Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14. January 2009, 12:35 PM   #26
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Duydukları İlâhî Sözleri Tahrif Etmeleri (Çarpıtmaları)


74- Sonra bunun ardından yine kalbleriniz katılaştı; şimdi onlar, taş gibi, hattâ daha da katıdır. Çünkü öyle taş var ki, içinden ırmaklar fışkırır; öylesi var ki, çatlar da bağrından su kaynar, öylesi de var ki, Allah korkusundan aşağı düşer. Allah, yaptıklarınızı bilmez değildir. 75- Şimdi (ey mü 'minler) siz, bunların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grup vardı ki, Allah'ın sözünü işitirlerdi de düşünüp akıl erdirdikten sonra, bile bile onu değiştirirlerdi. 76- İnananlara rastladıkları zaman: "İnandık" derler; birbirleriyle yalnız kaldıkları zaman: "Allah 'in size açtığını onlara söylüyorsunuz ki, onu Rabbiniz katında sizin aleyhinize delil olarak mı kullansınlar? Aklınızı kullanmıyor musunuz?" derler. 77- Bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını biliyor? (Bakara: 92/74-77)

92/74: Bazı Yahûdîlerin acımasızlığını ve duygusuzluğunu tasvir eden bu âyette onların kalblerinin taş gibi, hattâ daha da çok katılaştığı, zira bazı taşlardan ırmaklar fışkırdığı, bazı taşların yarılıp bağrından suyun çıktığı, bazılarının da Allah korkusuyla aşağı düştüğü bildirilmektedir. Bunun anlamı, bazı Yahûdîlerin kalbleri taşlardan da katıdır. Çünkü taşlar bile yumuşadığı, hayat kaynağı su verdiği halde bunların kalbinde acımadan, merhametten eser görülmez.

75-77'nci âyette de Yahudilerden bir grupun, Allah'ın kelâmını duyup anladıktan sonra bile bile onu tahrif ettikleri (anlamını çarpıttıkları), inananlara rastladıklarında onlara, kendilerinin de inandığını söyledikleri, fakat kendi başlarına kal*dıklarında "Allah'ın size açtığını onlara söylüyorsunuz ki, onu Rabbiniz katında sizin aleyhinize delil olarak mı kullansınlar? Aklınızı kullanmıyor musunuz?" dedikleri; oysa Allah'ın, onların gizlediklerini ve açığa vur*duklarını bildiği belirtilmektedir.

75'nci âyetten anlaşılıyor ki gerek Hz. Peygamber, gerek Müslü*manlar, inançları ve Kitâbları bakımından İslâm'a en yakın olan Yahûdîlerin Kur'ân vahyine inanıp ona destek verecek-lerini umuyorlardı. Çünkü iki Kitabın içeriği özde bir idi. Yahudiler tek Allah'a inanıyorlardı. Fakat beklendiği gibi olmadı. Yahudiler yeni dine destek vermek şöyle dursun, var güçleriyle onu engellemeğe çalıştılar. Aslında bu engellemeleri dinden değil, çıkar duygusundan kaynaklanıyordu. Onlar, kendi ırklarından başka*sını peygamberliğe ve hükümdarlığa, egemenliğe lâyık görmüyorlardı.

75'nci âyette Yahudilerin, Allah'ın kelâmını işitip mânâsını anla*dıktan sonra onu tahrîfettikleri, çarpıttıkları belirtilmektedir. Bu ifadeyle, onların kendi Kitâblarının anlamını tahrîf ettikleri anlaşılabileceği gibi, Hz. Peygamber'den duydukları sözleri, Kur'ân âyetlerini başka anlamlara gelebilecek biçimde çevrelerine aktardıkları da kasdedilmiş olabilir. Fakat bizim kesin kanâatimize göre ikinci ihtimâl doğrudur. Çünkü kendi Kitâb-larına yaptıkları yanlış yorumlar ve anlam çarpıtmaları, 79'ncu âyette anlatılmaktadır. 76'ncı âyette işaret edilen duydukları Tanrı Kelâmını tahrîf etmeleri, Hz. Peygamber'in okuduğu âyetlerin anlamını bile bile çarpıtarak aktarmaları ve böylece inananların gönüllerine kuşku sokmağa çalışma*larıdır.

Bu âyette geçen " Allah'ın kelâmı" deyiminin, Kur'ân hak*kında kullanılmış olduğu kanısındayız. Çünkü "Ve eğer ortak koşanlar-dan biri güvence dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah'ın kelâmını işitsin..."[112] âyetinde de kelâmullah ta'biri Kur'ân için kullanıl*mıştır. Tabii bu sıfatın Tevrat için de kullanılmış olma olasılığı vardır. Ancak sözgelimi açısından bunun Kur'ân ve Allah'ı tanıtan sözler hakkında kullanıldığı anlaşılmaktadır. İşte Yahûdîler, Allah hakkındaki sözleri duyup kasden bunları çarpıtmışlardır. Onların bu davranışları şu âyetlerde de anlatılmaktadır:

Onlardan bir grtip var ki, Kitâbda olmayan bir şeyi, siz Kitâbdan sancısınız diye dillerini Kitâb'la eğip büker (uydurdukları sözleri, vahiymiş gibi göstermek için kelimeleri dillerinde bükerek okur)lar ve: "O, Allah katın-dandır." derler. Oysa o, Allah katından değildir. Bile bile Allah'a karşı yalan söylerler. (Âl-i İmrân: 94/78)

94/78'nci âyette geçen (yelvûne)" (leyy) kökünden gelir. kelimesi, bir şeyi eğmek, bükmek demektir. Kitâb ile dili eğmek, onun sözlerini başka anlama gelebilecek biçimde telaffuz etmek, onu asıl anlamı dışına çıkarmak, çarpıtmak demektir.

Bu âyet, Yahudilerin, Kitabın sözlerini kasden yanlış telaffuz ederek, yada Kitâbda olmayan sözleri Kitâb'ın sözleriymiş gibi söyleyerek Kitabın anlamını çarpıttıklarına işaret etmektedir. Nisa 98/46-47'nci âyetlerinde de Yahûdîlerin bu tür davranışlarına işaret edilmiştir: " Yahudilerden öyle*leri var ki, kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar. Dillerini eğip bükerek ve dini taşlayarak: 'İşittik ve isyan ettik', 'Dinle, dinlemez olası' ve: 'râ'inâ' diyorlar. Eğer onlar: 'İşittik, itaat ettik', 'Dinle ve bize bak!' deselerdi, elbette kendileri için daha iyi, daha doğru olurdu. Fakat Allah, inkârla*rından dolayı onları la'netlemiştir, pek azı hariç, inanmazlar."

Bu âyetlerden Yahûdîlerin, kasden sözleri yanlış telaffuz ederek, yerlerini (veya vurgularını) değiştirerek, dili eğip bükerek çarpıttıkları anlaşılmaktadır. Müfessirlerin aktarımına göre Yahudiler:

: Kötü söz işitmeyesin!" sözü yerine İşitmez olası" demiş*lerdi. Birincisi kibar bir ifade, güzel bir du'â, ikincisi hakarettir. Yine Arapçada birinin yardımını taleb için söylenen kelimesi yerine

İbrânîcede sövme anlamını taşıyan (râ'inâ)" demişlerdi. Aslında

Arapçada ru'ûnet kökünden gelen jpij (râ'in), kaba konuşmak demektir.

Âyetlerden bu adamların, kendilerinden olmayanlara karşı kaba konuştuk*ları da anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber'e selâm verdikleri zaman da kasden selâm kelimesinin lamını gizleyerek (es-sâmu 'aleykum)" de*dikleri aktarılmaktadır. Sâm, ölüm anlamına gelir. Böylece onlar sanki selâm veriyormuş gibi davranarak Peygamber'e ölüm temenni ediyorlar; Peygamber'in bunu fark etmediğini sanıyorlardı. Oysa Peygam-ber durumun farkında idi ve kendisi bu selâmlarını "Ve aleykum: Sizin üzerinize de olsun!" şeklinde alırdı. [113]

Bakara: 92/79, 80'nci, Âl-i İmrân: 94/78'nci ve Nisa: 98/46'ncı âyetlerden Yahûdîlerin, bazı sözleri geveleyip çarpıttıkları anlaşılmaktadır. Yahûdîlerin, Kitâbdan olmayan sözleri Kitâb'dan göstermeleri, Kutsal Kitabın kendisinde değil, ona yaptıkları şerhlerde, Kitabın âyetlerini kendi düşünce ve arzularına göre yorumlamaları veya kendi düşüncelerini, Kita*bın âyeti imiş gibi halka sunmalarıdır. Bu ifade, bizzat Kutsal Kitabın kendisini kasden değiştirdikleri anlamına gelmez. İşte İbn Abbâs'a dayan*dırılan: "Yahudilerden bir grupun, bir Kitâb yazıp, Muhammed'in vasıf larıni bildiren âyetleri değiştirdikleri, kendi yazdıklarını İlâhî Kitaba karıştırdıkları"[114] şeklindeki sözün anlamı budur. Yani onlar, yazdıkları tefsir ve şerhlerde Kitabın âyetlerini yanlış yorumlayarak çarpıtmışlardı. İslâm mezhepleri de bu tür çarpıtma ve tahrifleri bol miktarda yapmaktan geri durmamışlardır.

Vay Zia/me o kimselerin ki, Kitabı elleriyle yazıp, az bir paraya satmak için, "Bu Allah katındandır," derler! Ellerinin yazdığından ötürü vay haline onların! Kazandıklarından ötürü vay haline onların! (Bakara: 92/79)

Bunlardan kimileri de kendi elleriyle yazdıkları Kitâbları, yorumları Allah'ın sözü olarak takdim ederler. Onların elleriyle yazdıkları Kitâblardan maksat Kitâb-ı Mukaddes'in kendisi değil, ona yaptıkları tefsirler, şerhler, fıkıh Kitâblarıdır. Din adamları, yazdıkları şerhleri, Kitabın aslında olmayan ayrıntılara ilişkin ictihâd hükümlerini, kendi düşüncelerini, çelişkili ayrıntı hükümlerini Allah'ın sözü gibi göstermeğe çalışıyor; böylece dini ayrıntı*lara ve ihtilâflara boğarak çarpıtıyor, zorlaştırıyorlar, taassuplarından dolayı dinin ruhundan ve anlamından uzaklaşıyor, fakat dine hizmet ettiklerini sanıyorlardı.

Benzeri çarpıtmaları müslümanlar da fazlasıyla yapmışlardır. Bu konuda Reşid Rızâ, hocası Muhammed Abduh 'a dayanarak böyle davranan Yahûdî din adamlarının dini yozlaştırdıklarını belirttikten sonra aynı yolda olan şimdiki müslümanların durumuna temas ederek bazı kadıların, me'zun-ların, âlimlerin ve vaizlerin nasıl Allah'ın buyruğu dışına çıkıp şer'î hilelere başvurduklarını, yaptıkları te'vîlleri de kamunun yararını gözeterek yap*tıklarını; böylece uluslarının zengin olması için kat kat ribâ yemeğe cevaz veren Yahûdî din adamları gibi davrandıklarını, bunlardan kiminin de bu işi şeytânın iğvâsıyla bile bile yaptığını anlatıyor. [115]

Sonradan gelen neslin, kendinden önceki nesillere aşırı saygıları ve onların yorumlarını eleştirisiz kabul etmeleri, sonuçta tevhîd dinlerini şirke bulaştırmış, din adamları günahsız, sorumsuz kabul edilerek tanrılaş-tırmıştır. Yahûdîler Uzeyr'i, Hıristiyanlar îsâ'yı Allah'ın oğlu sanmışlar ve böylece peygamberlerin, azizlerin ve din bilginlerinin tanrılaştırılması yolu açılmıştır. Oysa hiçbir peygamber Allah'a ortak koşulmasını emretmez. Hak elçilerinin hepsi insanları Allah'ı birlemeğe, bütün yaratıkları bırakıp yalnız Allah'a tapmağa çağırmışlardır. Elbette Allah elçisi, kula kul olmayı emretmez. Bunu emreden insan da elçi olamaz. İşte Âl-i İmrân: 94/79-82'nci âyetlerinde bu husus anlatılmaktadır:

"Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah ona Kitâb, hüküm (hikmet) ve peygamberlik versin de, sonra (o kalksın) insanlara: 'Allah'ı bırakıp bana kullar olun' desin; fakat: 'Öğrettiğiniz Kitâb ve okuduğunuz şeyler gereğince Rabba halis kullar olun!' der. 80- Ve size: 'Melekleri ve peygam*berleri tanrılar edinin!' diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonrar size inkârı emreder mi? 81- Allah, peygamberlerden şöyle söz almıştı: 'Bakın, size Kitâb ve hikmet verdim, imdi yanınızda bulunan (Kitâb)ı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?' demişti. 'Kabul ettik!' dediler. 'O halde şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım.' dedi. 82- Artık kim bundan sonra dönerse, işte onlar/asıklardır." (Âl-i İmrân: 94/79-82)

: Onların içinde bir de ümmîler var ki, Kitabı bilmezler, bütün bildikleri birtakım kuruntulardır, (yahut kulaktan dolmadır); onlar sadece zan içinde bulunurlar. (Bakara: 92/78) âyetinde de Yahûdî dinine bağlı insanlar arasında Kitabı bilmeyen (okuyamayan ve mânâsını da anlamayan) birtakım ümmîlerin bulunduğu, onların bütün bildiklerinin emânî(ümniyyeler)den ibaret olduğu, bir şey bilmedikleri, sadece zanna dayandıkları belirtilmektedir.

Emâniyy, ümniyye'nin çoğuludur. Ümniyye'nin iki anlamı vardır. Biri, gerçeği bilmeden ezbere okumak, kulaktan dolma sözleri yinelemek; diğeri hayâl kurmak, büyük arzu ve istektir. Bazen ideal anlamında da kullanılır.

Fakat müfessirlerin çoğunluğunun kanısına göre âyette esas olan, Temenni kökünden gelen ümniyyenin birinci anlamı olan ezbere okumaktır. Bakara Sûresinin 78'nci âyetinde İlâhî Kitabı okuyamayan, mânâsını anlamayan kimselerin kulaktan dolma sözlerle kuruntulara kapıldıkları, zan ve hayal peşinde koştukları belirtilmektedir. Onların bilgileri, Kitaba dayanmaz; Kitabı bilmezler. Sadece ağızdan duyup belledikleri bazı parçaları okurlar. Bilgileri asıl Kitaba değil, şundan bundan belledikleri sözlere dayanır. Kesin bilgi sahibi değildirler, sadece, zan ve tahmine göre konuşurlar.

İbn Abbâs ve Mücâhid'den temenni ve ümniyye kelimelerinin, yalan sözleri okuma anlamına geldiği rivayet edilmiştir. Hz. Osman: "

Müslüman olduğumdan beri hiç yalan söylemedim" demiştir. [116]

Ayette, bu ümmîlerin, Kitabı okumasını bilmedikleri, mânâsını da anlamadıkları, sadece kulaktan duydukları sözlere dayandıkları anlatılmak*tadır ki böyle kulaktan dolma sözlerle dinin ruhuna vâkıf olunamayacağı; bu yolla edinilen bilgilerin ilim değil, sadece zan olduğu anlatılmaktadır. Âyette bu grup, "ümmîler" olarak tanıtıldığına göre bunların asıl İsrâîloğlu değil, Yahûdî dinini benimsemiş Araplar olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü ümmîler ta'bîri İlâhî Kitâbları olmayan Araplar hakkında kullanılmıştır. Kitâb sahihleri hakkında ise "kendilerine Kitâb verilenler", "Kendilerine bilgi ver ilenler' "Zikir sahipleri", "İlimde râsih olanlar" gibi sıfatlar kullanılmıştır.

Kur'ân-ı Kerîm, bilginin kulaktan dolma sözlere, yahut hayal ve kuruntulara değil, doğrudan vahye veya vahy Kitabının kendisine veya bilgi verileri olan beş duyuya dayanmasını gerekli görür; bunun dışındaki rivayetlerin, kulaktan dolma sözlerin, zan ve tahminden öte geçemeyen hayal ve kuruntular olduğunu belirtir. Hele görünmez âlem hakkında vahy'den başka bir bilgi yolu kabul etmez. Gerçek bilginin birinci kaynağı vahiy (kalb), ikinci kaynağı beş duyu ile dış dünyaya açılan akıldır.[117]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)