Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 11:46 PM   #6
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

19.Ve şu bir gerçek ki Allah’ın kulu/ Peygamber O’na çağırarak ayaklandığı/ harekete geçtiği zaman o yabancılardan bir grup o’nun çevresinde neredeyse kenetlenecekler.

Bir önceki ayet gibi bu ayet de surenin başındaki “uhıye” fiilinin naib-i faili olup cümle şöyle takdir edilmelidir:

De ki: “Bana vahyolundu ki: Şu bir gerçek ki, Allah’ın kulu [Peygamber] O’na çağırarak ayaklandığı [harekete geçtiği] zaman onlar [cinnden bir grup] onun etrafında neredeyse bir keçe olacaklar [kenetlenecekler].”

Bu ayeti doğru anlamak, “ كاد يكونونkade yekününe [neredeyse olacaklar]” ifadesi ile bildirilen davranışı kimin yaptığını doğru tespit etmeye bağlıdır. Bize göre bu fiilin gizli öznesi, surenin başında zikredilmiş olan “cinnden bir gurup”tur. Bu durumda ayetten peygamberimize şu bilginin vahyedildiği anlaşılmaktadır: Kur’an’ı dinlemiş, anlamış ve iman etmiş olarak memleketlerine dönen “cinn” [yabancılar] grubu, bu vahyi kendilerine tebliğ eden peygamberimizin Allah’a davet ederek harekete geçmesi durumunda onun çevresinde keçe gibi kenetlenecekler ve ona yardım edeceklerdir. Nitekim ayette bildirilenler aynen gerçekleşmiş ve bu bir avuç yabancı daha sonra Ensar diye anılan saygın sahabeler olmuşlardır.

Ayette geçen ve öznesi peygamberimiz olan “ قامkame” fiili “kalkmak” demektir. Ama bu kalkış “otururken ayağa kalkma” veya “namazda ayakta durma” manasında olmayıp “kıyam etme, haksızlığa baş kaldırma” anlamındadır. Gerçekte de peygamberimiz ayetteki “kame” sözcüğünün “kıyam” anlamına uygun bir tarzda haksızlığa baş kaldırmış ve Kâbe’yi haksızlığa baş kaldırma merkezi yapmıştır.

Bu “başkaldırma” ifadesi “Ashab-ı Kehf” için de kullanılmıştır:

14,15.Ve Biz onlar ayaklanıp da: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O’nun astlarına ilâh olarak yalvarmayız, yoksa kesinlikle saçma-sapan konuşmuş oluruz. Şunlar, Allah’ın astlarından ilâhlar edinen bizim toplumumuzdur. Edindikleri ilâhlara dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah’a karşı yalan uydurandan daha yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan kim olabilir?” dediklerinde onların kalplerini sağlamlaştırdık.

(Kehf/ 14,15)

20.De ki: “Ben kesinlikle Rabbime dua ederim ve hiçbir şeyi de O’na ortak koşmam.”

21.De ki: “Şüphesiz ben, sizi bir zarara ve iyiliğe, kötülüğe, güzele, doğruya götürmeye güç yetiremem.”

Bu ayetlerle insanlara bir tevhit dersi verilmektedir. Şöyle ki: Peygamberimizin kimseye bir zarara veya reşada güç yetiremeyeceği, yani kişilerin zarara uğramalarında yahut iyilik bulmalarında peygamberimizin bir rolünün olmadığı, bizzat peygamberimizin ağzından duyurulmaktadır. Görüldüğü gibi, insanları doğruya kılavuzlamak elçiye ait bir görev değildir. Bu görev elçinin getirdiği mesaja aittir.

22,23.De ki: “Gerçek şu ki Allah’tan beni, Allah’tan tebliğler ve O’nun elçiliği görevleri dışında hiçbir kimse hiçbir zaman kurtaramaz. Ben O’nun astlarından bir sığınak da hiçbir zaman bulamam. Artık kim Allah’a ve O’nun Elçisi’ne karşı çıkarsa, onun için cehennem ateşi vardır. Onlar orada sonsuz olarak kalıcıdırlar.

Klâsik kaynakların hepsi de Mekkeli kodamanların tevhit çağrısı yapan peygamberimize geldikleri ve ona “Sen büyük ve riskli bir işe soyundun, böylece herkesin düşmanlığını kazandın. Gel bu işten vazgeç! Biz sana hem yardım ederiz, hem de seni koruruz” dediklerini kaydetmişlerdir. Yukarıdaki ayetler Mekke müşriklerinin bu teklifleri üzerine inmiştir.

Peygamberimizin elçilik [tebliğ ve tebyîn] görevlerini yerine getirmekten başka bir rolünün olmadığı ve ancak bu görevi yaptığı takdirde kendisini kurtarabileceği yönündeki ifade, peygamberimizin kimseye zarar ve reşada güç yetiremeyeceğini bildiren 21. ayetteki ifadenin teyidi mahiyetindedir.

23. ayette Allah’ın astlarından bir sığınak bulunamayacağı bildirilerek tevhit ilkesi vurgulandıktan sonra, Allah ve elçisine karşı çıkanların ebediyen kalmak üzere cehenneme gönderilecekleri bildirilmiştir. “Allah’a ve elçisine karşı çıkmak” ifadesinden “ لممlemem” denilen basit hatalar ve bilmeden işlenmiş suçlar anlaşılmamalıdır. Bu ifade ile kastedilen, “Allah’a ve elçisine savaş açmak”tır. Zaten Allah’a ve elçisine karşı çıkmaya uygun görülen ceza da, affedilmeyeceği bildirilen şirk ve küfür suçlarına verilecek ceza ile aynıdır. Bu ceza “cehennem ateşi” ve “cehennemde ebediyen kalmak”tır.

24.Sonunda tehdit edildikleri şeyi gördükleri zaman, kimin yardımcı yönünden en zayıf ve sayıca da daha az olduğunu hemen bileceklerdir.

Bu ayet, Allah’ın elçisine “Gel bu davadan vazgeç!” şeklinde üstü kapalı tehditler savuran Mekke kodamanlarına bir uyarı mesajıdır. Tehdit edildikleri şeyi gördükleri zaman, yardımcı yönünden kimin en zayıf ve sayıca daha az olduğunu hemen bilecekler ama iş işten geçmiş olacaktır. Malları, askerleri ve çevreleri hiçbir işe yaramayacaktır.

Burada müşriklerin sadece ahiretteki ceza ile tehdit edildiklerini düşünmek bize göre mesajın eksik anlaşılması demektir. Onların bu dünyada karşılaşacakları hezimetler, rezillikler de bu tehdit kapsamındadır. Nitekim bu inkarcılar Bedir Savaşında sayıları ve imkânları itibariyle kendilerinden kat kat az olan Müslümanlar karşısında perişan olmuşlardır.

25-28.De ki: “O tehdit olunduğunuz şey yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi tanıyacak ben bilmiyorum. Rabbim, bütün görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilendir. Ve de elçilerden seçip hoşnut olduğu kişi hariç, göstermediğine, duyurmadığına, sezdirmediğine, geçmişe, geleceğe hiçbir kimseyi bilgi sahibi yapmaz. Çünkü O, Rablerinin gönderdiklerini gereği gibi tebliğ ettiklerini bilsin diye onun her tarafından gözetleyiciler salar. O, onların yanında olan her şeyi kuşatmıştır, her şeyi de sayısı ile saymıştır.”

Bu ayet grubunda tevhit ilkeleri ön plânda olmak üzere Allah-elçi-vahy ilişkisine değinilmiş, ayrıca gaybe ait bilgilerin Allah katında olduğu, Allah’ın bu bilgilerden bazılarını ancak kendi seçtiği ve hoşnut olduğu elçilerine vahyederek öğrettiği, bunun dışında kimsenin gaybe dair bir şey bilemeyeceği ve Allah’ın hem vahyini hem de elçilerini koruduğu açıklanmıştır.

Ayrı bir necm olan bu ayet grubu, “De ki” ifadesiyle başladığı için, o tarihte yaşanmış bir olaya cevap niteliğindedir. Klâsik kaynaklarda yer aldığına göre, söz konusu olay, 22. ve 23. ayetlerin tebliğinden sonra Mekke ileri gelenlerinden Nadr b. El-Haris’in peygamberimize gelerek küstahça “Bu bizi tehdit ettiğin şey ne zaman gelecek?” diye sormasıdır. Nadr, yönelttiği soruyla bu tehditlere inanmadığını ve inanmayacağını belirterek bir bakıma vahye kafa tutmaya kalkışmıştır. Bu ayet gurubunun “O tehdit olunduğunuz …” diye başlamasının sebebi, klâsik kaynaklarda bu olayla açıklanmıştır.

Bu ayetin bir benzeri de Enbiya suresinde yer almıştır:

109-111.Buna rağmen eğer yüz çevirirlerse: “Size dosdoğru/ eşit/tarafsız olarak açıkladım ve tehdit olunduğunuz şey yakın mı, uzak mı bilmiyorum. Şüphesiz Allah, sözden açığa vurulanı bilir, gizlediğiniz şeyleri de bilir. Ve ‘Belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar yararlandırmak içindir’ ben bilmiyorum” de.

(Enbiya/ 109)

ALLAH’IN RAZI OLDUĞU PEYGAMBERLERE “GAYB”İ BİLDİRMESİ:

Rabbimizin bazı gayb haberlerini, seçtiği ve kendilerinden razı olduğu elçilere bildireceği bu ayetlerden başka ayetlerde de bildirilmiştir:

179.Allah, murdar olanı temiz olandan ayırt edinceye kadar mü’minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz şey üzerinde bırakacak değildir. Allah sizleri görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen, geçmiş, gelecek üzerine bilgilenen biri yapacak da değildir. Velâkin Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse Allah’a ve Elçisi’ne iman edin. Ve eğer iman eder ve Allah’ın koruması altına girerseniz, işte o zaman sizin için çok büyük bir karşılık vardır.

(Âl-i Imran/ 179)

86,87.Ya‘kûb dedi ki: “Ben, içimi doldurup taşan özlemimi, kederimi Allah’a şikâyet ediyorum. Ve ben Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf’u ve kardeşini araştırın. Allah’ın vereceği ferahlıktan ümit kesmeyin, kesinlikle kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler toplumundan başkası Allah’ın vereceği ferahlıktan ümit kesmez.”

(Yusuf/ 86, 87)

Yüce Allah Medine’de geçen konuşmaları nasıl bu surede peygamberimize vahyederek bildirmiş ise, dilediği bazı gayb haberlerini de elçilerine o şekilde vahyederek bildirmiştir. Rabbimizin bildirdiği bu haberler, elçilerin daha önce bilmediği haberlerdir. Elçiler de görevleri gereği, kendilerine vahyedilen haberleri Allah’ın mesajı olarak insanlığa iletirler.

Bunun böyle olduğunu gösteren Kur’an’da daha birçok ayet vardır:

44.İşte bu, algılama imkânının olmadığı, geçmişin önemli haberlerinden sana vahyettiklerimizdir. Ve Meryem’e hangisi kefil olacağına kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Onlar tartışırlarken de sen yanlarında değildin.

(Âl-i Imran/ 44)

49.İşte Nûh ile ilgili anlatılanlar, sana vahyettiğimiz görülmeyenin, duyulmayanın, sezilmeyenin haberlerindendir. Bunları sen ve toplumun bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz âkıbet, Allah’ın koruması altına girmiş olan kişilerindir.

(Hud/ 49)

102.İşte bu, sana vahyettiğimiz görmediğinin, duymadığının, bilmediğinin haberlerindendir. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip kötü plân yaparlarken sen onların yanında değildin.

(Yusuf/ 102)

44.Ve Mûsâ’ya o emri gerçekleştirdiğimiz sırada sen batı yönünde değildin. Hazır bulunanlardan, görenlerden de değildin.

45.Ama Biz nice nesiller var ettik de, onların ömürleri uzadıkça uzadı. Sen onlara âyetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin; Fakat Biz elçi gönderenleriz.

46,47.Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr’un yanında da değildin. Tersine senden önce kendilerine uyarıcı/peygamber gelmeyen bir toplumu uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir fenalık geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik.

(Kasas/ 44–47)

49-51.Ve o’nu İsrâîloğulları’na; ‘Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir alâmet /gösterge getirdim/ gösterge ile geldim; şüphesiz ben, sizin için, çamurdan; kilden; seramikten kuş şekli gibi bir şey; “buhurdan (tütsülük”) tasarlarım. Sonra onun içine üflerim; aerosol oluştururum da Allah’ın izniyle hastalık yapan şeyler kuş oluverir/uçar gider. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, sosyal ölüleri Allah’ın izniyle diriltirim. Yiyeceklerinizi ve evlerinizde zahire yapacaklarınızı; biriktirip sonra yiyeceklerinizi size haber veririm. -Eğer inananlarsanız bunda sizin için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır.- Tevrât’tan sadece İncîl’de yer alanları doğrulayıcıyım. Size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim. Rabbinizden bir alâmet/gösterge de getirdim size. Artık Allah’ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Onun için O’na kulluk edin! İşte bu, doğru yoldur’ diye bir elçi yapacak” demişlerdi.

(Âl-i Imran/ 49-51)

Allah’ın, razı olduğu elçilerine gelecekteki olayların görüntülerini görme ve bu görüntüleri tevil etme ayrıcalığı tanımak suretiyle gaybi bildirdiğine dair de örnekler vardır. Meselâ Yüce Allah Yusuf peygambere “Ehadisin tevilini” öğretmiş, Yusuf peygamber de bu sayede zindan arkadaşlarının gördükleri görüntüleri ve hükümdarın gördüğü görüntüyü doğru açıklamıştır. Başka bir ifade ile Yusuf peygamber, Allah’ın kendisine öğrettikleri ile geleceğe ait görüntüleri tevil etmiş ve o görüntülerin neleri ifade ettiğini bilmiştir. Bu olayların ayrıntıları Yusuf suresinin 36-49. ayetlerindedir.

Allah’ın geleceğe ait görüntüleri göstermek suretiyle gaybten bilgi vermesinin bir örneği de peygamberimizle ilgilidir. Fetih suresinin 27. ayetinden anlaşıldığına göre, Rabbimiz, Mekke’yi fethedeceğinin görüntülerini peygamberimize önceden göstermiştir.

Böylece peygamberimiz, gayb haberi mahiyetinde olan bu görüntüler sayesinde fethi önceden bilmiştir:

27.Andolsun ki Allah, Elçisi’ne o görüntüyü; “Siz, Allah dilerse kesinlikle, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz” vizyonunu hak ile doğru çıkardı. Öyleyse Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da size bundan ast/yakın bir fetih kıldı.

(Fetih/ 27)

Allah’ın Kur’an’daki bu açıklamalarına rağmen bazı gafiller peygamberimizin “gayb”i bildiğine dair kitaplar yazmışlar, bazıları da yazılan kitaplardan derlemeler yapmışlardır. Ama yukarıdaki ayetlerle de sabittir ki, Kur’an’da bildirilenler haricinde peygamberimize izafe edilen “gayb”i bilme haberlerinin tümü yalan ve uydurmadır.

Allah’ın mesajında yer alan bunca ayete rağmen hâlâ peygamberimizin gaybi bildiğini iddia eden ve bu asılsız iddiaya inanan insanlar, bize göre ya Kur’an okumamışlardır veya okudukları hâlde yukarıdaki ayetlere itibar etmemektedirler. Bu insanlar Allah’ın bahşettiği ve insan olma ayrıcalığının yegâne göstergesi olan akıllarını biraz işletseler Allah’ın cehennem vaadine muhatap olmaktan kolayca kurtulabilirler.

Peygamberimizin gaybi bilmediğine dair geniş açıklama ve örnekler içeren bir incelememiz, A’raf Suresinin sonunda “Gaybe Dair” başlığıyla ek olarak verilmiştir. Bu yazımızın tekrar okunmasında yarar görüyoruz.

25-28. ayetler grubundaki “Çünkü O, Rablerinin gönderdiklerini gereği gibi tebliğ ettiklerini bilsin diye onun her tarafından gözetleyiciler salar. O, onların yanında olan her şeyi kuşatmıştır, her şeyi de sayısı ile saymıştır.”” ifadesiyle, Allah’ın emir ve vahiyleri kuşattığı, O’nun ilminin dışında bir şeyin olmadığı açıklanmıştır.

Bu husus En’âm suresinde daha ayrıntılı olarak verilmiştir:

59.Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O’nun katındadır. O’ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.

(En’âm/ 59)

Allah’ın vahyini ve elçisini koruduğu hususu ise farklı zamanlarda farklı ifadelerle tekrarlanmıştır:

9.Hiç kuşkusuz Biz, o Öğüt’ü/ Kur’ân’ı Biz indirdik, Biz. Ve kesinlikle Biz, onun için koruyucularız.

(Hicr/ 9)

67.Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O’nun verdiği elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler toplumuna kılavuzluk etmez.

(Maide/ 67)

44-47.Eğer Elçi/Muhammed, bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle O’ndan tüm gücünü alırdık. Sonra O’ndan can damarını kesinlikle keserdik. Artık sizden hiç biriniz O’na siper de olamazdınız.

(Hakkah/ 44–47)

52-54.Ve Biz, senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın. Bunun üzerine Allah, şeytanın/İblis’in attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah,şeytanın bıraktığını, kalplerinde hastalık bulunan; zihniyeti bozuk ve kalpleri kaskatı olan kimseler için dinden çıkarmak için, –şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar da kesinlikle uzak bir ayrılık içindedirler–,kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler, Kur’ân’ın şüphesiz Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, sonra da kalpleri ona saygı duysun diye âyetlerini güçlendirir, korur. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasalar koyan, güçlendirendir. Ve şüphesiz Allah, iman eden kimseleri dosdoğru yola kılavuzlayandır.

(Hacc/ 52- 54)

Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

1 (İbn Hişâm, Sîre, II, 70 vd.; İbn Sa’d, Tabakât, I, 217 vd.).

2 (İslam Ansiklopedisi, Akabe Bey’atleri Mad.)

3 ((Lisanü’l Arab; c.8, s.645. nfr mad.)

4 (RAZİ ve diğerleri.)

5 (Kurtubi, Ahkaf; 29. ayet açıklamaları)

6 (Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud; Cinn gecesi hadisleri)

7 (Lisanü’l Arab; c.4, s.148-149. rşd mad.)

8 (Lisanü’l Arab; c.5,s.113. ştt Mad.)

9 (Razi; Mefatihu’l Gayb, Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)

10 (“Zann” konusu için Bkz: İşte Kur’an; ??????

11 (M. Hamidullah; Aziz Kur’an, Cinn Suresi, 9. ayetin dipnotundan)

12 (Razi; Mefatihu’l-Gayb)

13 ((Lisanü’l Arab; c.8,s.125 lms mad.)

14 ((Lisanü’l Arab; c.7, s.259 kdd mad.)

15 (Razi; Mefatihu’l-Gayb)

16 Lisanü’l-Arab; c:5, s:331-333)

17 İlk dönemde hiçbir kaynakta ciddi bir nakil olmamasına rağmen daha sonraları, -başta tarikatlar tarafından olmak üzere- malumat adı altında dilden dile dolaşan yakıştırmalar üretilmiş, bu yakıştırmalar son dönemdeki belirli eserlerde de yer almıştır. Örneğin: Said Nursi, Şualar, 6. Şua; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Miraç ile ilgili ayrıntılar, 253. paragraf; İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l_Beyan, c:5, s:121)

18 Buhari/ Kitabü’l-Libas, 19. Bab, 33 numaralı; Kitabü’l-Cenaiz, 61. Bab 86 numaralı ve 96. Bab 144 numaralı hadis

19 Sahih-i Buhari, Kitabü-s Salat, 48. Bab’ta yer alan 74 numaralı hadis
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla