorulduğu zaman: Hangi suç¬tan dolayı öldürüldün? (Tekvir. 8-9)

Bu ayetlerden ilham alarak Araplardan bir kesimin, çocuklarını fakirlik ve yoksulluk yüzünden ya da onların korkusuyla öldürdüklerini, başka bir kesimin de kız çocuklarının doğmasına öfkelendikleri ve hoşlanmadıkları için onları gömdüklerini söylemek mümkündür. Özellikle. Nahl ve İsra sûresi ayetleri onların bu eylemlere neden giriştiklerine ışık tutmaktadır. Yine fakirlik korkusu ya da fakirliğe neden olma endişesiyle çocukların öldürülmesi hem erkek hem de kız çocuklarını kapsıyordu. Belki de bu tür olaylar Hicaz ikliminin karşı karşıya bulunduğu kıtlık ve yokluk senelerinde meydana geliyordu. Ve herhalde köylerde, şehirlere oranla daha yaygındı. Kızların öldürülmesi ve toprağa gömülmesinin bu etkenden başka bir etkeni daha var ki o da ayıplanma, horlanma, alay konusu olma ve kınanma endişeleriydi, kızların savaşlarda bir yararlılık gösterememesi, zenginlik, asabiyet ve çoklukla övünme gibi konularda işe yaramaması da buna eklenebilir. Ki bunların hepsi peygamber asrının ve çevresindeki toplumun problemleri, zorlukları ve görüntüleriydi.

En'am sûresinde yer alan bazı ayetler, Arapların bazı zamanlarda erkek çocuklarını tanrılara kurban ettiklerini ve bunu dinî bir görev olarak algıladıklarını göstermektedir. Bu da dikkat çeken önemli bir noktadır. Bu adetle ilgili değerlendirmelerimizi "Dinler ve inançlar" konusunda açıklayacağız.

Onsekizincisi: Daha önce naklettiğimiz miras ayetleri8 ve onlar¬dan önce inmiş olan vasiyet ayetinden çıkarılabilecek tesbitleri şu şekilde sıralayabiliriz. Önce vasiyet ayetini verelim:

"Sizden birine ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride hayır bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya bilinen bir tarzda vasiyette bulunması size yazıldı. Bundan böyle kim onu işittikten sonra değiştirirse, günahı elbette onu değiştirenler üzerinedir. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir." (Bakara, 180-181).

Buna göre diyebiliriz ki:
1) Bu ortamda mirasın belirlenen bir düzeni yoktu. Vefat eden kişinin yakınları, akrabası mirastan kendisine düşen payın ne olacağını ve hakkını tesbit etme olanağından yoksundu.
2) Kadının hakkı mirasta kız, kardeş ve hanım olarak belli değildi. Herkes tarafından kabul edilen değişmez bir şey yoktu. Zamanın şartlarına bırakılmıştı.
3) Anne babanın mirastaki hakkı değişmez bir kurala bağlanabilmiş değildi.
4) Ölünün mirasına konan temel miras sahipleri, erkek çocuklardı. Sonra atalar, kadınlar ve diğer akrabalar gelirdi. Artık bunlar duruma göre bazen miras alır, bazen de ondan mahrum kalırlardı.
5) Ölünün vasiyeti, zorunlu olarak yerine getirilmesi gereken bir görev olarak kabul edilmiyordu. Bu da şartların vicdanına yani mirasçılara bırakılmıştı.
6) Bazen miras sahibi olma miras bırakanın vasiyetine uygun şekilde oluyordu.
7) Kelale olarak ölen yani çocuğu ve babası olmayan kişinin mirası çözümlenmemiş meselelerdendi. Akrabasının gücüne göre kanalize olurdu.

Özellikle kız kardeşler bu konuda çok az zamanlarda paylarını tam olarak alabiliyorlardı.
(8) Nisa; 7, 8, 11, 12, 13, 14. 172 ve 176. ayetler.

Ondokuzuncusu: Kur'an'da anne babaya saygı göstermeyi, onlara, iyilik ve yumuşaklıkla muamele etmeyi teşvik eden, onları öfkelendirmekten, onlara karşı gelmekten sakındıran, çocuklarının mirasıdan belirlenmiş bir pay ayıran ve bu konuda onları zikzaklar çizebilecek vasiyetin ve değişebilecek şartların merhametine bırakmayan bir dizi ayet vardır. Sıra ile bazılarını gözden geçirelim.
1. Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki "Hayır olarak infak edilecek şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır Hayır olarak her ne yaparsanız. Allah onu kuşkusuz bilir. (Bakara, 215)
2. Allah'a ibadet edin ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın anne-babaya,yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara güzellikle davranın. (Nisa, 26)
3. De ki. "Gelin size Rabbinizin neleri haranı kıldığını okuyayım. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne b'abaya iyilik edin.. (En'am, 151) Ayrıca Bkz: (17/23-24, 46/15-16; 2/180-181; 4/11-14)

Bu üslup ile tekrarlanan ve pekiştirilen anne ve babanın haklarına riayet etme onlara karşı ikramda bulunma, kendilerine bakıp vasiyette bulunma, sonra çocuklarının mirasından onlara belli bir pay ayıran nasslar peygamberlik döneminden önce ana baba haklarının, onlara saygının ve geçimlerinin temin edilmesi konularının garanti altında olmadığını, onların ihmale uğradığını, yanhz bırakıldığını ve sözlerinin dinlenmediğini işaret etmektedir. Herhalde onların yaşça hayli ileri olanları bu konuda daha fazla eziyet görmüş ve rahatsız edilmiş olmalıdır.

Şuna da dikkat etmeliyiz ki, Mekkî ve Medenî bazı ayetler çocuklardan, anne babaları onlara şirk koşmayı emrettiğinde itaat etmemelerini istemekte; ana baba küfrü imana tercih ettiğinde, çocuklara onları veli edinmemeleri emre dilmektedir. Bakınız: Lokman, 14-15; Ankebut, 8; Tevbe, 22-24 ve Mücadele 23. ayetler. Bu ayetler İslam daveti ve Sîret-i Nebeviyenin ortamı ile ilişkilidir, daha önce (atalara) itaati emreden Kur'an ayetlerine ek bir açıklama mahiyetindedir.

Yirmincisi: Kur'an'da yetimlerin hakkına riayet etmeyi, onlara iyilik yapmayı teşvik eden, onların mallarını yemeyi ve onların haklarıyla oynamayı çeşitli yöntem ve şekillerle yasaklayan ve bu konuda kesin hüküm belirleyen Mekkî ve Medenî pekçok ayet vardır. Şimdi bunları gözden geçirelim.
1 iyilik; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygambere iman eden, ona olan sevgisine rağmen malı yetimlere, yoksullara veren... (Bakara, 177)
2. Ve sana yetimleri sorarlar De ki: "Onları ıslah etmek hayırlıdır. Eğer onları aranıza katarsanız, artık onlar sizin kardeşinizdir. Allah bozgunculuk yapanları, ıslah ediciden ayırdeder (Bakara, 220)
3. Yetimlere mallarını verin ve temiz olanla pis olanı değiştermeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir suçtur. Eğer yetim (kiz)lar konusunda adaleti yerme getiremeyeceğinizden korkarsanız, bu durumda size helai olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın...9 (Nisa, 2-3)
4. Nikah çağma varıncaya kadar öksüzleri deneyin, eğer onlarda bir olgunluk görürseniz, hemen mallarını kendilerine verin... (Nisa, 6)
5. Gerçek şu ki, yetimlerin mallarım zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar, önlaı, çılgın bir ateşe gireceklerdir. (Nisa, 10)
6. Ancak o, sarp olan yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir? Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük ver-mek)tir. Ya da açlık gününde doyurmaktır, yakın olan bir yetimi, ve zengin yetim kızların vasileri, onların başkalarıyla evlenmelerine engel oluyorlardı Onların mallarının ellerinden çıkmasını istemiyorlardı Bunun ıçin de bu kızları ya kendilerine ya da oğullarına nikahlıyorlardı Bu kızlar güzel olmadığı zamanlar da onlara eziyet ediyorlardı Kur'an bu durumu engellemek istemişti ya bîr yoksulu (Beled, 11-16)
7. "Dini yalanlamakta olanı gördün mü? İşte yetimi iten, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur." (Ma'un, 1-3)
Ayrıca Bkz: (2/215; 4/36; 4/127; 6/152; 8/41; 59/7; 76/8; 89/17-18; 93/9-10)

Zayıfları korumak, İslam'ın temel hedeflerinden biri iken yetimlerle ilgili, onların isimleri bizzat verilmek suretiyle, yapılan açıklamalar ve uyanlar gösteriyor ki, onlar bu ortamda haklarını gereği gibi alamıyor, onlara yeterince iyilik edilmiyor ve yeterli ölçüde yardımcı olunmuyordu. Bu nedenle Kur'an onların durumunu düzeltmek amacıyla bu kadar kesin telkinler, kati emirler vaaz etmiştir. Ve bu ayetler aynı zamanda peygamber asrında ve peygamberlikten önceki çevrede yetime yapılan muameleleri ve onların mallarının nasıl saçıp savrulduğuna ışık tutacak tablolar içermektedir.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Miralay (30. March 2011), yeşil (7. November 2011)