Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26. January 2010, 09:46 AM   #4
müslümanlardan
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 207
Tesekkür: 30
72 Mesajina 144 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
müslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud of
Standart tarikatlar

4- TARİKATLAR

5.Kısım

29. Her insan, rahatlıkla gidip katılacağı sohbet ve dostluk ortamları arar. Peygamberler bu ortamı sağlamışlardır. Kendilerine her kesimden insan rahatlıkla ve hiçbir engele takılmadan ulaşabilmiş, sohbetlerine katılabilmiştir. Meselâ Hz. Peygamberin Medine'deki mescidine kadını erkeği, yaşlısı genci, alimi cahili, müslümanı kafiri, yerlisi ya*bancısı herkes rahatlıkla gi*rebilir ve sohbete katılabi*lirdi. Sohbet, Kur'an etrafında olduğu için herkes kendi bilgi ve kabiliyetine göre oradan bir şeyler alırdı. Burası bir dernek veya lokal gibi ol*madığı için ödenecek bir aidatı veya verilecek bir çay parası da yoktu.

30. Namazda okuduğu Kur'an'ın ma*nasını anlamayan kişinin namazı olur. Çünkü o, kendi*sine bu konuda verilen emri yerine ge*tirmektedir. Emrin içinde okuduğu Kur'an'ı anlama yoktur. Ama Kur'an'ı anlamak en önemli hedeflerden olduğu için namazda okunuşu da onu daha kolay anlayacak şekilde olur. Mebsut'ta bunu anlatan ifadeleri dikkatle inceleye*lim:
"Ona dua ve selam olsun, Hz. Peygamber şöyle de*miştir:"Kim imama uyarsa, o imamın okuması onun oku*ması sayılır." O, meşhur bir hadisinde de şöyle demiştir: "İmam tekbir alınca siz de alın, imam okuyunca siz su*sun." İmama uyan kişinin, imamın arkasında kıraatta bulunma yasağı büyük sa*habilerden 80 kişi tarafından rivayet edilmiştir. Bunların isimlerini hadisçiler toplamış*lardır. Sa'd b. Ebî Vakkas demiştir ki, "Kim imamının arkasından kıraatta bulu*nursa namazı bozulur." Bunun anlamı şudur: Kur'an okumada asıl maksat onu okumuş olmak değil, onu anlamak, düşünmek ve ona göre davranmaktır.

İbn Mes'ûd şöyle demiştir: "Kur'an, ona uyulsun diye indirildi ama insanlar tuttu, onu okumayı ibadet saydılar." İmam okur, ce*maat da okunan Kur'anı din*lerse istenen elde edilir. Ama namazda herkes kıra*atla meşgul olursa istenen şey yerine gelmiş olmaz[1]."

Demek ki onların asıl he*defi, namazda bile olsa oku*nan Kur'an'ı anlamaktı.

31. Tarikatlar, Hz. peygambe*rin yolunda gitseler, Kur'an'ı anlamaya yönelik sohbetler yapsalar, bu maksatla eğitim ve öğretim ortamları mey*dana getirselerdi çok iyi olurdu. Ama onlar, Kur'an'ı anlamak için çaba göster*mediler. Okudukları Kur'anlar akıllarına değil, kulaklarına ve gönüllerine hitabetti. Mana unutuldu, onun sözleri ve musikisiyle yetinildi.

Böylece Kur'an, sohbetin süsü haline geldi. Bu durum, ka*çınılmaz olarak hurafelere ortam hazırladı. Tarikat şeyhi, tıpkı hırıstiyan azizi gibi ruhani li*der sayıldı ve ruhânî alemle bağlantısının olduğuna inanıldı. O, Allah ile mü*ritleri arasında bir vesile ve vasıta yerine kondu.

Kur'an-ı Kerime göre her müslü*man Allah'ın dostu, yani veli kulu iken bu vasıf tarikat büyüklerine has kı*lındı. Dostun dosta nazı ge*çer, denilerek Allah'ın bunla*rın nazını çekeceği kabul edildi. Onların olağan dışı yollarla insanlara yardım edeceğine
inanıldı. Tarikata girme, el alma şeklinde bir törene bağlandı. Bundan önce adayın o tarikattan na*sibinin olup olmadığını belir*lemek için rüya görmesi ve bu rüyayı şeyhe anlatması şartı getirildi. Böylece isten*meyen ve şeyh tarafından onaylanmayan kişilerin tari*kata alınması engellendi.

Kapılar dışarıya sıkı sıkıya kapatılmış oldu. İnsanlar, ta*rikattan olan ve olmayan diye gruplara ayrıldı. Bu da tarikatın ve dolayısıyle şey*hin kutsallaştırılmasını sağ*ladı. Bir çok mürit, Allah'ın verdiği nimetleri şeyhinin himmetiyle elde ettiğini söy*lemeye başladı. Onlara bir çeşit vahiy geldiğine, gaybı bilebildiklerine inanıldı. Bunu kabul ettirebilmek için şeyhin keramet göstermesi bir ihti*yaç haline geldi.

Sonra her mürit, şeyhine ait bir keramet yakalamak için seferber oldu. Küçük bir tesadüf, bü*yük abartılarla keramet ola*rak anlatılmaya başlandı. İlm-i ledün ve ilm-i bâtın diye bir ilim uydu*rularak onların böyle bir ilime sahip oldukları kabul edildi [[2]].

Böylece yaptık*ları saç*malıklar birer hikmet olarak algılanmaya baş*landı. 180 sene kadar önce, Nakşibendi tarikatının Halidiye kolunda şeyhe ra*bıta adı altında yeni bir iba*det türü ortaya kondu [[3]]. iş, şeyhte Allah'ın tecelli ettiğine kadar götürüldü.

Dünyada müritlerine yardım edece*ğine inanılan şeyhin, ahirette de şefaat ederek müritlerini cehennemden kurtaraca*ğına inanıldı. Şeyh, sanki Allah Teâlânın özel kalem müdürü ve sır katibi gibi bir mevkiye getirildi. Kur'an'dan adeta cımbızla çekilmiş bir kaç ayetin manası ciddi biçimde tahrif edilerek bu yanlışlıklar Kur'an'a tasdik ettirilmek is*tendi. Allah Teâlâ bütün bu iftiralardan uzaktır.

Bunlar Kur'an'a temelden aykırı şeylerdir. Kur'an dik*katle okunursa görülür ki, bütün peygamberler hayat*larını, bu gibi şeylere karşı mücadele ile geçirmişlerdir. En üzücü olanı da o insanla*rın bu şeyleri, daha iyi müs*lüman olma arzusuyla yapmış olmalarıdır. Gerçeği öğrendikleri zaman, ne yazık ki, her şey bitmiş olacaktır. Duamız, bunların bu dünya*dan ayrılmadan doğruları öğrenip gerekli dönüşü yapmaları içindir. Şahsi araştırmalarımıza göre az veya çok yukarıdaki hurafe*lere ve burada sayamadı*ğımız nice hurafeye karış*mamış bir tarikat yoktur.

32. Müslümanların Kur'an ile ilişkileri onu, ma*nasını anla*madan okuma ve güzel sesli hafızların ağzından dinleme boyutuna indirildiği için tarikat şeyhlerini böyle bir konuma getirmek zor olmamıştır.

Şimdi örnek olarak onla*rın şu sözlerine ibretle baka*lım:

- Haklı dahi görünse mürîdin üstadına itirazı ha*ramdır[[4]]
- Şeyh müride bir şey telkin ettiğinde devamlı onunla meşgul olmalı ve kalbine hayır
ve şer bir şey getir*memelidir[[5]]

- Müride lazım olan şartlar*dan biri de şeyhin emrettiği şeyleri tevil

etmeyerek ve geciktirmeyerek yapmasıdır. Zira tevil ve geciktirme bü*yük ke*sintiye sebeptir[[6]]

- Mürit şeyhinin terbiye*sinde ölü yıka*yanın elindeki ölü gibi olmalıdır ki, şeyh,

mü*ride istediği gibi hareket edebilsin [[7]]

Yani kısaca mürit şeyhinin kölesi ol*malıdır. Hatta köle*den de öte bir bağlılığı bu*lunmalıdır. Çünkü köle efen*disine za*man zaman baş kaldırır veya içten içe ho*murdanır ama mürit hem içi ile hem de dışı ile şeyhine tam boyun eğer.

33. Tarikatlar, insanı sönükleş*tirmekte, kendine olan gü*veni ortadan kaldırmakta ve onu kişiliksiz hale getirmek*tedir. Türkiye'de tekke ve zaviyeler resmen kapalıdır ama fiilen çok tarikat vardır. İnsanları bu konuda uyarmak için ciddi çalışmalar yapmak gerekir. Ancak devlet, bu konuda da taraf olmamalı ki, yapılan ça*lışmalara duygu*lar karışmasın, konu rahat bir ortamda tartışılsın ve iste*nen sağlıklı ve kalıcı sonuç*lara ulaşmak mümkün olsun.

5- DİN EĞİTİMİ

Din hürriyeti, dini öğrenme hürriyetini de içerir. Din eği*timi; inanç, ibadet ve ahlak eğitimi diye üçe ayrılabilir.

A- İnanç Eğitimi

34. Dine inanmak isteyen kişi, hangi eğitim sevi*yesinde ve ne durumda olursa olsun inanır ve inandığı gibi ya*şa*maya çalışır. Eğer inancını doğru öğ*renememişse boş*luğu hura*fe*lerle doldurur. Zamanımızda nice ilim adamı, yüksek bürok*rat, sa*nayici ve iş adamı samimi olarak dinini yaşama gay*re*tine girmiş ama inancı ile ilgili yeterli bil*gisi olmadığı için sonradan hurafecilerin ve is*tismarcıların esiri haline gelmiştir.

35. Bir müslüman, öncelikle hurafelerden uzak bir inanca sahip olmalıdır. Bunun en güvenli yolu, inancını Kur'an'dan öğren*mesidir. Kur'an, bütün insanlığı yara*tan Allah'ın kitabı olduğu için inancını Kur'an'dan öğrenen*ler bütün insanlığı ku*cakla*yan ve herkese karşı anla*yışlı davranabilen ufku açık insanlar olurlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَقُلْ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِنْ يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا (29)

29-De ki: "Doğru olan Rabbinizden ge*lendir." Artık dileyen inansın, dileyen ta*nımasın. Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırlamışız ki, duvarları, çepeçevre onları içine alacaktır. Eğer feryad edip yardım isteseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. O ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dayanma yeri.( Kehf 18/29)

“Kim yola gelirse sadece kendi için gelir. Kim de yo*lunu kaybederse sadece kendi aleyhine kaybeder. Hiç bir günah*kar başkasının gü*nahını çekmez. Biz de bir elçi gönderinceye kadar azab etme*yiz.” (İsrâ 17/15)

Müslümanlığı doğru öğ*retmek için, Kur'an meali okullarda ders olarak oku*tulmalıdır. Bu, aynı za*manda hurafelere karşı güvenli ve etkin bir mücadele olur.

B- İbadet eğitimi

36. Namaz, oruç, hac ve zekat konu*sunda temel bilgileri doğru bilmek gerekir.
namaz kılan herkesin Fatiha Suresini, namaz sure*lerini, Ayet'el-kürsîyi doğru okuması icabe*der. Namaz duaları ile günlük hayatta sıklıkla karşılaşılan konularla ilgili buyrukları ve öğütleri içeren ayetleri de öğrenme*lidir. Bunların sayısı azdır. Onları doğru okumak, kendi harfleriyle öğrenmeye ve o harfleri doğru seslendirmeye bağlıdır. İmam-Hatip Liselerini ve Kur'an Kurslarını bitirmiş olanlar bir yana, bu*gün kelime-i şehadeti dahi aslına uygun olarak seslen*direnler pek azdır. Bu du*rum, yüksek seviyede bilgi ve görgü sahibi olan nice insa*nın, bu konuda ezik*lik duy*masına ve kendini küçük görme*sine yol aç*maktadır.

37. Kur'an'ı, kendi harfleriyle doğru olarak okumak da her müslümanın arzu ve ihti*ya*cıdır. İşte bu arzusunu nor*mal yollarla, iyi yetişmiş öğ*retmenler gözetiminde gi*de*remeyenler şikayetlere yol açan yol*lara başvurmak zo*runda kalmaktadır*lar. Onun için ilkokuldan başlayarak iste*yen her öğrenciye Kur'an öğretmek ge*rekir. Kur'an kursları ve İmam Hatip Liseleri bu konudaki ihtiyacı tümüyle karşılayacak ka*pasitede değillerdir. Orta kı*sımları kapatılmadan önce İmam Hatip Liselerinde görü*len aşırı yığılmaların sebebi, evladına dinî eğitim vermek isteyenlerin bu arzularına di*ğer okulların cevap ve*re*memesidir. Diğer okullarda dinini öğre*nememiş olanların aşağılık kompleksine girme*leri de yanlış davranışların bir başka sebebidir.

C- Ahlâk Eğitimi

38. Kişinin kendine, ailesine, yaşadığı topluma, ülkesine ve bütün insanlığa karşı hak ve görevleri vardır. Bir müslü*man bu konudaki gö*revlerini; farzları, he*lâl ve ha*ramları doğru öğrenme*lidir. Böyle olmazsa örnek bir in*san ve iyi bir müslüman ol*ması mümkün olmaz..

D- İmam Hatip Liseleri ve Kur'an Kursları

39. 1340 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu, ilmi kuruluş*ların tamamını Milli Eğitim Bakanlığına bağlamıştır. Bu cümleden olarak,

Şer'iyye ve Evkaf Vekaletine bağlı medreseler ve mektepler,

Özel vakıflar tarafından idare olunan medreseler ve mektepler

Milli Savunmaya bağlı as*keri rüşti ve idadiler,

Sağlık Bakanlığı'na bağlı dar'ul-ey*tam*lar Milli Eğitim Bakanlığına bağlan*mıştır.

Bilindiği gibi kanunlar, görü*len lüzum üzerine çıkarılır ve sonradan ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar sebebiyle ya yürür*lükten kaldırılır, ya da değiş*tirilirler.

Tevhid-i Tedrisat Kanunundaki ilk de*ğişiklik 1341 tarihinde Askeri liselerin Milli Savunma Bakanlığına bağlanması ile yapılmıştır. Daha sonra sağlık personeli yetiştiren eğitim kurumları Sağlık Bakanlığına, Üniversiteler Yükseköğretim Kurumuna bağlanmış, vakıf*lara özel okul ve üniversite kurma yetkisi verilmiştir.

Bugün Tevhid-i Tedrisat Kanununa göre faaliyetini sürdüren tek kuruluş İmam Hatip Lisesidir. Bu kanunun İmam Hatiplerle ilgili ifadeleri şöyledir:

".Maarif Vekâleti...imamet ve hitabet gibi hidemâtı dini*yenin ifası vazifesiyle mükel*lef memurların yetişmesi için de ayrı mektepler küşad edecektir..."(4. Madde)

40. Bugün İmam Hatip Liselerinin prog*ram*ları imamlık ve hatiplik gibi gö*revleri yerine getirecek ele*man yetiştirmeye uygun değildir. Bunlar, Anayasa'nın 24. maddesine göre devletin denetiminde din eğitimi ve öğretimi yaptıran liselerdir. Buraya gelen öğrenciler de bu gayeyle gelmektedir. Din görevlisi olmak isteyen*ler ise İmam-Hatip Lisesi ya*nında bir Kur'an Kursu'na gitmektedirler. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim uygulama*sından sonra, mihraba geçip namaz kıldıracak kişileri bulmak çok zor olacaktır. Çünkü lise çağında verilecek eğitimle doğru dürüst Kur'an okuyacak seviyede kişiler yetiştirmek hemen hemen imkansızdır. Zira Kur'an harflerini doğru seslendirmek için gerekli ağız ve kulak terbiyesi daha küçük yaşta verilmelidir.

41. Kur'an Kursları kısa ve uzun süreli ol*mak üzere iki çeşittir:

Kısa süreli olanlar Kur'an'ı yüzünden okutma ve bazı sure ve duaları ezber*letme gayesiyle açılmıştır. Öğrencilere bu süre içinde ihtiyaç duyulan din dersleri de verilmektedir. İlk ve orta dereceli okul*lardaki din dersleri yeterli olur ve Kur'an da öğretilirse hem bu kurs*lara ihtiyaç kalmaz hem de lise çağında öğrenciyi, Kur'an'ı doğru okuyacak şe*kilde eğitme güçlüğünün do*ğuracağı sakıncalar ortadan kalkar.
Uzun süreli Kur'an Kursları, İmam Hatip Liselerine destek olmaktadır. Buralarda hafız yetiştiril*mekte ve daha yoğun bir din eğitimi ile öğrenciler mes*leğe hazırlanmaktadır. Tevhid-i Ted*risat Kanunundaki hedeflere an*cak bu şekilde ulaşılabilmek*tedir. Yoksa imamlık ve ha*tiplik yapacak memurları ye*tiştirmek mümkün olmamak*tadır. İmam Hatip Liselerinin programları, iyi bir seviyeye ulaştırılmazsa bu kurslara olan ihtiyaç devam edecek*tir.

42. İmam Hatip Liseleri bir ta*raftan Kur'an Kurslarının desteği ile dinî hizmetleri ye*rine getirecek elemanlar ye*tiştirirken diğer taraftan dinini bilen insanları topluma ka*zandırmaktadır. Böyle insan*ların varlığı toplum için büyük bir güvencedir. Bu sebeple İmam Hatip Liselerinin en önemli görevi hurafelere karşı kalkan olmaktır. Çünkü hurafeciler dini iyi bilme*yen*leri ararlar. Cahillikleri ancak bu şe*kilde farkedilmeyecek ve kendilerine bo*yun eğile*cektir. Bütün okullarda veril*mekte olan din dersleri ye*terli seviyeye çıkarılmalı ve İmam Hatip Liseleri Tevhid-i Tedrisat Kanununun istediği seviyeye ulaştırılmalıdır. Din eğitimi müfredatı Kur'an ışı*ğında gözden geçirildiği tak*tirde ülkeye aklın ve bilimin hakim olması kaçınılmazdır.

43. Sekiz yıllık kesintisiz eği*timin uygulanmasından sonra eğitimle ilgili her konuda olduğu gibi din eğitimi konusunda da bü*yük bir kaosa girildiği ve sıkıntıla*rın doruğa çıktığı açıkca gö*rülmektedir. Buna taraf olanlardan kimileri bu*nun insanları dinden uzak*laştıracağı, kimileri de bu sayede dinî hayata istedik*leri şekli verebilecekleri umuduna kapılabilirler. Ama İnsanların dine yönelişlerine engel ol*mak mümkün değil*dir. Bu, bütün dünyada ya*şanan bir süreçtir. Dine yö*nelen kişiler ise din konu*sunda sadece, o dinin önder*lerinin yolunda giderler.


44. Dinden değil, dinin eksik ve yanlış öğrenilmesin*den korkmak gerekir. Eğer dinî eğitim yaygınlaştırılmaz ve İmam Hatip Liselerinin mes*leki ağırılıkları artırıl*mazsa inancını sorgulamayan, dinî liderleri Allah'ın yeryüzündeki temsilcileri gibi algılayan in*sanlar ço*ğalır. İşte asıl fela*ket o zaman olur.


---------------------------- [1]- Şemsüddin es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut, 1409/1989, c. I, s. 199-200.

[2]- Kehf Suresinin 65. ayetinde, Hz. Musa ile karşılaşan kişi ile ilgili olarak "Ona kendi katımızdan bir ilim öğretmiştik" buyurulur. "kat" diye tercüme ettiğimiz kelimenin Arapça karşılığı "ledünn" kelimesidir. Hadis-i şeriflerden bu kişinin Hızır aleyhisselam olduğunu öğreniyoruz. İlm-i ledün ve ilm-i bâtından bahsedenler Hızır aleyhisselamın bu ilmini kasdederler. Fakat Hz. Hızırla beraber olan Hz. Musa'nın bu ilmi öğrenemediğini de kabul ederler. Çünkü bu husus hem ayetlerde hem Hz. Peygamberin sözlerinde geçer.(Bkz. Buhârî, İlim 44) Bununla beraber tarikat şeyhleri, ellerinde hiçbir belge olmadığı halde Hz. Hızır'a verilen bu özel ilmin kendilerinde de verildiğini iddia eder, kendilerini Hızır aleyhisselam yerine müritlerini de onu anlamayan Hz. Musa yerine koyarlar. Hiç bir kaynağı ve dayanağı olmayan bu iddia, şeyhleri şeytanın elinde bir oyuncak haline getirmiştir. İslam aleminin Allah'ın gazabına uğrayıp dünya sahnesinden çekilmiş olmasının asıl sebepleri bunlardır.

[3]- Rabıtayı, "Şeyhin suretinin mürşidin iki gözünün arasında tasavvur edilerek müridin mürşide karşı kendisini son derece alçaltıp ona yalvarması ve onu Allah ile kendi arasında vesile kılması şeklinde" tarif eden ve tarikata böyle bir rabıtayı sokan Halid Bağdâdî'dir. Ölümü 1242 h. 1827 miladi tarihidir. (Bu gibi konular için bkz. Abdülaziz BAYINDIR, Kur'an Işığında Tarikatçılığa Bakış, İstanbul 1997.)

[4]- KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s.5, 2. paragraf.

[5]- KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 248.

[6]- KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 246, paragraf 5.

[7]- KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s.245, 3. paragraf

[konu devam edecek inşaallah]
müslümanlardan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla