Tekil Mesaj gösterimi
Alt 17. March 2010, 01:40 AM   #48
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Aleykum selam! Değerli Aşık 74 Kardeşim!

Alıntı:
aşık74 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selamlar dost1 abi...

Abi bu konu hep aklımı kurcalıyordu , iyi oldu açtığınız.
Acaba savaş esnasında yapılan bir eğitim,insanın aklına nasıl girer ? Acaba buradaki salat namaz olabilirmi ?

sevgiler.selamlar.


Ayetlerde sözkonusu edilen savaşın/çarpışmanın yapıldığı an değil, savaşın/çarpışmanın olma olasılığı içindeki bir süreçde gerçekleştirilen sefer ile ilgili bir durumdur.

Sefere çıkan cemaatın başında Allahın Resulu vardır. Sefere çıkan cemaatin yolunun geçtiği yerlerde saldırma olasılığı yüksek kafirler bulunmaktadır.

Cemaat, sözlükte, “insan topluluğu, bir araya gelen insan grubu” demektir. Geniş anlamıyla cemaat, “bir fikir ve inanç etrafında toplanan insan topluluğu”dur.

Fıkıh terimi olarak cemaat, “salâtı bir önder ile birlikte ikâme eden mü’minler topluluğu”dur.

En geniş anlamıyla da, İslâm ümmeti topluluğunu ifade eden bir kavramdır. Dünyadaki bütün müslümanlar bu anlamda bir bütün halinde “cemaat”tirler. Bu cemaatin ana özelliği, aynı dine, aynı inanca sahip olmalarıdır. Dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, bütün müslümanlar İslâm cemaatinin mensubudurlar.

Cemaat, tesadüfen veya şartların bir araya getirdiği insanlar değildir. Cemaatin üyeleri de yaptıklarını bilmeyen, hangi şartlar altında bir araya geldiklerinden habersiz ve şuursuz kimseler değildir. Cemaat, şuurlu bir birlikteliktir, kuru kalabalık değildir. Kuru kalabalık, şartların bir araya getirdiği kitle olup yolu ve hedefi belli değildir. Belki bir çıkarın, belki etkili bir rüzgârın, belki gözü açık bir propagandacının bir araya topladığı bir sürüdür. Sürüyü, akıllı ve gözü açık çobanlar istediği gibi sürükleyip götürürler.

Bir topluluğun cemaat olabilmesi için, belli bir fikir etrafında, belli bir hedefe ulaşmak üzere bir araya gelmesi, muayyen ilkelere bağlı olması ve başlarında cemaat ile özdeşleşmiş yetkin bir önderin bulunması gerekir.

İnsan, yaratılışı gereği toplum halinde yaşamak zorundadır. İslâm, müslümanları bilinçli bir toplum olarak yetiştirmeyi ve yaşatmayı irade ediyor. Bu arada, yaşama bilincini, fedakârlığı, başkalarını önemsemeyi, hakk ve hukuka uymayı, yardımlaşmayı, acıları paylaşmayı, nimet ve külfetleri bölüşmeyi yerleştirip geliştiriyor. Dinimiz bu ideallerin en güzel şekilde yerine getirilmesini, bunların bir ibadet bilinciyle yapılmasını istiyor.

Bir cemaat dini olan İslâm'ın ilke ve prensipleri, en güzel ve mükemmel şekilde cemaat ile uygulanır. Dinimiz, müslümanların bilinçli bir cemaat olmalarını emretmiştir. Peygamberimiz, bu örnek cemaati bizzat teşkil ederek göstermiştir. Cemaat, bireyler için koruyucu bir zırh ve sağlam bir kale mesabesindedir. Cemaat olan kimseler birbirlerini daha iyi tanır, sever-sayar, birbirlerine destek ve yardımcı olurlar. Böylece birbirlerinin eksik taraflarını tamamlarlar; tıpkı bir vücut gibi birbirlerinin acısını paylaşırlar.

Rabbimiz bu hususta şöyle buyuruyor:

Kuşkusuz Allah, Kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf halinde savaşan kimseleri sever. (Saff/4)
Bakınız Rasûlullah Efendimiz nasıl açıklıyor:

Ebû Mûsâ el-Eş‘arî haber verdi: Rasûlullah bir hutbesinde, “Mü’minin mü’mine bağlılığı, taşları birbirine kenetleyen duvar gibidir” buyurmuş, sonra iki elinin parmaklarını birbirine geçirmiştir. Peygamber mescidde otururdu, bu sırada kendisine bir kimse gelip birşey ister yahut bir hacet dileğinde bulunan olur ise yüzünü bizlerden yana döndürür ve şöyle derdi:
-- Bana delâlet edin, size bunun ücreti/sevabı verilir. Bununla beraber Allah, Peygamberi'nin isteği üzerine dilediği şeyi muhakkak yerine getirir.
Müslümanlar, Kur’ân anlayışı üzerinde cemaatleşirler. Onların arasında kardeşlik, yardımlaşma, dayanışma, fedakârlık ve saygı vardır. Onların arasında soy, sınıf, kabile, meslek, bölge üstünlüğü gibi şeyler yoktur.
Kur’ân, Müslümanları, Kur’ân etrafında bir araya gelmeye davet ediyor.
Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın/tefrikaya düşmeyin. (Âl-i İmrân/103)
Allah'ın, Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın/tefrikaya düşmeyin sözüne ittibâen, “Cemaat rahmettir, tefrika azaptır” diyen Rasûlullah'a, “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” rivâyetini isnad edip Müslümanlığı dejenere edenlere Allah müstehaklarını versin!

Allahın Resulu inananlarını sürekli olarak salat ile cemaatleştirmiştir. Salatlarına da toplu halde Allah’a yakarış/namaz ile başlatmıştır. Yapılacak her şey sadece Allah için yapılacaktır ve bunun için de Allah’a yakarılacaktır.

Değerli Kardeşim!
Sözü edilen ayetler şunlardır.

Nisa;101: Ve iza darebtüm fiyl Ardı feleyse aleyküm cünahun en taksuru mines Salati, in hıftüm en yeftinekümülleziyne keferu* innel kafiriyne kânu leküm adüvven mübiyna;

Nisa;102: Ve iza künte fiyhim feekamte lehümüs Salate feltekum taifetün minhüm meake vel ye'huzü eslihatehüm* feiza secedu felyekûnu min veraiküm* velte'ti taifetün uhra lem yusallu fel yusallu meake velye'huzü hızrehüm ve eslihatehüm* veddelleziyne keferu lev tağfülune an eslihatiküm ve emtiatiküm feyemiylune aleyküm meyleten vahıdeten, ve la cünaha aleyküm in kâne bi küm ezen min metarin ev küntüm merda en tedau eslihateküm* ve huzu hızraküm* innAllahe eadde lil kafiriyne azaben mühiyna;.

Nisa;103: Feiza kadaytümüs Salate fezkürullahe kıyamen ve kuuden ve alâ cünubiküm* feizatme'nentüm feekıymus Salate, innesSalate kânet alel mu’miniyne kitaben mevkuta;

Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfir kimselerin sizi fitnelendirmesinden [size bir kötülük yapacağından] korkarsanız, salâttan kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin için apaçık düşmandırlar.
Ve sen onların içinde bulunup da onlar için salât ikâme ettiğin [eğitim-öğretim verdiğin] zaman içlerinden bir kısmı seninle beraber dikilsinler [eğitime katılsınlar], silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar boyun eğdiklerine [ikna olduklarında] arka tarafınıza geçsinler. Sonra salâta katılmamış [eğitim-öğretim almamış] diğer bir kısmı gelsin seninle beraber salât etsinler [eğitim-öğretim yapsınlar] ve tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. Kâfirler, silahlarınızdan ve eşyanızdan gâfil olsanız da size ani bir baskın yapsınlar isterler. Eğer size yağmurdan bir eziyet erişir veya hasta olursanız silahlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Tedbirinizi de alın. Şüphesiz Allah, kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
Sonra (korku halindeki) salâtı tamamlayınca, artık Allah'ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda/güvene erdiğinizde, salâtı ikâme edin. Hiç şüphesiz ki salât, mü’minler üzerine vakti belirlenmiş bir yazgıdır.”



Ayetlerde geçen kelime “salat” ve “ekimus salat”dır

الصّلوة [salât] sözcüğünün yapı olarak, ص ل ى [saly] ve ص ل و [salv] köklerinden türemiş olması mümkün görünmektedir. Dilbilgisi kurallarına göre her iki kökten de türemiş olabilir. Zira hem ص ل ى [saly] hem de ص ل و [salv] sözcükleri, son harflerinin “harf-i illet” olması sebebiyle “nâkıs”tırlar ve bu köklerden bir sözcük türediğinde, köklerin sonundaki harf-i illetler düşerek başka harfe dönüşür. Bu durumda, türeyen yeni sözcüğün, bu köklerin hangisinden türediği konusunda ciddi bir araştırma yapılmadığı takdirde ortaya bazı karışıklıklar çıkabilmektedir. Nitekim ص ل و [salv] kökünden olan kalıpların bir çoğunun çekimlerinde و [vav] harfi, “galb” [değişim] neticesi ى ]ya]ya dönüşmekte ve bu şekilde türeyen sözcükler, ilk bakışta ص ل ى [saly] kökünden türemiş gibi görünmektedir.

Bu gibi durumlarda Kur’ân'ın mesajını doğru anlamak için yapılacak ilk iş, sözcüğün türemiş olabileceği köklerin anlamlarına bakmaktır. Bu sebeple biz de tahlilimize, الصّلوة [salât] sözcüğünün türemiş olabileceği ص ل ى [saly] veص ل و [salv] köklerinin anlamları ile başladık.

صلى [saly, sıla]; “pişirmek, yakmak, ateşe atmak-ateşe girmek, yaslamak” anlamına gelir. Sözcük bu manada Hâkka sûresi'nde geçmektedir:

Sonra cahîme [cehennem] sallayın onu [صلّوه/sallûhû]. (Hâkka/31)
Bundan başka, sözcük Kur’ân'da birçok kez, bu kökten türemiş olan إصلوها [islavhâ], يصلى [yeslâ], وسيصلون [veseyeslavne], ساصليه [seüslîhi], لايصلاها [lâ yeslâhâ] gibi farklı kalıplar hâlinde yine aynı anlamda yer almıştır. Meselâ, صلى [s-l-y] kökünden türemiş olan المصلّين [musallîn] sözcüğü, “destek veren, yardım eden” anlamında değil, “hayvanının sırtına, uyluğuna yaslanan” anlamında kullanılmaktadır.

صلى[saly] sözcüğü, Türkçe'deki “sallamak” ve “yaslamak” sözcüklerinin de kaynağıdır.

Ancak, konumuz olan salât sözcüğünün kökünün saly olduğu varsayılırsa, Kur’ân'da geçen tüm الصّلوة [salât] sözcüklerinin ve türevlerinin “ateşe atmak, yaslamak” anlamında olduğunu kabul etmek gerekecektir ki bu durumda, meselâ Kevser sûresi'ndeki صلّ [salli] emrinden, “onu ateşe at” veya Ahzâb/56'daki صلّواعليه [sallû aleyhi] ifadesinden, “o'nu [Muhammed'i] ateşe sallayın/atın” anlamı çıkarmak gerekecektir. Sonuç olarak, “yardım, destek, çaba, gayret” anlamlarına gelen الصّلوة [salât] sözcüğüyle, “ateşe atmak, ateşe yaslamak, pişirmek, yakmak” anlamındaki صلى [saly] sözcüğü arasında herhangi bir mana ilişkisi kurma imkânı yoktur.

ص ل و[salv]: İsim olarak “uyluk, sırt” demek olan sözcük şöyle açıklanır: صلو [salv], “insanın ve dört ayaklı hayvanların sırtı, kalça ile diz arası” anlamına gelir.
Bu anlam doğrultusunda fiil olarak kullanıldığında sözcük; “uyluklamak, sırtlamak” anlamına gelir ki, uyluğun [bacağın, diz ile kalça arasındaki bölümünün] yatay duruma getirilerek bir yükün altına uzatılması şeklinde bir hareket olan “uyluklamak” da, bir yükü sırta almak demek olan “sırtlamak” da, yük altına girmeyi, yüke destek vermeyi ifade eder.

Bize göre salât sözcüğünün kökü saly değil, salv'dir. Sözcüğün aslı ise صلوة [salvet] olup, kök sözcük nâkıs [son harfi illetli] olduğundan, genel dilbilgisi kuralları gereği صلوة [salvet] sözcüğü,الصّلوة [salât] şekline dönüşmüştür. Nitekim sözcüğün çoğulu olan صلوات [salavât] sözcüğünde, kök sözcüğün asıl harfi olan و [vav] açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu durum, başka birçok sözcük için de geçerlidir. Meselâ, ğazâ [savaştı] sözcüğünün mastarı غزوة [ğazve]dir ve ğazve'nin çoğulu غزوات [ğazevât] olarak gelir. Diğer fiil çekimlerinde de ğazâ'nın “vav”ı, ya ى [ya]ya dönüşür yahut da düşer. Zaten salât sözcüğünün, s-l-v kökünden türediği hususunda ittifak olduğu içindir ki, bir anlam karışıklığı olmasın diye mushaflarda salât sözcüğü, الصلاة şeklinde ا [elif] ile değil, الصّلوة şeklindeو [vav] ile yazılır.

Diğer taraftan, صلو [s-l-v] kökünden türemiş olan صلّى [sallâ] (mastarı salât) sözcüğünün anlamı, Kıyâmet/31-32'de, hiçbir yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde net olarak açıklanmıştır:
فلا صدّق ولا صلّى ولاكن كذّب و تولّى [felâ saddaqa velâ sallâ velâkin kezzebe ve tevellâ=O, ne tasdik etti ne de çaba harcadı/destekledi. Ama yalanladı ve geri durdu].

Görüldüğü gibi yukarıdaki cümlede dört eylem zikredilmiş, bu eylemlerden ikisi diğer ikisinin karşıtı olarak gösterilmiştir. Şöyle ki: صدّق [saddaqa]nın karşıtı olarak كذّب [kezzebe], yani “tasdik etme”nin karşıtı olarak “tekzib etme, yalanlama” fiili kullanılırken, صلّى [sallâ] fiilinin karşıtı olarak da تولّى [tevellâ] fiili kullanılmıştır. Kalıbı itibariyle “süreklilik” anlamı taşıyan tevellâ sözcüğü; “sürekli geri durmak, sürekli yüz dönmek, lakayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve yapılmakta olan girişimleri kösteklemek” demek olduğuna göre, تولّى [tevellâ]nın karşıtı olan صلّى [sallâ] da; “sürekli olarak destek olmak, seyirci kalmamak” anlamına gelmektedir.

Anlamı Kur’ân'da bu kadar açık olarak belirtilmesine rağmen salât sözcüğü, ünlü bilgin Râgıb el-İsfehânî'nin Müfredât adlı eserinde, “Lügat ehlinin çoğu, salât; ‘dua, tebrik ve temcit’tir demiştir” ifadesiyle âdeta geçiştirilmiştir.

Sonuç olarak الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını; “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, aynı zamanda toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Dolayısıyla الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını, “yakın çevrede bulunan muhtaçlara yardım” boyutuna indirgemek doğru olmayıp, “topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek ve gidermek” boyutunu da içine alacak şekilde geniş düşünmek gerekir. Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin gerçekleştirilme şeklinin ise “zihnî” ve “mâlî” olmak üzere iki yönü bulunmaktadır:

• Zihnî yönü ile salât; eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde erdirmek; en sağlam yola iletmek;
• Mâlî yönü ile salât; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, onları zor günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını gidermektir.


Kur’ân'daki, “salât'ın ikâmesi” ile ilgili emir ve haber cümlesi niteliğindeki ifadeler genellikle “namazı doğru kılın, namazlarını dosdoğru kılarlar” şeklinde çevirilegelmiştir. Bizim, sözcüklerin anlamları üzerinden yaptığımız tahlil ise bu çevirilerin, ifadenin anlamını yansıtması bakımından yetersiz kaldığını, hatta yanlış olduğunu göstermektedir.

Görüldüğü gibi ifade إقام[iqâm] ve الصّلوة [es-salât] sözcüklerinden oluşmaktadır. Salât sözcüğünün ne anlama geldiği yukarıda açıklandığı için, burada إقام[iqâm] sözcüğünü tahlil edeceğiz.

ق و م [q-v-m] harflerinden oluşan إقام[iqâm] sözcüğü, “oturmak” fiilinin karşıtı olan qıyâm sözcüğünün if‘âl babından mastarıdır ve lügatlerde bu kalıbın anlamı; “ayağa kaldırmak, dikmek, ayakta tutmak” olarak belirtilmiştir.

Buna göre إقام الصّلوة [iqâmi's-salât] tamlamasının anlamı da; “zihnî ve mâlî yönlerden yapılan yardım ve destekle sorunların üstlenilerek giderilmesi işlerinin gerçekleştirilmesi ve bunun sürdürülmesi, yani ayakta tutulması” demektir. Bunu somutlaştırarak ifade etmek gerekirse “salâtın iqâmesi”;

• Zihnî yönü ile, eğitim ve öğretimin yapılması için okullar, halk evleri, halk eğitim merkezleri açılması ve bunların ayakta tutulması,
• Mâlî yönü ile, iş alanları açılması, Emekli Sandığı, Bağkur, SSK gibi sosyal güvenlik sistemlerinin teşkil edilmesi, yoksul ve yetimlerin desteklenerek -bekâr ve dulların evlendirilmesi de dâhil- sorunlarının sırtlanması, dertlerine deva olunması için kurumlar oluşturulması ve bunların yaşatılarak ayakta tutulması demektir.

Zihnî yönüyle salâtın amacı; ikna etmek sûretiyle insanı aydınlatmak, rüşde erdirmek ve Allah ile kul arasındaki ilişkiyi canlı tutmaktır:

Rüşd sözcüğü, “doğru ve eğriyi ayırt etme bilinci, zihinsel olgunluk, doğru yolu bulup ona girmek, iyi ve doğru olan şeyleri yapabilme olgunluğuna ulaşmak” demektir. Nitekim Rabbimiz, Kur’ân'ın insanları, “rüşd”e (Cinn/2) ve “en doğru ve en sağlam şeye” (İsrâ/9) kılavuzladığını ifade etmek sûretiyle rüşd'ün, “en doğru ve en sağlam şey” olduğunu bildirmiştir. Buna göre rüşd sözcüğünün Kur’ân açısından manasını; “İslâm'ın öngördüğü olgunluğa ulaşmak ve yaşamak” diye tarif etmek mümkündür. Ancak, insanın rüşde kılavuzlanması Kur’ân'da, “beyin yıkama veya büyüleme” şeklinde değil, “aklı kullandırmak sûretiyle bilinçlendirme”, yani “ikna etme” şeklinde gerçekleştirilmektedir. O hâlde, Kur’ân tebyini ile yapılan salâtın [zihnî desteğin] amacı da, insanları ikna ederek rüşde erdirmekten başka birşey değildir. Bu hususu Rabbimiz, Kendisinin ve meleklerinin ettiği salâtın [sağladığı desteğin] amacının, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak olduğunu bildirerek teyit etmiştir:

O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O'nun melekleri de destek verirler. Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. (Ahzâb/43)

Oluşturulmuş eğitim-öğretim kurumlarında, insanlar reşit olurlarken, bir taraftan da kendileri ile Allah arasındaki ilişkileri sorgularlar ve böylece de, toplumun özlemini duyduğu “ideal insan” oluşur.

Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikâme et. (Tâ-Hâ/14)

Zikrullâh [Allah'ın anılması], “Allah'ın bizler üzerindeki haklarını, bize sunduğu nimetleri düşünmek, kul olarak O'na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizin kontrolünü yapmak ve verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip nankörlük etmemektir. Daima bu bilinç içerisinde olmak”tır.

En zor koşullarda bile salatın ihmal edilmemesi gerekir.

Meryem; 59–61: Sonra onların ardından half /kötü bir nesil geldi ki, salatı / sosyal desteği kaybettiler. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tövbe eden ve iman eden ve salihi işleyenler hariç onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. İşte bunlar (tövbe eden, iman eden ve salihi işleyenler) cennete; Rahman’ın kullarına görmedikleri hâlde vadettiği Adn cennetlerine girecekler ve hiçbir şeyce haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O’nun vaadi mutlaka yerini bulacaktır.

Bakara;238-239:Salâtları ve en hayırlı salâtı muhafaza edin. Ve Allah için sürekli saygıda durarak kalkın (işe koyulun; eğitim-öğretim ve sosyal yardım kurumunu işletin). Ama, eğer korktuysanız, o zaman yaya veya binekli olarak giderken işe koyulun. Sonra da güvene erdiğinizde bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah'ı hemen zikredin.

Kaynak:İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah’a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Apollonius (17. March 2010), aşık74 (17. March 2010), mert25 (17. May 2015)