Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. September 2008, 11:45 PM   #4
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

11.Şüphesiz bizler; bizlerden bir kısmı sâlihlerdendir, bizden bazıları da bunun aşağısındandır. Biz, çeşit çeşit yollarda idik.

Kur’an’ı dinlemiş ve inanmış olan cinn [yabancı] gurubunun özeleştirisi bu ayette de devam etmektedir. Toplumda “düzgün” nitelikte olanların da, bu nitelikten mahrum olanların da var olduğu belirtilerek toplumun kendi içinde bir takım yollara, mezheplere, meşreplere ayrılmış olduğu, aralarında birlik beraberlik olmadığı itiraf edilmektedir.

Toplumda her zaman kötülerin arasında düzgün kişilerin de olacağı, A’râf suresinde de bildirilmişti:

168.Ve onları yeryüzünde birçok önderli toplumlara ayırdık. Onlardan bir kısmı düzgün kimselerdi, bir kısmı da bundan aşağı idi. Ve Biz, onları dönsünler diye iyiliklerle ve kötülüklerle sınama yaptık.

(A’râf/ 168)

KIDED

“ قدداًKıded” sözcüğünün esas anlamı “köseleden yapılan sicim”14 demektir. Bu sözcükle ayette “birbirine karışmayan, bulaşmayan, birbiriyle uzlaşmayan fırkalar, guruplar, hizipler, klikler” kastedilmiştir.

12.Ve kesinlikle, Allah’ı yeryüzünde asla âciz bırakamayacağımızı, kaçmakla da O’nu asla âciz bırakamayacağımızı iyice anladık. 13.Ve biz o kılavuzu/ Kur’ân’ı dinlediğimizde ona iman ettik. Onun için kim Rabbine inanırsa, o hakkının eksik verilmesinden ve haksızlığa uğramaktan/ aptal yerine konmaktan, kendisine aşırı yük yüklenilmesinden korkmaz.

Buradaki “zann” sözcüğü de tıpkı 7. ayetteki gibi, Arapçanın klâsik kuralı gereği “yakin [kesin bilgi]” anlamındadır.

Bu ayetlerden, Kur’an dinlemiş olan yabancı grubun Kur’an’ı iyice özümsediği, Allah’tan kaçmanın imkânsızlığını ve mutlaka O’na dönüleceğini kavradığı, Allah’a teslim olanın mutlaka bahtiyar olacağına ve haksızlığa uğratılmayacağına kesinlikle inandığı anlaşılmaktadır.

Düzgün kimselerin haksızlığa uğratılmaması “Sünnetullah”ın gereğidir. Bu durum Kur’an’da çeşitli vesilelerle ifade edilmiş, Ta Ha suresinde de bağımsız bir ayet olarak bildirilmiştir:

112.Ve her kim iman eden biri olarak düzeltmeye yönelik işlerden yaparsa, artık o, bir haksızlıktan ve hakkının yenileceğinden korkmaz.

(Ta Ha/ 112)

Yukarıdaki ayetlerin içeriğinden anlaşılmaktadır ki, söz konusu cinn [yabancılar] grubunun peygamberimizden dinlediği ayetler, rivayetçilerin ileri sürdükleri gibi sadece namaz kıldırırken okuduğu Fatiha suresinden ibaret değildir. “Anladık, inandık” demeleri, onların o güne kadar inmiş ayetlerin hepsini ya da pek çoğunu dinlediklerini göstermektedir. Aksi hâlde bu derece bir bilince ermeleri mümkün değildir.

14.Ve gerçekten bizim durumumuz ise; Müslümanlar bizdendir, yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar da bizdendir. Ama kimler Müslüman olduysa, işte onlar doğruya, güzele, iyiye, gerçeğe gitmeyi arayanlardır. 15.Ama inanç konusunda yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara gelince, onlar da cehennem için odun olmuşlardır” demişlerdir.

KIST

14. ve 15. ayetlerde “zalimler” olarak çevirdiğimiz “ القاسطونqâsitûn” sözcüğü adalet ve zulüm için de kullanılabilen bir sözcüktür. Zıt anlamlara gelebilen bu tür sözcüklere Arapçada “ezdâd” denir. Bu özelliğinden dolayı “qâsitûn” sözcüğünün “adil olanlar” anlamında çevrilmesi de mümkündür. Bu sözcüğün hangi yerde hangi anlamda olduğu, içinde geçtiği konudan anlaşılır. Sözcüğün burada “zalimler” olarak çevrilmesi, 14. ayette “Müslümanlar” sözcüğünün karşıtı olarak yer alması sebebiyledir. Sözcüğün bu özelliğine örnek olması bakımından, klâsik eserlerde yer alan bir metni, Razi’nin anlatımıyla dikkatlerinize sunuyoruz:

Saîd b. Cübeyr İle Haccac:

Sa’îd b. Cübeyr’den rivayet edildiğine göre, Haccâc, öldürmek istediği zaman ona, “Benim hakkımda ne dersin?” demiş. Sa’îd de, “Sen kâsıt ve âdilsin” demiş. Bunun üzerine oradakiler, Sa’îd b. Cübeyr’in onu âdil ve insaflı olarak nitelediğini sanarak “Ne güzel söyledi!” deyince, Haccâc, “Ey cahiller, o beni zâlim ve müşrik diye tavsif etti” demiş. Zalim olma ile ilgili olarak da Hak Teâlâ’nın müşrik olma ile ilgili olarak “Hem sonra o kafirler rablerinden udûl ederler, dönerler” (En’âm, 1) ayetini okumuştur.15

Ayrıca “udl” sözcüğünün de “kıst” sözcüğü gibi “ezdad”dan olduğunu belirtmek gerekir. Adalet ve kıst sözcükleri ile ilgili detay, Yunus Suresinin 4. ayetinin tahlilinde verilmiştir.

14. ve 15. ayetlerde, söz konusu yabancı gurubun kendi memleketlerindeki arkadaşlarına yaptıkları konuşmanın son bölümü anlatılmaktadır. Bu konuşma dikkatle incelendiğinde, Kur’an’ın rüşde; iyiye, doğruya, güzele ne ölçüde kılavuzladığı iyice anlaşılmaktadır.

Bu konuşmada gözden kaçırılmaması gereken bir husus da konuşmayı yapanların peygamberden hiç bahsetmeyişleridir. Bu konuşmanın yer aldığı pasaj tamamen Kur’an eksenlidir ve konuşmayı yapanlar da Kur’an’dan başka kılavuz olmadığını, olamayacağını öğrenmişler ve Hüda’ya, gerçek kılavuza yönelmişlerdir. Konuşmanın sonunda geçen “zalimler” sözcüğü ile öncelikle şirk koşanlar kastedilmektedir. Çünkü zulüm, pek çok ayette “şirk koşmak” olarak açıklanmıştır.

CEHENNEME ODUN OLMAK


Bu ifadeden, müşriklerin cehennemde bizzat yanmakla kalmayıp başkalarını yakacak ısının da kaynağı olacakları anlaşılmaktadır.

24.Sonra, eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamayacaksınız; öyleyse kâfirler; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun.

(Bakara/ 24)

6,7.Ey iman etmiş kimseler! Kendinizi ve yakınlarınızı, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir Ateş’ten koruyun. Ateşin üzerinde, Allah’a karşı gelmeyen, kendilerine emredilenleri yapan çetin ve kaba görevli güçler vardır. Ey kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler! Bugün özür dilemeyin. Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz!

(Tahrim/ 6,7)

Klâsik eserlerde “cinn zaten ateşten yaratılmıştı, ateş ateşi yakar mı?” sorusuna cevap aranmış ve olmadık zorlama açıklamalara yer verilmiştir. Ancak bize göre surede bahsedilen “cinn”, Mekkelilere yabancı olan insanlar olup ateşten yaratılmış olan “cann” değildir. Bu nedenledir ki, söz konusu zorlama yorumların naklini gereksiz görüyoruz.

16, 17.Ve eğer onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette onlara, kendilerini saf hâle getirmek için bol bir su verirdik. Kim Rabbinin anılmasından/ Rabbinin öğüdünden; Kur’ân’dan yüz çevirirse, O da onu gittikçe yükselen bir azaba sokar.

Kur’an dinleyen “cinn” gurubunun yaptığı konuşma, yukarıda da belirttiğimiz gibi, 15. ayetle son bulmuştur. Ancak 16. ayetin başındaki “ وvav” bağlacı, 1. ayetteki “ انّه استمع ennehü’stemea…” üzerine atfedilmek suretiyle bu ayetlerin de ilk on beş ayetlik pasajın devamı olduğu kabul edilmiştir. Ancak biz bu görüşe katılmıyoruz. Dikkat edilirse 16. ayette “eğer onlar” diye üçüncü şahıs zamiri kullanılmış, açık isimler verilmemiştir. O halde öncelikle “onlar” zamiri ile kastedilenlerin kim olduklarını bulmak gerekir. Kanaatimiz “onlar”ın surenin 1–15. ayetlerindeki konuşmayı yapan “cinn” grubu olmadığıdır. Çünkü söz konusu edilen “cinn” grubu Kur’an dinleyerek imana gelmiş ve doğru yolu bulmuş kimselerdir. Oysa bu ayetlerde konu edilen “onlar”, henüz doğru yolu bulamamışlardır.

Bize göre bu ayetler; Necm Cinn suresinden bir önceki sure olan A’râf suresindeki 179–188. ayetlerden oluşan paragrafın devamıdır.

16.ayetteki “Eğer onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette onlara, kendilerini saf hâle getirmek için bol bir su verirdik” ifadesinden, aslında insanların cennete girmelerinin istendiği ve doğru yola girdikleri takdirde kendilerine büyük fırsatlar verilerek yardım edileceği anlaşılmaktadır.

Kur’an’da bu tarz özendirme mesajları veren birçok ayet vardır:

65.Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve Allah’ın koruması altına girmiş olsalardı, kesinlikle onların kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan cennetlere koyardık.

66.Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât’ı, İncîl’i ve kendilerine Rablerinden indirilen Kur’ân’ı ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından [her yönden] besleneceklerdi. Onlardan bir kısmı orta yol tutan; bazısına inanıp bazısına inanmayan, inanmadığı hâlde inanmış gözüken önderli bir toplumdur. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür!

(Maide/ 65, 66)

2,3.Artık sürelerinin sonuna vardıklarında onları örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde tutun yahut örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde onlardan ayrılın. Ve sizden adalet sahibi iki kişiyi şâhit tutun. Şâhitliği de Allah için ayakta tutun. İşte bu, Allah’a ve son güne inanan kimseye öğütlenendir. Ve kim Allah’ın koruması altına girerse, Allah ona bir çıkış yolu sağlar ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah’a işin sonucunu havale ederse, O ona yeter. Şüphesiz Allah, Kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, kesinlikle her şey için bir ölçü koymuştur, belirlemiştir.

(Talak/ 2, 3)

5-12.Nûh dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben, toplumumu gece-gündüz/sürekli olarak davet ettim. Fakat benim çağırmam, onların sadece kaçmalarını artırdı. Ve şüphesiz ben, onları, Senin onları bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler, kibirlendikçe de kibirlendiler. Sonra şüphesiz ben onları yüksek sesle çağırdım. Sonra şüphesiz onlar için ilan ettim. Onlar için gizli gizli de söyledim. Sonra dedim ki”: “Rabbinizin sizi bağışlamasını isteyin. Kesinlikle O, çok bağışlayıcıdır. Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın. Size mallar ve oğullar ile yardımda bulunsun, sizin için bahçeler kılsın, ırmaklar kılsın. 13Size ne oluyor ki, Allah için “ağır davranış”ı ummuyorsunuz?

( Nuh/5–12)

96.Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve Allah’ın koruması altına girselerdi, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları yapıp durmakta olduklarına karşılık yakalayıverdik.

(A’râf/ 96)

Ayetteki “bol bir su verirdik” ifadesi “bolluk, bereket verirdik” anlamındadır. Toprağın yetiştirdiği tüm ürünler için su her şeyin başında geldiğinden, “dünya malı, dünya nimeti” “bol bol su” ifadesi ile anlatılmıştır. Çünkü Arabistan gibi sıcak yörelerde, insanların geçimleri büyük ölçüde tarım ve hayvancılığa dayalıdır ve böyle coğrafyaların insanı için “su”, nimetlerin en önemlisidir. “Bol bol su” ifadesi ayrıca cennet ırmaklarından da kinayedir.

Ayette “kendilerini saf hâle getirmek için” diye çevirdiğimiz ifadenin orijinali “ ليفتنهمliyeftinehüm [onları fitnelendirelim diye]” şeklindedir. “Fitne” sözcüğünün “kıymetli bir madeni potada eritmek suretiyle cürufundan ayırıp saf hâle getirmek” demek olması sebebiyle, ifade bu şekilde çevrilmiştir.

Burada “bol su” şeklinde ifade edilen dünya nimetlerinin insanlar için bir fitne; arınma, saf hâle gelme aracı olduğu, Enfal/ 28,Teğabün/ 15, Ta Ha/ 131, Bakara/ 155, 156 ve Âl-i Imran 186’da da dile getirilmiştir.

Rabbimizin peygamberler dâhil tüm insanları niçin fitnelendirdiği ise şu ayetlerde açıklanmıştır:

2,3.İnsanlar, denenmeden, “İman ettik” demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Ve andolsun ki Biz, onlardan öncekileri de saflaştırılmaları için ateşlere/ sıkıntılara sokmuştuk. Artık elbette Allah, doğru kimseleri bildirecektir ve elbette yalancıları da kesinlikle bildirecektir.

(Ankebut/ 2, 3)

20.Biz, senden evvel de sadece, kesinlikle yemek yiyen, çarşılarda yürüyen elçilerden gönderdik. Ve Biz sizin bir kısmınızı bir kısmınız için saflaştırmak için sıkıntı malzemesi yaptık. –Sabrediyor musunuz!– Ve senin Rabbin çok iyi görendir.

(Furkan/ 20)

53.Ve Biz, “Allah, aramızdan bunlara mı iyilikte bulundu?!” desinler diye, onlardan bazısını bazısı ile böyle ateşlere sürükledik, imtihan ettik. Allah, kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenleri daha iyi bilen değil midir?

(En’âm/ 53)

31.Ve kesinlikle Biz, içinizden çaba gösterenleri ve sabredenleri bildirmemiz/ ortaya çıkarmamız için sizi yıprandıracağız/ denemeye tâbi tutacağız. Haberlerinizi de yıprandıracağız/denemeye tâbi tutacağız.

(Muhammed/ 31)

164,165.De ki: “Allah her şeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka Rabb mi arayayım?” Her kişinin kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece Rabbinizedir dönüşünüz. Böylece Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyi size haber verecektir. Ve O, sizi yeryüzünde gidenlerin yerine getirilenler yapan, verdikleriyle sizi sınamak için, kiminizi kiminizin üzerine derecelerle yükseltendir. Şüphesiz Rabbin, kovuşturması çabuk olandır ve şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

(En’âm/ 164, 165)

7.Şüphesiz Biz yeryüzündeki, ona süs olan şeyleri insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini sınamamız için yaptık.

(Kehf/ 7)

2.O, hanginizin amelce daha iyi-güzel olduğunu sınamak için ölümü ve hayatı oluşturdu. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır.

(Mülk/ 2)

16. ayette geçen “ الطّريقةet-tarikate [o yol]” sözcüğü marife [belirtili nesne] olduğundan bu sözcüğü “Hakk yol, doğru yol” olarak değerlendirmek gerekir.

Ayette geçen “ صعودsaud” sözcüğü “yavaş yavaş artan şiddet, zorluk”16 demektir. Bu sözcük, Allah’ın zikrinden uzak olanların sıkıntılarının sürekli, yavaş yavaş artırılacağını belirtmektedir. Burada konu edilen sıkıntıları sadece ahiret sıkıntısı olarak değil, dünyadaki sıkıntılar olarak da görmek gerekir.

Nitekim aynı mesajı veren başka ayetlerden de bu sıkıntıların dünya sıkıntılarını da kapsadığı anlaşılmaktadır:

40.Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenen şu kimselere, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve/halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. 41.Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de örtüler vardır. Ve Biz, zâlimleri işte böyle cezalandırırız.

(A’raf/ 40, 41)

124-126.Kim Benim anılmamdan/ Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/ yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına toplarız. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?” Allah der ki: “Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun.”

(Ta Ha 124- 126)

165,166.Ne zaman ki onlar kendisiyle hatırlatma yapılan şeyleri umursamadılar, Biz o kötülükten sakındıranları kurtardık, o zâlimleri de hak yoldan çıkmalarından dolayı şiddetli/ fakir düşüren bir azapla yakaladık. Ne zaman ki onlar kendisiyle yasaklandıkları şeyler konusunda büyüklendiler, Biz de onlara, “Aşağılık maymunlar olun!” dedik.

(A’râf/ 165, 166)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla