Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30. November 2011, 05:14 PM   #30
yeşil
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Oct 2011
Mesajlar: 107
Tesekkür: 791
69 Mesajina 174 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
yeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud of
Standart

7 - TASAVVUF EHLİNİN "ANLAŞILAMAZLIK" MİT'İ [1]

Tasavvuf erbabı, kendilerine yöneltilen bütün ciddi eleştirilere, "bizi anlamazsınız" zırhına bürünerek karşı koymuşlardır. Bizi, tasavvufçu olmayanlar anlamaz demek, iyi bir savunma mekanizmasıdır.

Füsusül Hikem mütercimi M. Nursi GENCOSMAN, İbnül Arabi'yi red ve inkar edenlerin "rüsum uleması, fıkıh bilginleri" olduğunu, oysa bunların Ibnül Arabi'yi anlayamayacaklarını ileri sürer. Zira onların farklı ıstılahları, ayrı lisanları varmış. Tasavvuf terminolojisini bilmeyenlerin tasavvuf bahsinde söz ve salahiyet sahibi olmalarına imkan yokmuş! [2]
A. Avni KONUK ise savunmasında aynı üslubu kullanır: "Bu ulûm ve hikemi anlamayanlar kendi istidatlarına kusur bulmalıdır." [3]
Ona göre "akıllı adamlar" (erbabı ukûl) Ibnül Arabi'yi anlayamazlar. [4]

Celaleddin Rumî, "biz Kur'an'ın özünü, ruhunu, içini ve cevherini aldık, postunu kufuryoklerin önüne attık" derken [5] "bizi herkes anlamaz" psikozu ile savunma geliştirmiş oluyordu.

Said Nursi'ye göre de Risaie-i Nur'a itiraz edilemez [6] çünkü onlar Tanrısaldır. Hatta risalelere "Kutb-u Azam"dan itiraz gelse yine de dikkate alınmaz! [7]
Çünkü Kutb-u Azam{!) yanılabilir. (Kutb-u Azam meğer pek de cahilmiş!)

Şüphesiz C. Rumî de, İbnül Arabî de, S. Nursî de, tasavvuf epistemolojisi bağlamında gayet haklıdırlar. Bu iddialar tasavvufun temel âmentülerine gayet uygundur. Birileri, yazdığı şiirlerinin, risalelerinin, tevillerinin ALLAH tarafından kendisine vahyedildiğine, doğrudan Allah'dan geldiğine inanmışsa, kendileri bu işde yalnızca mütercim rolünde iseler, bunlara itiraz edilemez olması doğal bir sonuçtur. Mütercimin bu işde bir kabahati olmayacağına göre, anlayamayanlar kendilerini kontrolden geçirmeleri gerekecektir!

Tasavvuf erbabının, "bunu ancak yaşayanlar anlar" tezleri tamamen bir manipülasyondur. Zira, eğer ki, bir sözü anlamak için mutlaka o sözün ait olduğu yaşam tarzını tecrübe etmek gerekli olsaydı, hiç bir müşrikin müslüman olmazdan evvel vahy'i anlamamış ve de anlayamaz olması gerekirdi! Örneğin, Nemrud'un, İbrahim'i hiç anlamadan öldüğünü kabul etmemiz mantıken zorunlu olurdu; çünkü müslüman olmamıştı! Böyle kalın kafalı bir adamın nasıl kral olduğu; ama aynı zamanda bu kalın anlayışının, İbrahim (a.s.)ı ateşe attırmayı düşünecek kadar da nasıl inceldiği, makul bir izahı gerektiren paradoks olurdu. Halbuki bir müşrik, anladığı için müslüman olur, yahut da yine anladığı için müslüman olmaz!

En azından vahiy, ilkesel olarak "anlaşılır" özelliktedir. Ve anlaşılsın diye vahiy inzal edilir. Eğer vahiy anlaşılabiliyor da, İbnül Arabi'nin, S. Nursi'nin v.s. felsefeleri anlaşılmıyorsa bu durum, anlamayanlarla ilgili bir sorun olmaktan ziyade, ilgili felsefelerin doğasıyla alakalıdır. Kısacası, bu felsefeler bir çelişkiler yumağı, hurafeler bütünü ve herhangi bir realiteye dayanmayan, havaî söylemler olduğu için anlaşılmazdırlar.

Tasavvuf felsefesi, şeyhin lâyuhtî, lâ-yüs'el mutlak otoritesine mutlak teslim olmayı merkeze alan mutlak kabul esasına, yani kula kulluk esasına dayandığı için, bu felsefeyi kabul edenler, anlıyor değiller, sadece körü körüne teslim oluyorlar. Yani, "

Bu bağlamda, "erbab-ı ukûl"ün, tasavvufu "anlamamaları" kadar normal bir şey olamaz. Ve dahi "anla-mamalıdırlar"...

Kendilerinden başka bütün insanları panteist felsefelerini anlamamakla suçlamak, tasavvuf ehlinin, sadece kendilerini akıllı, alemi kör sanmak gibi bir megalomani belirtisidir.

Kendilerini İslam'a nisbet eden insanlar sadece Allah'ın vahyi olan Kur'an'dan sorumludurlar. O'nu anlamak ve O'na göre yaşamak zorundadırlar. Kendilerini Allah'a değil de, İbnul Arabi'ye, C. Rumi'ye veya S. Nursi'ye nisbet edenler ise Allah'ı veli olarak bulamayacaklardır. Hesap gününde hesabı görecek olan, bu şahıslardan biri değil, Allah'ın kendisidir.


DEĞERLENDİRME

Görüldüğü üzere, tasavvufta bilgilenmenin kaynağını rüya, keşif İlham, doğrudan Allah'dan vahiy alma gibi temalar oluşturuyor. Söz konusu kavramların her biri geniş çaplı inceleme-araştırma alanları olup, bu makale sınırlarına sığmayacak çaptadırlar.

Bu incelemeyle şunu gördük ki, tasavvufta bilgiler, doğrudan gayb aleminden alınmaktadır. Bu da sonuçta Allah tarafından (vahy ile) bilgilendirilme anlamına gelmektedir. Ve mistik filozof ve şairler, gaibten aldıklarını iddia ettikleri bu bilgilerini doğrulayabilme, akli ölçütlerle izah etme, nedenini-niçinini açıklama gibi bir kaygıyı asla taşımıyorlar. Kendilerinin sadece mütercim olduklarını, bu bilgilerin onlara Allah tarafından verildiğini öne sürüyorlar.

Ortaya konan ürünler ise din adına sunulmakta ve bu ürünler dinin kaynağı olan Kur'an'la, onun pratiği olan sünnetle uyuşmamakta, hatta çatışmaktadır. Adeta, Kur'an'a alternatif yeni Kur'an'lar; dîne alternatif yeni dinler ve peygambere alternatif yeni peygamberler ortaya çıkmaktadır. Bunun İslâmî literatürdeki adı şirk'ten başka bir şey değildir.

Tek tek insanların müşrik olanını, mü'min olanını belirlemek gibi bir görevimiz yok. Fakat, şirk olan bütün düşünce, ideoloji ve zihniyetleri tanımak görevimizdir. Biz şu ilkeden asla taviz vermemek azmindeyiz: Hz. Muhammea'aen sonra günümüze kadar ölmüş olan hiçbir İnsan Kur'an'ın fevkinde olamaz Müslümanların anlayışı Hz. Muhammedin (a.s.) tebliğ ettiği din anlayışından farklı olamaz. Her kim olursa olsun, ortaya koyduğu din anlayışı Kur'an'a uygun olmak zorundadır. Uygun değilse İslam çerçevesinde değerlendirilemez.
Rüyalarla, mitoslarla, "gaybdan geldi" gibi uyduruk referanslarla din anlayışı olamaz. Aksi takdirde, rüya gören sadece İbnül Arabî, C. Rumi, S. Nursî v.b. olmadığı için, yüzbinlerce hatta milyonlarca din ortaya çıkar. Dolayısıyla din adına söz söyleyen, iş yapan herkes, sözünü ve işini Kur'an'ın tanıdığı meşruiyyet zemini üzerinde söylemek ve yapmak zorundadır.
Tamamen idare-i maslahatcı bir anlayışla tasavvuf ehlinin hep hayra yorulduğu, en olmadık tevillerle aklandığı, onların da İslam'ın bir başka boyutunu oluşturduğu şeklindeki yorumların kesinlikle ciddiye alınır bir tarafı yoktur. Zira, İslam'ın bütün akidelerine tamamen ters akideler geliştiren bir öğretinin, "bir başka boyutla" v.s. alakası yoktur. Belki "bir başka dinle alakası vardır. Herkes hangi dinden olduğuna da iyice dikkat etmelidir.

bunları tasavvufcu olmayanlar anlamazlar" tezi, dayatmacılığın, mutlak mûtî "kullar" edinmenin bir biçimidir. Bu "anlaşılmazlık" dayatmasını yutanlar, perdelerini indirip, dışa kapanıyorlar, akıl ve iz'an dışı söylemlerle akıllarını ipotek ettirip ruhsal dengelerini sarsıyorlar. Dolayısıyla tasavvuf akideleri anlamakla değil, dogmatik olarak teslim olmakla alakalıdırlar.


[1] Mehmet Durmuş
[2] (Gencosman, X.). Muhyiddin-I Arabi, Füsusül Hikem, Tere. M. Nuri GENCOSMAN, 5. bşk. İst-1981.
[3] (A. Konuk, 95). Ahmed Avni KONUK, Füsusül Hikem Tercüme ve Şerhi, Dergah Y. lst-1987.
[4] (A. Konuk, 1). z
[5] (Uludağ, 141), Süleyman ULUDAĞ, islam Düşüncesinin Yapısı, Dergah Y. lst-1979.
[6] (Sikke, 56) Said NURSl, Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, Sinan Matbaası-1960.
[7] (Kastamonu L. 145). Said NURSl, Kastamonu Lahikası, Sözler Y. lst-1993.

Konu yeşil tarafından (2. December 2011 Saat 07:36 PM ) değiştirilmiştir.
yeşil isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla