Tekil Mesaj gösterimi
Alt 11. April 2010, 01:13 AM   #7
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.017
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli hiiic Kardeşim!

Alıntı:
hiiic Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Ayrıca

Ey Âdemoğulları, namaz kılacağınız her vakit, elbisenizi giyin, süslenin ve yiyin, için, israf etmeyin, şüphe yok ki o, müsrifleri sevmez.

(Araf Suresi, 31.Ayet)

Ayeti çarpıtılmaya çok musait bir ayet eğer size deselerdi ki, namazdan önce mutlaka bişeyler yiyip atıştırman gerek diye delil olarak da bu ayet gösterilse Hayret gelenekçiler böyle bir fırsatı nasılda görememişler. Diğer ayetleri çarpıtmaya güç yetirdiler ama bunu unutmuşlar...

Namazın Farzı;
Hadesten taaret
setri avret
Mideyi felah (burası yeme içme farzı)
v.s......

Bu ayette nasıl ki yiyin için meali kendinden önceki namazla alakalı değilse, tuvaletten gelince yada kadınlarla ilişkiye girince yıkan ayetide böyle kendisinden önceki namaz abdesti hükmüyle bağımsızdır. Konunun yorumunu daha bilgili alimlerimize bırakıyorum. Sayın Hakkı ve Halil hocalarım sizin yorumlarınızı merak ediyorum.
Allah razı olsun. Öncelikle vermiş olduğunuz ayetin meali yanlış.

A'raf 31 ve 32. ayetlere birlikte bakalım.

A'raf;31:Ya Beniy Ademe huzu ziyneteküm ınde külli mescidin ve külu veşrebu ve la tüsrifu* inneHu la yuhıbbul müsrifiyn

A2raf;32: Kul men harrame ziynetellahilletiy ahrece li ıbadiHi vettayyibati miner rızk* kul hiye lilleziyne amenu fiyl hayatid dünya halisaten yevmel kıyameti, kezâlike nufassılul ayati li kavmin ya'lemun

Ey âdemoğulları! Her mescidin yanında süslerinizi alın, yiyin, için, fakat savurganlık etmeyin; kesinlikle Allah savurganları sevmez.
De ki: “Allah`ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızkları kim haram etmiş?” De ki: “Bunlar, iğreti hayatta inananlar içindir -kıyamet gününde yalnız onlar için olmak üzere-.” İşte böylece Biz, ayetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz.

Bu pasajla ilgili olarak klâsik kaynaklarda Kâbe'yi çıplak tavaf eden Arap kadınlarının veya tüm Arapların bu Âyetlerden sonra artık Kâbe'yi çıplak değil de elbiseli olarak tavaf etmeleri gerektiğine dair birçok rivayet mevcuttur. Tefsirlerin hepsinde de bu doğrultuda açıklamalar yer almıştır.
Ancak biz, Âdem-İblis kıssasından bu yana anlatılanlarda geçen elbisenin beden giysisi olmadığına kani olduğumuz için söz konusu rivayetlere itibar etmiyor, burada hiçbirine yer vermiyoruz.

MESCİD:
Namaz kılınan yer olarak meşhurlaşmış olan المسجد - mescid sözcüğü, "secde edilen [Allah'a boyun eğilen] mekân, yer" demektir ki, bu tanımlamaya göre evrenin her yanı, yani her yer bir mescittir.

ZİYNET:
الزّينة - ziynet sözcüğü, dünya ve ahirette insanın onurunu yükselten şey; demektir. Bu şey mal–mülk, para–pul, süs eşyası, güzellik, yakışıklılık, sağlık, makam–mevki gibi basit dünya süsü cinsinden bir şey olabileceği gibi, iman, güzel amel, güzel huy, ahlâk, edep, vakar gibi gerçek başarı anahtarı cinsinden bir şeyler de olabilir. ( el–Müfredât; s. 218–219, "Zeyn" mad.) Kur’ân'da bu anlamlarda kullanılmış pek çok örnek mevcuttur.

İSRÂF:
الاسراف - isrâf sözcüğü de gerçek anlamı dışında, "harcamadaki aşırılık, savurganlık" olarak meşhurlaşmıştır. Sözcüğün esas anlamı "sınırı aşmak, hakka tecavüz etmek" demektir ve insan davranışlarındaki her türlü sınırı aşma bu sözcüğün kapsamına girmektedir. (Lisânü'l–Arab, c. 4, s. 563–564; el–Müfredât, s. 231, "Srf" mad.)

Mescid, ziynet ve isrâf sözcüklerinin yer aldığı 31. Âyet, Rabbimizin kıst’ı = hakk ve adaleti, dengeyi, orta yolu emredip aşırılığı men ettiği 28–29. Âyetlerin tefsiri mahiyetindedir. Burada insanoğluna verilen mesaj şudur:

Kişi, her yerde ve her zaman maddî ve manevî ziynetlerini takınmalı, "temiz ve bayramlıklarını giymiş olmalı, pis, kirli olmamalı" kişisel veya toplumsal tüm davranışlarında Allah'ın koyduğu sınırları aşmamalı, halim–selim, olgun ve onurlu olmalıdır.

Bu mesaja uygun kişisel davranış örneği olarak insanın yiyip içerken haddi aşmaması ve dengeli beslenmesi; toplumsal davranış örneği olarak da helâli haramlaştırmaması, haramı da helâlleştirmemesi verilebilir.

Rabbimiz bir şeyin helâl veya haram kılınmasını salt Kendine ait bir yetki olarak ortaya koyduğundan, insanların kendi kafalarına göre haramlaştırma veya helâlleştirme yapmaları tam anlamıyla hadlerini aşmaları anlamına gelmektedir.

Bu davranış hiç kuşkusuz isrâf sözcüğü kapsamına giren bir davranıştır. 32. Âyetteki Allah'ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızkları kim haram etmiş; ifadesi, insanların kendi çıkarları doğrultusunda oluşturdukları yasaklara ve serbestliklere karşı Rabbimizin tavrını yansıtmaktadır. Bir istifham-ı inkârî "cevabı beklenmeyen soru" olan bu ifade, aynı zamanda bu konuda yanlış davrananlara da bir azar mahiyetindedir.

Bu noktada akla hemen altının ve ipeğin erkeklere haram kılınması gelmektedir. Oysa bu iki nesnenin erkeklere haram olduğuna dair Kur’ân'da herhangi bir hüküm yoktur. Dolayısıyla kendi kendilerine bir takım haramlar koyanlar, Rabbimizin Allah'ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızkları kim haram etmiş; sözlerinin birebir muhatapları olmaktadırlar. Ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken asıl şey, sadece altın ve ipek ile sınırlı olmamak kaydıyla, Allah'ın kulları için çıkardığı bütün nimetlerin gurur ve kibre âlet edilmemesi veya başkalarının kıskanmalarına yol açacak şekilde kullanılmamasıdır. Çünkü nitelikleri ne olursa olsun, nimetlerin bu amaçlarla kullanılması, ilâhî ilkeler bakımından çirkin bir davranıştır. Meselâ, yaşadığı ortamdaki insanların standartlarının çok üstünde ve pek çoğunun mevcut imkânlarıyla asla sahip olamayacakları özellikte bir araba almak veya bir ev yaptırmak bize göre böyle davranışlardandır.

TAYYİBÂT:
طيّبات – Rızktan tayyibât, "hoş, sevilen, yararlı gıdalar" demektir. Bir gıdanın bu tanım kapsamına girip girmediği, bize göre kişisel görüşlerle tespit edilmemelidir. Geçmişte çeşitli kişilerin zevk ve görüşlerindeki farklılıklar, ortaya önemli ihtilâflar çıkarmıştır. Meselâ midye, istiridye, ıstakoz türü deniz ürünlerinin tayyibâttan olduğunu kabul edenlere karşılık, bunları habis iğrenç bulan ve haram kabul edenler de olmuştur. Aslında bir gıdanın yararlı olup olmadığının kararı ancak bu konunun uzmanları tarafından verilebilir. Dolayısıyla, bir şeyin tayyibâttan kabul edilmesinde kişilerin zevk anlayışları değil, bilimsel veriler etkili olmalıdır. Bu konuda Rabbimizin koyduğu genel ilkeler şunlardır:
(Mâide:4) Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki:"Size tayyibât [iyi ve temiz şeyler] helâl kılındı." Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın, Allah'a takvâlı davranın. Hiç şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.

(Mâide: 87-88) Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı temiz şeyleri haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez. Allah'ın size verdiği rızklardan helâl ve temiz olarak yiyin ve inandığınız Allah'a takvâlı davranın.

(A'râf:157) Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları o Ümmî Peygamber, o Elçiye uyarlar. O hâlde, o'na iman eden, o'na kuvvetle saygı gösteren, o'na yardımcı olan ve o'nunla birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Görüldüğü gibi Rabbimiz, özel hükümlerle belirlediği leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası için kesilen hayvan eti dışındaki bütün yiyecek ve içeceğin "tayyib" olanlarını helâl kılmıştır. Bu konuda ayrıca şu Âyetlere bakılabilir:
Bakara Sûresinin 57, 172; Mâide Sursinin 5; Tâ – Hâ Sûresinin 81; Müminun Sûresinin 51. Âyetleri.

Âyetteki Bunlar, iğreti hayatta inananlar içindir, –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere – ifadesinden, esas olarak ziynetlerin ve tayyibâtın dünyada da müminlerin olmasının istendiği anlaşılmaktadır. Çünkü bu nimetleri veren Allah'a iman eden ve bağlılık gösteren onlardır, dolayısıyla da bu nimetler onların olmalıdır. Bu, özünde doğru olmakla birlikte, bu dünyanın bir imtihan yeri olması sebebiyle dünyadaki süslerin ve temiz rızkların kâfirlere de verilmesi söz konusudur. İğreti dünya hayatında bu nimetlerle yaşayan, hatta belki müminlere nazaran bu nimetlerden daha fazla pay alan kâfirlerin, ödüllerin iman ve amel esasına göre dağıtılacağı ahirette bu nimetlerden mahrum bırakılacakları ise kesindir. Çünkü orada bu ödüller sadece müminlerin olacaktır:

(Ahkâf:20) Ve inkâr edenler ateşe arz edilecekleri gün onlara, "Siz iğreti hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz, artık bugün yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve yoldan çıkmış olmanızdan dolayı alçaltıcı bir azap ile karşılık göreceksiniz." (denir)

32. Âyetin İşte böylece Biz, Âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz ifadesiyle bitmesi, bilgisizlerin muhatap alınmadığını, bu söylenenleri anlayıp kavramalarının ve uygulamalarının onlardan beklenmediğini göstermektedir. Bu ifadeyi, bilgisizliğin bir toplumu ne denli aşağı bir duruma düşürdüğüne dair bir ima olarak değerlendirmek de mümkündür.
Kaynak:İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Barış (11. April 2010), Miralay (22. September 2010)