Tekil Mesaj gösterimi
Alt 1. January 2011, 01:57 PM   #6
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Nakşibendîlerin Râbıtaya İlişkin Delilleri


Halid Bağdâdî, "Risâle’tun Fi Tahqıyq'ır-Râbıta" adı altında sırf râbıta konusunda yazdığı bir kitapçıkta şöyle demektedir:

«Ulularımızdan kimisi, tasavvuf terbiyesini gerek kendine, gerekse başkasına uygularken sadece râbıta ile yetinirdi. Çünkü bu, Allah'da fânî olmanın (Allah'da eriyip yok olmanın) [1] hazırlık aşaması olan şeyhde erimek için en yakın yoldur. Onlardan, râbıtayı Allah'ın şu sözlerine dayandıran da vardır:

"Ey iman edenler! Allah'(a itaatsızlık) tan sakının ve doğru*larla beraber olun." (Kurân-ı Kerîm 9/119) [2]

Tarîkat silsilesiyle Halid Bağdâdî'ye bağlı olan Muhammed Emîn el-Kurdî de râbıtayı kanıtlamaya çalışırken önce şu ifadeyi kullanmaktadır:

«Bu konuda gerek âyet, gerekse hadis olarak mevcut bulunan deliller ise bilinemeyecek gizlilikte değildirler. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:»

«Ey iman edenler! Allah'(a itaatsızlık) tan sakınınız ve O'na, (sizden hoş*nut* olacak) vesîleler arayınız.» (K. Kerim 5/35) [3]

Bu âyet-i kerîmeyi, daha önce anlatılan merasim çerçevesi içindeki uygulanışıyla râbıtaya delil gösteren, yalnızca bu şahıs değildir. Bilindiği kadarıyla bütün Nakşibendîler -her nasıl ikna olabiliyorlarsa!- bu görüşü paylaşmaktadırlar.

Muhammed Emîn el-Kurdî'nin, râbıtaya delil olarak gösterdiği bir diğer âyet ise, aynen Halid Bağdâdî'nin yukarıda adı geçen risâlesinde naklettiği Tevbe Sûresi'nin 119'uncu âyet-i kerîmesidir. Bu konuyu özellikle işlemiş bulunan Nakşibendî rûhanîlerinin hemen tümü, bu iki âyeti, (yani Mâide Sûresi'nin 35'inci ve Tevbe Sûresi'nin 119'uncu âyet-i kerîmelerini) râbıtaya delil olarak göstermişlerdir.

El-Kurdî'nin, kanıt olarak ileri sürdüğü bir de şu meâldeki hadis-i şerif vardır:

«Kişi sevdiği ile beraberdir.»

Nakşibendîler, râbıtanın Kur'ân'a ve sünnete dayandığını büyük bir ısrarla ileri sürmektedirler. Bunlardan Mustafa Fevzi şunları söylüyor:

«Var bu yolda çok ehâdîs-i Nebi,

Râbıta makbûl-i Hak'dır gün gibi.» [4]

Şair, yukarıdaki beyitte, râbıtayı kanıtlayan -sözde- Hz. Peygamber (s)'in birçok hadisleri bulunduğunu hiç çekinmeden ileri sürüyor ve buna delil olarak da şu meâldeki hadisi gösteriyor:

«Beni, çocuğundan, babasından, (bir diğer hadisde de kendi canından) ve tüm insanlardan daha çok sevmedikçe hiç biriniz gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız.»

Mustafa Fevzi'ye göre bu ve daha birçok hadis, mürîdin, şeyhine râbıta yapmasını kesin olarak emrediyor (?)

Râbıtayı kitap ve sünnetle kanıtlamaya çalışanlardan biri de Hüseyn ed-Dewserî'dir. Sırf râbıta konusunda, «Er-Rahme'tul-Hâbıta Fi Tahqıyq'ır-Râbıta» adlı bir kitap yazmıştır.

Hüseyn ed-Dewserî, yazdığı bu risâlenin önsözünde: Kitabı, H.1237 yılında -özel bir sebepten dolayı- müstear bir isim kullanarak yazdığını, daha sonra amacının yerine geldiğini, bu kez kitabı kendi adıyla yayınladığını ifade etmektedir.

Hüseyn ed-Dewserî'nin bu risâlesi, sırf râbıta konusunda kaleme alınmış hemen hemen en kapsamlı bir kitaptır. Yazar, kendince râbıtayı uzaktan yakından ilgilendiren birçok ayrıntılara dokunmuş, kanâat ve yargısını açıkça dile getirmiştir. Yazarın en ilginç ifadeleri ise râbıtayı inkâr edenlere yönelttiği suçlamalar ve ağır hakaretlerdir.

Hüseyn ed-Dewserî de diğerleri gibi, râbıtanın meşruluğu konusunda kanıt olarak Mâide Sûresi'nin 35'inci âyeti-i kerîmesini göstermektedir. [5]

Yazar: «Tecrübeyle öğrenmiş bulunuyoruz ki, râbıtayla meşgul bulunduğumuz zaman amellerimiz gaflet şâibesinden temiz kalmış olur. Gafletle yapılan amel ise makbul değildir. » diyor.[6]

Râbıtayı, kendi üslûbuyla ve kanâati doğrultusunda genişçe anlatmaya çalışan Hüseyn ed-Dewserî, kendisine itiraz eden biri varmış gibi hayâlî muhatabını işaret ederek şunları söylüyor:

«Eğer inkârcı kardeşimiz -Allah taksirâtını affetsin !- derse ki: »

«– Söylediğin bu sözleri anladık, râbıta, kalbi irtıbatlandırmak, (yani bir mürşide bağlanmaktır.) Ancak bu -söylediğin- laf bizzat ona engel oluşturmaktadır. Hiç bir çıkar beklemeden sırf Allah rızası için sevmek vâcip, güzel ahlâk ve gidişata sahip insanlara karşı sempati beslemenin gerekliliği de delillerle sabittir. Bütün bunları anladık, fakat zihinde bir adamın şeklini canlandırmakla şu sayıp döktüğünüz şeylerin gerçekleşmesi de nasıl olurmuş ?!»

«Ona, birkaç alternatifle cevabımız şudur:»

«...Farkında değil misin ki, ihram tekbirini alıp namaza durduğun zaman, sana zekâtını verecek tüccarı, işini görecek devlet sorumlusunu, veziri, ya da malını ve aile halkını zihninde canlandırıp onlarla meşgul oluyorsun. Hatta bunların bütün hepsini bir rekatın, ya da bir secdenin içine bile sığdırıyor ve hiç utanmadan karşısında durmuş bulunduğun Rabb'ini unutuveriyorsun. Ondan sonra da ne söylediğinin farkında olmadan namazdan çıkıyorsun. Yoksa bunu inkâr mı ediyorsun ? Fakat inkâr edeceğini hiç sanmıyorum !»[7]

Anlaşıldığı üzere namazda duran bir kimse, yazara göre tüccarı, devlet adamını, malını ve çoluk çocuğunu aklına getireceğine şeyhini zihninde canlandırmalı, yani ona râbıta yapmalıdır! Râbıtacı yazar, Allah'ın huzurunda duran bir Müslüman’ın, ancak böyle davrandığı takdirde gafletten kurtulabileceği ve ibâdetinin makbul olabileceği kanâatindedir.



***



Zaman zaman önemini kaybeder gibi olan bu râbıta olayı, son birkaç yıldır yeniden gündeme getirilmiş bulunmaktadır. Özellikle tefsir çalışması olarak RUHU'L-FURKAN adı altında kaleme alınan bir kitapta râbıtaya çok geniş bir yer verilmiştir. Merkezleri İstanbul-Çarşamba'da bulunan gelenekçi bir Nakşî cemaatinin lideri ve bir grup yandaşı tarafından yazılan bu kitapta râbıtanın bir Allah ve Peygamber emri olduğunu kanıtlamak için dokuzu âyet, on dördü ise hadis olmak üzere toplam yirmi üç delil ileri sürmüşlerdir.

Noktalamaya varıncaya kadar, üslûp, anlatım ve yorumlarıyla tamamen onlara ait olan bu deliller sırayla şöyledir:

1. «O, sizin aranıza sevgi ve acıma koydu. (Rum Sûresi: 21)»[8]

2. «Enes (r.a.) den rivâyet edilmiştir ki: Halk yağmursuz kalıp kıtlığa uğradıkları zaman Ömer İbnul Hattab, (Peygamber'in amcası) Abbas İbni Abdilmuttalib'i vesîle edinerek yağmur duası yapar ve duada "Ya Allah ! bizler, peygamberimizi vesîle edinerek sana niyaz ettiğimizde bize yağmur ihsan ederdin. (şimdi de) Peygamberimizin amcasını vesîle edinerek senden niyaz ediyoruz. (yine) yağmur ihsan eyle (Buhari, İstiska:3)»[9]

3. «İmanın en üst derecesi, Allah için (Allah dostlarını) sevmen, Allah için (Allah düşmanlarına) buğz etmen ve dilini Allah'ın zikrinde çalıştırmandır. (Ali el-mütteki, kenzü'l-Ummal: 1/37-38 H. No:6773)»[10]

4. «Yusuf (a.s.) kasıtsız olarak, elinden gelmeyerek, ona, (Züleyha'ya) meyletti. Rabbisinin burhanını (delilini) görmeseydi, (o meyline göre hareket edebilirdi.) (Yusuf Sûresi: 24)»[11]

5. «Ebu Malik El-Eşcai'nin babasından rivâyet ettiği:»

«Rüyada beni gören hakikatta beni görmüştür. (Ali el-mütteki, Kenzü'l-Ummal: 15/382 H.No: 31477)»[12]

6. «Sadıklarla beraber olunuz. (Tevbe suresi: 24)»[13]

7. «İbni Abbas (ra) dan rivâyet edildiğine göre, bir kere Resulullah (s.a.v.) Efendimize: »

«Meclis arkadaşlarımızın en hayırlısı hangisidir ? diye sorulduğunda, Efendimiz (s.a.v.): »

«"Kimi görmek size Allah'ı hatırlatıyor, kimin konuşması sizin ilminizi artırıyor, kimin de ameli size ahireti hatırlatıyorsa işte onlar en hayırlı arkadaşlarınızdır." buyurdu. (Askalani, el- metalibul Aliye: 3/193) [14]

8. «Allah-u Teâlâ'nın

«–Onlar meclis arkadaşlarımdır." (Buhari, Deavât: 66) hadisi kutsisi gereğince de onlarla oturmak, zikredilen Mevla Teâlâ ile beraberliği kazandırır." buyurdu.»[15]

9. «Ebu Hureyre'den rivâyet edildiğine göre Resulullah (s.a):

"– Nerede olursanız bana salat (-u selam) edin. Çünkü sizin salatınız, bana ulaşır, buyurmuştur.»[16]

10. «Meşayihi kiram,

"O. (Cebrail (a.s.) Onun (Meryem validemiz) için, bütün azası yerinde tam bir insana benzerdi. (Meryem Sûresi: 17) âyetinde bu meseleyi zihinlere yaklaştırdılar." »[17]

11. «Yine onlardan Alim-i Allame es-Sefiri el-Halebi eş-Şafii, Buhariye yaptığı şerhte:»

«"Sonra, Efendimiz (s.a.v) e tenha (da ibâdet) sevdirildi. (Buhari, Babül Vahy: 3 ) "»[18]

12. «Yine onlardan Allame Fasi, Delaili Hayrat şerhinin birkaç yerinde meseleyi açıklamıştır.»

«Birisi de:

«Abdullah İbni Mesut[19] (r.a.) dan rivâyete göre, Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:»

« Kıyamet gününde insanların bana en yakını (şefaatıma en layık olanı) bana en çok salat (-u selam) getirendir. (Tirmizi, Salat:325, 2/3554)»[20]

13. «Nitekim Allah-u Teâlâ

«Her kim Allah ve Resulüne itaat ederse, işte onlar, Allah (-u Teâlân) ın, kendilerine inam (iyilik) ettiği nebiler, Sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir. Ve bunlar en güzel refik (arkadaş) tırlar buyuruyor. Nisa suresi: 69»[21]

14. «...Aişe (r.a.) Validemizden rivâyete göre: »

«Resulullah (s.a.v.):

«– Ruhlar toplu ordulardır. Onlardan (ezelde Allah yolunda) birbiriyle tanışanlar i'tilaf eder (anlaşır, Allah uğrunda) tanışmayanlar ise ihtilaf eder. (dünyada zıtlaşır) lar. buyurdu. (Buhari, enbiya : 2,4/104, Müslim: 8/41, Ebu Davud: 46359, Müsnedi Ahmed: 2/295 )»

15. «Bütün bu imamlar ve bütün mahlukatı yaratan Allah-u Teâla buyurdu ki: »

«– O'na (sizi kavuşturacak) vesîle arayın. (Mâide Sûresi: 35) »[22]

16. «İsmail, Elyasa ve zülkifl (a.s.v.) i hatırla, hepsi en hayırlı kullardandır. (Sad suresi, Ayet 0 48)» [23]

17. «(O akıl sahipleri) öyle kimselerdir ki, ayakta, oturdukları halde ve yanları üzere (yaslanmış) oldukları halde Allah (-u Teâlây) ı zikrederler ve göklerin, yerlerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. (Âli İmrân Sûresi: 1917»[24]

18. «Bir âyeti-i celilesinde ise:

"(Habibim!) Deki, göklerde ve yerde neler olduğuna bakın. "(Yusuf Sûresi:101)[25]

19. «Resulullah Efendimiz (s.a.v):»

"– Allah-u Teâlâ'nın nimetlerini düşünün, zatını düşünmeyin, buyurdu. "(Ali el-Mütteki, Kenzü'l-Ummal: 3/106 H. No.: 5707)»[26]

20. «İbni Abbas (r.a.) dan rivâyete göre Efendimiz (s.a.v.):»

"Mahlukatı (yaratılmış olanları) düşünün. Halik (Teâlâ) yı (yaratıcıyı) düşünmeyin, çünkü siz onun kadrini takdir edemezsiniz. " buyurdu. (Ali el-Mütteki, Kenzü'l-Ummal: 3/106 H. No.: 5706 »[27]

21. «Ubadetübnüs Samit (r.a.) den rivâyete göre, Resulullah (s.a.v.): "

"–Yeryüzü onlarla durur, onlar sebebiyle yağdırılıyorsunuz ve onlar hürmetine yardım olunuyorsunuz, "buyurdu. (Ali el-Mütteki, Kenz'ül-Ummal: 12/190 -191 H. No. 34613) »[28]

22. «Enes İbnu Malik (r.a.) dan rivâyet edilen bir hadisi şerifte, Resulullah (s.a.v.): »

«–Küçüğüne acımayan, büyüğüne tazim etmeyen bizden değildir, bu*yurdu. (Tirmizi Birr: 15, 4/321 H. No: 1919) »[29]

23. «Ebu Hureyre (r.a.) den rivâyete göre, Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki:»

"–Beş şey ibâdettendir ; az yemek, camilerde oturmak, kabe'ye bakmak, okumadan da olsa mushafa bakmak, âlimin yüzüne bakmak" (Deylemi, müs*ned-i Firdevs 2/190 H. No: 2969)" [30]

İşte tam yedi Nakşibendî baş başa vererek “RUHU'L-FURKAN“adı altında kaleme aldıkları bir kitapta Bakara Sûresi'nin 152'inci âyetini, kendi inanç ve kanâatlerine göre açıklamaya çalışırlarken bu ilgiyle râbıta konusuna girmiş ve onu kanıtlama ihtiyacını duymuşlardır. Yukarıdaki âyet ve hadisleri de yine bu münasebetle râbıtaya delil olarak göstermişlerdir!

Ancak delil diye öne sürülen bu âyet ve hadislerin gerçekten râbıtayı çağrıştıracak bir anlam taşıyıp taşımadıkları ve harcanan bütün bu çabaların, râbıtayı kanıtlamaya yetip yetmediği ortadadır. Fakat bu gerçeğin daha berrak bir şekilde ortaya çıkabilmesi için bundan sonraki bölümde râbıta, özel*likle iki ana yönden ele alınacak, analitik ve eleştirel bir yöntemle oldukça derinlemesine irdelenecektir.

Râbıtanın değerlendirilmesinde ortaya çıkması amaçlanan bu iki ana nokta şunlardır:

1. Nakşibendîler tarafından ileri sürülen yukarıdaki birçok kanıtlama örneklerinde râbıtayı İslâm'a mal edebilecek bir ilgi var mı; yani bu âyet ve hadisler, râbıtanın gerçekten İslâm’la ilişkili bir şey olduğunu kanıtlayacak birer anlam vermekte midirler? Ayrıca bu örneklemeler sistem ve üslûp bakımından ilmi birer değere sahip midir?

2. Bütün tartışmalar bir yana, râbıta ile İslâm arasında esasen herhangi bir ilgi, herhangi bir bağ var mıdır, ya da İslâm'da râbıta diye bir şey söz konusu mudur; yoksa râbıtanın kökeni ve kaynağı nedir, İslâm'a niçin ve na*sıl mal edilmeye çalışılmıştır ?

Tasavvuf örgüsü içinde yer alan ancak İslâm'a ait olup olmadıkları hâlâ tartışılan birçok kavram, sembol, âyin, inanış ve anlayış gibi râbıtanın da kaynak bakımından nereye dayandığı, ancak bu iki soruya ciddi biçimde cevap aramakla ortaya çıkabilir. İşte bu amaçla bundan sonraki bölümde çeşitli veriler değerlendirilerek, gerçek belgeler ortaya konarak, soruna bilimsel bir yöntemle ışık tutulacaktır.



***





--------------------------------------------------------------------------------

[1]. “Allah'da eriyip gitme“ inancı Hk. Bk. BÖLÜM - II/4-a) Râbıtayı Bir Ayrıntı Olarak işlemiş Bulunan Kitaplar ya da Kitapçıklar.; BÖLÜM - II/7. Tasavvuf (Seyr-u Sülûk); Rûh'ul-Furkân: 2/63

[2]. Halid Bağdâdî, Risâletun Fi Tahqıyq'ır-Râbıta s. 2, 3; Bk. BÖLÜM II/4, Râbıtayı Konu alan Yazılı Belgeler.

[3]. Muhammed Emîn el-Kurdî, Tenwîr'ul-Qulûb s. 512

[4]. Mustafa Fevzi, İsbât’ul-Mesâlik s. 20

[5]. Hüseyn ed-Dewserî, Er-Rahmet'ul-Hâbıta Fi Tahqıyq’ır-Râbita s. 223

[6]. Age. S. 234

[7].Age. S. 236

Buradaki üslûba dikkat edilecek olursa yazarın, öğütlerini çağının “dinadamı“ tipine yönelttiği hemen anlaşılmaktadır. Çünkü halktan zekât almak, işini tüccara yaptırmak ve devlet adamlarına sokularak onları amaçlarına âlet etmek gibi suçlar, eskiden dinadamlarına yöneltilirdi.

Bu sözlerin, esasen arkasında gizli bulunan ve üzerinde durulması gereken ilginç bir nokta vardır; o da şudur:

Yazar, bilinç altında bütün “râbıtasızları“, “dinadamı“ olarak görmektedir, ya da râbıta yapmayan herkese: Halktan zekât alan, tüccara angaryasını yaptıran ve devlet adamlarını kullanan sahtekarlar olarak bakmaktadır! Çünkü hocalar, eskiden, genelde tasavvufla uğraşmayan ve tarîkat dışında kalan, ancak “dinadamı“ sıfatıyla -aynı zamanda- tarîkat şeyhlerine rakıyb olan bir sınıf sayılırlardı. Bu nedenle tarîkat çevreleri onlara: «Ulemâ-i Rüsûm», yani şekilci âlimler; Ya da «Ulemâ-i Zâhir», yani dinin özünden habersiz ve sadece dinin biçimsel yönüyle meşgûl olan kimseler diye bir çeşit hakaret ederlerdi.

[8]. Ruh'ul-Furkan, s. 2/64

[9]. Age. S. 2/64

[10]. Age. S.2/65

[11]. Age. S. 2/65

[12]. Age. S. 2/66

[13]. Age. S. 2/66

[14]. Age. S. 2/67

[15]. Age. S.2/67

[16]. Age. S.2/69

[17]. Age. S. 2/70

[18]. Age. S. 2/70

[19]. Bu ismin, aslına uygun olarak okunabilmesi için «Mes’ûd» şeklinde yazılması gerekirdi.

[20]. Age. S. 2/71

[21]. Age. S. 2/71

[22]. Age. S. 2/74

[23]. Age. S. 2/74

[24]. Age. S. 2/74

[25]. Age. S. 2/74

[26]. Age. S. 2/74

[27]. Age. S. 2/74, 75

[28]. Age. S. 2/75

[29]. Age. S. 2/75

[30]. Age. S. 2/76
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (2. January 2011)