Tekil Mesaj gösterimi
Alt 4. March 2010, 01:05 AM   #43
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

TEVBE

Dinimizde çok önemli bir yeri olan التوبة [tevbe] kavramının, zaman içerisinde anlamı sığlaştırılmış, yozlaştırılmış ve içi boşaltılmıştır. Müslümanlar her türlü günahı işleyip arkasından, “tevbe yarabbi!” diyerek tevbe ettiğini, günahlarının affedildiğini sanmaktadır. Bu nedenle, “tevbe” kavramını derinlemesine tahlil edilmesi zorunludur:

الوبة[tevbe], lügatlerde, “günahtan pişmanlık duyarak Allah'a itaate dönmek, yönelmek” diye tanımlanır.[305]

Sözcüğün asıl anlamı, “dönmek”tir. Kur’ân'da bu sözcük farklı türevleriyle 110 kez yer almıştır. Bu âyetlerde sözcük bütünüyle, “kul” ile “Allah” hakkında; yani “kulun Allah'a tevbesi” veya “Allah'ın kullara tevbesi” hakkında kullanılmaktadır.

Aşağıda değişik alt başlıklarda görüleceği gibi kulun tevbesi [kötülükten Allaha itaate dönüşü] ve Allah'ın tevbesi [kullarını cezalandırmaktan dönüşü] mutlak olmayıp, bir bilgi neticesinde oluşmaktadır. Yani bu, tepkisel bir eylemdir. Tevbe, kişinin hayata bağlanmasına, ümitlerin sönmemesine vesile olan bir rahmet kapısıdır.

Kul açısından tevbe, “yapılan şeyin, kötü ve zararlı olduğunu bilmek ve bir daha yapmamaya kesin olarak karar vermek”tir:

Sonra da Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler aldı [kendine vahyedildi; zihnine yerleştirildi]; Biz dedik ki: “Hepiniz oradan inin. Artık size Benim tarafımdan bir kılavuz geldiğinde, kim kılavuzuma uyarsa, onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Ve küfretmiş ve âyetlerimizi yalanlamış kimseler; işte onlar, ateşin ashâbıdır. Onlar, orada temelli kalıcıdırlar.” Sonra da O [Allah], onun tevbesini kabul etti. Muhakkak O, tevbeyi çok kabul edenin, çok merhametli olanın ta kendisidir. (Bakara/37-39)

Hani bir zamanlar Mûsâ kavmine, “Ey kavmim! Şüphesiz siz o buzağıyı edinmekle [altına tapmakla] kendi kendinize zulmettiniz. Gelin hemen Yaratıcı'nıza tevbe edin de benliklerinizi değiştirin. Böylesi Yaratıcı'nız nezdinde sizin için hayırlıdır” demişti. Sonra da O [yaratıcınız] tevbenizi kabul etti. Şüphesiz O [yaratıcınız], tevvâb'ın, rahîm'in ta kendisidir. (Bakara/54)

Ve âyetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman hemen, “Selâm olsun size! Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı. Şüphesiz sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra arkasından tevbe eder ve düzeltirse; şüphesiz ki O [Allah], ğafûr'dur, rahîm'dir” de! (En‘âm/54)

Ve çirkin bir hayasızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir. (Âl-i İmrân/135)

Ve Biz, her elçiyi sadece, Allah'ın izniyle itaat olunsun diye gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmalarını isteselerdi, Rasûl de onlar için bağışlanma isteseydi, kesinlikle Allah'ı tevvâb, rahîm bulurlardı. (Nisâ/64)

Kim bir kötülük işler yahut nefsine zulmeder, sonra da Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve çok merhametli bulur. (Nisâ/110)

Biz bu âyetler ışığında kulun tevbesini şöyle tanımlayabiliriz: Tevbe, “bilinçlenerek, kararlılıkla kusurları terk edip, Allah'a itaate yönelme”dir. Kısacası tevbe, kişinin hayatında gerçekleştirdiği bilinçli bir devrim olup “Tevbe yâ Rabbi” demek gibi sözden ibaret değildir.

Allah açısından tevbe, “kulun bu kesin kararı karşısında onu cezalandırmaktan dönmek, vazgeçmek ve kulun kusurlarını örtüp gizlemek”tir. Allah'ın bir ismi de tevvâb olup Kur’ân'da 11 kez yer alır. Ayrıca Allah'ın, “Tevbeleri kabul etti, eder” [cezalandırmaktan vazgeçti, geçer, O, tevbeleri kabul edendir] şeklinde de onlarca vaadi vardır. Allah'ın tevvâb olması [hatalı kullarının kusurlarını örtüp onları cezalandırmaması], onlara mağfiret –“mağfiret” sözcüğü aşağıda açıklanacaktır– etmesidir:

Allah, sizin kendinize hâinlik ettiğinizi bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. (Bakara/187)

Şimdi Allah, sizden hafifletti ve sizde şüphesiz bir zaaf olduğunu bildi. O hâlde sizden sabırlı yüz kişi olursa ikiyüzü yenerler. Ve sizden bin olursa Allah'ın izniyle ikibini yenerler. Ve Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfâl/66)

Sizin onu kuşatamayacağınızı bildi de size tevbe nasip etti. O hâlde Kur’ân'dan kolay geleni okuyun! (Müzzemmil/20)

Bunun üzerine ikisi de o ağaçtan yediler. Hemen çirkinlikleri kendilerine açılıp görünüverdi. Ve aleyhlerine cennet yaprağından örtüp yamamaya başladılar. Âdem Rabbine âsi oldu da şaşırdı/azdı. Sonra Rabbi, onu seçti de tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu gösterdi. (Tâ-Hâ/121-122)

Allah onlarca âyette; rahmân, rahîm, tevvâb, gaffâr, gafir, gafûr ve afuvv sıfatları gereği kusurlu kullarını tevbeye davet etmiştir:

Mü’min erkeklere, bakışlarından bir kısmını kısmalarını ve ırzlarını korumalarını söyle. Bu, onlar için daha arındırıcıdır. Kuşkusuz Allah, onların yapıp ürettiklerine haberdardır. Mü’min kadınlara da, bakışlarından bir kısmını kısmalarını ve ırzlarını korumalarını söyle. Ziynetlerini de –görünenler hariç– belli etmesinler. Örtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar. Ve süslerini, kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kızkardeşin oğulları, kadınlar, yeminlerinin sahip oldukları, kadına ihtiyaç duymaz olmuş erkeklerden kendilerinin hizmetinde bulunanlar ve kadınların avretlerini [cinsel organlarını] henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar dışındakiler için belli etmesinler. Süslerinden gizlemiş olduklarının bilinmesi için ayaklarını vurmasınlar. Ve ey mü’minler! Başarıya ermeniz için hepiniz topluca Allah'a tevbe edin! (Nûr/30-31)

Ey iman etmiş kimseler! Nasuh [saf, katışıksız; samimi] bir tevbe ile Allah'a tevbe edin. Umulur ki Rabbiniz, Peygamber'i ve o'nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı, nûrlarının önlerinde ve sağlarında koşacağı, “Rabbimiz! Nûrumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü Sen her şeye güç yetirensin” diyecekleri günde sizin kötülüklerinizi örter ve sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. (Tahrîm/8)

Hani bir zamanlar Mûsâ kavmine, “Ey kavmim! Şüphesiz siz o buzağıyı edinmekle [altına tapmakla] kendi kendinize zulmettiniz. Gelin hemen Yaratıcı'nıza tevbe edin de benliklerinizi değiştirin. Böylesi Yaratıcı'nız nezdinde sizin için hayırlıdır” demişti. Sonra da O [yaratıcınız] tevbenizi kabul etti. Şüphesiz O [yaratıcınız], tevvâb'ın, rahîm'in ta kendisidir. (Bakara/54)

Sonra şüphesiz senin Rabbin, bir câhillikle günah işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve düzelten kimseler içindir. Şüphesiz ki senin Rabbin, bundan sonra kesinlikle çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. (Nahl/119)

Elif, lam, ra. (Bu,) Allah'tan başkasına kulluk etmeyin [sadece Allah'a kulluk edin] diye âyetleri hikmet içertilmiş/bozulması engellenmiş, bir de Hakîm [hikmetler koyan/engelleyen], Habîr [her şeyden haberdar olan Allah] tarafından detaylandırılmış bir kitaptır: “Şüphesiz ben sizin için O'nun tarafından bir uyarıcı ve bir müjdeciyim. Ve Rabbinize istiğfâr edin [bağışlanma isteyin], sonra O'na tevbe edin ki, sizi adı konmuş bir süreye kadar güzelce yararlandırsın. Ve her fazilet sahibine lütfunu versin. Ve eğer yüz çevirirseniz, ben sizin aleyhinize olan büyük bir günün azabından korkarım. Dönüşünüz yalnızca Allah'adır. Ve O her şeye gücü yetendir.” (Hûd/1-4)

Âd'a da kardeşleri Hûd'u (gönderdik)... O dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka ilâh yok. Siz uydurmacılardan başka bir şey değilsiniz. Ey kavmim! Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak beni yaratan üzerinedir. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret isteyin, sonra O'na tevbe edin ki, üzerinize gökten bol bol göndersin ve sizi kuvvetinize kuvvet katarak çoğaltsın. Ve günahkârlar olarak sırt çevirmeyin.” (Hûd/50-52)

Semûd'a da kardeşleri Sâlih'i (gönderdik)... O dedi ki: “Ey halkım! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka ilâh yok. O, sizi yeryüzünden oluşturan ve size orada ömür geçirtendir. Artık O'ndan mağfiret isteyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz Rabbim karîb'dir [çok yakındır], mucîb'dir [cevap verendir].” Dediler ki: “Ey Sâlih! Sen, bundan önce aramızda aranan/ümit beslenen bir kişi idin. Şimdi kalkmış, atalarımızın kulluk ettiklerine kulluk etmemizi mi yasaklıyorsun? Ve hiç şüphesiz biz, bizi çağırdığın şey hakkında kafaları karıştıran bir kuşku içindeyiz.” (Hûd/61-62)

O [Şu‘ayb], “Ey kavmim! Gördünüz mü [hiç düşündünüz mü]? Şâyet ben Rabbimden bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şâyet O bana Kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse!? Ve Ben size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmeyi istiyorum. Muvaffakiyetim de ancak Allah iledir. Ben yalnızca O'na tevekkül ettim ve ancak O'na yönelirim. Ve ey kavmim! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nûh kavminin veya Hûd kavminin veya Sâlih kavminin başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Ve Lût kavmi sizden pek uzak değildir. Ve Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz ki, benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir” dedi. (Hûd/88-90)

Fakat tevbe etmiş, iman etmiş ve sâlihi işlemiş kimseye gelince; o, kurtuluşa erenlerden olmayı umabilir. (Kasas/67)

Sana kadınların aybaşı hâlinden de soruyorlar. De ki: “O, bir eziyettir. Onun için aybaşı hâlinde kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Artık iyice temizlendikleri zaman da Allah'ın emrettiği yerden onlara varın.” Şüphesiz Allah, çok tevbe edenleri sever, çok temizlenenleri de sever. (Bakara/222)

Hâlbuki sen içlerinde iken Allah, onlara azab edecek değildi. İstiğfâr ettikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir. (Enfâl/33)

Ya Allah'ın size lütfu ve rahmeti olmasaydı!.. Ve şüphesiz Allah, tevvâb'dır, hakîm'dir. (Nûr/10)

Eğer siz, yasaklandığınız şeylerin büyüklerinden sakınırsanız, kötülüklerinizi sizden örteriz. Ve sizi saygın giriş yerine girdiririz. (Nisâ/31)

Toplanma günü için sizi toplayacağı gün [zaman], –işte o gün, karşılıklı aldatma günüdür– kim Allah'a inanır ve sâlihi işlerse O [Allah], onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedî kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte bu, büyük kurtuluştur. (Teğâbün/9)

“Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti harâm eder onun barınağı da ateştir. Ve zâlimler için yardımcılardan kimse yoktur. “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır. Hâlâ onlar, Allah'a tevbe etmez ve O'ndan af dilemezler mi? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Mâide/72-74)

TEVBENİN ZAMANI-TEVBENİN İŞE YARAMAYANI

Âyetlerden anlaşıldığına göre, ölüm ânındaki tevbe hiçbir işe yaramaz:

Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehâlet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerinkidir. İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm/hikmet sahibidir. Tevbe, ne kötülükleri yapıp edip de onlardan birine ölüm çatınca, ‘Ben şimdi gerçekten tevbe ettim’ diyenler, ne de kâfir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır. (Nisâ/17-18)

Ve Rabbinizden bağışlanmaya ve eni göklerle yer kadar olan, bollukta ve darlıkta infak eden, öfkelerini yutan ve insanları affeden muttakiler için hazırlanmış olan cennete yarışın. –Ve Allah, muhsinleri [iyilik güzellik üretenleri] sever.– Ve çirkin bir hayasızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir. İşte bunların karşılığı, Rabb'lerinden bağışlanma ve içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) yapıp-edenlerin karşılığı/ödülü ne güzeldir. (Âl-i İmrân/133-136)

Şüphesiz imanlarının arkasından küfreden, sonra da küfrünü artırmış olan şu kimseler; onların tevbeleri asla kabul olunmayacaktır. Ve işte onlar sapıkların ta kendileridir. (Âl-i İmrân/90)

Şüphesiz Allah, Kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun altındaki günahları dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah'a ortak tanırsa, şüphesiz pek büyük bir günah uydurmuş [işlemiş] olur. (Nisâ/48)

Hiç şüphesiz, Allah, Kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun aşağısında kalanları ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır. (Nisâ/116)

Tevbe, sadece âhirete yönelik değil, dünyada da söz konusudur. Toplumsal suçlarda, yakalanmadan evvel, yaptığı kötülüğün bilincine vararak kamu otoritesine teslim olup suçunu itiraf eden suçlunun da tevbesi kabul olur; o kişi cezalandırılmaz, affa mazhar olur.

Allah ve Rasûlü'ne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/arka arkaya kesilmesi, ya da yeryüzünden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir zillettir. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Ancak onlar üzerine güçlü olmazdan [onları yakalayıp kontrol altına almazdan] önce tevbe edenler hariç. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. (Mâide/33-34)

Hırsız erkek ve hırsız kadının; bunların yaptıklarına karşılık, Allah'tan bir engelleyici uygulama olarak hemen ellerini kesin [etkenlerini kaldırın]. Allah, azîz'dir, hakîm'dir. Sonra kim yaptığı hakksızlıktan sonra tevbe eder ve düzeltirse, bilsin ki, şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder. Şüphesiz Allah, ğafûr'dur [çok bağışlayandır], rahîm'dir [çok merhamet edendir]. (Mâide/38-39)

Ve muhsan [evli, himaye altında] kadınlara zina isnadında bulunup, sonra dört tanık getiremeyen kimseler; hemen bunlara seksen kamçı vurun ve onların tanıklığını hiçbir zaman kabul etmeyin. Ve onlar, yoldan çıkmışların ta kendileridir. Ancak bundan sonra tevbe eden ve düzelten kimseler hariçtir. Artık, şüphesiz Allah, ğafûr'dur [çok bağışlayandır], rahîm'dir [çok merhametlidir]. (Nûr/4-5)

Ey İsrâîloğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve dağın sağ yanında size söz verdik/dağın sağ yanını size buluşma yeri olarak belirledik. Üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. –Sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yiyin ve bunda aşırı gitmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım inerse, muhakkak o iner [düşer, mahvolur]. Ve şüphe yok ki Ben, tevbe eden, iman edip sâlihi işleyen, sonra da hakk yolu bulan kimse için çok bağışlayıcıyım.– (Tâ-Hâ/80-82)

De ki: “Ey nefislerine karşı sınırı aşmış olan kölelerim! Kullar! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah, günahları tümden bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. Ve size azap gelmeden önce Rabbinize yönelin ve O'na teslim olun. Sonra yardım edilmezsiniz. Ve ansızın azap gelmeden, kişinin, “Allah'ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden yahut “Allah bana doğru yolu gösterseydi, her hâlde ben muttakilerden olurdum” demesinden veya azabı gördüğü zaman “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size indirilenin en güzelini izleyin.” (Zümer/53-58)

Sonra da Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler aldı [kendine vahyedildi; zihnine yerleştirildi]; Biz dedik ki: “Hepiniz oradan inin. Artık size Benim tarafımdan bir kılavuz geldiğinde, kim kılavuzuma uyarsa, onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Ve küfretmiş ve âyetlerimizi yalanlamış kimseler; işte onlar, ateşin ashâbıdır. Onlar, orada temelli kalıcıdırlar.” Sonra da O [Allah], onun tevbesini kabul etti. Muhakkak O, tevbeyi çok kabul edenin, çok merhametli olanın ta kendisidir. (Bakara/37-39)

Sonra kim yaptığı zulümden sonra tevbe eder ve düzeltirse, bilsin ki şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (Mâide/39)

Ve âyetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman hemen, “Selâm olsun size! Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı. Şüphesiz sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra arkasından tevbe eder ve düzeltirse; şüphesiz ki O [Allah], ğafûr'dur, rahîm'dir” de! (En‘âm/54)

Sonra onların ardından half [kötü bir nesil] geldi ki, salâtı [sosyal desteği] kaybettiler [hayatlarından çıkarıp attılar]. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tevbe eden ve iman eden ve sâlihi işleyenler hariç onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. İşte bunlar [tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler] cennete; Rahmân'ın kullarına görmedikleri hâlde vaad ettiği Adn cennetlerine girecekler ve hiçbir şeyce hakksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O'nun vaadi mutlaka yerini bulacaktır. (Meryem/59-61)

Ve işte o kişiler [Rahmân'ın kulları], Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah'ın harâm kıldığı canı öldürmezler. –Ancak hakk ile öldürürler.– Zina da etmezler. –Ve kim bunları yaparsa, günahla karşılaşır. Kıyâmet günü azabı kat kat olur ve orada, alçaltılarak sürekli olarak kalır. Ancak tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler müstesnâ. İşte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Ve her kim tevbe eder ve sâlihi işlerse, kesinlikle o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner.– (Furkân/68-71)

Şüphesiz, inanan kimseler içinde fâhişenin [aşırılığın, utanmazlığın] yayılmasını seven kimseler; dünyada ve âhirette acı veren bir azap onlar içindir. Ve Allah bilir; siz bilmezsiniz. Ve sizin üstünüze Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı... Ve şüphesiz Allah, çok şefkatli ve çok merhametlidir. Ey iman etmiş kimseler! Şeytânın adımlarını izlemeyin. Ve kim şeytânın adımlarını izlerse, şunu bilsin ki o, fahşa [aşırılıklar] ve münkeri [tüm çirkinlikleri] emreder. Ve eğer üstünüzde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbir kimse ebediyen temize çıkmazdı. Fakat Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Nûr/19-21)

Gerçekten münâfıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın. Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (hâlis) kılanlar başka; işte onlar mü’minlerle beraberdirler. Allah mü’minlere büyük bir ecir verecektir. (En‘âm/54)

Şüphesiz ki münâfıklar, ateşten, en aşağı tabakadadırlar. Sen de onlara bir yardım edici bulamazsın. Ancak dönenler, düzeltenler, Allah'a sıkıca sarılanlar ve dinlerini Allah için arıtan kimseler müstesnâ. İşte bunlar, mü’minlerle beraberdirler. Ve Allah, mü’minlere büyük bir ecir verecektir. (Nisâ/145-146)

Şüphesiz indirdiğimiz açık delilleri ve hidâyeti, Biz, kitapta insanlara apaçık gösterdikten sonra gizleyen kimseler; işte onlar; onlara Allah ve lânet ediciler lânet eder. Ancak tevbe eden ve düzeltenler ve (açık delilleri ve hidâyeti) açıkça ortaya koyanlar başkadır. İşte onlar; Ben onların tevbelerini kabul ederim. Ve Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim. (Bakara/159-160)

Andolsun ki, Allah, Peygamber'e ve en zor gününde ona uyan Muhâcirlere ve Ensâr'a, kendilerinden bir kısmının kalbleri az kalsın kayacak gibi olmuşken, tevbe nasip etti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Şüphesiz O, onlara, çok şefkatlidir, çok merhametlidir. Geri kalanlardan o üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Öyle ki, yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmeye başlamıştı, benlikleri de kendilerini sıkıntıya sokmuştu. Allah'tan kurtuluşun, ancak Allah'a sığınmakta olduğuna da iyice inanmışlardı. Sonra O [Allah], onlara dönmeleri için tevbe nasip etti de tevbelerini kabul etti. Şüphesiz ki Allah, tevbeleri çok çok kabul edenin, çok merhametli olanın ta kendisidir. (Tevbe/117-118)

O kötülükleri işleyip de sonra arkasından tevbe edenler [dönenler] ve iman edenler için de hiç şüphe yok ki, Rabbin bundan sonra yine de affedici ve merhamet edicidir. (A‘râf/153)

MAĞFİRET-İSTİĞFÂR

المغفرة[mağfiret] sözcüğü, “örtmek, gizlemek, perdelemek” anlamındaki غفر [ğ-f-r] sözcüğünün türevlerindendir. Bu sözcük Arapların, “elbiseni siyaha boya, çünkü siyah renk kiri örter/gizler” deyimlerinden gelmektedir.[306]

Kur’ân'da, غفر[ğ-f-r] kökünden türemiş 234 sözcük olup, bunlardan 229'u Allah'a nisbet edilmiştir. Sözcük Allah'a nisbet edildiğinde, “Allah'ın, kulun günahlarını örtmesi/gizlemesi, ifşa etmemesi, dolayısıyla da cezalandırmaması” anlamına gelir ki buna kısaca “Allah'ın bağışlaması” diyoruz. Bu sözcük, kullara nisbet edildiğinde ise, “başkasının kusurunu görmeme; hoşgörü” manasını ifade eder. Bu anlamda Kur’ân'da sadece bir âyette geçmiştir:

Ma‘rûf söz [bir tatlı dil, güzel söz] ve bağışlamak, kendisini eza [incitme, başa kakma] izleyen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, ğanî'dir [zengindir; hiçbir şeye muhtaç değildir], halîm'dir [yumuşak davranandır]. (Bakara/263)

Rabbimizin, “ğafir, ğafûr ve ğaffâr” isimleri de ğ-f-r kökünden türemiştir. Bu kökten türeyen الإستغفار[istiğfâr] sözcüğünün anlamı ise, “bağışlanma istemek”tir. O nedenle istiğfâr, bir dua türüdür: Suç işledikten sonra kulun tevbe etmesi ve Allah'tan kendisini affetmesini istemesidir. Tevbe kişiye özeldir; insan ancak kendisi adına tevbe eder. İstiğfâr ise bundan farklıdır; kişi kendisi için istiğfâr edebileceği gibi, başkaları [anası, babası, çocukları, arkadaşları, komşuları vs.] için de istiğfâr edebilir. Ancak kâfirlere istiğfâr edilmesi yasaklanmıştır.

Allah kullarını tevbe etmeye davet ettiği gibi, itiğfâra [kusurlarının bağışlanmasını istemeye] da çağırmıştır.

Allah'ın bağışlamayacağı tek suç, şirktir.

İstiğfâr ve mağfiret ile alakalı da yüzlerce âyet vardır. Burada birkaçını arzetmek istiyoruz:

Ve onlar senden, iyilikten önce kötülüğü çabuklaştırmanı isterler. Hâlbuki onlardan önce onlara misal olacak cezalar gelip geçmiştir. Ve gerçekten senin Rabbin, zulümlerine karşılık insanlar için cidden mağfiret sahibidir. Ve kesinlikle senin Rabbin, azabı cidden çok çetin olandır. (Ra‘d/6)

Şüphesiz sen o zikre [Kur’ân'a] uyan ve gaybda Rahmân'a haşyet duyan kimseyi uyarırsın. Sen hemen onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir ödül ile müjdele. (Yâ-Sîn/11)

De ki: “Ey nefislerine karşı sınırı aşmış olan kölelerim! Kullar! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah, günahları tümden bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Zümer/53)

Şüphe yok ki müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, saygıda duran erkekler ve saygıda duran kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşûlu erkekler ve huşûlu kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını muhafaza eden erkekler ve ırzlarını muhafaza eden kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve Allah'ı çok zikreden kadınlar; Allah, onlar için bir mağfiret ve büyük bir ödül hazırlamıştır. (Ahzâb/35)

İman ederek sâlihatı işleyenlerin de Allah'ın mağfiretine kavuşacakları aşağıdaki âyetlerde açıklanmaktadır:

Allah, iman eden ve sâlihatı işleyen kimselere vaad etmiştir: Mağfiret ve büyük ödül yalnızca onlaradır. (Mâide/9)

Ve Rabbinizden bağışlanmaya ve eni göklerle yer kadar olan, bollukta ve darlıkta infak eden, öfkelerini yutan ve insanları affeden muttakiler için hazırlanmış olan cennete yarışın. –Ve Allah, muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] sever. Ve çirkin bir hayasızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir. İşte bunların karşılığı, Rabb'lerinden bağışlanma ve içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) yapıp edenlerin karşılığı/ödülü ne güzeldir. (Âl-i İmrân/133-136)

Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz de, Allah'tan bir bağışlanma ve rahmet, kesinlikle onların topladıklarından daha hayırlıdır. (Âl-i İmrân/157)

Ve o, iman eden, hicret eden ve Allah yolunda cihad eden kimseler ile, barındıran ve yardım eden kimseler; işte bunlar, gerçek mü’minlerin ta kendileridir. Bunlar için bir mağfiret ve saygın bir rızık vardır. (Enfâl/74)

Onlar ki, bazı küçük sürçmeler hariç, günahın büyüklerinden ve iğrençliklerden çekinip kaçınırlar. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin bağışlaması geniş olandır. Sizi, hem topraktan oluşturduğu zaman, hem de annelerinizin karnında ceninler hâlinde bulunduğunuz zaman, en iyi bilen O'dur. O hâlde nefislerinizi temize çıkarmayın. İttika eden kimseyi O daha iyi bilir. (Necm/32)

Ve müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman etmiş bir câriye –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir erkek köle –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi bilgisi ile cennete ve mağfirete çağırır. O, öğüt alıp düşünürler diye insanlara âyetlerini ortaya koyar. (Bakara/221)

Rabbinizden bir bağışlanmaya, Allah'a ve elçilerine inananlar için hazırlanmış, genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete koşuşun. İşte bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Onu dilediğine verir. Ve Allah büyük lütuf sahibidir. (Hadîd/21)

Ve onlar, Allah'ın dilediği dışında öğüt alamazlar. O, sakındırmaya ehildir ve affetmeye ehildir. (Müddessir/56)

Müşriklere ve münâfıklara, mağfiret hususunda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Onlar için ister mağfiret dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de yine Allah onları bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah'ı ve Rasûlü'nü inkâr etmeleri nedeniyledir. Allah, fâsıklar kavmine kılavuzluk etmez. (Tevbe/80)

Kendilerine, cehennem ashâbı oldukları iyice belli olduktan sonra Peygamber'e ve iman etmiş kişilere, akraba bile olsalar müşrikler için istiğfâr etmek yoktur. İbrâhîm'in babası için istiğfâr etmesi de yalnızca ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Sonra onun Allah için bir düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan [istiğfârdan] vazgeçti. Şüphesiz İbrâhîm, çok içli, çok halîm birisi idi. (Tevbe/113-114)

Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi yararına ve kendi yaptığı zararınadır. “Ey Rabbimiz! Eğer terk ettiysek ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır sorumluluk/sıkıntıya sokacak şeyler yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Ve bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et bize! Sen bizim mevlâmızsın. Ve de kâfir kavimlere karşı yardım et bize.” (Bakara/286)

O [Mûsâ] dedi ki: “Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla! Bizi rahmetinin içine al. Ve Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (A‘râf/151)

Ve babamı da bağışla, şüphesiz o sapıklardan oldu. (Şu‘arâ/86)

Ve hani bir zaman İbrâhîm, “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmamızdan uzak tut! Rabbim! Şüphesiz onlar [putlar] insanlardan bir çoğunu saptırdılar. Şimdi kim bana uyarsa, artık o, şüphesiz bendendir; kim bana karşı gelirse… Artık Sen şüphesiz çok bağışlayan ve çok merhamet edensin. Rabbimiz! Şüphesiz ben çocuklarımdan bir bölümünü salâtı ikâme etmeleri için, Senin dokunulmazlaşmış Evinin yanında, ekinsiz bir vâdiye yerleştirdim. Rabbimiz! Şükretmeleri için artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerden rızıklandır. Rabbimiz! Şüphesiz Sen bizim gizlediğimiz şeyleri ve açığa vurduğumuz şeyleri bilirsin. –Ve yerde ve gökte, hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.– İhtiyarlık hâlimde bana İsmâîl'i ve İshâk'ı lütfeden Allah'a hamd olsun. Şüphesiz ki Rabbim duamı çok iyi işitendir. Rabbim! Beni salâtı ikâme eden kıl! Soyumdan da. Rabbimiz! Duamı da kabul et! Rabbimiz! Hesabın kurulduğu günde benim için, anam-babam için ve mü’minler için mağfirette bulun!” demişti. (İbrâhîm/35-41)

Öyleyse, Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığını bil! Kendi günahın için, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için bağışlanma dile. Ve Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri ve durduğunuz yeri bilir. (Muhammed/19)
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla