Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10. May 2009, 03:59 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

40 ASIRLIK TÜRK YURDU - ANADOLU (3)

Anadolu’da yaşamış eski kavimlere ait medeniyet kalıntılarını, devletimizin sınırları içinde kaldığı için insanlık adına korumak, onlardan turizm aracı olarak istifade etmek başka şey; onlarla hissî, millî bağ kurmaya çalışmak başka şeydir. Bu iki ayrı konuyu birbirine karıştırmamak lâzımdır. Kaldı ki “eski Anadolu medeniyetleri, kültür ve inanç bakımından bize çok uzaktır. Sanat eserleri vasıtasıyla bile onlarla hissî bir bağlantı kurabilmek bir hayli güçtür. Bunun sebebi, bizim bin yıldan beri onlardan çok farklı bir kültür iklimi içinde yaşamamızdır.”(14)

Oysa, tarihi eserlere karşı Atatürk ve Türk Milleti’nin gösterdiği himaye, sahiplik, saygı ve koruma, başta Batı medeniyetleri (!) olmak üzere hiçbir devlet ve millet tarafından düşünülmemekte, tam aksine Osmanlı, Türk ve İslâm eserleri tam bir haset, kıskançlık ve amansız bir kindarlık ve nefretle yok edilmektedir. İslâm medeniyetini, özgün eserleri, bilim ve kültüre derin katkıları, yüksek değerleri ve insani yaşam biçimi bakımından başta Endülüs örneği olmak üzere bütün Avrupa da kazıyan papalık, Portekiz ve İspanyadır. Osmanlı-Müslüman-Türk eserleri yönünden ise Batıda Po ovasından (İtalya) tutun, eski Yugoslavya, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Macaristan ve Romanya en kötü örnekler durumundadır. Üstelik vahşi batı bu tahribatı örgütlü ve plânlı bir biçimde yapmaktadır.

Bu amaçla Sırp-Çetnik, Schwaba (Alman-Fransız-İtalyan) ağırlıklı olarak (1364) kurulan, Çrna Ruka diye anılan ve Osmanlı’ya çok büyük hasar, maddi-manevi zarar veren ve büyük tahribatların mesulü olan “kara el” çetesi bu devletler tarafından sevk, idare ve organize edilmiş olup; Kara El’ in birinci vazifesi Türk ve Müslümanları, ikinci vazifesi ise: Türk ve Müslüman eserlerini yok etmek, Türk ve Müslümanların Musevi, İsevi ve diğer dünya halklarına vaki himmet ve hizmetlerini unutturarak tarihten silmek, üçüncü ve son (muhtelif namlar altında güncel) vazifesi de: Türk, Osmanlı ve İslâm kaynaklarını tahrif ederek, günümüz AB stratejilerinin gerçekleşmesine zemin hazırlamaktır.

Hariçte daima ve her fırsatta bu yıkım, tarumar, tahribat, tarihten ve tabiattan silme eylemini sürdüren bu menfur örgüt (CR/daha sonra CFR) vasıtasıyla 16 Eylül 1863’de Amerikalı misyoner Christopher Robert, dönemin en yüksek dereceli mason, misyoner casus ve Yahudilerinden, İstanbul’ da yerleşik, tebaadan bir tüccar Cyrus Hamlin ile papalık ve patrikhane tarafından kurulan Robert Kolej; Osmanlının parçalanması ile Türk’lerin Öz Yurdu Anadolu’nun maddi ve manevi tahribatını üstlenecek ve fiilen yürütecek kadroların oluşturulması görevini üstlenmiş ve yürütmüştür.

1900’lerden itibaren her derece ve düzeyde devlette yerleşik (kadrolaşmış hale gelen) resmen görev, yetki ve sorumluluk alan Robert Kolej mezunları; Harici bedhahlara büyük destek sağlamış ve dahili bedhahlar sıfatıyla yetiştirildikleri ve kirli amaca uyum sağladıkları için en büyük ihanetlerini Osmanlı’ya karşı tezgâhlayarak, art arda ihanet ve bizzat hazırlanan felâketlerle koskoca devleti bitirmişlerdir. Daha bitmedi...

Bu sistemli ajitasyon, cebri işgal, faşist yönetim, jenosit-soykırım, şer ve şeytani zihniyet tarafından 12 Adalar, Girit ve Rodos’ta tek bir Türk eseri kalmamış; Şimdilerde Güney Kıbrıs çete devleti dahi Türk-İslâm eserlerini mezarlık ve tarihi evler, türbe, han ve hamamlar dahil yer yüzünden silmeye ve yok etmeye koyulmuştur. İşte ‘batı medeniyeti’ dediğimiz kefere bu kadar cahil, cani ve ruh dengesi bozuk bir katiller güruhudur.

Bulgaristan’dan öte, Romanya’dan itibaren Azerbaycan’a kadar olan coğrafyada da aynı eser-tarih katliamını görmek mümkündür. Osmanlı-Türk, İslâm eserlerine karşı en büyük katliamı ise İslâm düşmanı ve din tüccarı Vahhabi Suud ailesi yapmıştır ve halâda yapmaktadır. Aslen Beni Kaynuka soyundan asaleten Yahudi (dönme) olan Suud’lar ve Faysal’lar; Kafadan ABD, gönülden İsrail ve mideden İngiltere ve Fransa’ya bağlı, lâkin dünyanın bir numaralı Atatürk ve Türk düşmanıdırlar. Nihai vukuatları ise, Mekke’de kalan son Osmanlı kalesini de yerle bir etmek ve yıkılan kalenin yerine bir otel yapmak olmuştur. Hatırlayınız. Dahildeki Robert Kolej orijinli yöneticiler ile El Ezher çıkışlı din tüccarları Arap’a çanak tutmuş ve muhtemelen bazı kirli çıkarlar ve esasen taptıkları para uğruna kutsal şehir Mekke-i Mükerreme de kalan son ecdat eserine sahip çıkamamışlardır.

Bu “tek tanrıları PARA olan” fakat yanı sıra İsrail-AB-ABD’ye de tapan Robert Kolej, Şam veya El Ezher orijinli Anadolu düşmanları, dönme, devşirme ve sabetaylar; TC dışında yer alan nadir Türk ve İslâm eserlerinin tahribine (mahsus) seyirci kaldıklarından başka, 1963 yılından itibaren AB destekli projeler ihdas ederek; Sözde “Dinler Arası Diyalog”, “Haç Turizmini Teşvik”, “Anadolu Kültür ve Medeniyetlerini Yaşatma” adı altında “Anadolu Türk (Sümer, Eti/Hitit, Selçuklu, Osmanlı ve diğer) eserlerini yok etme ve tamamı putperestlere ait sapık tapınak, meyhane, Pazar, panayır ve tiyatrolardan ibaret “eski Roma” eserlerini, tarihi dekor, adet, gelenek ve görenekleri dahil ihya etme kalkışmalarına çanak tutmaktadırlar.

Oysa, bütün bu eserler Türk’ün iyi niyetli koruması, sahiplenmesi, engin hoşgörü ve müsamahası sayesinde bu günlere ulaşabilmiş değil midir? Bütün bu kin, nefret, cürüm işlemek için insanları, devlet ve milletleri tahrik, örgütlü güçleri teşvik ve yegâne eğilim, amaç ve varlık sebebi Türk milletini Anadolu’ dan tahliye olan papa (BABA)‘nın son mesajı:

“ÜLKENİZİ (Anadolu’yu) VE DİNİZİ (İslâm’&#305 BIRAKIN” değil mi!(*)

Fazla uzatmayalım.

İşte, bu ve benzer binlerce nedenle, dünyanın en medeni milleti Türklerdir.

Geri kalmışlık sadece ekonomi ve teknoloji alanındadır.

O’ da “Madde ve Manâda Bütünlük” konulu makalemizde (15) bütün safhalarıyla arz ve izah ettiğimiz şekilde; Gaflet ve dalâlete düşen son Osmanlılar, İttihat ve Terakki partisi mensupları ile bunların himayesinden yararlanarak vatanı tahrip eden dahili ve harici bedhahların ABD ve AB ülkeleriyle müşterek marifetidir.

Ancak, hangi maksatla olursa olsun, Türkiye tarihini Türk tarihinden kopararak “Anadolu tarihi” ve “Anadolu medeniyetleri” içinde mütalaa etmek isteyenlerin artık gaflet ve dalâlet-ihanet uykusundan uyanmaları gerekir. Çünkü böyle bir anlayış Türklüğü bölmekten, Türkiye Türklüğünü dünya Türklerinden koparmaktan başka bir işe yaramaz.

Bu istikamette faaliyet gösteren gafil ve hainler hakkında Atatürk; “Türk birliği’ ne inanıyorum, çünkü onu görüyorum” diyerek işaret etmiş, Türk Birliğini nihai hedef olarak göstermiş ve kat’i irşâdını bu şekilde bildirmiştir. (16)

Ulu önder Atatürk’ün bu istikametteki kararlılığının bir başka delili de;

“Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur. Komşumuzdur. Müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat, yarın ne olacağını kimse bu günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir. Ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bir dostumuzun idaresinde; Dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnızca o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Millet buna nasıl hazırlanır ? Manevi köprüleri sağlam tutarak.. Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Milletimize inmeli ve olayları böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların, (Türkiye dışındaki Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli.” (17)

Burada verilmek istenen çok açık bir masaj var. O’ da, “Önce ve mutlaka Misak-ı Milli sınırlarını korumak, tahkim etmek ve tamamlamak gerekir. Tamamlamak nedir ? Milli yeminin icabı olan Kıbrıs, 12 Adalar, Selânik dahil Batı Trakya, Musul-Kerkük ve Nahçivan’ı geri alarak ülkemiz sınırlarına katmak, Azerbaycan sınırlarına dayanmak suretiyle Türk Birliği’ne giden yolu açmaktır.” Alınması gereken mesaj ve anlaşılması-yapılması gereken budur. Bu da, önce ANADOLU’ da sağlamlaşmak ve ebedileşmek ile mümkündür.

Önce, Anadolu üzerindeki kara bulutlar dağıtılmak ve Avrasya sağlama alınmak, milli hakimiyet, hürriyet-bağımsızlık ve hükümranlık garanti altına alınmak zorundadır.

Büyük nutkunda Gazi Mustafa Kemal şöyle diyordu: “Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, önce bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissi, fikri ve fiili olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki, milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avı olurlar. Milli varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi;

“Türküm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi” diyelim.

Düşmanlarımıza bu gerçeği anlattığımız gün, fikrimize, idealimize, geleceğimize yan bakan her kişiyi düşman kabul ettiğimiz gün, milli benliğe uzanacak her eli şiddetle kırdığımız, milletin önüne dikilecek her engeli derhal devirdiğimiz gün, gerçek kurtuluşa ulaşacağız. Ve, sizler gibi aydın, azimli, imanlı gençler sayesinde bu kurtuluşa ulaşacağımıza emin olabilirsiniz..” (18)

Ayrıca; “Türk milleti kurtuluş savaşından beri, hattâ bu savaşa atılırken bile, mahkûm milletlerin hürriyet ve bağımsızlık davalarıyla ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca, kendi soydaşlarının hürriyet ve bağımsızlıklarına ilgisiz davranılması elbette uygun görülemez. Fakat, milliyet davası şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde düşünülmemeli ve savunulmalıdır. Milliyet davası siyasi bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ideal meselesidir. Şuurlu bir ideal demek pozitif bilimlere ve bilimsel yöntemlere dayandırılmış bir hedef ve gaye demektir. O halde, propagandalarda denenmiş yöntemlere müracaat etmek şarttır.

Türkiye dışında kalmış olan Türkler, önce kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz, Türklük davasını böyle uygun bir ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türkleri’nin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.” (19)

Dahası; “Türk eli büyüktür ve yeryüzünde yalnız o büyüktür. Her yeri dolduran Türk’tür ve her yanı aydınlatan Türk’ün yüzüdür. Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır. Bizim yeni işimiz budur. Bu damarlar birbirini tanısın. Bu dediğim şey olduğu zaman, başka bir alem görülecek ve alem dünyaya hayret verecektir. Türk’ün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak güneş ne demek, o zaman görülecek. Bu karmaşık işlerin içinden yükselebilmek için bize dirilik gerekir. Birlik onunla beraber yürür. Diri yalnız Türk milletidir. Birliği ortaya koyan da Türktür, dilediğine ne olduğunu anlatan da Türk’tür, çalışalım”(20)

Bu ayrıntıları, bilhassa 1938’den itibaren yürürlüğe konulan içine kapanma, Türk dünyasından uzaklaşma ve Batının tefessüh etmiş kültürüne entegre olma eğilimlerinin, başta Atatürk olmak üzere ‘kurucu unsurun” kahir ekseriyeti tarafından tasvip edilmediğini açıklamak ve ispatlamak maksadı ile konuya eklemiş bulunuyorum.

Şimdi tekrar ayrıntılara daldığımız yere dönelim:

Yine dilimizi “Özleştirme” adı arkasında da aynı oyunların oynandığı düşünülürse, izah etmeye çalıştığımız “Anadolucu tarih ve siyaset anlayışının”, “Anadolu medeniyetleri” sevdalılarının eliyle dünya Türklüğünün merkezi ve öncüsü olmaya çalışan Türkiye Türklüğü üzerinde oynanan. oyunları kolayca anlaşılır.

Hele bunları Atatürkçülük adına yapmak büyük bir Türk milliyetçisi, Türklüğün 20.yüzyıldaki büyük öncüsü Atatürk’e karşı gaflet içinde değil ihanet içinde olmak demektir.

“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Eğer yazan, yapana sadık kalmaz ise, değişmiş olan hakikat şüpheli bir şekil alır ki, beşeriyetin yolunu değiştirir. Biz daima hakikati arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani oldukça söylemeye cesaret gösteren insanlar olmalıyız. Tarih bir milletin kanını, hakkını, varlığını, hiçbir zaman inkâr etmez, edemez.” (21)

Anadolu (AVRASYA) ile bu coğrafyayı bütünleyip tamamlayan Suriye, Lübnan ve Kudüs interlandı, yıllar önce batının ‘müstakbel yaşam alanı’ olarak seçilmiş ve belirlenmiş, dünyanın en önemli, değerli, iklimi ideal ve zengin topraklarıdır.

Oldum olası batının gözü buradadır.

Bu batı için bir idealdir. Sevdadır.

Bu sevdadan kolay kolayda vazgeçmeleri mümkün değildir.

Bu nedenle, büyük önder Atatürk’ün yukarda açıklanan ve ‘ezel-ebed düşman batının’ menfur emellerine dikkat çeken söz, nasihat ve vasiyetleri, bütün Anadolu, dünya ve uzay Türklüğü tarafından bilinmeli, çok dikkatli, tedbirli ve akıllı olunmalıdır.

Aslında bu, 1500 yıldır inatla, ısrarla sürdürülen menfur bir de’zinformasyon ve psikolojik harp’ in ürünüdür. Bu taktikle Selçuklu öncesi Anadolu kana bulanmış, Selçuklu parçalanmış, Anadolu Beyliklerine ihanet ve fesat tohumları saçılmış ve Osmanlı’nın yeni bir Türk Devleti olarak kurulmasını önlemek için her türlü gayret sarf edilmiştir. Osmanlı kurulduktan sonra ise, İsevi din adamları, Yahudiler, Hahamlar, Kilise, PAPA ve Papazlar kullanılarak çok sinsi ve alçakça bir faaliyetle 1923’e kadar bu menfur faaliyetlerini ısrarla sürdürmüşlerdir.

Öyle ki, Osmanlı’yı yıkan ve parçalayan, ırkçılığı körükleyen ve bölücülük yapan bütün din ve devlet adamları (çete başlar&#305 milli sınırlar içinde faaliyet gösteren misyoner okulları ve yabancı misyon kolejlerinden mezundur.

Bu hain, menfur plânın ikinci aşama, son evresi olan ve Osmanlı Coğrafyasını taksim etmek, parçalamak ve bölmek amacını matuf Birinci Dünya Savaşı’nın Anadolu’da vaki hareket ve faaliyetlerini şöyle bir gözden geçirelim bakalım:

Tıpkı bugün olduğu gibi o zaman da yabancılar toprak alıyorlardı. Başta Ege, Akdeniz, Hatay, Van ve civarı ile Kars, Rize (Potamya-Güneysu) dolaylarında bu arazi ve emlâk alımları yoğunlaşmıştı. Özellikle, Merzifon'da, Amerikalı misyonerler bazı arazi ve tarlaları satın almışlardı. Merzifon, Pontus faaliyetinin bölgedeki önemli merkezlerinden biri olmuştu. "1884 tarihinde Amerikan misyonerlerinin teşebbüsüyle şehrin kuzeyinde bir kısım arazi ve tarlalar satın alınmıştı. Buralarda inşaata başlanarak kısa zamanda ev, okul, aşhane, kütüphane, marangozhane, eczane, hastane gibi birçok müesseseler meydana getirilmişti. Öksüzler ve dilsizler mektebi de bulunduğu gibi, o zamanlara göre ilk, orta, lise derecesinde tahsil gösterilen her derece ve düzeyde okul ve Kolejlerde lisan olarak İngilizce, Fransızca, Rumca ve Ermenice okutuluyor ve konuşuluyordu. Kısmen Arapça, Farsça, Türkçe dersleri de vardı."

Atatürk bir yandan Milli Mücadeleyi örgütlüyor, bir yandan da yabancıların dört bir yanda yürüttüğü ihanet faaliyetlerini tespit etmeye, izlemeye ve önlemeye çalışıyordu. Zira, bütün Misyoner okulları Kurtuluş Savası'na karsı emperyalist işgalci güç ve ülkelerin savaş aygıtı konumunda ve durumunda idiler. Asi ve işgalci düşmanla, casusluk, tahkim, iaşe, ibade ve insan gücü temin-takviye dahil tam bir işbirliği içinde hareket etmekte ve faaliyet göstermekte idiler. Atatürk ve arkadaşları tarafından yürütülen milli mücadeleye karşı çok hain ve mukavim bir güç durumuna gelmişlerdi.

Bu yolda Amerikalıların yardımı ve yönetiminde, Merzifon Amerikan Koleji'ne Amerikan malı silahlar getirilmiş, Rum gençleri örgütlenmiş, okulda ayrılıkçı kulüpler kurulmuştu. Büyük Millet Meclisi hükümetinin kararıyla büyük bir soruşturma başlatıldı ve okul kapatıldı. Bunu diğer il ve bölgelerdeki misyoner okullarının kapatılması takip etti. Atatürk'ün masonlar ve misyonerliğe karşı nefreti büyük ve tavrı net idi. Örneğin, ağır işgal koşullarında, Amerikanın Yakındoğu Heyeti'nin yetimhane, çiftlik ve okul açmak için izin istemesine karşı aldığı tutum son derece sertti. ( devam edecek )


M Nevruz Sınacı

14 Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Anadolu Medeniyetleri ve Biz Türk Edebiyatı Dergisi, Eylül-1983

(*) Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ, Barem-Ekim: 2006, s. 66-67

15 Belde Gazetesi, Sıra Dışı, 9.10,11 ve 12 Eylül 2006 – Ankara

16 Dr. Oğuz DOĞAN, Türk Dünyası Edebiyatı

17 Atatürk, 29.Ekim.1933 – Türk Dünyası, Çağrı Kürşat Yüce, Tutibay Yayınları, Ankara-2001

18 1923-Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt: II, 1952, Türk İnkılâp Tarihi Ens. Yay.

19 Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 13, Abdülkadir İnan – 1963/332

20 tatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu-Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Atatürkçü Düşünce, S: 540 – 1992 / 359 Mustafa Kemal ATATÜRK, Nutuk – c: III,

Yazarın Diğer YazılarıKIRK ASIRLIK TÜRK YURDU : ANADOLU (6) Son40 ASIRLIK TÜRK YURDU ANADOLU (5)40 ASIRLIK TÜRK YURDU - ANADOLU (4)40 ASIRLIK TÜRK YURDU : ANADOLU (2)KIRK ASIRLIK TÜRK YURDU (1)Kıbrıs için “acilen ve derhal” lâhey’e
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
HelenSayha (13. May 2009)