Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14. January 2009, 12:34 PM   #24
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Kendi suçluları için cehennemin geçici olduğunu sanmaları:


Bir de dediler ki: "Sayılı birkaç gün dışında bize ateş dokunmayacaktır." De ki: "Allah'tan (bu hususta) bir söz mü aldınız. - Şayet öyle ise Allah verdiği sözden dönmez - Yoksa Allah hakkında bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz? 81- Evet kim bir günâh kazanır da suçu kendisini kuşatmış olursa işte onlar, ateş halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. 82- İnanıp yararlı işler yapanlara gelince, onlar da

cennet halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. (Bakara: 92/80-82)

23- Baksana Kitâbdan kendilerine bir pay verilmiş olanlar, aralarında hüküm versin diye Allah'ın Kitabına

çağırılıyorlar da sonra onlardan bir topluluk yüz çevirerek dönüyorlar. 24- Bu hareketleri, onların: "Bize, ateş sayılı birkaç günden başka dokun*mayacak." demelerinden ileri gelmektedir. Uydurdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır... (Âl-i İmrân: 94/23-24)

92/80-82; 94/23-24: İsrâîloğulları, sayılı birkaç gün dışında kendile*rine azâb dokunmayacağını iddia etmişlerdir. Bunlara göre kendileri, Al*lah'ın tek muvahhid ve biricik kullarıdır. Allah kendilerini bütün kavimlerin efendisi olarak yaratmıştır. Kendileri Allah'ın seçkin kullarıdır. Kendileri günâh işlemiş olsalar dahi birkaç gün cehennemde ceza çekecekler, sonunda çıkıp ebedî cennete gireceklerdir. Ama kendilerinin dışındaki kavimler, cennet yüzü görmezler. Cennet sadece kendilerinin hakkıdır. Yahûdîler bu da'vâda oldukları gibi Hıristiyanlar da bu da'vâyı ileri sürmüşlerdir. Daha sonra aynı zihniyet müslümanlara geçecek ve onlar da müslümandan başkasının cennete giremeyeceğini, müslüman suçlu da olsa suçu kadar yandıktan sonra yine çıkıp cennete gideceğini, ama öteki ulusların cennet yüzü görmeyeceklerini söylemeğe başlamışlardır. Kur'ân ise bu tür ham hayalleri reddetmiştir: "Yahudi yahut Hıristiyan olandan başkası cennete girmeyecek," dediler. Bu, onların kuruntusudur. De ki: "Doğru iseniz, delilinizi getirin." [107]

Bu tür iddialar, hayalden ibaret şeylerdir. Hiç kimsenin sonucu ga*rantili değildir. Herkes, bağlı bulunduğu dine veya ulusa, aileye göre değil, ruhsal temizliğine, Allah'a gönülden bağlılığına göre değerlendirilir. Allah'ın yasası şudur:

: 81- Evet kim bir günâh kazanır da suçu kendisini kuşatmış olursa işte onlar, ateş halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. 82- İnanıp yararlı işler yapanlara gelince, onlar da cennet halkıdır, orada sürekli kalacaklardır." [108]

Eğer gerçekten Allah katında âhir et yurdu kimsenin değil, yalnız sizin ise, sözünüzde doğru iseniz, ölümü temenni ediniz." 95- Fakat ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı asla ölümü temerii etmezler. Allah zâlimleri bilir. 96- Onları, insanların hayâta en düşkünü, ortak koşanlardan daha tutkunu bulursun; her biri, bin yıl yaşatılmasını ister. Oysa yaşatılması, onu azâbdan uzaklaştıracak değildir. Allah ne yaptıklarını görüyor. (Bakara: 92/94-96),

"Ey Yahûdî olanlar, eğer insanlar arasında yalnız sizin, Allah'ın dostları olduğunuzu sanıyorsanız, (bu inancınızda) samimî iseniz ölümü temenni ediniz." 7- Ama onlar, ellerinin (yapıp) öne sürdüğü (işler) yüzünden asla ölümü temenni etmezler. Allah zâlimleri bilir. 8- De ki: "Sizin, kendisinden kaçtığınız ölüm, sizi mutlaka bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni Bilen'e döndürüleceksiniz, O size yaptıklarınızı haber verecektir. (Cum'a: 96/6-8)

Bakara: 92/94-96 ve Cum'a: 96/6-8'nci âyetlerde kendilerini Allah'ın dostu sanan ve âhiret yurdu nimetlerinin kendilerine özgü olduğunu iddia eden Yahudilerin bu savlan reddedilmekte, eğer dedikleri gibi âhiret ni'metleri insanlar arasında sadece kendilerine özgü ise, bir an önce o cennet ni'metlerine kavuşmak için ölümü temennî etmeleri istenmektedir. Öyle ya, gerçekten kendilerinin cennet garantisi varsa, ne diye bu dünyânın bin türlü dert ve sıkıntılarını çekiyorlar? Hemen cennete girmek için ölümü temenni etsinler. Ama âhireti kendilerine özgü kılma bencilliğini gösteren bu insanların, aslında inançlarının pek öyle sağlam olmadığı, herkesten çok dünyâ yaşamına tutkun oldukları, bin sene yaşasalar dahi dünyâdan usanmayacakları ve ölümü temennî etmeyecekleri vurgulanmaktadır.

123- iş, ne sizin ümniyyelerinizle, ne de Kitâb ehlinin ümniyyeleriyle olur. Kötülük yapan onunla cezalandırılır ve kendisine Allah'tan başka bir dost ve yardımcı bulamaz. 124- Erkek veya kadından inanarak güzel işler yapanlar da cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar. {Nisa.: 98/123-124)

: Nisa: 98/123-124'ncü âyetlerde de cennetin öyle ümniyyelerle herhangi bir toplumun tekeline alınama*yacağı; Allah'a inanıp yalnız O'na tapan ve güzel işler yapan kadın erkek her insanın cennete gireceği, hiç kimseye zerre kadar haksızlık edilmeyeceği vurgulanmaktadır.

Bu âyetler, insan egoizminden doğmuş tüm tekelci iddiaları reddedip, dünyanın her yanında bulunan bütün insanlara istikbal umudu vermekte, Kur'ân'ın evrensel mesajını duyurmaktadır ki o da şudur: Tevhîd dininin özü herhangi bir dine veya topluma kuru kuruya bağlı olmak değil, Allah'a içtenlikle ve şirksiz olarak inanmak, âhireti kesinlikle kabul etmek ve sadece Allah'a tapıp güzel, doğru, dürüst işler yapmaktır. Allah'a gönülden bağlı, âhirete inanan, Allah'a kulluk edip insanlara iyilik eden, hep yararlı, dürüst işler yapan içi dışı bir her Tanrı kulu, dünyanın neresinde olursa olsun ve görünürde hangi dine bağlı bulunursa bulunsun, bu tevhîd özüne içtenlikle bağlı kaldığı sürece Allah'a teslîm olmuş, cennetlik bir kuldur. Yahûdî ve Hıristiyanların tekelci savlarını reddeden Kur'ân, insanlığın önüne bu geniş ufku açıyor: Cennet, Allah'ı tanıyıp O'na tapan; âhiret sorumluluğuna inanıp güzel işler yapan her Tanrı kulunun hakkıdır. İşte bütün peygamberler, özellikle son üç evrensel din peygamberlerinin atası İbrâhîm (selâm ona), insanları bu doğal tevhîd dini olan İslâm'a çağırmıştır:

Nefsini aşağılık yapan(beyinsiz)den başka, kim İbrâhîm dininden yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada beğenip seçmiştik, âhirette de, o iyilerdendir. 131- Rabbi ona: "İslâm ol!" demişti, "Âlemlerin Rabbine teslîm oldum." dedi. 132- İbrâhîm de bunu kendi

oğullarına vasiyyet etti, Ya'kûb da: "Oğullarım, Allah, sizin için o dini seçti, bundan dolayı sadece müslümanlar olarak ölünüz." (dedi). 133-Yoksa siz, Ya'kûb 'a ölüm (hali) geldiği zaman orada mı idiniz? O zaman (Ya'kûb,) oğullarına: "Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?" demişti. "Senin Tanrın ve ataların İbrahim, İsmâ'îl ve ishâk'ın Tanrısı olan tek Tanrı'ya kulluk edeceğiz, biz O'na teslim olanlarız." dediler. 134- Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandık*larınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorulmazsınız. 135- "Yahûdî veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulaşınız." dediler. De ki: "Hayır, biz dosdoğru İbrahim dinine (uyarız). O, (Allah'a) ortak koşanlardan değildi." (Bakara: 92/130-135)

92/130-132'nci âyetlerde Nefsini aşağılatan beyinsizden başka kimsenin, İbrâhîm milletinden yüz çevirmeyeceği; Allah'ın, dünyâda İbrahim'i seçip temizlediği, âhirette ise onun sâlihlerden olduğu; zira Rabbinin "İslâm ol" emri üzerine âlemlerin Rabbine teslim olduğunu söylediği belirtildikten sonra hem İbrahim'in, hem de Ya'kûb'un, oğullarına, Allah'ın kendilerini seçip temizlediğini anımsatarak İslâm üzere ölmelerini tavsiye ettiği anla*tılmaktadır.

134'ncü âyetlerde de Ya'kûb'un, ölürken oğullarına neye tapacaklarını sorduğu; oğullarının da sadece Allah'a tapacaklarını ve O'na teslîm olacak*larını söyledikleri anlatılmakta, sonra her ulusun kendi yaptıklarından sorumlu olduğu prensibi vurgulanmaktadır.

135'nci âyette de Yahûdî ve Hıristiyanlardan her birinin, sadece kendi dinlerine bağlı olanların doğru yolda olduklarını söyledikleri; oysa sadece İbrahim'in tevhîd dini olan İslama teslîm olanın kurtulacağı vurgulanmaktadır.

: Allah, peygamberlerden şöyle söz almıştı:

"Bakın,size Kitâb ve hikmet verdim, imdi yanınızda bulunan(Kitâb)ı doğ*rulayıcı bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?" demişti. "Kabul ettik!" dediler. "O halde şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım." dedi. (Âl-i İmrân: 94/81)

94/81'nci âyette de Allah'ın, peygamberlerden, verdiği Kitâb ve hikmet uyarınca, kendi ellerinde bulunan Kitabı doğrulayan bir elçi geldiğinde ona inanıp destek olacaklarına dair söz aldığı belirtilmektedir. Müfessirlere göre burada peygamberler anılmış, fakat onların kendileri değil, ümmetleri kasdedilmiştir. Yani Allah, peygamberleri aracılığı ile onlara tabi olan ümmetlerden, daha sonra gelecek Kitabı ve peygamberi kabul ve tasdik edecekleri hakkında söz almıştır. [109]Bir görüşe göre de Allah, her peygamberden, âhir zamanda gelecek son peygamberine inan*malarına dair söz almıştır.

Peygamberler tevhidi yerleştirme dâvasının erleridir. Onlar birbirle*rini kıskanıp inkâr eden değil, birbirini tamamlayan, doğrulayan insanlardır. Hepsi aynı Pâdişâhın elçileri oldukları için sözleri birbirini tutar. Onlar aynı zincirin birbirini tamamlayan halkalarıdır, onlarda ayrılık olmaz. Gerçek peygamberliğin gereği budur. İşte Allah'ın dini, o elçilerin getirdiği tevhîd dinidir. Bundan ayrılanlar yoldan sapmışlardır.

"Eğer bir kavme, aynı devirde iki peygamber gelmişse bunlar bir*birlerinin yardımcılarıdır. Mûsâ ile Hârûn gibi. Bir peygamber gönderil*dikten sonra aynı kavme bir zaman sonra henüz o peygamber hayatta iken başka bir peygamber daha gönderilirse önceki, sonrakini doğrular. Şayet sonrakinin getirdiklerinde, öncekinin getirdiklerinin bir kısmını nesheden hükümler bulunursa birincisi, ikincisinin getirdiklerini kabul eder. Bu, tıpkı şuna benzer: Bir pâdişâhtan bir elçi gönderilir, sonra ardından başka bir elçi daha gönderilirse birinci elçi, ikincisinin söylediklerini doğrulayıp ona yardım eder. Ama kendi elçiliği de sürer. Çünkü ikincisi, birincisinin görevini tamamlamak için gönderilmiştir." [110]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)