Tekil Mesaj gösterimi
Alt 22. February 2012, 12:39 PM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

ARAF–88, 89, 90 ŞUAYB NEBİYE KARŞI DURANLAR.


Selam ona Musa hak din ekonomi politiği ve vahyin semantik dili ile bütün detayları ile ortaya koyunca, Firavun kodamanlara (Toprak-arazi Aristokratlarına, komprador burjuvaya) döndü ve mülkleşmelerine son verecek dine karşı dikkatlerini çekti. Şöyle ki; Araf süresi 109 ve 110 ayetler şöyledir;

“ Firavn toplumunun kodamanları şöyle konuştular, Bu adam gerçekten çok bilgili bir büyücü( söz Ustası).”

“ Sizi toprağınızdan çıkartmak (ağalık ve çiftlik sahipliğinize son vermek) istiyor ne buyurursunuz?”

Oysa Musa aristokratları ailece ekip biçmeye yarayacak kadarın çok üzerinde sahip oldukları araziden vazgeçip bizzat ekip biçecekleri kadarını ellerinde tutmasını istemiştir. Yine, Yahudilerin muztazaaflarını Aristokratların elinden kurtarıp bağımsız ve kendilerine ait bir toprakta homojen bir toplum oluşturmak için gelmişti Mısri’ye. Yani çıkartılmak sözü, İsrail oğullarına değil, çok belli ki, Aristokratlaradır.

Zamanın aristokratları çoğunlukla komprador burjuvazi gibi sermaye zenginleri değil, arazi zenginleridir. Yani feodal beylerdir. Toprak ağaları, feodal beyleri indirmeden ve feodal düzeni sona erdirmeden hak din sosyal ve ekonomik düzeninin kurulamayacağı bir gerçek olduğu için, önce onu tasfiye etmek için yol ve yöntem getirmiştir. Selam ona, Musa dini öğretisinin sosyal ve ekonomi politikası, Kompradorluğa ve ağalığa son vermektir

Bunu bilen Aristokratlar, dini “ehlileştirip”, hatta onu geçek sosyo ekonomi politiğinden arındırıp iğdiş edene kadar ona şiddetle karşı koyarlar. Yalancı peygamberler (Muallimler, Belamlar) oluşup, din kendi sosyo ekonomi politiğinden saptırılıp, bu sistem unutturulduktan sonra, Aristokratlar kendi sistemlerini ebedileştirecek fakihler bularak, dini “Ehlileştirirler”. Buna ılımlılık da diyebilirsiniz. Adalet ve rahmeti bütün insanlara yayarak zulme son verme iddiasından vazgeçmiş ve zamanla zulmün emrine girmiş bir din anlayışı. İşte, ondan itibaren bütün hak olan değişim ve dönüşümlere karşı koyan bir gerici güçler koalisyonu oluşturulmuştur. Halktan, haktan ve adaletten yana hiçbir değişiklik uygulanamaz olmuştur.

Bu kesimin tabandaki ümmileri neye, niçin direndiğini bilmez. Aristokrasiyi yıkması gereken hak din ortadan kalkmış, üretim biçimlerindeki gelişme ile değişen geçim yolları ile oluşan yeni sınıf burjuvazidir. Aristokrasiyi ortadan kaldıracak olan da odur. Al birini vur ötekine. Yani bir başka tür oligarşi ve Plütokrasi. Yine Hak din yoktur ortada, batıl batılla sistem mücadelesine girişmiştir. İlk aşamada tutucular bu mücadelede Aristokrasinin piyonluğunu yapmaktadırlar. Aristokrasi tasfiye olduğunda burjuva sınıfına payanda olurlar ki, mülkte iştirak gelip yerleşmesin. Oysa hak dinin öz kurumu ne aristokrasi, nede benzerleridir.

Hak dinin öz kurumu eşitlik üzere ve iştirak halinde yapılanmaktır. Sistem değişikliklerinde feodalizm ile liberalizm arasındaki çekişme batılla batılın çekişmesidir.

Ne değişmiştir? Haktan yana hiçbir şey değişmemiştir. Üstelik yıkılan aristokrasinin kurumlarını topluma dini kurum diye kabul ettirmiş olan besleme fakihlerin, hak olmayan şeraitleri nedeniyle bazı gelenekçi kesim feodalizmden Liberalizme geçişte boşuna direnir dururlar. Oysa Aristokrasiyi onların yıkması, ardından kollektivizmi oluşturmaları ve böylece burjuvazinin kurulmasına fırsat vermemeleri gerekirdi.

Bu kez, gelenekçileri yenilen aristokrasi ve onu yenen Burjuvazi paylaşarak kendilerine taraftar ederler. Çünkü Hak din kendi öz kurumları üzerine hiçbir zaman oturmamış, elden ele dolaşıp durmuştur. Resul ve Nebilerden sonra yarım asrı doldurmadan hak din sosyo ekonomi politiği terk edilip cahiliye mülkperestliğine dönüldüğü için bu böyle olmuştur. Bu arada gelenekçilerin ismi değişmiş ve muhafazakâr olarak tanımlanmışlardır. Her adil olmayan sistem kendi kurumlarını dini gösterecek fakihler ve onlara uyan kör takipçiler bulmakta zorluk çekmemiştir…

Allah, Şuayb peygamberi bu dönüşümü yapması için göndermiştir Medyan halkına. Yine kıyasıya direnen ve nuru ağızlarıyla söndürmeye çalışanlar aristokratlardır. Havraları(Salat-Salavat) kurumlaştırıp, mülkte iştiraki kurmayı başaran Şuayb peygamberin hak din sosyo ekonomi politiğinden dönmesini açıkça teklif edip baskı ile sindirip kaçırmak için müthiş bir baskı yapmaya kalkmışlardır. ''Sen bunları, Salât-salavât inanç ve yaşam biçimiyle milletleştiğin için mi emrediyorsun'' diyorlar. Batılla milletleşen kavmin kodamanları, hak ile İbrahim gibi hanif ve Kanit bir anlayışla Milletleşen Şuayb ve ona uyanları vazgeçirip, kendi milletlerine( hayat anlayışı) dönmeleri için baskı yapıyorlar. Oysa Şuayb, bu tür batıl milletleşmeden kendisini arındırmış ve bir hayli yol kat etmişken niçin dönsün ki? Kişilik ve kimlik kazanıp, hakkı ve batılı ayırma gücüne sahip, hikmetle donatılıp hidayete erdirilmişken, niçin kat ettiği bu yerden geri dönüp, kimliksiz ve kişiliksiz bir vaziyette Melelere uşaklık yapanlar ve nefsini ilahlaştıranlar gibi olsun? Araf süresi ayet 88, 89 ve 90 ayetlerinde şöyle derler.

“Toplumunun büyüklük taslayan kodamanları dediler ki; Ey Şuayb; Ya kesinlikle Milletimize dönersin(bizim hayat felsefemizi ve yaşam biçimimize tekrar geri dönersin), ya da seni ve seninle birlikte inananları kentimizden çıkartacağız. Dedi ki; Ya istemiyorsak, zorla ve baskı ile mi ?”

Şuayb, Aristokrat bir aileden geliyordu. Bunu da bize Kur'an örtülü olarak bildirmektedir. Çünkü aristokratlar ona, arada ailesi ve sülalesi olmasa, onu çoktan helak edecekleri tehdidinde bulunmaktadırlar. O ise, kendisinin tekrar o fasık yaşam biçimine dönmeyeceğini kesin bir dille ifade eder şunu söyler.

“ALLAH BİZİ ONDAN ( sizin fâsık hayat anlayışınızdan) kurtardıktan sonra, tekrar sizin milletinize dönersek, YALAN DÜZÜP ALLAH A İFTİRA ETMİŞ OLURUZ. (aristokrasiyi meşrulaştırmak için, dinden olmayan delili varmış gibi gösterenler Allah’a iftira edenler olarak ifade ediliyor ). Rabbimiz Allah istemediği sürece, sizin milletinize dönmemiz söz konusu edilemez. Rabbimiz bilgice her şeyi kuşatmıştır. ALLAH’A DAYANIP GÜVENDİK BİZ( ne mülke ne de mülk sahiplerine dayanarak müşrik ve putlaştırıcı olmayız demek istiyor). Ey Rabbimiz toplumumuzla bizim aramızda hak ile hükmet. Sen çözüm getirenlerin en hayırlısısın”

Kodamanlar bu kez, Şuayb’ın peşine düşenleri çevirmeye çalıştılar. İtidal üzere yaşamanın hüsran olduğunu, zarara uğrayıp mülksüzleşeceklerini onlara telkin etmeye başladılar. Onlara göre mülkleşen veya mülkleşenlere yanaşmalık yapan her zaman bolluk içinde ve kazançlı çıkardı.Tevazu ve elinin kazancını yemek, servet ve sermaye biriktirmeyip, toplumla kader birliği içinde paylaşarak yaşamak, onlar için mahrumiyetti. Hâlbuki onlarla-Aristokratlarla olmak ve onlara bel bağlamak, açlık ve sefalet nedenidir.

İşte emperyalist devletlere yakın durmayı Şuayb’ın fasık kavmi ve onlara uyanlar gibi zenginlik zanneden siyasilerimizin ülkemizi getirdikleri durum ortadadır. Kodamana yakın durmak zayıf için Muztazaaf durumuna düşmektir. İşte feodalist ve kapitalistin yanlış dini öğretisinin ülkeyi götürdüğü yer. Şuayb inanç ve hayat felsefesi ve müstakim yolu öğretilseydi böyle mi olurdu? Aristokratlar iştirak halinde mülk sisteminden iğrenir ve bu yaşam biçimini seçenleri “Zemmederlerdi”. Bunu İsra süresinde görürsünüz. Ahirette onlara kısas yapılmış ve onlar zemmedilmişlerdir. Araf süresinin 90 ayet bunu şöyle açıklar;

“Toplumun küfre sapan Kodamanları dediler ki; Eğer Şuayb’ın ardı sıra giderseniz hüsrana gömülenler olursunuz”

Tabi ki, Allah en adil çözümü getirdi. Çünkü Şuayb, batıl din sahibi kavminin bir kısmı ile dinler arası diyaloga girmedi ve hak din sosyo ekonomi politiğinden taviz vermedi. Allah aristokratlar topluluğunu ortadan kaldırdı. Aristokratlar onları çıkarmaya kalktı. Şuayb diyaloga yanaşmadığı gibi, hiç olmasa göç etme tekliflerini kabul eder ve dağ başında bir mağarayı manastır yapabilirdi. Ama onu da yapmadı. Çünkü hak din ekonomi politiği kaç-göç yaşanamazdı. O, Medine'de uygulamaya konulmalı, herkes onu görmeli ve sevip sevinerek girmeli idi. Batıl sistem iffetsizken ortalıkta durmaktan utanmazken, niçin hak sistem başat sosyo ekonomik sistem olarak iddialı olmasın ki?

O alenen kurumlaşmaya daha ehaktı. Çünkü onu vazeden Allah, evrende bihakkın Âlimdi. Mülk de onundu. Öyle ise, uyduruk sosyo ekonomi politikler çekip gitmeli idi. Allah’ı duası ile zikreden, verdiği nimeti eşit paylaşarak nimete küfretmeyen, aksine şükreden müminlerin sisteminin alenileşmesi, hem sebep, hem sonuç açısından daha ehaktı çünkü. Zaten Allah, Şuayb’a göç et emri vermeyip, Aristokratları ortadan kaldırdı. Allah, yapılacak şeyin ne olması gerektiğini de böylece vurgulamıştı. Çünkü Hak din ekonomi politiği, karışık bir toplumda saf kalamaz, sonunda mutlaka aristokrasiye ve benzeri sınıflı, hiyerarşik ve gayrı adil bir sisteme dönüşür. Çünkü sınıflı toplum, fitne ve ifsad edici olarak yeter de, artar bile. Aristokrasi ise, zaten Şuayb ve diğer Resullerin çıkıp terk ettikleri milletleşme biçimi idi. Aristokratlar ülkeden çıkarılmadan, hak din yerleşemez. Yerleşse de yozlaşır. Maviye sonrası büyük sapma bunu idrak edememekten doğmuştur. Şimdilerde bile gelenekçi bazı kesimler, aristokrasiye kılıf bulmak için Medine sözleşmesini örnek gösterirler de, Şuayb kavminin aristokratlarının niçin yok edildiğini anlamak istemezler. Çünkü Medine kriterlerini bilmezler. Oysa örnek gösterilecek olan Medine sözleşmesi değil, Medine kıstaslarıdır. O Ensar ve İysar yaparak nefsin cimriliğinden kendisini kurtarmış, böylece ahiretini kazanmış olmanın bilimidir. Yaşam biçimidir. Takvadır, veradır, pozitif zühttür.

Mesela bazı kesimler Osmanlı modeli der dururlar. Karışık toplumda müdahale edilmeyen tapınma ve dua biçimleridir. Yoksa din sosyo ekonomi politiğinden asla taviz verilmez. Bunun örneğini ve ne yapılması gerektiğini, üstelik Aristokratik ve cimrice olan zekâtı bile vermeyen güruha Ebu Bekir’den savaş açma örnek varken ve daha öncede, Liberalist ekonomi politik izleyen Yahudilerin çıkarılıp sürülmesi görülmeden, Medine anlaşması diye tutturup gitmek, gafletin ta kendisidir. Müsamaha edilecek şey, inanç bazında ve kapalı mekân ayin ve dualarıdır. Yoksa, Antikollektivist(Tagut’un yolu) olmak veya artanın hepsini infak etmemek gibi dalalete düşmeye müsamaha yoktur. İslam’ı kabul etmeyenlere bir ödün verilecekse, bu sosyo ekonomi politik dışındaki inanç alanında olmalıdır(Bakara–256/1) İslam minhacında kollektivist sistemi (Takva vera ve Melekûta girmek, şeriatı tam uygulayıp sadece Allah’ı veli edinmek) ve maişet karşılığı çalışmak vaciptir.

Denebilir ki, Selam ona Muhammed niçin göç ettirildi de müşrikler yok edilmedi? Çünkü Şuayb kavmin diğer kesimine direnebilecek ve iştirak halinde ki mülkleri onları geçindirip direnecek ayrı bir oluşumdu. Yani güçlü idiler. Sosyo ekonomi politiklerini kodamanlardan ayırmakla, hem sömürüden kurtulmuş ve hem de Filler’in hortumu kesmişler, kodamanları zayıflatmışlardı. Eğer Selam ona Muhammed(a.s) göç ettirilmese idi, bu kez Mekke müşrikleri yok edilirdi. Ama şunu unutmamak gerekir ki, fasıklarla müminler iç içe değildir Şuayb kıssalarında. Müminler o şehrin dışında ve manastır toplumu içindedirler. Müşrik ve münafıklar ise ayrı bir yerde şöhret(şehir) toplumudurlar. Resulullah ve ilk müminler öyle değildir. Onlar halen müşrik, fasık ve münafıklarla karmadırlar. Toptan helakten az sayıdaki müminlerde zarara görebilirdi. Nitekim Medine( Dini medeniyet) Ensariyetle güçlenen müminler, daha sonra gelip Mekke’yi teslim almışlardır. Bu gücü onlara Salât-Salavât yaşam biçimi kategorisinden olan, Ensariyet tarzı yaşam sağlamıştı. Hatta onlar Ensariyet’in en aşkını olan İysar üzerine yaşamayı dahi özümsemişlerdi. Hak din için en kötü hal, hadarat içinde yaşayanlarla karma toplum oluşturmak ve onların sosyo ekonomi politiği içinde asimile olmaktır. Oysa Hak dinin emsalsiz bir sosyo ekonomi politiği varken, bununla adil ve rahim bir toplumsal model oluşturulup yola devam etmek, bozuk mizaç üzere milletleşmişlere teslim olmamak varken, oların toplumuna veya birliklerine dâhil olmak, hak din ekonomi politiğine ihanet ve bu anlamda dinden dönmedir.



TUĞYAN EDEN KAVMİN, SALİH PEYGAMBER'E İNANANLARI AYARTMAYA ÇALIŞMALARI.

Yine Araf süresinin 75 ve 76. ayetlerinde Semud kavmine gönderilen Salih peygamber ve onun hak din sosyo ekonomi politiğine karşı koyan ve ezilenlerin aklını çelip, Salih’ten koparmaya çalışan kodamanlarla ( Aristokratlarla) karşılaşırız. Söyle ki;

“Toplumunun kibre saplanmış kodamanları, içlerinden inanıp ta baskı altında tutularak ezilenlere şöyle dediler; Siz Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz? Onlar; Onun aracılığı ile gönderilene gerçekten inanmıyoruz dediler”

Cevap çok manidar ve çok bilimseldir. Hak din ve Hak Resule Allah şahitliği haricinde, en önemli şahit, getirdiği vahyidir. İşte bu sömürgenler tarafından mağdur ve mahrum edilerek zayıf bırakılanlar, sorulan soruya o kadar iyi cevap veriyorlar ki; Bu kadar olur. Soru ''Salih’in hak peygamber olduğuna inanıyor musunuz?'' Cevap: ''evet inanıyoruz'' olması gerekirken, olar böyle demiyorlar ''Onunla gelene inanıyoruz”. İşte cevabın ilimselliği de buradadır.

1-Gelen hükümler çok adil ve çok rahimdi. Bunu ancak evrende ve insanlar arası ilişkide çıkarı olmayan doğru sözlü bir zat gönderebilirdi. O ise güzel ahlakın, ilmin, Erdemin Rahmetin kendisi olan Cenabı haktan başkasından çıkmış olamazdı.

2-Gelen hükümler, kodamanların aleyhine, zayıfların lehineydi(Kasas–5). İnananlar Muztazaaflardı ve hükümler hak, adalet ve eşitliğin tesis üzerine idi. Yani, inananlara yapılan haksızlığı sona erdirmek veya aristokratların onlara uzanan elini kırmak için indirilmişti. Kâfirlerin sorusu tıpkı grev kırıcı patron veya onun adamlarının işçilere sorması gibi. “Bu grevin size fayda getireceğine inanıyor musunuz”? Size aş ve işverene niçin nankörlük yapıyorsun saçmalığı gibi bir moral bozma sorusudur. Eğer bir ümmet, yukarıda gördüğümüz gibi aklını çalıştırmayan ve yeryüzünde debelenenlerin en kötüsü değilse, aklını kullanır ve bunu yapınca da gelen hükümlerin kendi lehine olduğunu görür. Zaten kendisine soru sorulanlarda bundan delil gösteriyorlar. ''Biz ahmak mıyız ki, kendi lehimize olan hükümlere inanmayıp da, melelerin lehine işleyen düzenin kurallarını benimseyelim'' demek istiyorlar.

İnsanlık tarihinde bunu idrak edemeyen milyonlarca insan vardır. Birlerce ezilen gördük ki, kendilerini kurtarmak için çabalayan iyi insanları ret edip, hatta öldürüp, Aristokratlar lehine çalışan düzene yardakçılık yapmaktadırlar. İşte bu cevabın bu anlamı da vardır. “Baktık gördük ki, bu hükümler adildir, bizim de lehimizedir. İnanmamız için bu yetmiyor mu?” da demek isteyerek, akıllarını çalıştıranlar olduklarını göstermiş oluyorlar.

Bu cevap ne kadar yerinde ise, 76. ayette kodamanların verdikleri cevapta o kadar manidar ve kendi mantığı içinde doğrudur. Onlar da demek istiyor ki, bu hükümler sizin ne kadar lehinize ise, biz aristokratların da o kadar aleyhinedir. Nasıl siz bunları kabul etmekle lehinize bir iş yapmış olmanın, akıllıca davranmanın haklılığını taşıyorsanız, biz de aleyhimize olan, sınıfsal imtiyazlarımızı sona erdirecek bu hak din sosyo ekonomi politiğini kabul etmemekte o kadar haklıyız. Çünkü, bunlar sizin sınıfsal yararınıza olunca, hali ile bizim sınıfımızın da aleyhinedir. Biz de, bunun için kabul etmiyoruz. Siz enayi olmadığınız gibi, bizde değiliz demek istiyorlar.

Kodamanların bu cevapları diğer taraftan, Kuran’ın bize bildirdiği “Bilip dururken inkâr ediyorlar” şeklindeki ayetleri de tasdik etmiş oluyor. Kodamanlar, bunların, erdemli olmanın ilkeleri olduğunu da biliyor ama sınıfsal çıkarına ters düştüğü için, menfaatleri ret etmekte olduğu için ret ediyorlar. Şimdi Araf süresinin bu 76. ayetini verelim. Şöyle ki;

“Kibre sapanlar şöyle konuştu; BİZ SİZİN İNANDIĞINIZI İNKÂR EDİYORUZ”

Bundan doğal ne olabilir ki? Çıkarları çatışan iki sınıftan birisinin lehine olan, diğerinin aleyhinedir. Ezilmişlerin kabul ettiği şey doğal olarak, onların karşıt sınıfı tarafından ret edilecektir. Üstelik kalpleri mühürlü ve derileri kalın olduğu için vicdan muhasebesi olmayan bir kavimdiler. Egolarından vazgeçmeleri için, egoizmin onun mağdurları tarafından dayanılmaz bir şey olduğunu Allah onlara mucize deve vasıtası ile tattırmıştı. Onlar bunun üzerine gerçekten akıl eder toplum olsalardı, kıssadan hisse misali insafa gelirlerdi. Bu sınav dişi deve ile sınava tabi tutulmaları idi. Yani nasıl deve bütün kenti doyuracak süt vermesine rağmen, onun gün aşırı su içmesine dayanamadılar. Kendilerini toplumun zayıf kesimi yerine koysalardı ve vicdanlarına danışsalardı, onların deve kadar dahi halka yararları olmadığı halde, halkı suyun yanına biler yaklaştırmamalarının halka verdiği acıyı idrak ederek adil bir rızık paylaşımı uygularlardı. Onların almaları gereken ders buydu ama anlamak istemediler.

“Salma deve sistemi” (liberalizm) içinde el çabukluğu v.s ile her şeyin tamamına yakınına el koydukları ve böylece insanların büyük bir kısmını mağdur ve mahrum ettikleri açıkça meydanda idi. Bunu bile bile yapıyorlardı. Çünkü Liberalist gurupta yer alan aristokrasi serbest yer diye sözlüklerde ifade edilen sosyo ekonomi politiği kabul ve uygulamaktadır. ''Su''da (Rızıklanmada) nöbet dahi yoktur, gücün hâkimiyeti, kıran kırana rekabet ve şeyler kapanın elinde kalır ilkesi geçerliydi. Yani serbest piyasa ekonomisinde olduğu gibi. Su nöbeti sistemleri bundan biraz daha insaflı idi. Ama bunlar o kadar zalim ve egoisttiler ki, buna bile razı değillerdi. Yaptıkları işin mağdurlarına ne büyük ve dayanılmaz acı verdiklerini bir nebze mağdur olarak tatsınlar da, belki vicdan sahibi olurlar diye, Dişi deve ile imtihan edildiler. Dişi deveye tahammül edemeyip kestiler ve kendilerine de her şeye gücü yetince kısas yapıldı.

Kavme gönderilen deve ile nöbetleşe su içmede ( Rızıklanmada) gün aşırı nöbetleştirildiler. Buna mukabil Deve tam bir Kavam ve iffet ilkesi uyguluyordu. Rızıklandığı bir günün karşılığı olarak toplumun bütün süt ihtiyacı karşılıyordu. Demek ki, kanında ve hücrelerinde kullanılan ( İhtiyacı olan) su veya rızıktan gayrisini tekrar topluma iade ediyordu. Bakara süresi 219 ayetine uyarak ihtiyaç fazlasını( Zekâtı) hiç eksiltmeden, onu özel hazinelerine koymadan topluma geri veriyordu. Hem de rızıkların hepsine veya yüzde doksanına el koyarak değil, sadece nısıf üzere, yani gün aşırı. Diğerleri(Kodamanlar) günaşırı nöbetle yararlandığı halde böyle yapıyordu.

Allah’ın adaletinin kısas yaptığı kodamanlara bakalım. Onların sisteminde nöbet yoktu, yani her gün ve her an istedikleri şeyi alıyor, zayıfları mağdur ederek Muztazaaf konumuna düşürüyor, buna karşın devenin yaptığı gibi itidali tercih edip, fazlayı topluma iade etmiyordu. Bu deve uygulaması, onların halka reva gördüklerinden çok adildi. Buna tahammül edemeyip deveyi kestiler. Oysa onlar haksız uygulamalarından dolayı ezilenler tarafından kesilmeyi çoktan hak etmişlerdi. Yani, onlar yönünden deveyi kesmeleri ne kadar haklı görülüyorsa, muztazaafların da kendilerini ortadan kaldırmaları o kadar haklı olduğu için, bunu da haklı görmeleri gerekirdi. Ama ezilenlerin bunlarla baş edecek gücü yoktu. Onların yerine hak ettiğini her şeye gücü yeten Rableri verdi.

Oysa zerre kadar akıl sahibi olsalardı, bu imtihan onların akıllarını başlarına getirir, eğer toplumun rızıklarının yarısı bile ellerinde bulunsa, devenin herkese doyuncaya kadar süt vermesi gibi, yalnız içinden ihtiyaçlarını alır, gerisini topluma iade etmeye döner ve kurtulurlardı. Ama buna “Kibirleri “ mani oldu. Her aristokrat kibirlidir. Üstelik Hasid dir. Bunun istisnası yoktur. Çünkü eşitliği ve eşit paylaşımı sevmezler. Egoları buna izin vermez. Fark atmayı ve farklı olmayı ihtirasla isterler. Sanki Mülk’ün sahibi Allah değil de, onlarmış, rızkın oluşmasını Allah sağlamıyor da onlar kazandıklarını kendileri yoktan yaratmışlar gibi, nimete nankörlük ediyorlar.

Nuh’a, Hud’a dair kıssalara girmiyoruz, diğerlerine de, çünkü Kuran fikir ve delil bombardımanı dolu bir kitaptır. Ne onun ayetleri açıklamakla biter. Ne de, ondaki ilim almak la tüketilebilir. Selam ona İsa Aristokratların (Plutokratlar’ın) cennete girmelerinin mümkün olmadığına dair verdiği benzetme Araf süresinde detaylı bir şekilde şöyle verilmiştir. Ayet 40;

“Ayetlerimizi yalanlayan ve onlar karşısında büyüklük taslayanlar var ya, Gök kapıları(Melekut) açılmayacaktır onlar için. Ve Deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyecektir onlar. Biz suçluları böyle cezalandırırız “

İşte bu ayetler, zenginliğin nimete küfran olduğunu anlatan ayetlerdir. Yani bunlar artanı infak etmeyip zenginleşenlerdir. Yine bu Aristokrat kesiminin, dünyayı Ahiret karşılığında satın aldıkları belirtilerek bu hüküm, Bakara süresinin 86. ayetinde bir biçimde tekrarlanmaktadır;

“Şu tanıtılanlar, Ahiret karşılığında dünyayı satın alanlardır. Azap hafifletilmeyecek onlardan. Hiçbir şekilde yardımda edilmeyecektir onlara”

Öyle ise sınıflı topluma devam ettikçe, gittikçe batağa saplanmaktayız. Bunun için aristokrasi, feodalizm, oligarşi, liberalizm ve kapitalist üretim tarzından vazgeçmeyenin cennete girmesi mademki bu kadar zordur, öyle ise ..............
(Adalet ve Rahmet Sitesinden)

Saygılarımla
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (23. February 2012 Saat 08:04 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (24. February 2012)