Tekil Mesaj gösterimi
Alt 4. March 2010, 12:53 AM   #34
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Hadis kitaplarındaki nakiller arasındaki çelişkiler giderilip Kur’ân ile sağlaması yapıldığında durum ortaya çıkmaktadır. İmam Buhârî ve diğer hadis bilginleri, topladıkları rivâyetleri kendi ölçüleri içerisinde değerlendirip sınıflandırmışlar, fakat Kur’ân ile bunların sağlamasını yapmamışlardır. O nedenle, rivâyetler birbiriyle çelişmektedir.

Peki, hayızlı kadınların topluma çıkmaları neden hoş görülmemiştir? Bunu anlamak için o çağa ve o ortama gitmek gerekir. O dönemde, ped, steril pamuk ve bez; çamaşır makinasıı, deterjan, kokulu çamaşır suyu ve yumaşatıcı yoktu. Hatta yeterli su bile yoktu. Yukarıda Peygamber Efendimizin, elbisedeki hayız kanını parmak veya tırnakla temizlenmesini tavsiye ettiğini zikretmiştik. Kadınların muayyen günlerinde giydikleri bir hayız elbisesi vardı. Yıkansa bile leke çıkmazdı.Dolayısıyla bir kadının hayızlı olduğu herkesçe bilinebilirdi. Bu ise kadınların hor görülmesine ya da komplekse neden olabilirdi.

Peygamber Efendimiz temiz, beyaz elbiseli ve koku sürünmüş olarak cemaate gelinmesini, soğan-sarımsak yiyenlerin ise cemaate katılmamalarını tavsiye ederdi. Bundan hareketle kimse, “Soğan-sarımsak yiyenlere namaz harâmdır” hükmü çıkarmamıştır.

İlgili hadisten de açıkça anlaşıldığı üzere, hayız hâli, musallâya gitmeye [cemaate katılmaya] engel olsa da, namaz kılmaya mani değildir. Ayrıca Allah tarafından kader olarak çizilen hayız görme özelliği irâde dışı oluştuğundan asla kusur ve eksiklik sayılamaz.

KADINLAR TARLADIR/KÜLTÜRDÜR

Âyetteki, Kadınlarınız sizin için bir tarladır/kültürdür buyruğu, üzerinde durulması gereken bir ifadedir. حرث[hars] kelimesi, hem “tarla”, hem de “kültür” anlamına gelir. Buna “biyolojik ve sosyolojik kültür” de diyebiliriz. Zira kadın, biyolojik bir tarla gibidir. Tıpkı bir organizmanın, biyo-kimya laboratuarında çeşitli evrelerden geçirilerek amaca uygun hâle getirilmesi gibi, kadında da yumurta ve siperm, önce embriyon, sonra et parçası, sonra kemikler ve onlara et giydirilme, sonra da bebek oluşmaktadır. Bebeğin doğumundan sonra da kadınların sosyolojik kültür/tarla olma fonksiyonu devreye girer; çocuklarına toplumun manevî değerlerini [dinî inanç ve ilkeleri, davranış ve düşünüş biçimlerini, düşünce ve sanat varlıklarını] yavaş yavaş empoze eder ve gelecek kuşaklara aktarır. Kısaca kadın, maddî bakımdan ana olduğu gibi, sosyolojik açıdan da anadır. O nedenle de erkekeler, kadını yoracak ve ona zarar verecek işleri yapmakla yükümlü kılınmışlardır (bkz. Nisâ/34).

Evliliğin amacı, sadece cinsel tatmin olmadığından, eşlerin birbirlerini ve geleceklerini etkileyeceklerinden, herkesin düşüncesine uygun eş seçmesi; toplumu yozlaştıracak ve kültürü mahvedecek eş seçmemesi gerekir.

224. Ve iyilerden olmanıza, takvâlı davranmanıza, insanlar arasını düzeltmenize, Allah'ı, yeminleriniz için engel kılmayın. Ve Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.

225. Allah, sizleri yeminlerinizdeki boş sözlerden sorumlu tutmaz; ama kalplerinizin kazandıkları [bilinçli yapılmış eylemleriniz] nedeniyle sorumlu tutar. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok yumuşak davranandır.

Bu âyetlerde şu toplumsal ilke ortaya konmuştur: Bir mü’min, yemin ettiği gerekçesiyle hayırlı işlerden uzak durmamalı; aksine yemininin kefaretini ödeyerek hayırlı işi yapmalıdır. Kefillik, ödünç, borç vs. gibi durumlardaki kırgınlık, kızgınlık veya hayal kırıklığı nedeniyle bu işlere bulaşmamak üzere yemin edilmemeli, edilse bile keffâreti verilerek iyilikler yapılmalı; yeminler hayırlara engel kılınmamalıdır.

Ve sizden fazlalık ve genişlik sahibi kimseler akrabaya, miskinlere, Allah yolunda göç edenlere vermemekten geri dursunlar; bağışlasınlar, hoş görsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah gafûr'dur, rahîm'dir. (Nûr/22)

Allah sizi, yeminlerinizdeki lağv ile [kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerinizden] sorumlu tutmaz. Fakat yeminleri düğümlediğiniz şeylerle [kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden] sizi sorumlu tutar; onun keffâreti, ehlinize yedirdiğinizin evsatından [en hayırlısından; en iyisinden] on miskini yedirmek veya giydirmektir. Veyahut da bir köleyi özgürleştirmektir. Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. Bu, bozduğunuz zaman yeminlerinizin keffâretidir. Ve yeminlerinizi koruyun. İşte Allah âyetlerini sizin için böyle açığa kor ki, belki şükredersiniz [karşılığını ödersiniz]. (Mâide/89)

Bu âyetin iniş sebebi hakkında kaynaklarda şu nakiller yer almaktadır:

Denildiğine göre bu âyet-i kerîme Ebû Bekr es-Sıddîk hakkında nâzil olmuştur. O, Hz. Âişe hakkında ileri-geri konuşan Mıstah'a herhangi bir infakta bulunmamak üzere yemin etmişti.

Bir görüşe göre bu âyet-i kerîme yine Ebû Bekr es-Sıddîk hakkında misafirlerle birlikte yememek üzere yemin etmesi üzerine nâzil olmuştur. Bir başka görüşe göre bu âyet-i kerîme Abdullah b. Revaha hakkında Beşir b. en-Nu‘man ile konuşmamak üzere yemin etmesi üzerine nâzil olmuştur. Beşir b. en-Nu‘man ise Abdullah'ın eniştesi idi.[236]

Bakara/225'teki, Allah, sizleri yeminlerinizdeki boş sözlerden sorumlu tutmaz; ama kalplerinizin kazandıkları [bilinçli yapılmış eylemleriniz] nedeniyle sorumlu tutar ifadesi, Mâide/89'daki, Fakat yeminleri düğümlediğiniz şeylerle [kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden] sizi sorumlu tutar ifadesine benzemektedir.

Burada, dil alışkanlığı ile yapılan yeminler yasaklanmaktadır. Çünkü bu tür yeminler, yemin sahibinin itibarını ve yeminin kıymetini yok eder.

Burada dikkat çeken diğer bir nokta da, işlenen hatanın keffâretinin, ibâdet ve sosyal yardım olarak belirlenmesidir. İnsanlık, bu ilkeden hareketle suçluları daha çok suç işleymeye iten ceza usûllerinden ziyade, Allah'ın gösterdiği istikâmette yöntemler geliştirerek insanların içsel eğitimlerini ve üretkenliklerini artırmalı ve onları iyi birer insan olarak topluma kazandırmalıdır.

226. Kadınlarından îlâ edenler [onlara yaklaşmamaya yemin edenler] için, dört ay beklemek vardır. Sonra eğer dönerlerse, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

227. Eğer boşamaya karar vermişlerse de, şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

Bu âyetlerde de aile hukukuna ilişkin bazı ilkelere yer verilmektedir. İyilerden olmanıza, takvâlı davranmanıza, insanlar arasını düzeltmenize, Allah'ı, yeminleriniz için engel kılmayın (Bakara/224) buyruğuna somut bir örnek olarak Arap kültüründeki îlâ’ ele alınıp çözü kavuşturulmakta; böylece Allah'ın adının zulme alet edilmesi engellenmektedir.

إيلاء [ÎLÂ’]

Îlâ’, “kocanın eşiyle cinsel ilişkişi; yemin, adak veya şarta bağlayarak, belirli veya belirsiz bir süre kendisini bundan menetmesi” anlamında bir terim olan îlâ’, evlilik akdinin sona ermesine yol açabilen bir yemin türüdür. Eşlerine kızan erkekler bu yolla kadına eziyet ederlerdi.

İslâm'dan önce Hicaz yöresi Arapları tarafından bir boşama yöntemi olarak da uygulanan îlâ’, genellikle uzun vadeli veya süresiz olması nedeniyle, kadını baskı altına almak, ona sıkıntı ve zarar vermek için kullanılmaktaydı. Çünkü karısına îlâ’ yapan erkek kocalık görevini yapmaz, îlâ süresinin sonuna kadar evlilik akdi devam ettiği için kadın boşanmış da sayılmaz, bunalım içinde günlerini geçirirdi. Kur’ân bu zulme son vererek, îlâ’yı dört ay ile sınırladı. Koca bu süre içinde ya keffâret vererek eşine dönecek, ya da dört aylı süre dolunca evlilik sona erecektir. İslâm dini, aile hukukuyla ilgili bu ve benzeri bir çok hususta yeni ilkeler ve köklü çözümler getirmiş, erkeğin ailedeki mutlak hâkimiyetini ortadan kaldırmıştır.

228. Boşanmış kadınlar da, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Ve onların kocaları, barışmak isterlerse o süre içersinde onları geri almaya daha çok hakk sahibidirler. Onların da aleyhlerindeki gibi, ma‘rûf ile kendileri için de vardır. Erkekler için de, onların üzerinde bir derece vardır. Ve Allah azîz'dir, hakîm'dir.

229. Boşamak iki defadır. Bundan sonrası ya ma‘rûf ile tutmak veya iyileştirmekle salmaktır. Onlara verdiklerinizden bir şey almanız da sizin için helâl olmaz. Ancak ikisinin de Allah'ın sınırlarını ikâme edememekten korkmaları başkadır. Artık eğer siz bunların, Allah'ın sınırlarını ikâme edememelerinden korktuysanız, kadının fidye vermesinde ikisine de vebal yoktur. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Artık bunları aşmayın. Her kim de Allah'ın sınırlarını aşarsa, artık işte onlar, zâlimlerin ta kendisidir.

230. Eğer o, kadını boşarsa, artık bundan sonra o [kadın], ondan başka bir koca ile nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. Sonra eğer o [ikinci koca] onu boşarsa, Allah'ın sınırlarını ikâme edeceklerini zannettilerse birbirlerine dönmelerinde her ikisine de günah yoktur. Allah'ın, bilip duran bir toplum için ortaya koyduğu sınırlar işte bunlardır.

231. Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini de bitirdiklerinde, artık onları ya ma‘rûf ile tutun veya ma‘rûf ile salın, hakklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa kendi nefsine zulmetmiş olur. Allah'ın âyetlerini oyuncak da edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] hatırlayıp, düşünün. Hem Allah'a takvâlı davranın ve şüphesiz Allah'ın her şeyi en iyi bilen olduğunu bilin.

232. Ve siz kadınları boşayıp da onlar, sürelerinin sonuna geldikleri zaman, eşleriyle aralarında ma‘rûf ile [meşru bir şekilde] rızalaştıkları zaman, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp engellemeyin. İşte bu, sizden Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimselerin kendisi ile öğütleneceğidir. İşte bu, sizin için daha uygun ve daha nezihtir. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Bu âyetlerde de aile hukuku çerçevesinde boşanma ilkeleri ortaya konmaktadır. Buna göre İslâm, boşama mevzuunda kocayı hem taraf, hem de yargıç olmaktan çıkararak ona sadece mahkemeye müracaat hakkı tanımış; eşler arasındaki nikâh bağını çözme yetkisini kocadan alıp hukuka teslim etmiştir. Boşanma davalarında, hakem-bilirkişi tayinini öngörmüş, boşanmalarda tanık gösterme ve yemin etme ilkelerini getirmiştir. Bunlar konular Nisâ, Ahzâb ve Talâk sûrelerinde gelecektir.

Bu pasajda ortaya konan ilkeler şunlardır:

* Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç adet süresi beklemelidir.

* Boşanmış kadınlar, rahimlerinde yaratılmış olanı gizlememelidir.

* Kocaları, barışmak isterlerse o süre içersinde yeniden onlarla evlenmelidirler.

* Boşamak iki defadır. Bundan sonrası ya ma‘rûf ile tutmak veya iyileştirmekle salmaktır.

* Üçüncü boşamadan sonra kadın ondan başka biri ile evlenmedikçe ona helâl olmaz. Sonra eğer o ikinci koca da onu boşarsa, Allah'ın sınırlarını ikâme edeceklerini zannettikleri takdirde birbirlerine dönmelerinde her ikisi için de sakınca yoktur.

* Verilen mehir geri alınmaz.

* Kadın bir bedel ödeyerek boşanmak isteyebilir.

* Boşandıktan sonra tekrar evlenmek isteyenler iddete riâyet etmelidirler.

* Arada hakk tecavüzü olmamalıdır.

* Boşanmış kadınların yakınları, kadının eski kocası ile evlenmesine engel olmamalıdırlar.

Âyetteki, Boşanmış kadınlar da, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler ifadesi ile kasdedilenler, kendileriyle gerdeğe girilmiş, hâmile olmayan kadınlardır:

Ey iman etmiş olan kimseler! Mü’min kadınları nikâh edip, sonra onlara dokunmadan boşadığınız zaman, artık sizin için üzerlerinde sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur. Derhal onları kazançlandırın ve onları güzel bir şekilde salıverin. (Ahzâb/49)

Ve kadınlarınızdan aybaşından kesilenler ve henüz aybaşı olmayanlar; eğer şüphe ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların da bekleme süresi, yüklerini bırakmalarıdır [doğum yapmaları veya düşük yapmalarıdır]. Kim Allah'a takvâlı davranırsa O [Allah], ona işinde bir kolaylık kılar. (Talâk/4)

Boşanan kadın için iddet öngörülmesi, pasajdaki ifadelerden anlaşıldığına göre kadının hâmile olup olmadığının anlaşılmasına ve kocaya bu süre içinde tekrar karısına dönme fırsatı vermeye yöneliktir.

Âyetteki, Allah'ın rahimlerinde yarattığı… buyruğuyla, “hayız” ve “hâmilelik” kasdedilmiştir.

Âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında nakledilenler şöyledir:

Câhiliyye döneminde çocuklannı yeni kocaya ilhak etmek kasdıyla hâmileliklerini gizlemek kadınların adeti idi. İşte âyet-i kerîme buna dair nâzil olmuştur. Rivâyet edildiğine göre Eşcalılardan bir adam Rasûlullah'ın (s.a) yanına gelerek, “Ey Allah'ın Rasûlü!” demiş, “Ben hâmile olduğu hâlde karımı boşadım. Bununla birlikte onun evlenmeyeceğinden ve böylelikle çocuğumun başkasına gitmeyeceğinden emin değilim. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu ve böylece o Eşcalının hanımını kocasına geri döndürdü.[237]

Âyetteki, Onların da aleyhlerindeki gibi ma‘rûf ile kendileri için de vardır. Erkekler için de, onların üzerinde bir derece vardır buyruğunda, kadınlarla erkeklerin birbirleri üzerindeki evlilik hakkları konu edilmektedir. Bu, Bakara/187'de geçen, Onlar, sizin için bir giysidir, siz de onlar için bir giysisiniz ifadesiyle bildirilen hukuktur.

Âyetteki, Erkekler için de, onların üzerinde bir derece vardır buyruğundan hareketle; akıl, din, güç, nafaka, miras, ganimet, mehir, kadının erkekten yaratılmış olması, birçok ibâdette kadının kocasının iznine tâbi olması, kadının devlet başkanlığı, hâkimlik yapamaması, erkeğin hanımı üzerine evlenebilmesi, boşama yetkisinin kocada olması gibi sebeplerle erkeğin kadından üstün olduğu iddia edilmiştir.

Hâlbuki buradaki derece farkı; erkeğin mehir vermesi, iddet beklememesi ve kas gücüne sahip olmaları sebebiyle, boşamış olsalar da bir sene süreyle kadınların ev dışındaki işlerini görmek mecburiyetinde olmalarıdır. Bunlar, Bakara/240 ve Nisâ/34'te detaylı olarak gelecektir.

Âyetteki, Boşamak iki defadır. Bundan sonrası ya ma‘rûf ile tutmak veya iyileştirmekle salmaktır buyruğunda ortaya konulan ilke ile Arap örfünde yaygın olan sınırsız boşama yetkisi ortadan kaldırılmaktadır. İslâm'dan önce bir koca istediği zaman ve istediği sayıda boşama ve geri dönme hakkına sahipti. Kadının buna karşı yapabileceği hiçbir şey yoktu. Allah bu ölçüler ile, kocanın karısına boşama yoluyla zulmetmesini ortadan kaldırmıştır.

Âyetin bu hükmü ile ilgili klasik kaynaklarda şu bilgilere rastlıyoruz:

Yüce Allah'ın, Boşama iki defadır buyruğu ile ilgili olarak sabit olduğuna göre câhiliyye dönemi insanlarının boşama için kabul ettikleri belli bir sayı yoktu. Bununla birlikte iddet onlarca belli idi ve süresi tesbit edilmişti. Aynı durum İslâm'ın ilk dömemlerinde de bir süre böyle devam etti. Erkek karısını dilediği kadar boşayabiliyordu. İddetini sonuna yaklaşıp başkasıyla evlenmesi helâl olacağı zaman, kocası ona dönebiliyordu.

Rasûlullah (s.a) döneminde bir erkek karısına, “Seni barındırmam ve senin başkasına helâl olmana da imkân vermem” dedi. Kadın, “Bu nasıl olur?” deyince şu cevabı verdi: “Seni boşarım. İddetinin bitmesi yaklaştı mı sana dönerim.” Kadın bunu Hz. Âişe'ye şikâyet etti. Hz. Âişe de durumu Peygamber'e (s.a) bildirdi. Yüce Allah bu âyet-i kerîmeyi erkeğin yeni bir mehir ve velîye ihtiyaç olmaksızın ric’at yapabileceği talâk sayılarını beyan etmek üzere indirdi ve onların önceki durumlarını neshetti.[238]

ALLAH'IN SINIRLARI

229. âyette boşanma hükümleri konu edilirken, Ancak ikisinin de Allah'ın sınırlarını ikâme edememekten korkmaları başkadır. Artık eğer siz bunların, Allah'ın sınırlarını ikâme edememelerinden korktuysanız, kadının fidye vermesinde ikisine de vebal yoktur. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Artık bunları aşmayın. Her kim de Allah'ın sınırlarını aşarsa, artık işte onlar, zâlimlerin ta kendisidir buyurularak, taraflar dikkatli olmaya çağırılmıştır. Zikri geçen Allah'ın sınırları ibaresiyle, “birbirlerine karşı dürüst ve samimi olmaları” kasdedilmiştir.

229. âyetteki, Artık eğer siz bunların, Allah'ın sınırlarını ikâme edememelerinden korktuysanız, kadının fidye vermesinde ikisine de vebal yoktur ifadesi, kadının ödemeyi kabul ettiği bedel karşılığında evliliği bitirebileceği; diğer bir ifade ile eşlerin anlaşma yoluyla evliliklerine son verebilecekleri beyân edilmektedir. Hukuk literatüründe buna “hul” adı verilir.

Klasik kaynaklarda bu konu hakkında şu olay nakledilir:

Bu âyetin, Cemile bt. Abdullah ibn Ubey ile kocası Sâbit ibn Kays ibn Şemmâs hakkında nâzil olduğu rivâyet edilmiştir. Kadın, kocasınden nefret ederken, kocası onu çok seviyor... Kadın Allah'ın Rasûlü'ne gelir ve, “Beni ondan ayır. Çünkü ben ona buğzediyor, onu sevmiyorum. Çadırın ucunu kaldırdığım zaman, onu bazı kimselerin arasında gelirken gördüm; o, o insanların en kısa boylusu, en çirkin yüzlüsü ve en esmeri idi. Öte yandan ben, İslâm'a girdikten sonra, küfrü de istemiyorum” der. Bunun üzerine Sâbit, “Ey Allah'ın Rasûlü! Ona emret de, kendisine verdiğim bahçemi bana iade etsin” der. Hz. Peygamber de Cemile'ye dönerek, “Ne diyorsun?” dediğinde Cemile, “Evet, fazlasını da veririm” der. Bu cevap üzerine Hz. Peygamber, “Hayır, sadece bahçesini geri ver” der, sonra da Sâbit'e dönerek, “Ona ne verdinse geri al ve yolunu aç” buyurur. Sâbit de öyle yapar. Bu hâdise, İslâm'daki ilk “hul” hâdisesidir. Ebû Dâvûd'un Sünen'inde bu kadının Hafsa bt. Sehl el-Ensâriyye olduğu zikredilmektedir.[239]

Âyetteki, Allah'ın âyetlerini oyuncak da edinmeyin ifadesiyle, ilâhî kanunların su-i stimal edilmemesi, yani dönüşü mümkün olan iki boşama hakkının keyfî kullanılmaması uyarısı yapılmıştır.

232. âyetteki, Ve siz kadınları boşayıp da onlar sürelerinin sonuna geldikleri zaman, eşleriyle aralarında ma‘rûf ile [meşru bir şekilde] rızalaştıkları zaman, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp engellemeyin buyruğuyla, boşanmış kadınların yakınlarına uyarı yapılmaktadır. Eğer taraflar anlaşmışlarsa nikâhı yenilemelerine engel olunmamalıdır. Âyetin bu kısmı hakkında da klasik kaynaklarda şu bilgiler verilmiştir:

Yüce Allah'ın, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp engellemeyin buyruğu ile ilgili olarak rivâyet edildiğine göre, Ma‘kil b. Ye’sâr'ın kızkardeşi Ebu'l-Beddah'ın nikâhı altında idi. Onu boşadı ve iddeti bitinceye kadar bıraktı. Daha sonra pişman oldu, tekrar ona talib oldu. Hanımı buna razı olmakla birlikte kardeşi Ebu'l-Beddah ile onu evlendirmek istemedi ve, “Şâyet onunla evlenecek olur isen yüzüm yüzünü görmeyecektir” dedi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.[240]

Rivâyet edildiğine göre Ma‘kil ibn Ye’sâr, kızkardeşini, Cemil ibn Abdullah ibn Âsım ile evlendirir... Daha sonra, Cemil hanımını boşar. İddeti bitinceye kadar onu terkeder. Daha sonra ise yaptığına pişman olarak, kendisine nikâhlamak üzere hanımına tekrar başvurur. Hanımı da buna razı olur. Bunun üzerine Ma‘kil, “O seni boşadı. Şimdiyse sen ona dönmek istiyorsun.. Eğer ona tekrar dönersen, bir daha yanıma gelme!” der. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirir. Allah'ın Rasûlü de Ma‘kil'i çağırarak kendisine bu âyeti okur. Ma‘kil de, “Rabbimin emrinden dolayı burnun sürtülsün!.. Ey Allahım, razı oldum, emrine teslim oldum ve kızkardeşimi kocasıyla tekrar evlendiriyorum” der.

Mücâhid ve Süddî'den rivâyet edildiğine göre, Câbir ibn Abdillâh'ın amcasının bir kızı vardı. Kocası onu boşamıştı. İddetin bitimini müteakip de tekrar ona dönmeyi istemiş, ama Câbir kabul etmemişti. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirdi. Câbir, “Bu âyet benim hakkımda nâzil oldu” demiştir.[241]

233. Anneler, çocuklarını, –emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için– tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da onların [emzirenlerin] yiyecekleri ve giyecekleri ma‘rûf üzere bir borçtur. Kişi sadece gücüne göre mükellef olur. Ve çocuğu sebebiyle bir anne, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Vârise de bunun aynı borçtur. Eğer ikisi [ana ve baba] birbirleriyle istişare edip, her ikisinin de rızasıyla çocuğu sütten ayırmak isterlerse kendilerine bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı emzirtmek isterseniz, vereceğinizi ma‘rûf ile teslim ettiğiniz zaman, bunda da size bir günah yoktur. Ve Allah'a takvâlı davranın ve şüphesiz Allah'ın yaptıklarınızı çok iyi gören olduğunu bilin.

Bu âyetle de boşanmış eşlerin bebekleri hakkındaki ilkeler ortaya konmaktadır. Şöyle ki:

* Anneler, çocuklarını, –emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için– tam iki yıl emzirirler.

* Çocuk kendisine ait olan babaya da onların [emzirenlerin] yiyecekleri ve giyecekleri ma‘rûf üzere bir borçtur.

* Kişi, sadece gücüne göre mükellef olur.

* Çocuğu sebebiyle ne anne ne de baba zarara sokulmamalıdır.

* Vârise de bunun aynı borçtur.

* Ana ve baba kendi rızalarıyla çocuğu sütten kesmek isterlerse kendilerine bir günah yoktur.

* Vereceklerini ma‘rûf ile vermeleri şartıyla çocuklarını süt anneye emzirtmelerinde bir sakınca yoktur.

Âyette geçen anneler ile, öncelikle “eşinden boşanan anneler” anlaşılmalıdır. Zira, bu paragraf talak âyetlerinin peşi sıra gelmiştir. Bu, öncelikle boşanan kadının, bebeğini bırakıp gitmesini, ona ilgisiz kalmasını engellemeye yönelik olmakla birlikte genel bir kural olup ister boşanmış, ister boşanmamış olsun tüm anneleri kapsar. Ayrıca burada, süt annelik ve süt kardeşlik müessesine işaret edilmiş, süt emme hukukunun hangi şartlarda oluşacağı beyân edilmiştir, zira süt annelik ve süt kardeşlik nikâh konusunda önemlidir (bkz. Nisâ/23). Süt emme hukuku, ancak bu müddet zarfındaki emzirme ile oluşur. Bu süreden sonraki emzirme ile, süt hukuku oluşmaz.

Ayrıca burada, babanın iki yıllık emzirme bedeli ile yükümlü olduğu, iki yıldan sonraki emzirme bedelinden sorumlu olmadığı da bildirilmiştir.

Âyetteki, emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için ifadesi, bu sürenin mutlaka tamamlaması gerekmediğini, iki yıl dolmadan da çocuğun sütten kesilebileceğini göstermektedir.

Allah, çocukla ilgilenme görevini anneye, iaşe ve ibate görevini ise babaya yüklemiştir:

Ve Biz insana, ana ve babasına ihsanı [iyilik yapmayı/güzel davranmayı] tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle bıraktı [doğurdu]. Ve onun taşınması ve ayrılması otuz aydır. Nihâyet insan, olgunluk çağına ulaştığı ve kırk seneye geldiğinde, “Rabbim! Bana ve anama-babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve Senin hoşnut olacağın sâlihi işlememi sağla. Benim için soyumun içinde düzeltmeler yap [sâlih kimseler ver]. Şüphesiz ben Sana yöneldim. Ve ben şüphesiz teslim olanlardanım” dedi. (Ahkâf/15)

234. İçinizden vefat edip ve geride eşler bırakan kimselerin hanımları da, kendiliklerinden dört ay ve on (gün) beklerler. Sonra süreleri sona erdiği zaman, artık kendileri hakkında ma‘rûf ile yaptıklarında sizin için bir günah yoktur. Ve Allah, yaptıklarınıza haberdardır.

235. Ve bu kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde çıtlatmanızda veya içinizde tutmanızda size bir günah yoktur. Allah, şüphesiz sizin onları anacağınızı bilir. Fakat ma‘rûf bir söz söylemekten başka bir şekilde kendileriyle gizlice sözleşmeyin. Farz olan süre sona erinceye kadar da nikâh akdine azmetmeyin [kesin karar vermeyin]. Bilin ki şüphesiz Allah, içinizdekini bilir. Öyle ise O'ndan sakının. Yine bilin ki şüphesiz Allah, gafûr'dur, halîm'dir.

236. Eğer kadınları, kendilerine dokunmadan veya onlara bir mehir takdir etmeden boşarsanız size bir günah yoktur. Ve onları kazançlandırın. Geniş olan hâline göre, eli dar olan da hâline göredir. Ma‘rûfa göre kazanç, muhsinler [iyilik-güzellik üretenler] üzerine bir borçtur.

237. Ve eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse bağışlarsa başka. Ve bağışlamanız takvâya daha yakındır. Aranızdaki fazlalığı da unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.

Bu âyetlerde de aile hukukuna dair ilkeler yer almaktadır. Şöyle ki:

* Kocası ölen kadınlar, dört ay ve on gün beklemelidir. Bundan sonra evlenme hususunda serbesttirler.

* Erkekler, kocası ölmüş kadınlarla evlenmeyi düşünülebilir; onlara açık ve kapalı evlenme teklifinde bulunabilirler.

* İddeti henüz bitmemiş kadınlarla, gizli sözleşme yapılamaz.

* İddet süresi sona erinceye kadar nikâh akdi gerçekleştirilemez.

* Kadınlar, kendilerine dokunulmadan veya bir mehir takdir edilmeden de boşanabilir.

* Boşanan kadına, durumuna göre koca bir tazminat ödemelidir.

* Kendilerine dokunulmadan boşanan ve fakat mehiri belirlenmiş olan kadınlara, o mehirin yarısı verilir. Taraflar birbirine hakklarını bağışlamakta serbesttirler. (Bağışlama, Allah'ın razı olacağı bir uygulamadır.)

Kocası vefat etmiş hâmile kadının ve henüz hayız görmeden kocası ölen kadının iddeti de şöyle hükme bağlanmıştır:

Ve kadınlarınızdan aybaşından kesilenler ve henüz aybaşı olmayanlar; eğer şüphe ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların da bekleme süresi, yüklerini bırakmalarıdır [doğum yapmaları veya düşük yapmalarıdır]. Kim Allah'a takvâlı davranırsa O [Allah], ona işinde bir kolaylık kılar. (Talâk/4)

238-239. Salâtları ve en hayırlı salâtı muhafaza edin [elbirlik koruyun]. Ve Allah için sürekli saygıda durarak kalkın [işe koyulun; eğitim-öğretim ve sosyal yardım kurumunu işletin]. Ama, eğer korktuysanız, o zaman yaya veya binekli olarak giderken muhafaza edin. Sonra da güvene erdiğinizde bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah'ı hemen zikredin.

Bu âyetler ayrı bir necm olup aile hukuku pasajı arasında mushafta tertip görmüştür. Burada salâtların önemine, özellikle de “en hayırlı salât”a dikkat çekilmiştir.

“Salât” kavramı ile ilgili detay, Ankebût sûresi'nin sonunda, “Salât ve Namaz” başlığıyla verilmiştir.[242] Burada, es-salâtu'l-vustâ ifadesi üzerinde duracağız.

Bu âyette geçen الصّلوة الوسطى[es-salâtu'l-vustâ/vustâ salât] ifadesi, çok tartışılmasına rağmen açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu ifadenin, “orta namaz” olarak anlaşılmasında bir mutabakat olmasına karşılık, “orta namaz” ile hangi namazın kasdedildiği hususunda 40 civarında nakil ve 19 farklı görüş bulunmaktadır.الصّلوة الوسطى [es-salâtu'l-vustâ], kimine göre “sabah namazı”, kimine göre “öğle namazı”, kimine göre de “ikindi namazı”dır.

Derinlemesine bir çalışma yapmadığımız bu konuda, biz de uzun yıllar mevcut görüşlerden en uygun görüneni doğru olarak kabul etmiştik. Ancak, gerek Kur’ân, gerekse dil yönünden yaptığımız araştırmalar, meseleyi daha iyi anlamamıza sebep oldu ve vardığımız sonucu burada paylaşmak istiyoruz.

Hemen belirtelim ki, Peygamberimizin ve ilk Müslümanların “vustâ salât”ın ne olduğunu gâyet iyi bildikleri kanaatindeyiz. Çünkü “vustâ salât” hakkında ilk muhataplar ne Peygamberimize bir soru yöneltilmiş, ne de bir tartışma meydana gelmiştir.

Konunun tahliline başlarken, öncelikle âyetlerdeki ifadelerle ilgili olarak iki hususa dikkat edilmesi gerekir:

1) الصّلوة الوسطى [es-salâtu'l-vustâ/vustâ salât] tamlaması, muarref [belirtili] bir sıfat tamlamasıdır. Bir başka ifadeyle sıfat ve mevsuf, lam-ı tarifli olup nekre [belgisiz] değildir. Yani, muarref bir ifade olan “vustâ salât”, özel isim olup herkesin bildiği bir salâttır.

2) Salâtları ve vustâ salâtı koruyun ifadesi, “vustâ salât”ın, normal salâtlardan ayrı bir salât olduğunu gösterir. Zira bu ifadede, salâtları ve vustâ salâtı olmak üzere iki mef‘ul [tümleç; belirtili nesne] vardır ve bu da kesin olarak “vustâ salât”ın, diğer salâtlardan başka bir salât olduğuna delâlet eder. Bu yüzden, “vustâ salât”ı, günlük salâtlardan biri olarak kabul etmek büyük bir hata olur.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla