Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 01:44 PM   #9
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Bu uzun açıklamalardan sonra Allah’ın izniyle diyebiliriz ki, “Ashab-ı Rakim”, geçmişte yaşamış insanların kaybolmamış ve kaybolmayacak bellek hücrelerini [yazıtları] taşıyan kimselerdir. Ashab-ı Kehf de, sessiz bir ortamda, laboratuarda, stüdyoda, hipnoz yöntemiyle bu insanların taşıdıkları başkasına ait hücreleri deşifre eden, kaybolmadığını, kaybolmayacağını, Rabbimizin her bir şeyi yok olmadan durdurduğunu bilimsel olarak ispat edecek yiğitlerdir.

Şimdi de bu veriler doğrultusunda pasajın diğer paragraflarını tahlil edebiliriz:



10 ve 12. ayetler, Kehf ve Rakim Ashapları hakkındaki anlatımının özeti mahiyetindedir. Ahab-ı Kehf, araştırma yapmak için çalışma mekânlarına yönelirler ve burada çalışmalarını sürdürürler. Bunlar inançlı kimselerdir. Hedeflerine ulaşabilmek için Allah’a yalvarmaktadırlar. Allah bunlara Ashab-ı Rakim’i gönderir. Bunlar, 11. ayetteki “Bunun üzerine Biz, onların kulakları üzerine o büyük mağarada nice yıllar vurduk” ifadesinden anlaşıldığına göre, sessiz, yalıtımlı bir ortamda çalışmalarını yıllarca sürdürürler. Sonra da muvaffak olurlar. Ashab-ı Rakim’in hangi dönemden bellek hücreleri taşıdıklarını öğrenirler. Nihayet bu olay 21. ayette ifade edildiği gibi yeniden dirilmenin büyük kanıtlarından biri olur.
13, 16 - Biz sana onların [Kehf ve Rakim ashablarının] önemli haberlerini gerçek olarak kıssalaştıracağız. Şüphesiz onlar, Rablerine iman etmiş birkaç genç yiğitler idi. Biz de onlara kılavuzluğu arttırdık: “Mademki siz, onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o halde o büyük mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden yayıversin ve işinizden size rast getirip faydalı olanı hazırlasın.”
14, 15 – Ve Biz onlar ayaklanıp da: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O’nun astlarına ilâh olarak yalvarmayız, yoksa kesinlikle saçma sapan konuşmuş oluruz. Şunlar, Allah’ın astlarından ilâhlar edinen bizim kavmimizdir. Onlara dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?” dediklerinde onların kalplerini sağlamlaştırdık.
Bu ayet grubunda Kehf Ashabı’nın çalışmaya başlamaları nakledilmiştir. Ayetten anlaşıldığına göre, bir grup inançlı genç, “Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden akıl gelişmişliği hazırla” diyerek ayaklanınca [işe başlayınca], Rabbimiz de onlara “Mademki siz, onlardan ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o halde o büyük mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden yayıversin ve işinizden size rast getirip faydalı olanı hazırlasın” diyerek kendilerine imkân sağlamıştır.
16. ayet gerek teknik gerekse semantik olarak 13. ayetin parçasıdır. O nedenle 13 ve 16. ayetleri birlikte sunduk.
17- Ve sen, doğduğu zaman, güneşi, onların o büyük mağaralarından sağ yana yöneldiğini, battığı zaman da onları sol yandan keser-geçer göreceksin. Kendileri de ondan geniş bir boşluktadırlar. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Allah kime kılavuzluk ettiyse artık o, doğruyu bulmuştur. Allah kimi şaşırttıysa da, artık sen ona yol gösteren bir Yakın Kimseyi asla bulamazsın.”
18 – Ve sen onları [Ashab-ı Rakim’i] görseydin uyanık sanırdın. Hâlbuki onlar uykudadırlar. Ve Biz onları sağ yana ve sol yana çeviririz. Köpekleri de girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer sen onlara muttali olsaydın, kesinlikle, kaçarak onlardan uzaklaşırdın ve onlardan ürpertiyle dolardın.
19, 20 – Ve böylece kendi aralarında soruşsunlar diye onları [yazıt ashabını] gönderdik. Onlardan bir sözcü: "Ne kadar durup kaldınız?" dedi. Onlar [diğerleri]: “Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler. Onlar [Yazıt ashabından diğerleri]: “Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu varakınızla [gümüş paranızla] medineye [şehre] gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size yiyecek getirsin. Ve çok nazik davransın ve sizi kimseye sezdirmesin. Şüphesiz onlar [şehir halkı], sizin üzerinize galip gelirlerse sizi taşlayarak öldürürler veya sizi kendi milletlerine döndürürler. O zaman da siz, ebedi olarak, asla kurtuluşa eremezsiniz.”
Bu ayetlerde Kehf Ashabı’nın çalışmaları yer almaktadır. Kehf Ashabı, uyguladıkları hipnoz yöntemiyle Rakim Ashabı’nın emaneten taşıdığı yazıtlardaki [bellek hücrelerindeki] geçmişte yaşamış kişiye ait kayıtları deşifre etmektedirler. Böylece hem Kur’an’ın mucizeliği hem de Allah’ın vaadinin hak olduğu ve Kıyamet’te hiç şüphenin olmadığı bilimsel olarak ortaya çıkmaktadır.
Ayetteki “güneşi, onların o büyük mağaralarından sağ yana yöneldiğini, battığı zaman da onları sol yandan keser-geçer göreceksin” ifadesi, bu olup bitenlerin Kur’an açısından konumunu belirtmektedir.
Burada konu edilen güneş, yıldız olan Güneş olmayıp mecaz anlamıyla Kur’an’dır. “Şems [Güneş]” sözcüğünün mecaz anlamıyla Kur’an demek olduğunu daha evvel “Şems” suresinde açıklamıştık. (Tebyinü’l Kur’an; c: 1, s: 499) Evet, burada olup bitenlerin Kur’an ile sağlaması yapılacak olursa, yani olanlar Kur’an büyüteci altında değerlendirilecek olursa, sağ yöne yöneldiği [tam isabetle, hayırlı bir iş yapıldığı] görülecektir. Yok, Kur’an açısından bakılmazsa, bu kez sol yöne kayıp gidecektir [uğursuz, anlamsız bir olay olarak kalacaktır, çalışmalara yazık olacaktır.] “Sağ” sözcüğünün “uğur”, sol sözcüğünün “uğursuzluk” anlamında kullanıldığını daha evvel “Ashab-ı Meymene ve Ashab-ı Meş’eme” başlığı altında detaylı olarak açıklamıştık. (Tebyinü’l Kur’an; c.2 , s. 162-164)
Rabbimiz, Kur’an’da, ileride afak ve enfüsten Kur’an’ın mucizelerinin ortaya çıkacağını bize daha evvel bildirmişti:
Onun hakk olduğu ortaya çıkıncaya kadar, hem afakta [dış dünyada], hem enfüslerinde [kendi içlerinde] ayetlerimizi onlara göstereceğiz. Rabbinin şüphesiz her şeye tanık olmuş olması da yetmedi mi? (Fussılet/53)
Bu konuyla ilgili detay daha evvel Fussılet suresinin tahlilinde verilmişti. (Tebyinü’l Kur’an; c. 6, s. )
18. ayette, Ashab-ı Rakim’in taşıdığı hücrelerdeki hafıza kodlarının deşifre yöntemi bildirilmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla, söz konusu kod çözümü işlemi hipnoz yöntemiyle gerçekleştirilecektir. Uyutulmuş olmalarına rağmen görenler tarafından uyanık sanılacak olmaları hipnotik bir duruma işaret etmektedir. Uyudukları halde sağa sola hareket etmeleri de bunu göstermektedir.
19. ayetteki “Ve böylece kendi aralarında soruşsunlar diye onları [yazıt ashabını] gönderdik” ifadesi, Rabbimizin Ashab-ı Kehf’e yaptığı yardımı, yani kendilerine çalışacakları, araştırma yapacakları kişileri buldurduğunu ifade etmektedir.
12 ve 19. ayetin orijinalindeki “ بعثbease” fiili genellikle “diriltti” diye tercüme edilmiştir. Biz ise aynı fiili her iki ayette de “göndermek” anlamıyla çevirmiş bulunuyoruz. Böylece 12. ayettekine “gönderdik”, 19. ayettekilere ise “gönderdik” ve “gönderiniz” şeklinde anlam verdik. Bunun nedeni, Arapça dilbilgisi kurallarının bu anlamı gerektiriyor olmasıdır. Şöyle ki:
بعثBEASE
Bu sözcük lügatte “tek başına veya birisiyle birlikte göndermek” demektir. (Tebyinü’l Kur’an; c. 1, s. 449, 450; Tacü’l Arus; c.3, s. 170, 171. “ba’s” mad.)
Kur’an’a bakıldığında, bu sözcüğün “yeniden diriltme” anlamından çok, “gönderme” anlamında kullanıldığı görülmektedir. Sözcüğün “diriltme” anlamı da aslında “mezardan gönderme” anlamından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Kur’an’da elçi göndermenin “ بعثbease” fiiliyle ifade edildiği bir çok ayet vardır. Biz burada “kişi” ve “gurup” gönderme anlamıyla birkaç ayeti örnek vereceğiz:
Allah, İsrailoğuları’ndan söz almıştı. İçlerinden on iki nakip [müfettiş/başkan] göndermiştik. Ve Allah demişti ki: “Ben, muhakkak sizinle beraberim. Namazı ikame eder, zekâtı verir, peygamberlerime iman eder, onları destekler ve Allah’a güzelce borç verirseniz, ant olsun ki sizin günahlarınızı örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim. İşte sizden her kim de bundan sonra küfrederse, gerçekten dosdoğru yoldan sapmış olur. (Maide/12)
Ve eğer ikisinin [karı-kocanın] arasının açılmasından korktuysanız bir hakem onun [erkeğin] yakınlarından, bir hakem de onun [kadının] yakınlarından kendilerine gönderin. Bu ikisi [iki hakem] gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah onların [karı-kocanın] arasında geçim verir. Şüphesiz Allah, Alîm’dir, Habîr’dir. (Nisa/35)
De ki: “O, üstünüzden ve ayaklarınızın altından azap göndermeye yahut sizi fırkalara ayırıp kiminizin kiminize hıncını tattırmaya gücü yetendir.” Bak, onlar iyice anlasınlar diye ayetlerimizi nasıl evirip çeviriyoruz [inceden inceye açıklıyoruz]. (En’am/65)
İşte o ikisinden birincisinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik de onlar, evlerin aralarına girip araştırdılar. Ve o yerine getirilmesi gereken bir vaat idi. (İsra/5)
Ve eğer çıkışı isteselerdi, kesinlikle onun [çıkış] için bir takım hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, onların gönderilmelerini hoş görmedi de onları yoldan alıkoydu. -Ve “oturun oturanlarla beraber” denildi.- (Tevbe/46)
19 ve 20. ayetlerde, taşıdıkları hafıza hücreleri deşifre olanlardan aynı çağda yaşamış iki grubun tespit edildiği ve hipnotize edilmiş bir durumdayken birbirlerine soru yönelterek konuştukları nakledilmektedir.
Bu iki grup Yazıt ashabı, suçluların taşlanarak öldürüldükleri dönemin kayıtlarını taşımaktadırlar. Kendilerinde taşıdıkları geçmiş döneme ait hafıza hücrelerinden dolayı her iki grup da sanki o çağda yaşıyormuş gibi davranmaktadırlar; yani o günkü şartların devam ettiğini sanmaktadırlar.
21 – Böylece, Allah’ın vaadinin hak olduğunu ve kıyamet gününde hiç şüphe olmadığını bilmeleri için, onlar üzerine haberdar kıldık. Hani onlar aralarında işlerini tartışıyorlardı. Dediler ki: “Üstlerine bir duvar [basit bina] yapın. Rableri, onları daha iyi bilir.” Onların işleri üzerine galip olanlar: "Üzerlerine kesinlikle bir mescit yapacağız” dediler.
Bu ayette Rabbimiz, Kehf Ashabı’nı niye devreye sokup onlara araştırma yaptırdığını açıklamaktadır. Rabbimizin Yazıt Ashabı’ndaki emanet hücrelerde kayıtlı bilgileri Allah'ın ba's, haşr ve neşr ile ilgili vaadinin hak ve gerçek olduğunu anlasınlar diye ortaya çıkarıp herkesin duymasını, bilmesini sağlayacağı anlaşılmaktadır.
Böyle bir çalışmayı sürdüren yiğitler, kendi aralarında bu çalışmadan sonra neler yapabileceklerini tartışmaktadırlar. Bazısı bunu fazla büyütmeden sürdürmeyi düşünürken bazısı da -ki bunların dediği olacaktır- bunların üzerine bir mescit [boyun eğilen, ikna edilen bir yer; yani bu konuyu herkesle paylaşarak ve sürekli olarak yaparak bu konuda herkesi ölümden sonra dirilmeye inandıran, bunu herkesin gözüyle görmesini sağlayan bir okul] yapmaya karar verirler.
22- 25 – “Onlar, üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler, “Onlar, gaybi taşlamak olarak, beş kişidir, altıncıları köpekleridir" diyecekler, “Onlar, yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir”, ve onlar, “Onlar, onların o büyük mağaralarında üç yüz yıl kaldılar” derler. Ve dokuza arttırdılar. De ki: “Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir.” Onları ancak pek az kimse bilir. Bu sebeple onlar hakkında zahir olan şeyden başkası ile bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında onlardan kimseye de bir şey sorma! Ve hiçbir şey için, “Allah'ın dilemesi dışında, şüphesiz ben yarın onu yapacağım” deme. Ve terk ettiğin vakit Allah'ı an ve “Umarım Rabbim beni doğruya bundan daha yakın olana eriştirir” de!
Bu ayet grubunda, Kehf Ashabı’nın kendi aralarında Ashab-ı Rakim ile ilgili bulgular hakkındaki fikir teatileri dile getirilmiştir. Bu konuşmadan, söz konusu kişilerden kimisinde üç, kimisinde dört, kimisinde beş, kimisinde de altı farklı kişinin bellek hücresi olduğu; bu hücrelerde bir köpekle ilgili bilgilerin de bulunduğu; söz konusu hücrelerin üç yüz yıl evvele ait olduğu; hatta bir kişideki emanet belleklerin sayısının dokuza çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
25. ayetin başındaki “ وvav” edatı 22. ayetin üzerine atıf olup bağımsız bir cümle değildir. Bu durumda, söz konusu ifade onlara dair Rabbimizin bir beyanı değil, Ashabı Kehf’ten bir nakildir.
Rabbimiz daha sonra “Onları ancak pek az kimse bilir. Bu sebeple onlar hakkında zahir olan şeyden başkası ile bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında onlardan kimseye de bir şey sorma! Ve hiçbir şey için, ‘Allah'ın dilemesi dışında, şüphesiz ben yarın onu yapacağım’ deme. Ve terk ettiğin vakit Allah'ı an ve ‘Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olana eriştirir’ de!” ifadesiyle, “Hiçbir şey hakkında ‘inşaallah’ demedikçe, yani Allah'ın bu söz hususunda sana müsaade etmeyi dilemesi müstesna, ‘ben bunu mutlaka yapacağım’ deme!” diye ihtar etmiştir. Bu ihtardan, bir elçinin din konusunda kendiliğinden ve canının istediği zaman bir işi yapmasının ve bir söz söylemesinin söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır.
Her şey Allah’ın meşîetine bağlıdır. O, ister yaratır, ister yaratmaz. Kur’an’a bakıldığında, Allah’ın tüm tasarruflarının bizzat Kendisinin “Meşiet”ine bağlı olarak ifade edildiği görülmektedir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla