Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 01:38 PM   #1
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart Kehf sûresine giriş

GİRİŞ:
Kehf suresi, Mekke’de 69. sırada inmiş olup adını 9. ayetteki “Kehf [büyük mağara]” sözcüğünden alır. 1-8, 28, 107-110. ayetlerin Medenî olduğuna dair nakiller de söz konusudur. (Süyuti, el İtkan; Mukatil)
Sure, Kur’an’ın salihatı işleyen müminlere cenneti müjdelemek, şirk koşanları da uyarmak için indirildiğinin açıklanmasıyla başlamaktadır. Resulullah’ın moral verilip teselli edilmesiyle devam eden surede üç ana mucizevî olaya değinilmektedir.
Bunlardan ilki Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim hakkında anlatılanıdır. İkincisi Zülkarneyn ile ilgili mucizevî işaretlerle dolu anlatım, üçüncüsü de Musa peygamberin eğitim sürecinden bir kesitin yer aldığı Musa ve “Âlim Kul” hakkındaki kıssadır. Her üç kıssada da insanlığı hayran bırakacak mucizelere değinilmektedir.
Ayrıca öğüt ve ibret alınması maksadıyla müşrik ve mümin iki adam [malıyla övünüp kibirlenen bir “zengin” ile imanı ve inancıyla şeref duyan bir “fakir kul”] örneği verilmektedir.
Surede yer alan Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim, Musa ile Alim kul ve Zülkarneyn kıssaları daha evvel doğru dürüst anlaşılmadığından bu konulara dair birçok efsane üretilmiş, ya da bu kıssalarda nakledilenler mitolojideki bazı efsanelere adapte edilmiştir.
Surenin inişi ile ilgili olarak klasik kaynaklarda şu bilgiler verilmektedir:
İbn İshak'ın naklettiğine göre, Kureyşliler Nadr b. Hâris ve Ukbe b. Ebi Muayt'ı Yahudi ilim adamlarına gönderdiler ve onlara şu talimatı verdiler: Muhammed hakkında bunlara soru sorun ve onlara Muhammed'in niteliklerini anlatın. Neler söylediklerini bildirin. Çünkü onlar, kendilerine ilk kitap verilmiş kimselerdir. Ve onların yanında bizim sahip olmadığımız türden peygamberle*rin getirdiği bilgiden malumat vardır. Bunun üzerine Nadr ile Ukbe yo*la çıktılar ve Medine'ye gittiler. Medine'ye varıp Yahudi ilim adamlarına, Resulullah (sav) hakkında soru sordular. Onlara durumunu anlattılar, söyledi*ği sözlerin bir bölümünü haber verdiler ve şöyle dediler: Siz, Tevrat ehlisi*niz. Biz size, bizim bu arkadaşımızın durumunu bildirmeniz için geldik. Yahudi ilim adamları onlara şöyle dedi: Bizim size söyleyeceğimiz üç hususu ona sorunuz. Eğer bunlara dair size haber verecek olursa, o, Allah tarafın*dan gönderilmiş bir peygamberdir. Şayet bunu yapmayacak olursa, o, Allah'a yalan uyduran bir kimsedir. O takdirde uygun gördüğünüzü ona yaparsınız. Siz ona, eski zamanda ayrılıp gitmiş genç bir takım delikanlıların durumlarının ne olduğunu sorunuz. Çünkü, gerçekten onların hayret edilecek bir halleri olmuştu. Yine ona, dünyanın doğularına ve batılarına ulaşmış, olduk*ça dolaşmış bir kimseye dair soru sorunuz. Onun haberi ne olmuştur? Yi*ne ona Ruh hakkında sorunuz, o nedir? Eğer size bunları haber verecek olur*sa, ona uyunuz, o bir peygamberdir. Eğer yapmayacak olursa, biliniz ki, o, yalan uyduran bir kimsedir. Onun hakkında uygun göreceğiniz uygulama*yı yapınız.
Nadr b. Haris ile Ukbe b. Ebi Muayt, Medine'den dönüp Mekke'ye geldiler ve Kureyşlilere şöyle dediler: Ey Kureyşliler topluluğu! Biz sizlere, sizin ile Muhammed arasında ayırt edici hükmü vermenizi sağlayacak bir çö*züm getirdik. Yahudi ilim adamlan bizlere, ona sormamızı istedikleri bazı hu*suslar söylediler. Ve eğer bunlar hakkında size haber verirse o bir peygam*berdir. Vermeyecek olursa, yalan uyduran bir kimsedir ve onun hakkında uy*gun gördüğünüzü yapınız, dediler.
Bunun üzerine Resulullah (sav)'a gelip şöyle dediler: Ey Muhammed, sen bizlere, ilk zamanlarda ayrılıp gitmiş genç delikanlıların durumunu haber ver. Çünkü onların başından hayret edilecek şeyler geçmişti. İkinci olarak sen bi*ze, yeryüzünün doğularına ve batılarına gitmiş, oldukça dolaşmış bir adam hakkında haber ver, ayrıca bizlere Ruh'un ne olduğunu da bildir.
Resulullah (sav) onlara: "Yarın size bu istediğiniz hususları haber verece*ğim" deyip "inşaallah" demedi. Onlar da yanından ayrılıp gittiler. İddia edildiğine göre Râsulullah (sav) onbeş gün geçtiği halde yüce Allah bu ko*nuda ona bir vahiy indirmedi ve Cebrail de yanına gelmedi. Nihayet Mekkeliler yalan haberler yayarak “Muhammed bize yarın haber vereceğini vaat ettiği halde, işte bu onbeşinci günün sabahı, kendisine sorduğumuz herhan*gi bir şeyi haber vermedi” dediler. Nihayet vahyin gecikmesi Resulullah (sav)'ı üzdü, kederlendirdi. Mekkelilerin konuştukları ona ağır geldi. Daha sonra Cibril (a.s), Allah (c.c) nezdinden ona Kehf Ashabı’nın sözkonusu edildiği sûreyi getirdi. Bu sûrede, Hz. Peygamber'e, onlar için üzülmesinden dolayı serzenişte bulunulduğu gibi, ona sordukları genç delikanlıların duru*mu ile dünyayı dolaşıp gezmiş adamın haberini ve Ruh'un mahiyetine dair sorduklarının cevabını getirdi. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
Muhammed İbn İshâk bu sûre-i celîle'nin nüzul sebebi hakkında der ki: Mısır halkından ihtiyar bir kişi bana anlattı. O, kırk küsur sene önce bize gelmişti. Ona İkrime b. Abbâs'ın şöyle dediğini nakletmiş: Kureyş'liler Nadr b. Haris ve Ukbe b. Ebu Muayt'ı Medine'deki Yahûdî hahamlara gönderdiler ve dediler ki: Onlardan Muhammed'in durumunu sorun, niteliklerini anlatın ve söylediklerini kendilerine haber verin. Onlar Kitab Ehli bir toplulukturlar ve onların yanında peygamberlerin bilgisine dâir bizde bulunmayan şeyler vardır. O ikisi Mekke'den çıkıp Medine'ye geldiler. Yahûdî hahamlarına Hz. Peygamberin durumunu sordular, sözlerinden bir kısmını aktararak halini anlattılar ve dediler ki: Siz, Tevrat ehlisiniz. Biz size bu arkadaşınızın durumundan haber almak için geldik. Yahûdî hahamları onlara dediler ki: Biz size, ona üç şeyi sormanızı emrederiz. Eğer o, size bunları bildirirse; gerçekten gönderilmiş bir peygamberdir, eğer bunu bildirmezse, adam söz uyduran birisidir, siz onun hakkında istediğiniz gibi görüş bildirebilirsiniz. Kendisine önce eski devirlerde yaşamış ve geçip gitmiş delikanlıların halini sorun, durumları ne olmuştu? Çünkü onların garîb bir hâdisesi vardır. Sonra ona yeryüzünün doğularına ve batılarına kadar gezen adamın durumunu sorun, size onun haberini versin. Ayrıca ona ruhun ne olduğunu sorun. Eğer o, bunlar hakkında size bilgi verirse; o, peygamberdir, kendisine uyun. Şayet size bunlar hakkında bilgi vermezse; o, lâf eden bir adamdır. Uygun gördüğünüz şekilde ona davranın.
Nadr İbn Haris ve Ukbe İbn Ebu Muayt dönüp Kureyşlilerin yanına geldiler ve “Ey Kureyş topluluğu, biz sizinle Muhammed'in arasını ayıracak bir bilgi getirdik. Yahûdî hahamları bize Muhammed'e bazı şeyler sormamızı bildirdiler” diyerek onları Kureyşlilere anlattılar. Kureyşliler de Hz. Peygambere gelip “Ey Muhammed, bize şunları haber ver!” dediler ve Yahûdî hahamlarının kendilerine söylediklerini Hz. Peygamberden sordular. Resûlullah (s.a) onlara dedi ki: Yarın sorduğunuz şeyleri size haber vereceğim. Fakat inşâallah demedi. Onlar gittiler ve Hz. Peygamber on beş gece bekledi, Allah ona bu konuda hiç bir vahiy göndermedi. Cibril Aleyhisselâm da gelmedi. Nihayet Mekke halkı şımarıklık ederek dediler ki: Muhammed bize yarın söylerim diye va'detti. İşte, on beşinci gün de geldi, fakat kendisine sorduğumuz şeyleri hâlâ bize haber veremedi. Nihayet vahyin kesilmesi Rasûlullah (s.a)’ı üzüntüye boğdu. Mekke halkının söyledikleri de ona ağır geldi. Bunun üzerine Hz. Cebrail Allah katından Kehf Ashabı’ndan bahseden sûreyi getirdi. Bu sûrede Kureyşlilerin yaptıklarına üzülmesinden dolayı Hz. Peygambere serzeniş vardır. Ayrıca gezginci adamla delikanlının durumu hakkında sordukları soruların haberi vardır. Allah Azze ve Celle “Sana rûhdan sorarlar. De ki: Rûh Rabbımın emirlerinden bir emirdir. Ancak size bilgiden çok azı verilmiştir” âyetini de inzal buyurdu. (İbn Kesir)
Biz, Ashab-ı Kehf Kıssası'nın sebebi nüzulünü, İsra/85 ayetinin de sebebi nüzulü olarak zikretmiştik. Muhammed b. İshak, bu kıssanın sebebi nüzulü olan hadiseyi genişçe anlatarak şöyle demiştir:
Nadr b. Haris, Kureyş'in şeytanlarından, kötü kimselerinden idi. O, Allah'ın Resulüne eziyet eder, düşmanlık beslerdi. Hîre (şehrine) gidip, oradan [İran efsânelerinden] Rüstem ve İsfendiyâr hikâyelerini öğrendi. Hz. Peygamber (s.a.s) bir topluluk içine oturduğunda, Allah'tan bahsederdi. Etrafındakilerine, geçmiş ümmetlerin başına gelen hâdiseleri anlatırdı. Hz. Peygamber o topluluktan ayrılınca Nadr hemen onun yerini alıp şöyle derdi: Vallahi ey Kureyşliler, ben ondan daha güzel [hikâyeler] anlatırım. Gelin, ben size onun sözlerinden daha güzelini söyleyeyim" der ve onlara İran krallarının efsanelerini anlatırdı.
Daha sonra Kureyşliler onu ve beraberinde Utbe b. Ebî Mu'ayt'ı, Medine'deki Yahûdî alimlerine gönderip onlardan "Muhammed'i ve durumunu sorun. Onlara, Muhammed’in sözlerini nakledin. Zira onlar önceki kitap sahipleridir. Dolayısıyla onlar bizim bilmediklerimizi de bilirler" dediler. Bunun üzerine onlar, çıkıp Medine'ye geldiler ve Yahûdî âlimlerine Hz. Muhammed (s.a.s)'in durumunu sordular. Onlar da "Ona şu üç şeyi sorun:
a- Asırlar önce gidip kaybolan o gençlerin [Ashab-ı Kehf'in] durumunu sorun. Çünkü bunların kıssası enteresandır.
b- Doğu-Batı her yere ulaşabilen o seyyahın hadisesini sorun.
c- Ona ruhu ve ruhun ne olduğunu sorun. Eğer o size, bunların cevabını verirse, bilin ki peygamberdir. Aksi halde, peygamber olduğunu uyduran birisidir" dediler.
Nadr ve arkadaşı Mekke'ye dönünce, Kureyş'e: "Biz, bizimle Muhammed arasında kesin hükmü ortaya çıkaracak birşeyi getirdik" dediler ve Yahûdîlerin söylediklerini onlara haber verdiler. Kureyş, Resûlullah'a gelip bu soruları sordular. Hz. Peygamber (s.a.s) de "inşaallah" demeden, "sorduklarınıza yarın cevap veririm" dedi. Bunun üzerine Mekkeliler çekip gittiler. Hz. Peygamber (s.a.s), O'nların sorduğu şeylerin cevabını, onbeş gün bekledi. Böylece Mekkeliler, onun hakkında ileri geri konuşmaya başladılar ve "Muhammed bize 'yarın' dedi ama, bugün onbeşinci gün. Galiba bu ona zor geldi" dediler. Derken Cebrail (a.s), Hz. Peygamber'e Kehf Sûresi'ni getirdi; ki, bu sûrede Cenâb-ı Hakk'ın, Hz. Peygamber'i, Mekkeliler iman etmiyorlar diye üzüldüğünden ötürü kınaması, o gençlerin [Ashab-ı Kehf] ile o seyyahın haberi vardır (Razi; el Mefatihu’l Gayb)
Ayette sözü geçen Mağara İnsanları'nın kıssasına gelince, müfessirlerin çoğu bunun ilk dönem Hristiyan tarihiyle, yani Roma imparatoru Desius'un zulmüne uğrayan Hristiyanlarla ilgili olduğu görüşüne meyletmektedirler. Menkıbeye göre, Efesli bir grup genç Hristiyan, inançlarıyla bağdaşır bir hayat sürdürmek için köpekleriyle beraber insan gözünden ırak bir mağaraya sığınır ve orada yıllarca süren [bu surenin 25. ayetine dayanarak yapılan bazı hesaplara göre üçyüz yıl dolayında] mucizevî bir uykuya yatarlar. Ne kadar sürdüğünün farkında olmadıkları bu uykudan günün birinde uyanır ve içlerinden birini yiyecek bir şeyler satın alması için şehre gönderirler. Tabii, bu arada durum bütünüyle değişmiş, Hristiyanlık artık kovuşturulan, baskı ve zor altındaki bir din olmaktan çıkmış, hatta Roma İmparatorluğu'nun resmî dini olmuştur. Genç adamın alış veriş için kullanmak istediği -Desius zamanından kalma- eski para şehirde ister istemez merak ve şaşkınlık uyandırır ve şehir halkı genç adama sorular sormaya başlar ve böylece Mağara İnsanları'nın ve onların mucizevî uykularının kıssası aydınlığa kavuşur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, klasik müfessirlerin ekseriyeti, Kur'an'ın bu Mağara İnsanları'yla ilgili atfını [9-26. ayetler] açıklamaya çalışırken hep bu Hristiyan menkıbesine dayanmışlardır. Ama, öyle görünüyor ki, kıssanın bu Hristiyan versiyonu, Hristiyanlık öncesi döneme, Yahudi kaynaklara kadar giden çok eski ve sözlü bir geleneğin son uzantısından başka bir şey değildir. Klasik müfessirlerin hemen hepsinin naklettiği muhtelif güvenilir hadisler de bunun böyle olduğunu göstermektedir. Bu hadislere göre, Muhammed (s)'in sahiden peygamber olup olmadığını sınamak için onun Mekkeli muhaliflerini, öteki meseller yanında, ona Mağara İnsanları'nın kıssası konusunda da soru sormaları için kışkırtanlar Medineli Yahudi din adamlarıydı [rabbis/ahbâr]. Surenin 13. ayetiyle ilgili yorumunda İbni Kesîr bu hadislere atıfta bulunarak şöyle demektedir: "Mağara İnsanları'nın Meryem oğlu İsa'nın izleyicileri olduğu söylenmiştir, ama işin aslını Allah bilir: Çünkü, bunların Hristiyanlık çağından çok önce yaşamış oldukları şu bakımdan açıktır ki, eğer Hristiyan olmuş olsalardı, kendilerini din ve kültür olarak Hristiyanlardan bütünüyle uzak tutan Yahudi din adamları böyle bir kıssaya kendi geleneksel söylenceleri arasında ne diye yer versinler?" Dolayısıyla, giydirilen Hristiyan kisvesi çıkarılıp hristiyanî renklerden arındıktan sonra rahatlıkla söyleyebiliriz ki Mağara İnsanları kıssası özü itibariyle Yahudi menşelidir. Sonradan eklenen unsurlardan arındırıp kendi aslî muhtevasına ulaştırdığımız zaman, kendi ihtiyarıyla dünyadan el etek çekip insan gözünden ırak bir mağarada ömür boyu "uykuya" çekilen ve mucizevî bir "uyanışla hayata dönen" bu insanların kıssasında, Hz. İsa'nın zuhurundan hemen önceki ve hemen sonraki yüzyıllarda Yahudi dininin tarihinde önemli bir rol oynayan dinî bir harekete, [3:52 üzerine 42. notumuzda da belirttiğimiz gibi, Hz. İsa'nın kendisinin de mensup olmuş olabileceği] çileci Essene Kardeşliği hareketine ve özellikle, onun kollarından birine, yani Ölü Deniz yakınlarında bir yerde uzlet içinde yaşamayı seçen ve modern zamanlarda Ölü Deniz Yazmaları/Kitabeleri keşfedildikten bu yana "Kumran cemaati" olarak bilinegelen bir topluluğun hayatına ilişkin çarpıcı bir temsîl buluruz. Yukarıdaki ayette geçen [bizim "yazmalar" ifadesiyle aktardığımız] rakîm ifadesi bu görüşe güçlü bir destek sağlamaktadır. Taberî'nin kaydettiği gibi, ilk otoritelerden bazıları -özellikle İbni Abbâs- bu terimi merkûm ["yazılı şey"] terimiyle ve dolayısıyla "kitap" ya da "kitabe/yazıt" terimiyle eş anlamlı görmüşlerdir. Keza Râzî: "Bütün belâgatçiler ve Arapça uzmanları er-rakîm'in el-kitâb'la aynı anlama geldiği görüşündedirler" demektedir. Kumran cemaati mensuplarının -ki bu Essene tarikatinin ilkelere en bağlı grubuydu- kendilerini bütünüyle bazı kutsal metinlerin ya da yazmaların tedris, istinsah ve muhafazasına adamış oldukları, dünyadan tam bir el etek çekme ve tecrit durumu içinde yaşadıkları ve manevî değerlere bağlılıklarıyla ileri derecede saygı uyandırdıkları tarihî olarak ortaya konmuş bulunduğuna göre, bu kişilerin dindaşlarının muhayyilesinde, zaman içinde, dünyayla irtibatını keserek yüzyıllarca "uyuyan" ve manevî/ruhanî görevleri bitince "uyanan" Mağara İnsanları'nın menkıbesiyle temsîlî bir anlatıma dönüşecek kadar derin bir iz bıraktıkları rahatlıkla söylenebilir. Kaynağı ne olursa olsun, yani ister Yahudi kaynaklı olsun, ister Hristiyan kaynaklı, Kur'an'ın bu menkıbeyi bütünüyle temsîlî bir anlamda: yani, Allah'ın insanda ölümü [yahut "uyku"yu], ölümden sonra kalkışı [yahut "uyanış"ı] gerçekleştirmesini ve bu arada insanları dinlerinin safiyetini korumak için günah ve kötülükle dolu bir dünyayı terk etmeye sevk eden dinî hassasiyeti yansıtan ve nihayet Allah'ın böyle bir imanı, zamanı ve ölüm olgusunu aşan manevî/ruhanî bir uyanma bahşederek nasıl ödüllendirdiğini dile getiren bir temsîl olarak zikrettiği bir gerçektir. (Muhammed Esed; Kur’an Mesajı)
Başta da açıkladığımız gibi, sure aslında Mekki ve Medeni olmak üzere değişik necmlerden oluşmaktadır. Biz, birbirine bağlı olan necmleri bir araya getirerek sureyi yeni bir dizimle takdim ediyoruz

https://youtu.be/txuser8G8o4 Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 381. Bölüm Kehf Suresi 1. Bölüm.

https://youtu.be/VVMOofuHKUA Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 382. Bölüm Kehf Suresi 2. Bölüm

https://youtu.be/BV23EjHY3wU HakkıYılmaz Kuran ve İslam 383. Bölüm. Kehf Suresi 3. Bölüm.

https://youtu.be/GsfsK2FMAQI Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 384. Bölüm Kehf suresi 4. Bölüm

https://youtu.be/MoBOAFkcyt0 Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 385. Bölüm Kehf Suresi 5. Bölüm

https://youtu.be/sM6bzy9N2xs Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 386. Bölüm Kehf Suresi 6. Bölüm
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla