Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23. March 2010, 05:39 PM   #3
canneylesin
Yeni Üye
 
canneylesin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 16
Tesekkür: 15
13 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
canneylesin has much to be proud ofcanneylesin has much to be proud ofcanneylesin has much to be proud ofcanneylesin has much to be proud ofcanneylesin has much to be proud ofcanneylesin has much to be proud ofcanneylesin has much to be proud ofcanneylesin has much to be proud of
Standart

Sayın dost1 paylaştığınız yazı için teşekkür ederim. Bu yazının konumuzu açacağını düşünüyorum.

"Maşallah, la kuvvete illa billâh [Allah ne isterse o olur. Allah'tan başka hiçbir güç yoktur]"(Kehf 39).

Bu ayette “Allah ne isterse o olur. Allah’tan başka güç yoktur” denmektedir. Yani sizin istemeniz yetmez, sizin istemenizle olmaz eğer Allah dilerse, isterse olur demektedir. O yüzden de Allah’tan başka güç yoktur. Eğer bu ayet üzerinde çokça düşünülür düşünceyle yoğunlaşılırsa bu tasavvur dünyasını harekete geçirir. Cümlenin belli bir bölümüne odaklanılması tasavvur ve düşünce dünyasını harekete geçirir. Tasavvur ve düşünce dünyasının işlemeye başlamasıyla birlikte kişi kendine mantıklı gelen bir takım varsayımlar üretir ve bu varsayımlardan yola çıkarak hükümler vermeye başlar. Şöyle ki: Allah’tan başka güç yoksa benim gücüm yok. O zaman ben yokum sadece Allah var. İşte bu nokta ilk yazıda belirttiğim gerçeklik algısının bozulduğu noktadır. Kişiye mantıklıymış görünen bu düşünce silsilesi ve bu düşünceler ardından verilen hükümlerin hiçbir bilimsel açıklaması yoktur. Sadece o kişiye göre bu akıl yürütme varılan sonuçlar mantıklıdır o kadar. Kişi düşünce silsile ile hareket edip hüküm verdikten sonra aklına bir soru gelir. Peki nasıl? İşte bu nasıl sorusuna verilecek cevap kesinlikle yanlış olacaktır. Çünkü konumuz Allah’tır ve Allah’ı tasavvur etmek, kavramak, kuşatmak, tespit etmek mümkün değildir. Bu nasıl sorusuna eğer “Allah yarattıklarında tecelli eder” dersek (ki bu cümlenin Kur’an’da hiçbir dayanağı yoktur) bu cevabı verdiğimiz anda da tasavvurumuzu netleştirmiş ve sonuca varmış oluruz. Artık algı bozulmuş gerçeklik algısı değişmiştir. Bu gerçeklik algısında tek gerçek olan vardır o da Allah’tır. Bu yanlıştır, doğru değildir.

Şimdi tecelli konusunda Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne bir bakalım: Tecelli: 1.Belirme, görünme, ortaya çıkma, zuhur etme, meydana çıkma. 2.Tanrı'nın insanlarda ve doğada görünmesi.

Bugün internette tasavvufla ilgili hangi siteye girilse tecelli anlatılmaktadır. Allah’ın tecelli etmesi diye bir şey yoktur. Böyle bir tecellinin Kur’an’da dayanağı da yoktur. Bu sadece bilimsel hiçbir dayanak olmaksızın yukarıda anlattığımız gibi şekillenen tasavvur dünyasında kişinin nasıl sorusuna verdiği cevaptır. Rabbimizin tecelli etmesi durumunda ne olacağı Araf 143’te açıklanmıştır: “… Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu paramparça ediverdi, Musâ da baygın olarak yere yığıldı. Ayılıp kendine gelince de, "Seni tenzih ederim, sana döndüm [tövbe ettim] ve ben inananların ilkiyim" dedi.

Alıntı:
Şirk: Allah’a inandığı halde Allah’ın yanına başka tanrılar getirip, Allah’ın varlığında, sıfatlarında ve fiillerinde eşi, ortağı, dengi ve benzeri olduğuna inanmaktır. Yani Allah’ın özelliklerini ve fiillerini başka bir varlığa verip o varlığı Tanrı seviyesine getirmeye denir.
Burada sayılanların yanına Allah’a noksanlık izafe etmeyi ve isim sıfatlarından birini bile hafife almayı da ekleyebiliriz. Bu anlamda Allah’ın isim ve sıfatlarından birini alıp, bu isim ve sıfatı Kendisinin yaratmış olduğu bir canlıya nispet ederek açıklamaya çalışmak Allah’a noksanlık izafe etmektir. Allah’ın görmesi ile insanın görmesi, Allah’ın zenginliği ile insanın zenginliği arasında hiçbir ilinti yoktur. Yaratan bizleri yaratırken örneksiz bir yaratma sergilemiştir. Biz insanlar birşeyler üretirken hep emsallerinden örnek alırız. Oysa Rabbimiz yarattığını hiçbir örneğe bakmadan yaratmıştır. Burada Rabbimizin Kendine nispetle bir yaratış sergilediğini söylemek O’na noksanlık izafe etmektir.

Alıntı:
subuti sıfatlarda gördüğümüz “İLİM” sıfatıyla her şeyi bilen Allah’tır. O’nun bu sınırsız özelliğini başka bir varlığa verdiğimizde Tevhid inancı olmaz, Şirktir.
Cümlede “İLİM” için “O’nun bu sınırsız özelliğini başka bir varlığa verdiğimizde” diyor. Birincisi Allah’a ait sınırsız ilim özelliğini hiç kimse bir başkasına vermez. İkincisi şirk olmasının şartı Allah’ın isim ve sıfatlarından birinin tümüyle başka bir varlığa verilmesi olmayıp, isim ve sıfatlardan birinin bile en küçük zerresine ortak olmak ya da ortak olmaya çalışmaktır. Ayrıca subuti sıfatlar denilerek Rabbimizi tarif eden sıfatların da parçalara ayrılması uygun değildir.

İsim ve sıfatlardan yola çıkarak Allah tanınamaz. Kavranması ve kuşatılması mümkün olmayan bir varlığa “işte bu” diyemezsiniz. “İşte bu” dediğinizde kavramış ve kuşatmış olursunuz ki böyle bir şey mümkün değildir. Mümkün olmadığı için de yanlıştır. Bu hususu “La ilahe illaallah” cümlesinden yola çıkarak, İbrahim kıssası eşliğinde anlatmaya çalışalım. Hz.İbrahim güneşe baktı bu benim rabbim değil dedi, aya baktı bu benim rabbim değil dedi. Yıldıza baktı bu benim rabbim değildi. İbrahim burada “la ilahe” yaptı. Kendine göre aklına gelen bütün ilahları “bu değil” diyerek eledi. Yani önce zihnindeki ilahları yok etti, onlardan kurtuldu. Peki ondan sonra “bu benim Rabbim” dedi mi? Demedi. Diyemez çünkü Allah “bu benim Rabbimdir” diyerek işaret edilebilecek bir varlık değildir. Allah’ı işaret edebilmek onu kavramak ve kuşatmak anlamına gelir ki bu mümkün değildir. Yani Rabbimiz İbrahim’e ne olduğunu değil ne olmadığını gösterdi. Ki zaten ne olduğunu göstermesi ve İbrahim’in bunu anlaması da mümkün değildir. Rabbimiz ne olduğunu gösterirse kavranabilir ve kuşatılabilir olur. Rabbimizin kavranamaz ve kuşatılamaz olduğu ise aşikardır. Rabbimizin Kendisini tanıtırken izlediği yol Kendisinin ne olmadığını göstermekten geçmektedir.

İsim ve sıfatlar üzerine çok fazla gitmek ve bunların üzerine giderek Rabbimizi tanımak mümkün değildir. Böyle bir durum Rabbimizi işaret etmeye çalışmaktır ki Rabbimiz kavranılıp kuşatılıp tespit edilemez. Bu hususu yine başka bir örnekle açıklayalım. Akvaryumunuzda balıklarınız var. Onlar suyun içinde başka bir alemde biz başka bir alemdeyiz. Balığın sizi kavraması kuşatması mümkün değil. Eğer balığa kendinizi anlatmaya çalışırsanız. Balığın bildiklerinden yola çıkarak bunu yapmanız gerekir. Oksijeni hava alıp vermeyi bilmeyen bir balığa bunu anlatamazsınız onun bilgisi bunu kavramaya yetmez. Ona onun bildikleri ile kendinizi anlatmaya çalışırsınız. Kur’an’da yer alan isim ve sıfatların durumu da bundan ibarettir. Rabbimizin kendini anlatırken kullandığı kelimelerden bazılarının bizde olan özelliklerle örtüşmesi, tamamen Rabbimizin Kendisini bize bizim bildiğimiz kelimelerle anlatması dolayısiledir. Yoksa Yaratan ile yaratılan arasında özelliklerimiz açısından en ufak bir ilinti dahi yoktur.

Alıntı:
bizdeki bu ilahi özellikler sınırlıdır ve Allah’ın lütfü sayesinde olan özelliklerdir.
İlahi, ilaha özgü demektir. Bizde herhangi bir ilahi özellik mevcut değildir. İlahi özelliklerin tamamı Rabbimize aittir. Aksi halde Rabbimize ait ilahi özelliklere ortaklık iddasında bulunmuş oluruz.

Doğrusunu Allah Bilir.
Kusursuz Olan Allah'tır.
Sevgi Saygı ve Muhabbetle Allah'a Emanet Olunuz.

Konu canneylesin tarafından (25. March 2010 Saat 06:51 AM ) değiştirilmiştir.
canneylesin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
canneylesin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Apollonius (23. March 2010), sabaha_dogru (3. April 2010)