Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:41 AM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

TAHLİL:

1–3. Ayetler:

Ta, sin. Bunlar, salatı ikame eden, zekâtı veren ve ahirete de kesin olarak inanan kişilerin ta kendileri olan müminler için hidayet rehberi ve müjdeci olmak üzere Kur’an’ın ve apaçık / açıklayıcı bir kitabın ayetleridir.

Bu sure de daha evvel hakkında birçok kez açıklamada bulunduğumuz “kesik harfler” ile başlamaktadır. Ancak surenin başındaki “ طta” ve “ سsin” harfleri burada diğer surelerdeki “kesik harfler” gibi bağımsız bir ayet şeklinde değil, bir ayetin parçası olarak yer almaktadır. Henüz rakamların kullanılmadığı ve sayıların harflerle ifade edildiği dönemde, her harfin ifade ettiği sayıyı gösteren Ebcet tablosuna göre 9 ve 60 sayılarına tekabül eden “ta” ve “sin” harflerinin ne anlama geldiği konusunun çözümü ise, hep söylediğimiz gibi, kendilerini Kur’an’ın anlaşılmasına adamış kişilerin gayretlerini beklemektedir.
1. ayetteki “Bunlar … Kur’an’ın ve apaçık / açıklayıcı bir kitabın ayetleridir” ifadesinde, Kur’an iki yönüyle tanıtılmış olmaktadır. Bunlardan biri, Kur’an’ın ezberden okunuş hâli, diğeri de yazılmış kitap hâlidir. Aslında her ikisi ile de aynı şey kastedilmiş olup bu ifadenin bir başka örneği de Hicr suresindedir:

Hicr 1: Elif, lam, ra. Bunlar, Kitap’ın ve apaçık / açıklayan Kur’an’ın ayetleridir.

Ancak, yukarıda görüldüğü gibi Hicr suresinde buradakinden farklı olarak önce “Kitap”, sonra “Kur’an” zikredilmiştir.
3. ayette yer alan “zekât” sözcüğü, Mekkî ayetlerde geçen ilk “zekât” sözcüğüdür. Gerçi Mekkî surelerin üçüncü sırasında inmiş olan Müzzemmil suresinin 20. ayetinde de bu sözcük geçmektedir ama Müzzemmil suresinin 20. ayeti Medenî’dir ve bu ayetin orada yer alması sahabenin tertibi sonucudur.
“Zekât” emrinin Müslümanların henüz teşkilâtlanmamış bir yapıda oldukları dönemde verilmesi ve verilen emrin de dolaylı olarak verilmiş olması, “zekât” uygulamasının önceki toplumlarda da var olduğunu göstermektedir. Bazılarının yaptığı gibi, buradaki “zekât” sözcüğü ile ahlâkî temizliğin kastedildiğini ileri sürmek bize göre isabetli değildir. Çünkü Kur’an’da ahlâkî temizliğin kastedildiği yerlerde “tezkiye [arınma]” kavramı, cümle içinde yalın halde “zeka” fiili ve türevleriyle ifade edilmiş; “zekât”ın söz konusu olduğu yerlerde ise sözcüğün yanına “i’ta [vermek]” fiili getirilmek suretiyle “zekâtı verin” şeklinde ifade edilmiştir. Zaten içinde “zekât” sözcüğünün yer aldığı salatı ikame eden, zekâtı veren ve ahirete de kesin olarak inanan kişilerin ta kendileri olan müminler için” ifadesinden de anlaşılacağı gibi, burada müminler, salatın ikamesine ve zekâtın verilmesine özendirilmektedirler.
Kur’an, aslında tüm insanlar için kılavuz olmasına rağmen bu kılavuzluk 2. ayette müminlere özgü kılınmış ve Kur’an “sadece müminlere kılavuz” olarak nitelenmiştir. Bunun sebebi, “kılavuz” ifadesinin ayette “müjde” ile beraber yer almasıdır. Çünkü Kur’an’ın içerdiği tüm müjdeler sadece müminlere özgüdür. Zaten Kur’an’dan da genellikle müminler yararlanmaktadır:

Nisa 175: Allah’a inanıp O’na sımsıkı sarılanları (Allah), kendisinden bir rahmete ve fadle [bol nimete] sokacak ve kendisine; dosdoğru yola kılavuzlayacaktır.

Naziat 45: Sen ancak ona [Saat’e; kıyametin kopuşuna] haşyet duyan kişilerin uyarıcısısın.

Meryem 76: Ve Allah, hidayete erenlere kılavuzunu artırır. Ve kalıcı olan salihat, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, sonuç bakımından da daha iyidir.

Ya Sin 11: Şüphesiz sen o zikire [Kur’an’a] uyan ve gaybde Rahman’a haşyet duyan kimseyi uyarırsın. Sen hemen onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir ödül ile müjdele.

Fussılet; 44: Ve eğer Biz onu yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık, elbette: “Ayetleri detaylandırılmalı değil miydi? İster yabancı dilde ister Arapça!” diyeceklerdi. De ki: “O, iman edenler için bir kılavuz ve bir şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur’an onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekândan seslenilmektedir.”

Meryem 97: İşte şüphesiz Biz onu [Kur’an’ı], kendisiyle takva sahiplerini müjdeleyesin, inat eden kavmi de uyarasın diye senin lisanın üzere kolaylaştırdık.

En’âm 110: Ve Biz onların kalplerini ve gözlerini ilkin iman etmedikleri durumdaki gibi ters çeviririz. Ve Biz de onları taşkınlıkları içerisinde kör ve şaşkın olarak bırakırız.

Müminlerin yararlandığı Kur’an [vahiy], kâfirlerin ise küfürlerini artırmaktadır:

Nahl 22: Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Ahirete inanmayanların kalpleri ise inkârcıdır ve onlar müstekbir [büyüklenmekte] olanlardır.

Müminun 73, 74: Ve şüphesiz sen, kesinlikle, onları dosdoğru bir yola çağırıyorsun. Şu, ahirete inanmayan kimseler ise, bu yoldan kesinlikle sapmaktadırlar.

Furkan 60: Ve onlara “Rahman’a boyun eğin!” dendiği zaman, “Rahman da neymiş? Senin bize emrettiğin şey için mi boyun eğeceğiz?” dediler. Ve bu [boyun eğme emri], onların nefretlerini artırdı.

Maide 64: Ve Yahudiler; “Allah’ın eli sıkıdır” dediler. - Söyledikleri şeyler sebebiyle onların elleri bağlandı ve onlar lânetlendi.- Aksine O’nun [Allah’ın] iki eli açıktır; dilediği gibi harcar. Ve ant olsun ki, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunda azgınlık ve küfürce artış yapar. Ve Biz, onların aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin attık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Ve onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Oysa Allah bozguncuları sevmez.

Maide 68: De ki: “Ey kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni ikame etmedikçe hiçbir şey üzerinde değilsiniz. Şüphesiz ki, Rabbinden sana indirilenler, onların çoğunda azgınlık artırır. Öyleyse kâfirler kavmi için üzülme!

İsra 41: Biz, bu Kur’an’da akıllarını başlarına almaları için türlü şekillerde evirip çevirdik [açıkladık]. Ve bu (açıklamalar) ancak onların nefretini artırmıştır.

İsra 60: Ve hani Biz sana: “Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır” demiştik. Ve sana açıkça gösterdiğimiz o görüntüyü ve Kur’an’da lânet edilen ağacı da, yalnız insanlara bir imtihan için yapmışızdır. Ve Biz onları korkutuyoruz, fakat bu, onlara, sadece büyük bir tuğyanı artırıyor.

Bu konuda ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: İsra/82, Fatır/42, Hud/101, Nuh/6.

4, 5. Ayetler:

Şüphesiz Biz şu, ahirete inanmayanların işlerini kendilerine süslü gösterdik de onlar şaşırıp kalmışlardır.
İşte bunlar, azabın kötüsü kendileri için olan kimselerdir ve bunlar, ahirette en çok ziyana uğrayacakların ta kendileridir.

Ahirete inanmanın mümin olmanın gereklerinden biri olduğu bir önceki ayette vurgulandıktan sonra, 4. ayette de insanların ahirete inanmama sebebi açıklanmakta ve insanların kendi yaptıkları işlerin kendilerine süslü görünmesi, yani yaptıklarını hoş, güzel ve doğru kabul etmeleri dolayısıyla ahirete inanmadıkları bildirilmektedir. İnsanoğlunun kendi yaptıklarını güzel ve doğru kabul etme yönündeki bu fıtrî özelliği Kur’an’da birçok kez yer almış, kullarını imtihan amaçlı olarak bu özellikle yaratan Rabbimiz de fıtrattan gelen bu eğilimi bildirmek suretiyle insanları birçok kez uyarmıştır.
Ancak bu özelliğin fıtrî olduğu konusunun doğru anlaşılması gerekir. Aşağıdaki ayette olduğu gibi, Rabbimiz “süsleme” işini kendisine izafe etmiştir:

En’âm 108: Ve Allah’ın astlarından olanlara yalvaran kimselere sövmeyin ki, onlar da bilgisizce, aşırı giderek Allah’a sövmesinler. Biz, her ümmete yaptıkları işi işte böyle süsledik. Sonra da onların dönüşü Rabblerinedir. Sonra O, onlara ne yaptıklarını haber verir.

Hâlbuki bu işin şeytanlara izafe edildiği ayetler de vardır:

Ankebut 38: Ad ve Semud’u da (helâk ettik). (Bu,) Onların meskenlerinden [yurtlarından] size besbelli olmuştur. Şeytan onlara kendi işlerini süslemiş de onları doğru yoldan alıkoydu. Hâlbuki onlar görüp anlayan kimselerdi.

En’âm 43: Onlara zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici gösterdi [süsledi].

Nahl 63: Allah’a yemin olsun ki, Biz kesinlikle senden önce bir takım ümmetlere elçiler gönderdik de şeytan, onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. İşte o şeytan, bu gün onların veliysidir. Ve onlar için acı bir azap vardır.

Rabbimizin süsleme işini kendisine izafe etmesi aslında yaratma açısından olup bu eylemi yapan, işi gerçekleştiren ise kulun kendisidir. Kişilere amellerinin süslü gösterilmesi konusunun iyi anlaşılması için, Tin suresinin tahlilinde bulunan “Allah’ın kalpleri mühürlemesi ve damgalaması” başlıklı bölümün okunmasını tavsiye ediyoruz. (Tebyînü’l-Kur’an; c:1, s:564-572)
Kur’an’ın bu ana kadar inmiş olan ayetlerinden anlaşılmaktadır ki, ahirete inanmak imanın “olmazsa olmaz” esasıdır ve Allaha inanan kişi mutlaka ahirete de inanır. 4. ayette vurgulanan nokta, ahirete inanmayan kimselerin Kur’an’ın öğrettiği yolu takip etmeyecekleridir. Çünkü ahirete inanmayan kimselerin ölçüleri bu dünyada görülenlerle sınırlıdır. Onlar, yapılan bir işin fayda ve zararını sadece bu dünyadaki sonuçları ile değerlendirirler ve bu değerlendirmeyi ahiretteki kazanç veya kayıpları hesap ederek yapmayı hedef alan herhangi bir nasihati veya hidayeti asla kabul etmezler.
5. ayette geçen “azabın kötüsü” ifadesi hakkında, azabın şekli, zamanı ve yeri bakımından herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Ancak Kur’an’daki yüzlerce ayetten anlaşılmaktadır ki, azap fizikî ve psikolojik yönleri olan bir olgudur ve hem ferdî hem de grup olarak uygulanabilmektedir. Bu fiziki veya psikolojik ceza hem dünyada, ölüm anında, hem de mahşerde ve cehennemde gerçekleşebilmektedir.

6. Ayet:

Şüphesiz bu Kur’an ise sana, yasalar koyan ve en iyi bilen Allah tarafından bırakılmaktadır [senin içine işletilmektedir].

Hatırlanacak olursa, Şuara suresinin tahlilinde, bu ayetin ne anlam ne de teknik bakımdan, içinde bulunduğu pasajla bir bağlantısının olmadığını belirtmiş ve ayetin Şuara suresinin 221–223. ayetlerinin sonrasında yer alması gerektiğini söylemiştik. (Ayetin, önerdiğimiz yerdeki uygunluğunu görmek için Şuara suresinin 221–223. ayetleri ile ilgili tahlilimizi okuyabilirsiniz.)

7–14. Ayetler:

Hani Musa ehline; “Şüphesiz ben bir ateş gördüm, ondan size bir haber getireceğim yahut ısınmanız için bir kor ateş getireceğim” demişti.
Sonra oraya geldiği zaman seslenilmişti: “Ateşin içindeki ve yanı başındaki kişi mübarek kılınmıştır! Ve âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden münezzehtir!
Ey Musa! Şüphesiz Ben, Aziz [mutlak galip] ve Hakim [hikmet sahibi] Allah’ım!
Ve asanı bırak!” - Onu yılan gibi deprenir görüverince dönüp, arkasına bakmadan kaçtı.- “Ey Musa korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda gönderilmişler (elçiler) korkmaz. - Ancak, kim zulüm yapar, sonra kötülüğün sonunda iyiliğe çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.-
Ve elini koynuna sok; kusursuz bembeyaz çıkacaktır; dokuz ayet içinde Firavun’a ve onun kavmine. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.”
Sonra da ayetlerimiz onlara parlak bir şekilde gelince; “Bu apaçık bir sihirdir” dediler.
Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. - Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!-

Bu ayetlerde, çok kısa olarak Musa peygambere ilk vahyin verilişinden Firavun ve ordusunun helâkine kadarki olaylara değinilmektedir. Kısa bir hatırlatma şeklindeki bu anlatımla ibret aldırma amacı güdüldüğü açıkça belli olmaktadır. Mucizeler karşısında inanacakları yerde kibirlenen ve zulme yönelen Firavun ve avenesinin durumu pasajda özellikle göze çarpmaktadır. Onların bu hâlleri, 4. ayette tanıtılmış olan “yaptıkları işler kendilerine süslü görünen” kişilerin ilk somut örneğini teşkil etmektedir:

Müminun 45, 46: Sonra da Musa ve kardeşi Harun’u ayetlerimizle ve apaçık bir güç ile Firavun’a ve ileri gelenlerine gönderdik [elçi yaptık]. Bunun üzerine onlar kibre kapıldılar [kendilerinin büyüklüğüne inandılar] ve ululuk taslayan bir kavim oldular.

Firavun ve avenesinin bu durumları, daha evvel Fatır suresinde yer alan ayetlerdeki ifadelere benzemektedir:

Fatır 42, 43: Ve onlar var güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, mutlaka ümmetlerin her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi ehlini çepeçevre kuşatır. O hâlde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın.


8. ayette geçen “Ateşin içindeki ve yanı başındaki kişi …” nitelemesi ile merkezde Musa peygamber olmak üzere, ona inanacak ve etrafında toplanacak insanlar kastedilmekte ve onların mübarek kılındığı bildirilmektedir.
11. ayetteki istisna bir “istisna-i muttasıl” olup cümlenin anlamı şöyle olmaktadır: “Benim yanımda elçiler korkmazlar ama zulüm yapmış olan elçiler korkarlar.”
Burada Musa peygamberin gençliğinde işlemiş olduğu cinayete gönderme yapılmaktadır. Musa peygamberin de evvelce işlediği suç yüzünden korkması gayet normaldir ama Rabbimiz zulüm işlemiş Musa’yı affetmiştir:

Kasas 15–18: Ve Musa, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi tarafından diğeri düşman tarafından savaşan [birbirlerini öldürmeye çalışan] iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı ondan [Musa’dan] yardım diledi. Musa da ötekine hemen bir yumruk indirdi de onun aleyhine gerçekleşti [o öldü]. O [Musa]: “Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır” dedi.
O [Musa]: “Rabbim! Şüphesiz kendime zulüm ettim. Artık beni bağışla!” dedi de O [Allah], onu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir.
O [Musa]: “Rabbim! Bana nimet olarak verdiği şeylere ant olsun ki, artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım” dedi.
Sonra da o [Musa], şehirde korku içinde, kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse feryat ederek ondan imdat istiyor. Musa ona “Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!” dedi.

Aslında Rabbimizin affı sadece elçilere değil, tüm tövbe eden kullarına yöneliktir:

Ta Ha 80–82: Ey İsrailoğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve dağın sağ yanında size söz verdik / dağın sağ yanını size buluşma yeri olarak belirledik. Üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın / bal indirdik. -Sizi rızklandırdığımız şeylerin temizlerinden yiyin ve bunda aşırı gitmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım inerse, muhakkak o iner [düşer mahvolur]. Ve şüphe yok ki Ben, tövbe eden, iman edip salihi işleyen, sonra da hakk yolu bulan kimse için çok bağışlayıcıyım.-

Nisa; 110: Kim bir kötülük işler yahut nefsine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhametli bulur.

Rabbimizin insanları tövbeye davet etmesi, tövbe edenlerin tövbelerini kabul etmesi ve tövbe edenleri sevdiği hususu Kur’an’da birçok ayette açıklanmıştır.
Musa peygamberin elçilikle görevlendirildiğinin ve görevlendiriliş amacının bildirildiği 12. ayette, daha evvel A’râf ve Ta Ha surelerinde detaylı olarak yer almış olan “asanın yılana dönüşmesi” ve “elin bembeyaz parlaması” mucizelerine ilâve olarak bir de “dokuz mucize”den bahsedilmiştir.

MUSA PEYGAMBERE VERİLEN “DOKUZ MUCİZE”

12. ayetteki “… dokuz ayet içinde Firavun’a ve onun kavmine” ifadesi, “Dokuz mucize ile Firavun’a ve onun kavmine git” anlamına gelmektedir. Daha önce inmiş olan surelerden bildiğimiz “asa” ve “yed-i beyza” mucizelerinin burada sözü edilen dokuz mucizeye dâhil olduğu söylenebileceği gibi, diğer ayetlerin yardımı ile Musa peygambere bu mucizelerden başka dokuz mucize daha verildiği ve bunların “denizin yarılması”, “tufan”, “çekirge”, “bit”, “kurbağa”, “kan”, “silme kör edilme”, “kuraklık”, “tarlalarında eksilme” mucizeleri olduğu da söylenebilir.
Bizim kanaatimize göre ise buradaki “dokuz” sayısı çokluktan kinaye olup İsrailoğullarına dokuzdan daha çok mucize gösterilmiştir.
Kasas suresinin 30. ayetinde, Musa peygamberin ilk vahiy alışının ağaçtan yükselen bir ses ile olduğu bildirilmiştir. Musa peygamber vadinin kenarında bir yerde bir çeşit ateşin yandığını görmüş, oraya gittiğinde ise şöyle bir manzara ile karşılaşmıştır: Ortada yanan bir şey olmamasına ve bir duman çıkmamasına rağmen ateş yanmakta ve ateşin ortasında yemyeşil bir ağaç durmaktadır. Birden bu ağaçtan kendisini çağıran bir ses yükselmiş ve böylece Musa peygamber ilk vahyini almıştır. Peygamberlerin hayatlarında bu tür olağanüstü hadiselerin vuku bulması normal karşılanmalıdır. Nitekim peygamberimize de nübüvvetle şereflendirildiği zaman benzer bir şekilde Mescid-i Aksa’da, Cennetü’l-Me’va denilen yerdeki son sidre ağacından vahyedilmiştir. Bu durum Necm suresinde ayrıntılı olarak bildirilmiştir. (Tebyînü’l-Kur’an; c.1, s:410-414)

15. Ayet:

Ve ant olsun ki Biz, Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. O ikisi de; “Bizi mümin kullarının birçoğuna fazlalıklı kılan Allah’a hamd olsun” dediler.

Ayette Davud ve Süleyman peygamberlerin “Bizi mümin kullarının birçoğuna fazlalıklı kılan Allah’a hamd olsun” sözleriyle verilen mesaj, üstün nimetlere sahip olanların bu nimetleri veren Allah’a hamd ve şükür etmelerinin gerektiğidir. Firavun ve avenesi kendilerine verilen nimetler ile şımarıp zorbalaşırlarken, Davud ve Süleyman peygamberler kendilerini fazlalıklı kılan Allah’a hamd ve şükür etmektedirler. Böylece surenin başında konu edilen inanan ve inanmayanların davranışlarındaki farklılık da örneklendirilmiş olmaktadır.
Bu ayet aynı zamanda bilginin ve bilgi sahiplerinin üstünlüklerine de işaret etmektedir:

Mücadile 11: Ey iman etmiş olan kimseler! Size “Meclislerde yer açın!” denilince hemen yer açıverin ki Allah da size yer açsın [size genişlik versin]. Ve size “Kendinizi büyük gösterin” denilince de kendinizi büyük gösterin. Ki Allah, sizden inanmış olan kimseleri, onları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Ve Allah yaptıklarınıza iyice haberi olandır.


Daha önce birkaç yerde de belirttiğimiz gibi, Davud ve Süleyman peygamberler, haklarında en çok asılsız söylenti çıkarılmış olan peygamberlerdir. Maalesef bu asılsız söylentiler Müslümanlar tarafından da gerçekmiş gibi kabul görmüştür. Bize göre bu, Kur’an’ı iyi tanımamak, Kur’an’daki müteşabih [birbirine benzer birçok anlamla ifade edilen] anlatımları dikkate almamaktan kaynaklanmaktadır. Çünkü kitaplara kadar giren bu asılsız efsanelerin tümü, ayetlerdeki mecazların hakikat yapılması sonucu uydurulmuştur. Sad suresinde bazı örneklerini nakletmiş olduğumuz bu uydurmalardan bazıları, yeri geldikçe ibret amacıyla burada da nakledilecektir.

16. Ayet:

Ve Süleyman Davud’a vâris oldu. Ve o [Süleyman]:; “Ey insanlar! Bize kuşların mantığı öğretildi ve bize her şeyden verildi.” dedi. - Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.-

Davud ve Süleyman peygamberlerin “hamd”leri ile başlayan kıssa, 16. ayetin ifadesinden de anlaşılacağı gibi, bundan sonra Süleyman peygamber ağırlıklı olarak devam edecek ve ilerideki ayetlerde Sad suresinde verilen bilgilere ilâveten Süleyman peygambere ait yeni ve çarpıcı bilgiler verilecektir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla