Tekil Mesaj gösterimi
Alt 4. March 2010, 12:34 AM   #12
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

MÜTEŞÂBİHİN TE’VÎLİ

Mûsâ kavmine, “Şüphesiz ki Allah, size bir sığır boğazlamanızı emrediyor” der. Herhangi belirti verilmeyip sadece sığır denmesi [kelimenin “nekre/belgisiz” kullanılması] sebebiyle İsrâîloğulları bu sözü anlamsız bulurlar. Zira sığır sözcüğü, “belgisiz” olduğundan, kasdedilen sığırın binlerce sığırdan ayırdedilmesi mümkün değildir. Buradaki “sığır” kelimesi, müteşâbihtir. O nedenle İsrâîloğulları Mûsâ'ya, “Sen bizi alaya mı alıyorsun” demişlerdir. Mûsâ da, “Ben câhillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım” diyerek işin ciddiyetini ve alay etmenin câhillik alâmeti olduğunu bildirir.

İşin ciddi olduğunu anlayan İsrâîloğulları, Mûsâ'ya, “Bizim için Rabbine dua et, o [sığır] her ne ise onu bizim için açığa koysun” diyerek işin aslını öğrenmeyi isterler. Mûsâ da Allah'ın buyruğuyla, bu sığırın “yaşlı ve körpe olmayıp ikisi arası dinç” olduğunu bildirir. Ve hemen bu işi yapmalarını ister. Fakat İsrâîloğulları için bu tarif de yeterli değildir. Zira bu nitelikte de yüzlerce sığır vardır. Bu nedenle Mûsâ'ya tekrar, Bizim için Rabbine dua et, onun rengi ne ise onu bizim için açığa koysun ricasında bulunurlar. Mûsâ da, O [Rabbim] diyor ki”: “Şüphesiz o [sığır], rengi bakanlara sürur veren, sapsarı bir inektir diye rengi ile ilgili de bilgi verir.

Mesele İsrâîloğulları için hâlâ netleşmemiştir, zira yaşlı ve körpe olmayıp ikisi arası dinç, rengi bakanlara sürur veren sapsarı onlarca inek bulmaları mümkündür. O yüzden de Mûsâ'ya, “Bizim için Rabbine dua et, o, nedir bizim için açığa koysun, şüphesiz ki o sığır, bize müteşâbih geldi ve biz şüphesiz Allah dilerse kesinlikle doğru yolu bulmuşlarız” derler.

Bu defa Mûsâ, O [Rabbim], diyor ki”: “O [sığır], zelil olmayan [çifte koşulmayan], arazi sürmeyen, ekin sulamayan, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır” açıklamasında bulunur. Bunun üzerine mesele, İsrâîloğulları için netleşir ve Mûsâ'ya, “İşte şimdi gerçeği getirdin” derler. Gönülsüz de olsa kendilerine verilen emri yerine getirirler.

Peki İsrâîloğulları'nın çözdükleri mesele neydi? Onlara emredilen, yapmaları istenen neydi? Ve bunu nasıl anlayabilmişlerdi?

Burada sığıra verilen nitelikleri göz önüne getirelim: Yaşlı ve körpe değil, ikisi arası dinç, rengi bakanlara sürur veren bir sarı, zelil olmayan [çifte koşulmayan], arazi sürmeyen, ekin sulamayan, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığır. Dünyada böyle bir sığır yoktur, buradaki özellikler altın'a aittir. Dolayısıyla, mesele “sığır kesme/kestirme” değil, “altına tapmaktan vazgeçirme”dir.

A‘râf ve Tâ-Hâ sûrelerinde de İsrâîloğulları'nın altın tutkusu, müteşâbih olarak “buzağı edinme” şeklinde nitelenmişti.

72. Ve hani siz bir nefsi öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah, saklamış olduğunuzu çıkarandır.

73. Sonra Biz, “Onun [öldürülen kişinin] ezası [ondan gelecek sıkıntı] sebebiyle o'nu [Mûsâ'yı] yola çıkarın” dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve akıllı davranasınız diye size âyetlerini gösterir.

Bu âyetlerde de İsrâîloğulları'nın geçmişlerinden başka bir kesit; atalarının işlemiş olduğu bir cürüm ve Allah'ın onlara verdiği emirler nakledilmekte; ayrıca Mûsâ'nın işlediği cinâyet nedeniyle başına gelebilecek sıkıntılardan kurtulması için o'nun Mısır'dan başka bir yere gönderilişi konu edilmektedir. Aynı konu Kasas sûresi'nde de yer almıştı.

Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi tarafından diğeri düşman tarafından savaşan [birbirlerini öldürmeye çalışan] iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı ondan [Mûsâ'dan] yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi de onun aleyhine gerçekleşti [o öldü]. O [Mûsâ], “Bu, şeytânın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır” dedi. O [Mûsâ], “Rabbim! Şüphesiz kendime zulmettim. Artık beni bağışla!” dedi de O [Allah], o'nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir. O [Mûsâ], “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki, artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım” dedi. Sonra da o [Mûsâ], şehirde korku içinde, kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse feryat ederek o'ndan yardım istiyor. Mûsâ ona, “Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!” dedi. Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o [o adam], “Ey Mûsâ! Dün bir nefsi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun” dedi. Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi, dedi ki: “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim.” Sonra da o [Mûsâ] korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. “Rabbim! Beni zâlimler kavminden kurtar!” dedi. (Kasas/15-21)

O [Mûsâ] dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir can öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da. O dil itibariyle benden daha fasihtir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.” O [Allah] dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir kudret kılacağız. Sonra da onlar âyetlerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve size tâbi olanlar üstün olanlarsınız.” (Kasas/33-35)

Hani kızkardeşin yürüyordu da, ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?’ diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni fitnelendirdikçe fitnelendirdik. Sonra da yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine geldin, ey Mûsâ! (Tâ-Hâ/40)

Burada Mûsâ'nın elçiliğe hazırlanışı ve o'nun vahye muhatap olması nedeniyle sosyal ölülerin diriltilmesi söz konusudur. Âyetteki, Allah ölüleri işte böyle diriltir ve akıllı davranasınız diye size âyetlerini gösterir ifadesi de, buna işaret eder, cesedin canlanmasına değil. Nitekim Rasûlullah ve o'nun tebliğ ettiği vahiylerle ilgili de şöyle buyurulmuştur:

Ey iman etmiş kimseler! O [Elçi], sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve Elçi'ye icabet edin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz kesinkes O'nun huzurunda toplanacaksınız. (Enfâl/24)

Bu paragraf, “sığır kesme” pasajının devamı olarak algılanmış, makul ve makbul olmayan iddialar öne sürülmüştür. Bunlardan biri de, birçok konuda takdir ettiğimiz Mevdûdî tarafından zikredilmiştir:

Kur’ân, öldürülen adamın bir müddet için hayata döndüğünü ve katilin adını söylediğini bildirmektedir. Bununla birlikte katilin bulunması için uygulanan metodla, yani “kurban edilen ineğin” bir parçası ile öldürülen adama vurulması hususunda bir belirsizlik vardır. Tesniye 21:1-9'da bahsedilen buna benzer bir metodla eski âlimler tarafından yapılan tefsiri, yani öldürülen adama kurban edilen ineğin bir parçası ile vurulduğu ve onun hayata döndüğü görüşünü destekler niteliktedir. Bu şekilde Allah'ın bir âyeti gösterilmiş olmakta, aynı zamanda onların taptığı nesnenin ne kadar güçsüz olduğu ve öldürülmesinin hiçbir zarar vermediği gözler önüne serilmektedir. Diğer taraftan onun öldürülmesinin yararlı bazı yönleri de vardır.[46]

Rivâyete göre İsrâîloğulları arasında zengin, yaşlı bir kişi vardı. Adamın tek oğlu bulunuyordu. Amcasının çocukları mirasına konmak için adamın oğlunu öldürmüşlerdi. Sonra da gelip kanını ve diyetini taleb ediyorlardı. Bu hususta Cenâb-ı Allah, bir sığır kesmelerini emretti. Kesilen sığırın bir parçasının ölünün vücûduna vurulması hâlinde, ölünün dirileceğini ve kendisini kimin öldürdüğünü söyleyeceğini bildirdi. Yahûdiler sığırı kestiler ve ölüye ondan bir parçayla vurdular. Allah ölüyü diriltti ve ölü kendisini kimin öldürdüğünü haber verdi. İşte Cenâb-ı Allah Yahûdilere bu vakayı hatırlatmaktadır. Hani Mûsâ peygamber sizin atalarınıza demişti ki: “Allah herhangi bir sığır kesmenizi emrediyor.” Onlar Allah'ın emrini yerine getirmemişler ve beklemişlerdi. Hattâ, “Ey Mûsâ! Bizimle alay mı ediyorsun?” diye o'na çıkışmışlardı. Mûsâ peygamber de, “Ben ciddî konularda alay edecek birisi değilim, dediklerinizden Allah'a sığınırım” diye karşılık vermişti. Hz. Mûsâ'nın dediklerinin ciddî olduğunu anlayan Yahûdiler, kesilecek sığırın nasıl olması gerektiğini Rabbinden öğrenmesini Hz. Mûsâ'dan istemişlerdi. Hz. Mûsâ da onun yaşlı veya çok genç olmayan, ikisi arasında dinç bir sığır olduğunu bildirmiş ve emrolunduklan şekilde kesmelerini söylemişti. Ama Yahûdiler yine karşı çıkıp renginin nasıl olacağını sorunca, Hz. Mûsâ renginin fazlaca sarı olup, görenler tarafından hoş karşılanan, sevilen bir sığır olması gerektiğini bildirmişti. Yahûdiler bununla da yetinmemişler, sığırın niteliklerinin daha çok açıklanmasını istemişlerdi. Davranışlarının aşırılığını hissederek, sığırın kendileri tarafından farkedilir gibi olduğunu belirtmişler ve mazeret göstermeye çalışmışlardı. Yüce Allah, istenilen sığırın daha önce toprak sürmemiş ve su çekmemiş bir hayvan olmasını ve her türlü eksikliklerden salim bulunması gerektiğini bildirmişti. Bunun üzerine Yahûdiler Hz. Mûsâ'ya, “Şimdi dediğini anladık” diyerek istenen sığırı araştırmaya başlamışlar ve annesinin emrini dinleyen bir yetim çocuğun sığırı olduğunu görmüşlerdi. Rivâyete göre sığırın, derisini altınla doldurmak şartıyla onu satın almışlardı. Burada Yüce Allah hitabını Peygamber devrindeki Yahûdilere çevirerek, atalarının davranışlarını, onlara hatırlatmakta ve kötü hâllerini gözleri önüne sermektedir.[47]

Hâlbuki, bu paragraf da daha öncekiler gibi İsrâîloğulları'nın hayatından kesit sunan bağımsız bir paragraftır. Bu yanılgının sebebi, âyetteki بعض [ba‘z] ve ضرب [darb] sözcüklerinin yanlış anlaşılması olduğundan bu sözcükler üzerinde duracağız.

Âyette geçen بعض[ba‘z] sözcüğü, “kısım, parça” anlamında edat olduğu gibi, بَعُضَ [ba‘uza/eza etti, acıttı] fiilinin mastarı da olabilir. Klasik anlayış, sözcüğün “parça” anlamını [edat hâlini] dikkate almıştır.

BA‘Z

بعض [ba‘z] sözcüğü, “parça” anlamında kullanıldığı gibi, بعض [ba‘uza/dişledi, eziyet etti] fiilinin mastarı da olur. Hatta, بعوضة[ba‘uzat/sivrisinek] sözcüğü de buradan gelir.[48]

DARB

Bu sözcüğün de birçok anlamı vardır. Bu konu hakkında Sâd sûresi'nin tahlilinde Eyyûb kıssası sadedinde açıklamalarda bulunmuştuk ve kelimenin, “yola çıkmak, bir başka yere gitmek” anlamını tercih etmiştik.[49]

Sözcükler bu anlama alındığında mana şöyle olur: Öldürülen kişi sebebiyle Mûsâ'ya eza edilmemesi için o'nu Mısır'dan uzaklaştırın, yola koyultun. Burada emir, Mûsâ'ya Mısır'dan kaçmasını öneren kimseye verilmiş, o da Mûsâ'nın Mısır'dan kaçmasını sağlamıştır. Bu kişi Mü’min sûresi'nde, “Firavun'un yakınlarından olup imanını gizleyen biri” olarak nitelenmiştir. Biz bu kişinin, Firavun'un karısı –ki Kur’ân'da övülmektedir– olduğu kanaatindeyiz.

74. Sonra da kalpleriniz katılaştı; işte onlar, taş gibidir, hatta daha katıdır. Ve şüphesiz taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır da ondan su çıkar, öyleleri vardır ki Allah'ın haşyetinden düşerler. Allah yaptıklarınızdan habersiz [gâfil] değildir.

Bu âyette, İsrâîloğulları'nın, Allah'ın onca nimetlerine mazhar olmalarına rağmen düştükleri konum gözler önüne seriliyor. Allah onlara alabildiğine toleranslı davranmış; onları yüzlerce kez affetmiş, onlardan iyi insan olacaklarına dair sözler almıştı. Ama onların kalpleri yine de taşlaşmış, hatta daha da katı olmuştur. Kötü alışkanlıkları sebebiyle onlarda duygu diye bir şey kalmamıştı.

İsrâîloğulları'nın, hiçbir manevî değer tanımadıklarına dair onlarca âyet vardır. Bunlardan biri de şudur:

Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerine katılık koyduk. Onlar kelimeyi/sözcüğü yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler. Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hâinlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. (Mâide/13)

Bu âyetin de, 72-73. âyetle bir bağı bulunmadığı; onların devamı olmadığı hâlde, onların devamı imişçesine birtakım rivâyetler ortaya atılmıştır:

Avfî tefsirinde, İbn Abbâs'tan naklen der ki: Kesilen hayvanın bir parçası ile vurulunca ölü dirilip oturdu ve kendisine, “Seni kim öldürdü?” denildiğinde, “Kardeşimin oğulları öldürdüler” dedi ve rûhu tekrar kabzolundu. Adamın öldüğünü görünce kardeşlerinin oğulları Allah'a ant içerek, “Onu biz öldürmedik” dediler ve böylece gördükten sonra hakkı yalanladılar. İşte bunun için Allah Teâlâ, Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı buyurmaktadır. Bununla, yaşlı ölünün yeğenleri kasdedilmektedir. Şimdi onlar taş gibidir yahut daha da katı. İsrâîloğulları'nın kalpleri, gördükleri âyetlere ve mucizelere rağmen uzun süre geçmesi nedeniyle öğüt dinlemekten uzaklaştı. Onların kalpleri öylesine katılaşmıştı ki, yumuşama imkânı olmayan taşlar gibiydi, hattâ taşlardan da katıydı. Çünkü kimi taşlardan ırmaklar akıtan gözeler kaynar, kimisinden sular fışkırır, kimisi de Allah'ın haşyetinden dağlardan aşağı yuvarlanır. Hepsi kendi hesabına göre bir idrâk içerisindedir.[50]

Kalp katılaşması; iman, iz’an, vicdan ve merhametin bulunmadığını ifade eden bir deyimdir. Buna şu âyette değinilir:

İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki, kalpleri Allah'ı anmak ve Hakk'tan gelen için ürpersin de, daha önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş, dolaysıyla kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır. (Hadîd/16)

Kalplerin mühürlenmesi, pas tutması, damgalanması ve taşlaşması ile ilgili Tîn sûresi'nde geniş bilgi verilmişti.[51]

Âyetteki, İşte onlar, taş gibidir, hatta daha katıdır. Ve şüphesiz taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır da ondan su çıkar, öyleleri vardır ki Allah'ın haşyetinden düşerler ifadesi, Haşr sûresindeki şu âyetten anlaşılıyor ki, “Allah en katı, en cüsseli maddeye bile akıl verip ona tecelli edecek olsa…” anlamındadır:

Eğer Biz bu Kur’ân'ı bir dağa indirseydik, Allah'ın haşyetinden onu huşû yapar [saygı duyar, baş eğmiş], parça, parça olmuş görürdün. Ve Biz bu misalleri tefekkür ederler diye insanlara veriyoruz. (Haşr/21)

Nitekim, Allah tecelli ettiği cansız varlıklar harekete geçmektedir:

Ne zaman ki, Mûsâ, tayin ettiğimiz vakitte geldi ve Rabbi o'na konuştu. (Mûsâ,) “Ey Rabbim! Göster bana Kendini de bakayım Sana!” dedi. (Rabbi o'na) dedi ki: “Beni sen asla göremezsin, velâkin şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sen de Beni göreceksin.” Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu paramparça ediverdi, Mûsâ da baygın olarak yere yığıldı. Ayılıp kendine gelince de, “Seni tenzih ederim, Sana döndüm [tevbe ettim] ve ben inananların ilkiyim” dedi. (A‘râf/143)

Ve onlar kendi derilerine, “Niye aleyhimize şâhitlik ettiniz?” dediler. Onlar dediler ki: “Her şeyi konuşturan Allah, bizi konuşturdu ve sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülmektesiniz. Siz, işitme, görme duyularınız ve derileriniz aleyhinize şâhitlik eder diye gizlenmiyordunuz. Velâkin yapmakta olduklarınızdan bir çoğunu Allah'ın bilmeyeceğine inandınız. İşte sizin bu inancınız; Rabbiniz hakkında beslediğiniz inancınız, sizi bir yıkıma uğrattı, böylelikle hüsrana uğrayanlardan oldunuz.” (Fussilet/21-23)

75. Peki siz, onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki onlardan bir zümre, Allah'ın kelamına kulak verirler, sonra, onu iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederler.

76. Ve onlar, iman etmiş kimselere rastladıklarında, “İnandık” derler, birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman da, “Allah'ın sizin aleyhinizde hüküm verdiği şeyleri Rabbinizin nezdinde aleyhinize delil olarak kullansınlar diye mi onlara söylüyorsunuz? Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” dediler.

77. Onlar, şüphesiz Allah'ın, kendilerinin sırr olarak sakladıkları şeyleri ve açığa vurdukları şeyleri bildiğini bilmiyorlar mı?

78. Bunlardan bir kısmı da, kuruntu dışında Kitab'ı bilmeyen ümmilerdir. Bunlar, sadece zannediyorlar.

79. Artık yazıklar olsun o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz paraya satmak için, “Bu, Allah katındandır” derler. Artık o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara yazıklar olsun! O kazandıkları şeyler yüzünden kendilerine yazıklar olsun!

80. Ve onlar dediler ki: “Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır.” De ki: “Allah'tan bir ahit [garanti] mi aldınız? Allah, ahdine asla ters düşmez. Yoksa siz Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”

81. Evet, kim bir kötülük kazandıysa ve hatası kendisini kuşattıysa; işte bunlar ateş ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar.

82. İman etmiş ve sâlihatı işlemiş kimseler de; işte onlar, cennet ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar.

Yahûdilerin, geçmiş atalarıyla ilgili kesitler hatırlatıldıktan sonra Rasûlullah ve mü’minlere hitap edilerek Yahûdilerin sırları ifşa edilmiştir.

Bunların bir kısmı, Allah'ın kelamını dinleyip iyice anladıkları hâlde işlerine gelmediği için bile bile tahrif ederler [asıl anlamından uzaklaştırmak için kelimeleriyle oynarlar, yer değiştirirler, gerçek anlamdan uzaklaştırarak yorumlarlar]. Mü’minlerle karşılaştıklarında da iman ettiklerini söylerler; baş başa kaldıklarında ise, Allah'ın sizin aleyhinizde hüküm verdiği şeyleri Rabbinizin nezdinde aleyhinize delil olarak kullansınlar diye mi onlara söylüyorsunuz? Hâlâ akıllanmayacak mısınız diyerek tartışırlar.

Bunların diğer bir kısmı ise, kitabı bilmeyen ümmilerdir, ki hiçbir bilgileri bulunmayıp sadece zanna uyarak temelsiz bir inanç peşinde koşar dururlar.

Bu pasajda, birinci grupta yer alan ikiyüzlü, tahrifkârlar hakkında, Peki siz, onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? buyurularak, bunlarla boşuna uğraşılmaması, bunların inanmayacakları bildirilmektedir. Ayrıca bu grup, Artık yazıklar olsun o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz paraya satmak için “Bu, Allah katındandır” derler. Artık o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara yazıklar olsun! O kazandıkları şeyler yüzünden kendilerine yazıklar olsun! denilerek tehdit edilmektedir.

Ardından da kendi kendilerine din uydurmuş bu ikiyüzlülerin, Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır iddiasında bulundukları beyân edilerek, onlara, Allah'tan bir ahit [garanti] mi aldınız? Allah, ahdine asla ters düşmez. Yoksa siz Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? denilmesi emredilmiştir. Yani, onların temelsiz bir inanca sahip oldukları bildirilmiş, sonra da doğru inancın nasıl olacağı açıklanmıştır: Evet, kim bir kötülük kazandıysa ve hatası kendisini kuşattıysa; işte bunlar ateş ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar. İman etmiş ve sâlihatı işlemiş kimseler de; işte onlar, cennet ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar. Bu evrensel gerçek bir başka sûrede şöyle yer alır:

O [bu iş], sizin kuruntularınızla ve Ehl-i Kitab'ın kuruntularıyla değildir. Kim kötülük yaparsa onunla cezalandırılır. Ve o kendisi için Allah'ın astlarından bir yakın kimse ve bir yardımcı bulamaz. Ve erkekten veya kadından, kim mü’min olarak sâlihatı işlerse, işte onlar cennete girerler. Ve zerre kadar zulme uğratılmazlar. (Nisâ/123-124)

76. âyetteki, Allah'ın sizin aleyhinizde hüküm verdiği şeyleri Rabbinizin nezdinde aleyhinize delil olarak kullansınlar diye mi onlara söylüyorsunuz? ifadesi, “Allah katında biz sizden daha üstünüz desinler” veya “size karşı delil getirsinler diye mi haber veriyorsunuz?” demektir ki bununla da, onların âhirette aleyhinize şâhitlik yapmasını mı istiyorsunuz?! Onlara sırrınızı vermeyin; ikiyüzlü olduğunuzu belli etmeyin!” demek istiyorlar. Bunlarla mü’minlerin âhirette yüzleşecekleri ve tartışacakları Zümer sûresi'nde yer almıştı:

Sonra şüphesiz siz kıyâmet gününde Rabbinizin huzurunda tartışacaksınız. (Zümer/31)

Âyette zikri geçen ümmiler, “okuma-yazma bilmeyen, anasından doğduğu gibi kalan kimseler” demektir. Rasûlullah'ın ümmiliği bununla karıştırılmamalıdır. Rasûlullah'a izafe edilen el-ümmi niteliği, “ümmü'l-quravî” [anakentli] sözcüğünün hafifletilmiş şeklidir. Bu husustaki geniş açıklama için A‘râf sûresi'nin tahliline bakılabilir.[52]

Klasik kaynaklada bu âyetlerin inişi ile ilgili şu bilgiler verilmektedir:

Onlar [Yahûdiler], “Sayılı günler dışında bize katiyyen cehennem ateşi dokunmaz” dediler âyetinin nüzûl sebebiyle ilgili farklı görüşler vardır. Peygamber (s.a) Yahûdilere, “Cehennem ehli kimlerdir?” diye sorduğunda, onlar, “Biziz, fakat bizim arkamızdan da bizim yerimize siz geçeceksiniz” dediler. Hz. Peygamber onlara, “Yalan söylüyorsunuz, siz de biliyorsunuz ki biz oraya sizden sonra sizin yerinize gelmeyeceğiz” dedi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Bu açıklama İbn Zeyd'e aittir.

İkrime ise İbn Abbâs'tan rivâyetle der ki: “Rasûlullah (s.a) Medîne'ye geldiğinde Yahûdiler şöyle diyordu: ‘Bu dünya(nın ömrü) 7.000 yıl olacaktır. İnsanlar cehennemde, dünya günlerinden her bir sene mukabilinde âhiret günlerinden cehennemde bir gün azap göreceklerdir.’ Bunun üzerine Yüce Allah bu âyet-i kerîmeyi indirdi.” Bu Mücâhid'in de görüşüdür.

Bir başka kesim ise şöyle demiştir: Yahûdiler dediler ki: “Tevrât'ta belirtildiğine göre cehennem 40 yıllık bir mesafedir [boyundadır]. Biz her gün bir yıllık mesafe katedeceğiz, nihâyet süreyi tamamlayacağız. Cehennem de yok olup gidecektir.” Bunu ed-Dahhâk İbn Abbâs'tan rivâyet etmiştir.

Yine İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre Yahûdiler, Tevrât'ta şunun yazılı olduğunu iddia etmişler: “Cehennemin iki ucu arasında Zakkum ağacına ulaşıncaya kadar 40 yıllık bir uzaklık vardır.” Yine Yahûdiler şöyle demişlerdir: “Biz Zakkum ağacına ulaşıncaya kadar azap göreceğiz. Ondan sonra da cehennem yok olup gidecektir.”

Yine İbn Abbâs'tan ve Katâde'den rivâyet edildiğine göre Yahûdiler şöyle demişlerdir: “Allah bizi, buzağıya taptığımız gün sayısı olan kırk gün cehenneme sokacağına dair yemin etmiştir.” Ancak –önceden de geçtiği üzere– Allah onların bu iddialarını yalanlamıştır.[53]

80. âyette bu sözde uyanık toplumla ilgili, Dediler ki: “Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır” buyurulmaktadır. Onların bu sapıkça iddiası Âl-i İmrân sûresi'nde de reddedilmiştir:

Bu, onların, “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır” demeleri nedeniyledir. Onların uydurmuş oldukları şeyler de, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. (Âl-i İmrân/24)

Âyetlerden anlaşıldığına göre Yahûdiler, Allah katında seçkin bir yere sahip olduklarına inanırlar, bu yüzden de işledikleri günahları önemsemezlerdi. Şu âyetler de onların inançları hakkında bilgi vermektedir:

Ve sen onların milletlerine uymadıkça Yahûdiler ve Hristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar. De ki: “Şüphesiz Allah'ın kılavuzluğu, kılavuzluğun ta kendisidir.” Ve eğer ilimden sana ulaşan şeyden sonra bunların hevalarına [boş ve iğreti arzularına] uyarsan, senin için Allah katından herhangi bir velî olmaz, herhangi bir yardımcı da olmaz. (Bakara/120)

Bir de onlar [inananları Yahûdileştirmek, Hristiyanlaştırmak isteyenler], “Yahûdi ve Hristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek” dediler. Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, delilinizi getirin.” (Bakara/111)

Ve onlar, “Yahûdi veya Hristiyan olunuz ki, hidâyet bulasınız” dediler. Sen de ki: “Bilakis, hanif [dönen biri] olarak şirk koşmamış olan İbrâhîm'in milletine!” (Bakara/135)

Allah'a iftira atan, Allah hakkında yalan uyduran bu kimseler kınanmakta ve tehdit edilerek uyarılmaktadır:

Ve onlardan [Kitap Ehlinden], o, kitaptan olmamasına rağmen, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip büken bir güruh vardır. O, Allah katından olmadığı hâlde, “Bu, Allah katındandır” derler. Kendileri bilip dururken, Allah'a karşı yalan söylerler. (Âl-i İmrân/78)

Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah'a yalan uydurmak için, “Şu helâldir, şu harâmdır” demeyin. Şüphesiz Allah'a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar. (Nahl/116)

Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerine katılık koyduk. Onlar kelimeyi/sözcüğü yerlerinden değiştirirler. Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hâinlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. (Mâide/13)

83. Ve hani Biz, İsrâîloğulları'nın mîsâkını [kesin sözünü] almıştık: “Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, ana-babaya, yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzelliği söyleyiniz salâtı ikâme ediniz ve zekâtı veriniz.” Sonra çok azınız müstesnâ olmak üzere yüz çevirdiniz. Ve siz yüz çevirenlersiniz.

84-85. Ve hani Biz, sizin mîsâkınızı almıştık; kanlarınızı dökmeyeceksiniz, kendilerinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız. Sonra siz tanıklık ederek ikrar verdiniz. Sonra, siz, işte, o kimselersiniz; nefislerinizi öldürüyorsunuz ve sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz. Onların aleyhinde günah ve düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar size esir olarak gelirlerse de onlar için fidyeleşirsiniz. Hâlbuki o; onların çıkarılmaları size harâmlaştırılmıştır. Peki, siz Kitab'ın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvaylıktan başka nedir? Kıyâmet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gâfil [duyarsız] değildir.

86. İşte onlar, âhiret karşılığında basit yaşamı satın almış kimselerdir. Artık bunlardan azap hafifletilmez, onlar yardım da olunmazlar.

83. âyette, İsrâîloğulları'nın, “Allah'tan başkasına kulluk etmeme, ana-babaya, yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere iyilik yapma, insanlara güzelliği söyleme, salâtı ikâme etme ve zekât verme” ile mükellef kılındığı, ama onların buna karşı çıktıkları bildirilmiştir.

84-85. âyetlerde de İsrâîloğulları'ndan, Kanlarınızı dökmeyeceksiniz, kendilerinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız diye söz alındığı, onların da sözlerinde duracaklarına dair ikrar verdikleri, fakat verdikleri sözden dönerek birbirlerini öldürdükleri ve sürgün ettikleri, kötülük ve düşmanlık için yardımlaştıkları ve yasaklanmasına rağmen fidye karşılığı esir değişimi yaptıkları bildiriliyor; ki bu, onların Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmelerinden kaynaklanmaktadır. Böyleleri dünyada rezil edilir, âhirette de azabın şiddetlisine çarptırılır. Çünkü Allah, yapılanların hiç birinden gâfil değildir.

Burada İsrâîloğulları'nın muhatap olduğu yükümlülükler, hakk dininin temel unsurlarıdır:

Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki, ona, “Gerçek şu ki Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için Bana ibâdet edin” diye vahyetmiş olmayalım. (Enbiyâ/25)

Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah, onların duvarlarına temellerinden geldi. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü. Ve onlara azap akledemedikleri bir yönden geldi. (Nahl/26)

Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz birr değildir. Ama birr [iyi olan kimseler], Allah'a, Âhiret Günü'ne/Son Gün'e, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan; malını akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve boyunduruktakilere [kölelere], ona [Allah'a/mala/vermeye] sevgisi olmasına rağmen, veren ve salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir. Ve de sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden kimselerdir. İşte onlar, sadık olanlardır. Ve işte onlar, takvâlı olanların ta kendileridir. (Bakara/177)

Ve senin Rabbin kesin olarak şunları gerçekleştirdi [karar altına aldı]: Kendisinden başkasına kul olmayın, anne ve babaya iyi davranın. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “Öf” deme, onları azarlama. Ve ikisine de kerîm [onurlu, tatlı ve güzel] söz söyle. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: “Rabbim! Onların beni küçükten terbiye ettikleri gibi, onlara rahmet et.” Sizin Rabbiniz içinizdekileri çok iyi bilir. Eğer sâlihler olursanız, elbette O tam anlamıyla dönenleri bağışlayıcıdır. Yakınlık sahibine, yoksula ve yolda kalmışa da hakkını ver. Ve saçıp savurma. –Şüphesiz saçıp savuranlar, şeytânların kardeşleridir. Şeytân ise Rabbine karşı çok nankördür.– (İsrâ/23-27)

Ve Biz insana, anası ve babasını tavsiye ettik: –Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir.– “Bana, anana ve babana şükret [karşılık öde]!” Dönüş, ancak Banadır. Ve eğer ki o ikisi [ana-baba] bilmediğin bir şeyi Bana ortak koşman üzerinde seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Ve dünyada onlarla iyi geçin ve Bana yönelen kimselerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak Banadır. Sonra da Ben size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim. (Lokmân/14-15)

Ve Biz insana, ana ve babasına ihsanı [iyilik yapmayı/güzel davranmayı] tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle bıraktı [doğurdu]. Ve onun taşınması ve ayrılması otuz aydır. Nihâyet insan, olgunluk çağına ulaştığı ve kırk seneye geldiğinde, “Rabbim! Bana ve anama-babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve Senin hoşnut olacağın sâlihi işlememi sağla. Benim için soyumun içinde düzeltmeler yap [sâlih kimseler ver]. Şüphesiz ben Sana yöneldim. Ve ben şüphesiz teslim olanlardanım” dedi. (Ahkâf/15)

Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yeteneği olan kişiler; Allah'ın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmayan, Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştiren, Rabb'lerine haşyet duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler, Rabb'lerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikâme etmiş ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmiş ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra‘d/19-24)

İşte bu, Allah iman eden, sâlihatı işleyen kullarına müjdelediği şeydir. –De ki: “Ben onun üzerine [bu tebliğime karşı] sizden yakınlıkta sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum.”– Ve her kim bir iyilik/güzellik yaparsa Biz onun için onda iyiliği/güzelliği artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, karşılığını verendir. (Şûrâ/23)

Yetimin kerîmleştirilmesinin, mirasının zâyi edilmemesinin, yenilmemesinin, öz evlat gibi büyütülmesinin ve eğitilip topluma kazandırılmasının evvelki şeriatlarda da mevcut olduğu görülüyor. Kur’ân, yetim konusu üzerinde hassasiyetle durur:

Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinize takvâlı davranın. Ve kendisiyle birbirinizle dilekleştiğiniz Allah'a ve akrabalığa takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir. Ve yetimlerinize mallarını verin. Temizi pise değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Bunu yapmak kesinlikle büyük bir suçtur. Ve eğer ki yetimleriniz konusunda hakkaniyetsizlikten korktuysanız; o takdirde sizin için hoş olan, yetimlerin kadınlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın. Şâyet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, bir tanesini ya da yeminlerinizin sahip olduğunu nikâhlayın. Bu hakksızlığa sapmamanız için en uygunudur. Ve bu kadınlara mehirlerini seve seve veriniz. Artık onlar ondan [alacaklarından] bir kısmını size hoş ederlerse [ikramda bulunurlarsa] de onu afiyetle, çekinmeden yeyiniz. Ve Allah'ın, ayakta kalmanız için size vermiş olduğu mallarınızı bu sefihlere vermeyiniz. Ve onları o mallarda rızıklandırın ve onları giyindirin. Ve onlara ma‘rûf söz söyleyin. Ve bu yetimlerinizi nikâha ulaşıncaya kadar belâlandırınız [sıkı bir eğitim vererek olgunlaştırınız]. Sonra da eğer kendilerinde rüşd hissederseniz mallarını kendilerine hemen teslim ediniz. Onlar büyüyecekler diye onların mallarını saçıp savurup yemeyin de. Ve kim zengin ise artık o iffetli davransın. Kim de fakir ise artık o da ma‘rûf ile yesin. Sonra da onların [yetimlerin] mallarını kendilerine teslim ettiğiniz zaman onlar üzerine şâhit tutunuz. Hesap sorucu olarak da Allah yeter. Ana-baba ve akrabaların terekesinde erkek yetimlere bir pay vardır. Ana-baba ve akrabaların terekelerinde de az olsa da çok olsa da farz kılınmış bir nasip olarak kadın yetimlere de bir pay vardır. Taksime yakınlar, yetimler ve miskinler hazır bulunduğu zaman da onları ondan rızıklandırın ve onlara ma‘rûf söz söyleyin. Ve arkalarında zayıf zürriyet bıraktıkları takdirde endişe edecek olanlar, ürpersinler! Ve de Allah'a takvâlı davransınlar ve hakksızlığı önleyen söz söylesinler. Kesinlikle yetimlerin mallarını hakksız yere yiyen kimseler, muhakkak ki karınlarının içinde ateş yerler. Ve yakında ateşi alevli cehenneme yaslanacaklardır. (Nisâ/1-10)

Yetimin malına da yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (malına) en güzel biçimde hariç [bu şekilde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz]. Ve ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapın. Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa âdil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutun. İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye O'nun [Allah'ın] size vasiyet ettikleridir. (En‘âm/152)

Hayır, hayır… Doğrusu siz yetimi kerîmleştirmiyorsunuz. Yoksulun yiyeceği üzerine birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Oysa mirası yağmalarcasına öyle bir yiyişle yiyorsunuz ki! Malı öyle bir sevişle seviyorsunuz ki, yığmacasına! (Fecr/17-20)

O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni sapıtmış olarak bulup da hidâyet etmedi mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi? O hâlde yetimi kahretme, isteyeni azarlama ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle ortaya koy! (Duhâ/6-11)

Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü? İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. (Mâûn/1-3)

Sana hamrdan [aklı karıştıran/örten şeylerden] ve şans oyunlarından soruyorlar. De ki: “Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat dünya ve âhirette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.” Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını infak edin.” Allah, tefekkür edersiniz diye âyetlerini işte böyle sizin için ortaya koyuyor. Sana yetimlerden de soruyorlar. De ki: “Onlar için iyileştirme, en iyisidir. Eğer onlara karışırsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla iyileştiriciyi bilir [birbirinden ayırdeder].” Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz Allah azîz'dir, hakîm'dir. (Bakara/219-220)

83. âyette bir de, insanlara güzelliği söyleyiniz buyurulmuştur. Zira iyi, güzel ve faydalı sözler çekici, kötü sözler ise iticidir. Kötülüğün panzehiri, iyiliktir. Çünkü hakk gelince bâtıl zâil olur.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla