Tekil Mesaj gösterimi
Alt 4. March 2010, 01:03 AM   #40
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Kaynaklarda, bu âyetlerin iniş sebebi hakkında aşağıdaki rivâyetler mevcuttur:

(Âyet-i kerîmenin nüzûl sebebi ile ilgili olarak) şöyle denilmiştir: Âyet-i kerîme Sakifliler dolayısıyla nâzil olmuştur. Bunlar Peygamber (s.a) ile, faiz alacaklarının onlara bağışlanacağı, faiz borçlarının da kendilerinden kaldırılacağı şeklinde ahidleşmiş idiler. Alacakları faizlerin vadeleri gelince, bunları tahsil etmek üzere Mekke'ye haber gönderdiler. Alacaklılar, Sakiflilerden olan Amr b. Umeyroğulları olan Abdeoğulları idi. Borçlular ise Mahzumlu Muğîreoğulları idiler. Muğîreoğulları, “Biz bir şey ödemeyiz, çünkü faiz kaldırılmıştır” dediler. Bu konudaki davalarını da Attab b. Esid'e (o zamanın Mekke valisine) götürdüler. O da durumu Rasûlullah'a (s.a) yazılı olarak bildirdi. Bunun üzerine âyet nâzil oldu. Rasûlullah (s.a) bu âyeti Attab'a yazılı olarak gönderince Sakif de bu âyeti öğrenmiş oldu ve bundan vazgeçti.[285]

Yüce Allah, faizli alacaklıların ödeme imkânı bulanlardan mallarını alabilecekleri hükmünü verdikten sonra ödemede zorluk çeken kimseler hakkında da, Eğer o darlık içinde ise... buyruğu ile kolaylıkla ödeyebilecekleri duruma kadar mühlet tanınmasını hükme bağlamaktadır. Çünkü Sakifliler Muğîreoğulları'ndaki alacaklarını isteyince Muğîreoğulları sıkıntı içinde olduklarından söz ettiler ve, “Hiçbir şeyimiz yok” dediler. Mahsullerinin alınacağı zamana kadar süre tanınmasını istediler. İşte bunun üzerine, Eğer o darlık içinde ise... âyeti kerîmesi nâzil oldu.[286]

Bu, ribâ ile alış-veriş yapan Mekkelilere hitaptır. Mekke'nin fethi sırasında müslüman olduklarında, Allah Teâlâ onlara faizi değil de, sermayelerini geri almayı emretmiştir.

Mukâtil, bu âyetin Sakîf kabîlesi'nden dört kardeş; Mes‘ûd, Abdi Yâleyl, Hubeyb ve Rebîa hakkında nâzil olduğunu söylemiştir. Amr ibn Umeyr es-Sakâfî'nin oğulları olan bu kişiler, Muğîreoğulları'ndan borç alıp, onlara borç veriyorlardı. Hz. Peygamber (s.a) Taîf'i hükmü altına alınca bu kardeşlerin hepsi müslüman oldu. Sonra da Muğîreoğulları'ndaki faizlerini istediler. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirdi.

Âyet-i kerîme, Abbâs ile Osman ibn Affân (r.a) hakkında nâzil olmuştur. Onlar, daha sonra almak üzere parasını peşin vererek hurma alıyorlardı. Toplama zamanı geldiğinde, hurmanın bir kısmını alıyor, geriye kalan kısmını da bilâhere olmak üzere fazlasıyla alıyorlardı.

Bu âyet-i kerîme Abbâs ile Hâlid ibn Velîd hakkında nâzil olmuştu. Onlar daha sonra fazlasıyla almak üzere, peşin parayla ribâ yapıyorlardı.[287]

Müfessirler bu âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında şunu zikretmişlerdir: Allah Teâlâ'nın, Allah'a ve Peygamberi'ne karşı harbe (girmiş olduğunuzu) bilin âyeti inince Sakîfli o dört kardeş, “Biz Allah'a döner, O'na tevbe ederiz. Çünkü biz, Allah ve Rasûlü'yle harbedemeyiz” dediler ve Muğîreoğulları'ndan sadece ana paralarını istediler. Bunun üzerine Muğîreoğulları, ellerinin darlığından şikâyet ederek, “Ücretleri alıncaya kadar bize mühlet tanıyın” dediler. Onlar, mühlet tanımayı kabul etmeyince, Cenâb-ı Hakk, Eğer (borçlu) darlık içinde bulunuyorsa, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin âyetini indirdi.[288]

Âyetlerin doğru anlaşıbilmesi için doğrudan Kur’ân'a yönelmek gerekir. Bu nedenle tahlilimize, yukarıdaki âyetlerdeki ilkelerin tesbitiyle başlıyoruz:

* Riba yiyen kişiler, şeytânın çarptığı kişinin kalkışı gibi kalkarlar.

* Onların bu duruma düşmelerinin sebebi, “Alış-veriş, riba gibidir” demeleridir.

* Oysa Allah, alış-verişi helâl, ribayı harâm kılmıştır.

* Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de ribadan vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah'a aittir.

* Bundan sonra riba yemeye devam edenler, ateşin dostlarıdır, orada sürekli kalacaklardır.

* Allah, ribayı yok eder, sadakaları artırır.

* Allah, aşırı nankör ve günahkârların hiç birini sevmez.

* İman eden ve sâlihatı işleyen, salâtı ikâme eden ve zekâtı verenlerin Rabb'leri katında mükâfatları vardır. Ve onlar üzerine hiçbir korku yoktur, onlar üzülmezler de.

* Gerçekten iman eden kimseler, Allah'a takvâlı davranmalı ve ribadan vazgeçmelidirler.

* Ribadan vazgeçmeyenlere, Allah ve Elçisi savaş ilan etmiştir.

* Ribadan vazgeçenler, sermayelerini alabilirler, böylece de zarara uğramamış olurlar.

* Borçlu darlık içindeyse, ana para için de mühlet verilmelidir. Ama ana paranın da sadaka olarak verilmesi daha iyidir.

* Bu hükümlere uyanlar, kazançlı çıkarlar, âhirette hakk ettiklerini tastamam alırlar, kesinlikle zarara sokulmazlar.

“Artma, çoğalma, şişme” demek olan riba,[289] Türkçe'deki “faiz” anlamına geldiği gibi, bir hukuk terimi olarak, değiş-tokuşlarda taraflardan birinin hakkı kabul edilen ve sözleşme esnasında şart koşulan “karşılıksız fazlalık” anlamında da kullanılır. Yani riba, sadece parasal işlemlerdeki artışları değil, mal takasıındaki artışları da kapsar.

Nitekim klasik kaynaklarda Kur’ân'ın indiği dönemde Araplar arasında, biri “nesi’e ribası”, diğeri de “fazlalık ribası” olmak üzere iki tür riba uygulaması olduğu bildirilmektedir:

A) Nesi’e ribası [vade faizi]; câhiliye devrinde daha yaygın olarak uygulanan riba türü olup, belirli bir vade ile verilen ödünç para veya mal karşılığında, vade boyunca her ay alınana ya da vade sonunda alınan fazlaları [faizi] ifade eder.

B) Fazlalık ribası; aynı cinsten olan malların peşin olarak birbiriyle değiştirilmesi sırasında gram, litre, aded gibi miktar cinsinden ortaya çıkan fazlalık kısmı ifade eder.

Bu iki riba arasında, “nesi’e ribası”nın vadeli işlemlerden, “fazlalık ribası”nın ise peşin işlemlerden kaynaklanıyor olması sebebiyle bir fark vardır. Ama her iki riba da, taraflardan birinin “karşılıksız fazla” bir şey elde etmesi esasına dayanır.

Kelime anlamının tesbitinden sonra, yukarıdaki pasajın ana konusu olan “riba”nın doğru anlaşılması yolunda atılması gereken ikinci adım, 275. âyette yer alan “riba yemek” ve “şeytânın çarpması” ifadelerinin tahliline yönelik olmalıdır:

RİBA YEMEK

275. âyetteki, O ribayı yiyen şu kişiler... ifadesi, riba doğuran işlemlerle mallarını arttıran kimselere işaret etmektedir. Riba yemek de, alınan fazlalıkların bizatihi yenilmesi değil, onlardan faydalanılması anlamındadır.

ŞEYTÂNIN ÇARPMASI

Sâd sûresi'nin sonunda “Kur’ân'da/İslâm'da Şeytân” başlıklı yazımızda bu deyimle alamalı yaptığımız tahlilin ilgili bölümünü burada da aktarıyoruz:

De ki: “Allah'ın astlarından bize yarar sağlamayan ve zarar vermeyen şeylere mi yakaralım? Ve Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, kendisinin ‘Bize gel’ diye doğruya ve güzele çağıran arkadaşları varken şeytânların kendisini ayartıp yeryüzünde şaşkın dolaşır hâle getirdiği kimseler gibi gerisin geri mi döndürülelim?” De ki: “Şüphesiz Allah'ın doğru yolu, gerçek doğru yolun ta kendisidir. Ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla ve ‘salâtı ikâme ediniz ve O'na takvâlı olunuz’ diye emrolunduk. Ve O [Allah], sadece Kendisine toplanacağımız kimsedir.” (En‘âm/71-72)

Görmedin mi? Şüphesiz Biz şeytânları o kâfirler üzerine gönderdik. Onları kışkırttıkça kışkırtıyorlar. (Meryem/83)

O ribayı yiyen şu kişiler, şeytânın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu, şüphesiz onların, “Alış-veriş, riba gibidir” demeleriyledir. Oysa ki, Allah, alış-verişi helâl, bu ribayı harâm kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah'adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte onlar ateşin dostlarıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır. (Bakara/275)

Âyetin orijinalindeki, لايقومون الا كما يقوم الّذى يتخبّطه الشّيطان من المسّ [lâ yeqûmûne illâ kemâ yeqûmullezî yetehabbetühü'ş-şeytânü mine'l-messi] ifadesi, “şeytânın dokunuşuyla düşürdüğü, aklını azalttığı, normal durumunu bozduğu kimse gibi” demek olduğu hâlde müfessirler tarafından “şeytânın çarptığı kimse” olarak meallendirilip geçilmiştir. Hâlbuki insanların, “Şeytânın aklı azaltması, düşürmesi, normal durumu bozması nedir?” diye düşünmelerini sağlamak için orijinal anlamın aynen verilmesi çok daha iyi olacaktır.

Halk dilinde, kişinin ağzının, yüzünün eğilmesi durumuna, “şeytân çarpması” denmektedir. Meselâ, yüz felci geçiren kişi de bu anlamda, “şeytân çarpmış” olarak nitelenmektedir. Halk arasında yaygınlaşmış olan bu anlamdaki bir çarpılmanın, Kur’ân'da bahsedilen “şeytân çarpması” ile bir alâkası yoktur. Halk arasında “şeytân” sözcüğünün yanlış anlaşılması, doğal olarak “şeytân çarpması”nın da yanlış anlaşılmasına yol açmaktadır.

Kur’ân'ın bildirdiği şeytân çarpması, yukarıdaki âyetlerde tanıtılmış olan şeytânî karakterdeki insanların bu olumsuzlukları bir kişiye telkin edip onu kontrol altına almasıdır. Yani, şeytânî özellikte olan şeylerin bir kişiyi ele geçirmesidir ki bu durumda o kişiyi şeytân çarpmış demektir. Şeytânın çarptığı bir kişi ise;

* Allah'a karşı gelir.

* Hayâsızdır, edepsizdir, kötüleşmiştir.

* Hakksız kazanç peşinde koşar.

* Bilmediği şeyleri konuşur.

* Fakirlikten, fakir düşmekten korkar.

* Savurgandır.

* Kuruntuludur, şımarıktır, kışkırtılmıştır.

* Aldanmıştır.

* Azmıştır, çevresiyle arası bozulmuştur.

* Dönektir.

* Bilgilenmeye, aydınlanmaya kapalıdır.

Herhangi bir insanın yukarıdaki özellikleri taşıyor olması, onun bu hâle şeytân tarafından getirildiğini gösteren temel ölçüttür. Bu özellikleri taşıyan kişiler ise, “Onu şeytân çarpmış”, “Onu şeytân oyununa getirmiş, aklını azaltmış, düşürmüş” şeklinde tasvir edilirler.

Geçimlerini faiz yiyerek/tefecilik yaparak kazanan kimseler, aslında varlıklarını şeytânın kontrolüne girerek sürdüren ve bu şekilde ayakta kalan kimselerdir. Bu kişiler, Bakara/279'daki ifade ile, “Allah ve Elçisi'ne savaş açmış” kimselerdir. Bu konuyu iyi anlamak için, 279. âyetin bulunduğu tüm pasajın [261-281. âyetler] bir bütünlük içerisinde okunup düşünülmesi gerekir. Bu pasajda konu, muhtaçlara karşılıksız yardım [sadaka, infak] ile muhtaçları sömürü [ribâ/faiz] arasındaki karşıtlık ilişkisi içinde açıklanmaktadır.

Tefsircilerin pek çoğu 279. âyetin ihtarını kıyâmet gününe hamledip, “Faiz yiyenler kıyâmet günü, saralılar gibi dengeleri bozulmuş/şeytân çarpmış gibi kalkarlar ve bu hâlleriyle faiz yiyenlerden oldukları belli olur” şeklinde açıklamışlardır. Hâlbuki âyetin zâhirî [sözel] manası, böyle değildir. Olay tamamen dünya ile ilgilidir. Bize göre bu hatalı yorumlar, şeytân ve şeytân çarpması ifadelerinin, Kur’ân dışı kabullerinden kaynaklanmaktadır.[290]

275. âyetten; şeytân çarpmış/şeytânın oyununa gelmiş kimselerin bu duruma, “Alış-veriş riba gibidir” demeleri yüzünden düştükleri anlaşılmakta, bir başka ifadeyle, onlar kendilerini bu şekilde kandırdıkları için “şeytân çarpmış” diye nitelenmektedirler. Bu kişilerin “alış-veriş” ile “riba”yı aynı görmelerinin, kendilerine göre mantıklı bir gerekçesi olmalıdır ki bu da, alış-verişte de, riba doğuran işlemlerde olduğu gibi kazanç sağlama amacının güdülmesi ve alış-verişle sağlanan kazancın da, varlıklarda bir artış meydana getiriyor olmasıdır.

Allah ise buna karşılık önce, “alış-veriş”i helâl kılmak sûretiyle “alış-veriş”in tüm sonuçlarıyla meşru olduğunu ilân etmiş; sonra da, “er-riba”yı harâm kılarak ribanın, ödünç verme ve mal takası işlemlerinde taraflardan birinin elde ettiği “karşılıksız fazlalık” olduğunu belirtmiştir.

YASAKLANAN ER-RİBA

Riba, daha önceki ümmetlere de harâm kılınmıştır. Kitab-ı Mukaddes'te ifade şöyledir:

Kardeşinize para, yiyecek ya da faiz getiren başka bir şey ödünç verdiğinizde, ondan faiz almayacaksınız. Yabancıdan faiz alabilirsiniz ama kardeşinizden almayacaksınız. Böyle yapın ki, mülk edinmek için gideceğiniz ülkede el attığınız her işte Tanrınız Rabb sizi kutsasın.[291]

Kardeşlerim, adamlarım ve ben ödünç olarak halka para ve buğday veriyoruz. Lütfen faiz almaktan vazgeçelim![292]

Halkıma, aranızda yaşayan bir yoksula ödünç para verirseniz, ona tefeci gibi davranmayacaksınız. Üzerine faiz eklemeyeceksiniz.[293]

Ama altını kıble edinen Yahûdiler, yasaklanmış olmalarına rağmen riba konusunda da her yolu mübah saymışlardır:

Sonra da Yahûdileşen kimselerden olan zulüm, onların birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları hâlde riba [faiz] almaları ve insanların mallarını hakksız yere yemeleri sebebiyle kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri harâm kıldık. Ve onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık. (Nisâ/160-161)

“Yahûdileşen kimseler” olarak isimlendirilen kimseler, sağladıkları bu tür kazançlardan mahrum olmak istemedikleri için konulan yasağa direnmişler ve ribanın, alış-verişten sağlanan kazançtan bir farkı olmadığını ileri sürmüşlerdir.

Oysa, alış-veriş ile riba doğuran işlemler arasındaki farkları görmek için, iki işlemin hangi aşamalardan geçtiğini kaba hatlarıyla gözden geçirmek yeterlidir:

A) Alış-veriş yaparak kazanç sağlamak isteyen kişi, önce bir malı satın alarak o malın sahibi olur. Riba doğuran işlemlerden kazanç sağlamayı planlayan kişi ise, sahibi bulunduğu para veya malı ödünç vermek için, bu para veya mala ihtiyaç duyan birini arar veya ihtiyaç sahibinin kendisini bulmasını bekler.

B) Alış-veriş yaparak kazanç sağlamayı isteyen kişi, sahibi olduğu malın alış fiyatı üzerine, elde etmeyi düşündüğü kârı ilâve ederek bir satış fiyatı belirler. Bu kârın içinde, malın alışından itibaren yapılan masraflar ile kişinin yaptığı bu hizmete karşılık biçtiği ücret vardır. Riba doğuran işlemlerden kazanç sağlamayı planlayan kişinin ise, belirlediği riba miktarına kaynak olacak ne bir masrafı ne de değer biçeceği bir hizmeti vardır.

C) Alış-veriş yaparak kazanç sağlamak isteyen kişi malını, kendi belirlediği fiyata göre değil, piyasada oluşan fiyata göre satar. Riba doğuran işlemlerden kazanç sağlamayı planlayan kişi ise sözleşmesini, kendi belirlediği riba miktarı üzerinden yapar.

Görüldüğü gibi, alış-verişle kazanç sağlamak isteyen kişi ile riba yoluyla kazanç sağlamayı planlayan kişi, yukarıdaki aşamaları farklı davranışlarda bulunarak geçirirler ve farklı sonuçlar elde ederler:

* Alış-verişle kazanç sağlamak isteyen kişi, eylemli olarak gerçekleştirdiği iki hukukî işlemle, söz konusu malı üreticiden alarak tüketiciye ulaştırır. Bu kişinin belirlediği kâr, verdiği hizmete karşılıktır, ama bunun da garantisı yoktur, risk her zaman mevcuttur.

* Riba yoluyla kazanç sağlamayı planlayan kişi ise, sözleşme imzalamak sûretiyle eylemsiz yaptığı bir hukukî işlemle, herhangi bir masraf ve hizmet karşılığı olmadan belirlediği fazlayı, vade süresince almayı sürdürür. Riski, ödünç alanın ödeyemez duruma gelmesidir ki bu ahval de muhtemelen önceden düşünülmüş ve risk, rehin veya kefil yoluyla bertaraf edilmiştir.

Alış-veriş ile riba doğuran işlemler arasındaki bu önemli farklar, sadece ticarî alanda değil, sanayi ve tarım sektörlerinde emek harcanarak yapılan üretim faaliyetleri için de söz konusudur. Yani, kol gücü ve beyin gücü ile meydana getirilmiş bir üretimin satışından elde edilen kâr ile, borç para vererek borçlunun serveti, emeği üzerinden sağlanan fazlalık bir tutulamaz.

Yukarıda sayılan farklar, bir cümle ile şöyle ifade edilebilir: Alış-verişteki, sanayideki, tarımdaki emek, “yapıcıdır” ve bu emek karşılığı elde edilen kâr helâldir, riba doğuran işlemler sonucu elde edilen fazlalık ise “yıkıcıdır” ve bu yolla sağlanan kâr harâmdır.

Bu mukayeseden hareketle, yasaklanan ribanın özellikleri hakkında şunları söylemek mümkündür: Yasaklanan “er-riba”, herhangi bir masraf veya hizmet karşılığı olmadan alınan [ödeyenin kazancına risksiz bir şekilde ortak olmak anlamına gelen] ribadır. Başka bir deyişle, “karşılıksız” ve “risksiz” olan “fazlalık” yasaklamıştır.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla