Tekil Mesaj gösterimi
Alt 4. March 2010, 01:04 AM   #42
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

ÇARE

Kapitalizm dini bugün dünyaya hâkim olan ekonomik bir düzendir. Bu dinin temelinde, “küçük balık büyük balığı yutar” ilkesi yatmaktadır. Bu sebeple de Kapitalizm dini, hem ahlâken, hem vicdanen İslâm dininin tam karşıtıdır. Böyle olmasına rağmen Müslüman olduklarını iddia eden insanların, Allah'ın istediği sistem ve kurumları oluşturmak yerine Kapitalizm dininin ilkeleri içerisinde kendilerine bir yer bulmak için gayret etmeleri, gerçekten utanılacak bir davranıştır. Müslümanlara yakışan davranış, Allah'ın önerdiği hayat tarzına uygun olan bir ekonomik sistem kurmak, ama daha önce “Allah ve Elçisi'nin düşmanı” konumundan çıkmak için “er-riba”dan uzaklaşmaktır.

Yüce Allah, her konuda olduğu gibi bu konuda da rahmetini esirgememiş; fertlerin, aile ve ülkelerin “er-riba” belâsından kurtulmaları için ne yapmaları gerektiğini, kurtuluş için gerekli sistem ve kurumların nasıl oluşturulacağını Kur’ân'da açıkça göstermiştir:

Allah, İsrâîloğulları'ndan söz almıştı. İçlerinden on iki nakib [müfettiş/başkan] göndermiştik. Ve Allah demişti ki: “Ben, muhakkak sizinle beraberim. Salâtı ikâme eder, zekâtı verir, peygamberlerime iman eder, onları destekler ve Allah'a güzelce ödünç verirseniz andolsun ki sizin günahlarınızı örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim. İşte sizden her kim de, bundan sonra küfrederse, gerçekten dosdoğru yoldan sapmış olur. (Mâide/12)

Eğer Allah'a güzel bir ödünç verirseniz, O, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Ve Allah, en iyi karşılık ödeyen, çok yumuşak davranan, görülebileni ve görülmeyeni bilendir, azîz'dir, hakîm'dir. (Teğâbün/17-18)

Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını infak edin.” Allah, tefekkür edersiniz diye âyetlerini işte böyle sizin için ortaya koyuyor. (Bakara/219)

Ey iman etmiş kişiler! Kesinlikle, hahamlardan, rahiblerden bir çoğu insanların mallarını hakksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve kesinlikle altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar; hemen onlara acıklı bir azabı müjdele! O gün, onların [altın ve gümüşlerin] üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi şimdi tadın şu biriktirdiğiniz şeyleri!” (Tevbe/34-35)

Kimdir o, Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kişi ki, Allah da onun için kat kat artırsın. Onun için şerefli bir mükâfât da vardır. (Hadîd/11)

Ey iman edenler! Allah'ın alâmetlerine, harâm aya, hediylere, gerdanlıklarına ve Rabb'lerinden lütuf ve rıza bekleyerek Beytu'l-Harâm'ı [Ka‘be'yi] kasdedenlere sakın saygısızlık etmeyin. Dokunulmazlığınız kalktığında [hacc göreviniz bitince] da avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Harâm'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve iyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah'a takvâlı davranın. Hiç şüphesiz Allah azabı çok çetin olandır. (Mâide/2)

Sana da kendisinden öncekilerini doğrulayan ve onları kollayıp koruyan olarak hakk ile Kitab'ı [Kur’ân'ı] indirdik. Öyleyse onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen hakktan saparak onların arzu ve heveslerine uyma. Ve Biz, sizden hepiniz için bir şeriat ve yol kıldık. Ve eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi belâlandırmak [denemek] için (böyle yapmadı). Öyleyse iyiliklere yarışın. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah'adır. Sonra O, kendisi hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. (Mâide/48)

Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O [Allah], kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah doğru yolu bulasınız diye âyetlerini sizin için böyle ortaya koyar. Ve içinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir ümmet bulunsun. Ve işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Âl-i İmrân/103-104)

Bir de sabırla, salâtla [eğitimle, öğretimle, sosyal destek kurumlarıyla] yardım isteyin. Şüphesiz bu [salât ve sabırla yardım isteme], saygılı olanlardan; gerçekten Rabb'lerine kavuşacaklarına ve gerçekten kendilerinin O'na dönücü olduklarına inanan kimselerden başkasına çok ağır gelir. (Bakara/45-46)

Ey iman etmiş kimseler! Sabır ve salâtla yardım isteyin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Bakara/153)

Ve Allah yolunda infak yapın, ellerinizi [kendinizi] ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve iyileştirin, güzelleştirin. Şüphesiz Allah, iyileştirenleri, güzelleştirenleri sever. (Bakara/195)

Kimdir o kişi ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah da ona birçok katlarını katlayıversin. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Ve yalnız O'na döndürüleceksiniz. (Bakara/245)

Asra andolsun ki, iman eden, sâlihat işleyen, hakkı tavsiyeleşen ve sabrı tavsiyeleşenlerin haricindeki tüm insanlar kesinlikle tam bir hüsran/kayıp-zarar içindedir. (Asr/1-3)

Sen, sana kitaptan vahyedileni oku/izle ve salâtı [eğitimi, öğretimi, sosyal destek kurumlarını] ikâme et [oluştur, ayakta tut]. Muhakkak ki salât [eğitim, öğretim, sosyal destek kurumları], fahşadan ve kötülükten alıkoyar. Ve Allah'ın anılması, elbette daha büyüktür. Ve Allah, yapıp ürettiğiniz şeyleri bilir. (Ankebût/45)

Sonra onların ardından half [kötü bir nesil] geldi ki, salâtı [sosyal desteği] kaybettiler [hayatlarından çıkarıp attılar]. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tevbe eden ve iman eden ve sâlihi işleyenler hariç onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. İşte bunlar [tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler] cennete; Rahmân'ın kullarına görmedikleri hâlde vaad ettiği Adn cennetlerine girecekler ve hiçbir şeyce hakksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O'nun vaadi mutlaka yerini bulacaktır. (Meryem/59-61)

Şüphesiz o şeytân, sizin için düşmandır. Onun için siz de onu düşman edinin. Şüphesiz o [şeytân] kendi taraftarlarını alevli ateşin ashâbından olmaları için çağırır. (Fatır/6)

Doğrusu kendini kurtarmıştır; arınan kimse, Rabbinin adını anıp sosyal destek sağlayan kimse. Fakat siz şu basit hayatı tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha hayırlı [önemli] ve devamlı kalıcıdır. (A‘lâ/14-17)

Yukarıdaki âyetler, “er-riba”dan uzaklaşmanın yollarından olan zekâtı, sadakayı, salâtı ve salâtın ikâmesini emreden yüzlerce âyetin bir kısmıdır. Bu âyetler ile Allah, mü’minlerin teşkilâtlanarak birlik ve beraberlikler oluşturmalarını, ihtiyaç fazlası birikimlerini Allah için infak etmelerini, sosyal yardım ve destek kurumlarını oluşturarak iyilik ve hayırlarda yarışmalarını emretmekte, bunları yerine getirmeyenlerin ise, kendilerini ve toplumlarını tehlikeye atacaklarını, dünyada cehennem hayatı yaşayacaklarını, kenz yapanların [paralarını küpte, yastık altında, kasada, bankada biriktirerek tedavüle çıkarmayanların] cezalandırılacaklarını açık bir dille haber vermektedir. O hâlde, fertlerin, aile ve ülkelerin “er-riba” belâsından kurtulmalarının çaresi, bu âyetlerle amel etmek; Allah'ın bu âyetlerde emrettiği görevleri yerine getirmektir.

Meselâ, Müslümanlar bu âyetler ışığında Allah'ın kendilerine bahşettiği ihtiyaç fazlalarını, spekülâtif yatırımlara veya faize yatırmak yerine birleştirebilirler; denetimlerinin kamu otoritesince sağlandığı ve su-i istimallere fırsat verilmeyen ortaklıklar kurabilirler. Böylece, yeni iş sahalarının açılması sûretiyle işsizlere iş imkânları yaratılmış ve serevetten başkalarının da istifadesi sağlanmış olur. Daha sonra ise, bu ortaklıklardan sağlanan kazançlarla, infak amaçlı sosyal yardım ve destek kurumları, yardımlaşma sandıkları kurulabilir ve bu kuruluşlar vasıtasıyla ihtiyacı olan Müslümanlara faizsiz borç verilebilir. Tabii ki, bu yardımlaşma sandıklarından yapılan ödünç verme işlemlerinde, eğer borç alan borcunu ödeyemiyorsa, Allah'ın tavsiyesi gereği borcun silinebilmesi, hatta gerekiyorsa daha da takviye yapılması mümkün olmalıdır. Yine bu sandıklardan esnaf ve tüccarın kısa vadeli ticarî ihtiyaçları karşılanmalı, böylece Müslümanların tefecinin, bankanın kıskacına düşmesi önlenmelidir. Yine de bu sandıklarda atıl para kalırsa, bu fonlarla değişik sektörlerde yeni şirketler, yeni şirketlerin gelirleriyle de yeni yardım sandıkları kurulabilir ve bu verimli döngünün büyüyerek devam etmesi sağlanabilir.

Ancak, böyle bir sistemin işlerlik kazanabilmesi için işe aile çevresinden başlanmalı, sonra da mahalle, köy, şehir ölçeklerinde yaygınlaştırılmalıdır. Çünkü başarı, ancak tek tek fertlerin kendilerini düzeltmeleri sonucunda elde edilebilir.

Böyle bir sistemde ne faize, ne borsaya, ne de “er-riba”nın başka bir unsuruna gerek duyulur. Çünkü bu tarz bir ekonomik düzenin yürümesi için kamu otoritesi, halkın elindeki fazlaları toplama ve bunları yatırımlarda kullanacak ortaklıkların istifadesine sunma gibi işleri faizsiz olarak gerçekleştiren kurumlar tesis etmek durumundadır. Bu kurumlar ise, sadece kapitalist sistemin banka ve borsalarının yaptığı işleri bihakkın yerine getirmekle kalmayıp, ayrıca esnafın, tüccarın ve vatandaşın çek-senet tahsilâtını, havale işlemlerini de, bankaların yaptığı gibi bir soygun düzeni içinde değil, masrafı karşılığı, masrafı yoksa ücretsiz yerine getirecektir.

Kapitalizm dinini benimseyip, bu dinin hakksız kazançlarıyla beslenmeye alışmış zihniyet tarafından böyle bir sistemin yürütülebilmesi hususuna yapılacak ilk itiraz muhtemelen, bu sistemde enflâsyonun hiç hesaba katılmamış olduğu yönünde olacaktır. Çünkü bu zihniyete göre faiz, enflâsyonun olumsuz etkilerini dengeleyen bir araçtır ve faizsiz bir ekonomide özellikle küçük tasarruf sahiplerinin hakksızlığa uğramaları söz konusudur.

İktisatta, “para arzının, parasal gelirlerin ya da fiyatların topluca artışı” olarak tarif edilen enflâsyon[296] birtakım kuramlara göre, söz konusu artışın kaynaklanma yeri, geçirdiği safhalar ve ülkelerin gelişmişlik düzeyleri itibarıyla, “maliyet”, “talep”, “aşırı”, “gizli”, “yapısal” gibi şekiller göstermektedir.[297] Tarifinden de anlaşılacağı gibi enflâsyon kesinlikle ekonomik sistemle alâkalıdır ve bir “arzu edilmeyen artış” mahiyetindedir. Yani enflâsyon, ekonomik düzendeki çarpıklıkların istenmeyen bir ürünüdür. Bu da demektir ki, ekonomik düzende bazı çarpıklıklar mevcut değilse, enflâsyon diye bir şeyden bahsedilemez. Meselâ, eğer bir ekonomide faiz uygulaması yoksa, enflâsyonun en önemli sebeplerinden biri olan “yüksek faiz haddi” kendiliğinden ortadan kalkmış olur. Ya da bir ülkenin insanları, ellerindeki fazlalar ile spekülâtif amaçlı alımlar yapmak yerine, devletçe planlanmış yatırımlara yönelirlerse, kimsenin talep artışına bağlı bir enflâsyondan korkmasına gerek yoktur. Veya ithalâtın, ihracat gözetilerek yapıldığı, yani dış ticareti dengede olan bir ülkede, enflâsyonun bir diğer önemli sebebi olan devalüasyon hiç gündeme gelmeyecektir. Ezcümle, eğer bir ülke halkı, Allah'ın emirlerine samimiyetle uyar ve bu emirlerin hâkim olduğu bir ekonomik düzen kurarsa, o ülkede enflâsyon gibi bahaneler ileri sürülerek “er-riba” doğuran işlemler yapılması söz konusu olmayacak, böylece Allah ve Elçisi ile savaş hâline girme riski herkes için ortadan kalkacaktır.

Bu konuda üzerinde durulmasında yarar olan bir husus da, enflâsyon sebebiyle zarara uğranılacağından korkularak, şahıslar arasındaki ödünç verme işlemlerinde yabancı para, kıymetli maden veya eşya cinsinden ölçüler kullanılmasıdır. Bu gibi durumlarda meseleye borçlu açısından bakılması gerekir. Çünkü, zarar etmekten korkan borç veren kişi, belki kendini bu yolla enflâsyondan korumaktadır ama bu korumayı borçlu karşılamakta, bu kez enflâsyondan zarar gören borçlu olmaktadır. Bir başka deyişle, borçludan daha kuvvetli olan borç veren, çarpık ekonominin ceremesini zaten güçsüz olan borçluya ödettirmektedir. Böyle bir davranışın, Allah'ın, Eğer o [borçlu], darlık içindeyse, kolaylığına kadar mühlet! Eğer biliyorsanız, sadaka olarak vermeniz, sizin için daha hayırlıdır buyruğuna pek uymadığı ortadadır. Çünkü Allah bu buyruğu ile Müslümanların, kardeşleri için gerekirse zararı göze almaları gerektiğini bildirmektedir. Buna göre Müslümanların, zarara uğrama korkusuyla bu gibi davranışlarda bulunmamaları, hele hele daha kötü bir davranışa yönelerek borç vermekten kaçınmamaları gerekir.

Önemine binaen riba konusunda yaptığımız uzunca tahlilin kapanışını, Prof. Mehmet Yazıcı'nın “müzakereci” sıfatıyla katıldığı, Ensâr Vakfı tarafından 1986 yılında İstanbul'da düzenlenen “İslâm Ekonomisinde Finansman Meseleleri” adlı sempozyumdaki ifadelerine bırakıyor, bu ifadenin özellikle son cümlesine dikkat edilmesini tavsiye ediyoruz:

İslâm bir dindir; bu dinin kendine özgü bir iktisat düzeni vardır. Bankacılık, İslâm iktisat düzeni dışındaki iktisat düzenlerinde bir kavram ve kurumdur. İslâm iktisat düzeninde böyle bir kavram ve kurum yoktur. O hâlde ‘İslâm bankacılığı’ olmaz… İslâm'a zıt kimi kurum ve kavramları İslâmlaştırma çabaları, İslâm'a aykırı düşer. Bu tutum yanlıştır. Hani, bağışlayın lütfen bu gidişle yakın gelecekte ‘İslâm şarapçılığı’ diye ilmî toplantılar düzenlenirse şaşmamak gerekir. … İslâm'da faiz harâmdır. İslâm iktisat düzeninde faizin de, faize dayalı banka ve benzeri kurumların da yeri yoktur. İslâm iktisadında finansman sorunları, özellikle ortaklıklarla çözümlenir. İslâm, ortaklığın her türünü övmüştür. İslâm toplumlarında, ticaret yapmak, mal ve hizmet üretmek için küçük birikimlerle ortaklık yapma yolları araştırılmalıdır. İyi müslümanın ise, büyük birikimi zaten olmaz.[298]

282. Ey iman etmiş kimseler! Adı konmuş bir süreye borçla borçlaştığınız zaman onu hemen yazın. Aranızda bir katip de adaletle yazsın. Ve o katip, Allah'ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da yazsın. Hakk kendi üzerinde olan kişi de söyleyip yazdırsın ve Rabbi olan Allah'a takvâlı davransın ve ondan [haktan] bir şey eksiltmesin. Şâyet hakk kendi aleyhine olan kişi [borçlu] bir aklı ermez veya zayıf biri veya bizzat söyleyip yazdıramaya güç yetiremeyen biri ise, velîsi adaletle söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şâhit yapın. Şâyet o ikisi [iki erkek şâhit] olmazsa, o zaman razı olacağınız şâhitlerden bir erkekle iki kadın –bunlardan birisi yanılırsa, şaşırırsa, öbürü hatırlatsın diye– olsun. Şâhitler de çağırıldıklarında kaçınmasınlar. Siz, küçük veya büyük, onu vadesine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allah nezdinde daha hakkaniyetlidir, şâhitlik için daha sağlam ve şüpheye düşmemenize daha elverişlidir. Aranızda hemen devredeceğiniz bir ticaret hariçtir; o zaman bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alım-satım yaptığınız vakit yine şâhitlendirin. Yazan ve şâhitlik eden bir zarar görmesin. Eğer yaparsanız [onlara zarar verirseniz], şüphesiz o, size dokunacak bir fısk [günah] olur. Allah'a da takvâlı davranın. Allah, size öğretiyor ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.

283. Ve eğer siz, bir yolculuk üzere olur da bir kâtip de bulamazsanız, o vakit alınmış bir rehin! Yok, eğer birbirinize güveniyorsanız kendisine güvenilen adam üzerindeki emaneti ödesin. Ve Rabbi olan Allah'a takvâlı davransın. Şâhitliği de gizlemeyin. Onu kim gizlerse artık, şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Ve Allah, yaptıklarınızı çok iyi bilendir.

Bu âyetlerde, borca dayalı alış-veriş usûlü belirlenmektedir. Her türlü işlemin söze dayandığı bir ortamda bu ilkelerin konulması, insanlar arasındaki ihtilafları ve hakk gasplarını gidermeye yöneliktir. Gâyet net ve açık olan âyetteki ilkeleri şöyle sıralayabiliriz:

* Vâdeli borçlanma durumlarında, borç büyük de olsa küçük de olsa yazılmalıdır.

* Yazan kişi, taraflardan ayrı üçüncü bir şahıs olmalı ve taraf tutmadan yazmalıdır.

* Borçlu, gerçeği yazdırmalı, en ufak bir şeyi gizlememelidir.

* Borçlu, aklı ermez [çocuk, bunak, deli], zayıf, konuşamayan biri ise, velîsi, adaletle yazdırmalıdır

* Bu işleme iki erkek şâhit tutulmalıdır. İki erkek yoksa, bir erkek, iki kadın şâhit tutulmalıdır.

* Şâhitler çağırıldıklarında şâhitlik etmekten kaçınmamalıdırlar.

* Küçük veya büyük olsun borç vadesine kadar yazılmalıdır, üşenilmemelidir. Bu, Allah nezdinde daha hakkaniyetlidir, şâhitlik için daha sağlam ve şüpheye düşülmemesine daha elverişlidir.

* Peşin alış-verişlerde yazmaya ve şâhit tutmaya gerek yoktur.

* Alım-satım işleri de şâhitlendirilmelidir.

* Yazan ve şâhitlik eden kimseye zarar verilmemelidir. Onlara zarar vermek, büyük suçtur.

* Yolculukta olup da bir kâtip bulunamazsa rehin alınabilir.

* Kendisine güvenilen kişi, üzerindeki emaneti ödemelidir.

* Şâhitlik gizlenmemelidir. Konu mahkemeye intikal ederse şâhitler şâhitlik yapmalı, bildiklerini söylemelidir.

Biz bu âyetlerdeki bazı noktalarda açıklama yapılmasının faydalı olacağı kanaatindeyiz.

Âyetteki, Hakk kendi üzerinde olan kişi de söyleyip yazdırsın ve Rabbi olan Allah'a takvâlı davransın ve ondan [hakktan] bir şey eksiltmesin ifadesine göre, yazdırma işi borçlunun sorumluluğundadır. O üzerindeki hakkın ne olduğunu bildirmek üzere bizzat kendi ifadesiyle hiçbir şey gizlemeden ikrarda bulunacaktır. Çünkü şâhitlik ancak onun ikrarda bulunması üzerine gerçekleşir.

Borç senedini yazan katiple ilgili, Aranızda bir katip de adaletle yazsın emri verilerek adalet sıfatı şart koşulmaktadır.

Âyette şâhit konusunda, “erkeklerinizden” ifadesi kullanılmıştır. Âyetin başında mü’minlere hitap edildiğine göre, buradaki şâhitler, mutlaka mü’minlerden olmalıdır. Bu borçlaşma protokolü mü’minler için zorunludur; İslâm toplumundaki gayr-i Müslimler için zorunlu değildir.

Âyetteki, Erkeklerinizden iki de şâhit yapın. Şâyet o ikisi [iki erkek şâhit] olmazsa, o zaman razı olacağınız şâhitlerden bir erkekle iki kadın –bunlardan birisi yanılırsa, şaşırırsa, öbürü hatırlatsın diye– olsun ifadelerinden anlaşılıyor ki, borçlaşma protokollerindeki şâhitlerin, öncelikle iki erkek olması gerekir. Eğer iki erkek bulunamıyorsa, bir erkek ile iki kadın şâhit tutulmalıdır.

Bir erkek ile iki kadın şâhit tutulmasının gerekçesi, bunlardan birisi yanılırsa, şaşırırsa, öbürü hatırlatsın diye şeklinde açıklanmıştır. Burada, o dönemde kadınların, aile içi işlerle meşgul olmalarından dolayı, ticarî konu ve ilişkilere aşina olmadıkları, bir ihtilaf vukûunda, yıllar evvele ait bir ticarî konuyu karıştırabilecekleri bildirilmektedir. Âyetteki ifade, mahkemede bir erkek ile iki kadın şâhit olması gerektiği anlamında değildir. Mahkemeye iki şâhit gidecektir. Bir erkek bir kadın; ama kadın şâhitler mahkemeye gitmeden önce geçmişteki olay hakkında kendi aralarında müzakerede bulunacak, olayı iyice hatırlayacak ve öyle şâhitlik yapacaklardır. Aksi hâlde hakksızlığa vesile olabilirler.

Bu işin başka bir yönü de, bu âyetin indiği zamanda, tarafların ve tanıkların genellikle okuma-yazma bilmemeleridir. Ayrıca, yazı bilen ve yazı malzemesi kıt olduğundan yazışmalar tek nüsha yazılırdı.

Âyette, borca yapılan alış-verişin mutlaka yazılması ve şâhit tutulması istenmektedir. Zira bu tür işlemlerde, ihtilaf ve nizaa olağan şeylerdendir. Kişiler miktarı ve vadeyi unutabilir ya da inkâr edebilir, yahut alacaklı miktarı ve vâdeyi değiştirmeye kalkabilir. Ama yazılı ve şâhitli olunca bu sorunlarla karşılaşılmaz.

Âyetteki, o zaman razı olacağınız şâhitlerden bir erkekle iki kadın olsun ifadesiyle de, şâhitlerin alelusul belirlenmemesi, onlarda belirli özelliklerin aranması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Ayrıca, ileride geleceği üzere boşanma sırasında da, Ve sizden adalet sahibi iki kişiyi şâhit tutun (Talâk/2) buyurulmuştur. Bundan anlaşılan şu ki: Şâhitler, “âdil” sıfatına layık kimselerden olacaktır. Şöyle ki: Şâhit; özgür, reşit, müslüman, neye şehâdet ettiğini bilen, şehâdeti sebebiyle bir menfaat elde etmeyecek veya bir zararı gidermeyecek olan, yanılma özelliği ile tanınmayan, kişilik sahibi ve aleyhine şehâdet ettiği kimse ile bir düşmanlığı bulunmayan bir kimse olmalıdır.

284. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. Siz içinizdekileri açığa vursanız da gizli tutsanız da Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra dilediği kimseyi bağışlar, dilediği kimseyi de azaplandırır. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.

Bu âyet, özellikle de Bakara sûresi'nde açıklanan ilkelerin dikkate alınması konusunda bir uyarı niteliğindedir. Âyette, Allah'ın gökler ve yer üzerindeki mutlak egemenliğinden ve sınırsız tasarruf yetkisinden söz ediliyor. Ve Allah'tan hiçbir şeyin gizli kalmayacağı, hepsinden insanları hesaba çekeceği açıklanıyor.

285. Elçi, kendi Rabbi'nden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine iman ettiler: “Biz Allah'ın elçileri arasında ayırım yapmayız.” Ve “Biz duyduk ve itaat ettik. Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak Sanadır” dediler.

286. Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi yararına ve kendi yaptığı zararınadır. Ey Rabbimiz! Eğer terk ettiysek ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır sorumluluk/sıkıntıya sokacak şeyler yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Ve bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et bize! Sen bizim mevlâmızsın. Ve de kâfir kavimlere karşı yardım et bize.

Bu âyetlerde bazı iman esaslarına dikkat çekilmekte; ardından da bir niyaz örneği verilmektedir. Buradaki iman esasları şöyle sıralanabilir:

* Diğer inananlar gibi Elçi de Rabbi'nden kendisine indirilene inanmak zorunda olup bir ayrıcalığı ve dine bir şey ekleme veya dinden bir şey çıkarma yetkisi yoktur.

* Elçi de dahil tüm inananlar, Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine iman etmek ve Allah'ın elçileri arasında ayırım yapmamak zorundadır.

* İnananlar, “Biz duyduk ve itaat ettik. Rabbimiz! Bağışlamanı dileriz, dönüş ancak Sanadır. Ey Rabbimiz! Eğer terk ettiysek ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır sorumluluk/sıkıntıya sokacak şeyler yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Ve bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et bize! Sen bizim mevlâmızsın. Ve de kâfir kavimlere karşı yardım et bize demek sûretiyle inandıklarını göstermek durumundadırlar.

* Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi yararına ve kendi yaptığı zararınadır.

Bu âyetler de gerçek mesajından uzaklaştırılmak istenmiş ve âyetin lafzına yönelik birtakım kerametler ihdas edilmiştir. Mesela:

el-Hasen, Mücâhid ve ed-Dahhâk'tan rivâyet edildiğine göre bu âyet-i kerîme(nin nüzûlü) Mirac kıssasında söz konusu olmuştur. İbn Abbâs'tan gelen bazı rivâyetlerde de böyle belirtilmiştir. Bazıları da şöyle demiştir: “Kur’ân-ı Kerîm'in tamamını Cebrâîl (a.s) Muhammed'e (s.a) indirmiştir. Ancak bu âyet müstesnâdır. Peygamber (s.a) Mirac gecesinde bu âyet-i kerîmeyi bizzat işitmiştir.” Bazıları da, “Mirac kıssasında böyle bir şey olmamıştır” derler. Çünkü Mirac gecesi Mekke'de olmuştur, bu sûre ise bütünüyle Medîne'de inmiştir. Bunun Mirac gecesi vahyolunduğunu söyleyenler olayı şöyle anlatırlar: Peygamber (s.a) miraca çıkıp semavatta Hz. Cebrâîl ile birlikte oldukça yüksek bir yere ulaştı. Nihâyet es-Sidretu'1-Müntehâ'yı da geçince Cebrâîl o'na, “Ben ileri geçemem. Senden başka da bu yeri geçme emri kimseye verilmiş değildir” dedi. Peygamber (s.a) Yüce Allah'ın dilediği yere ulaşıncaya kadar orayı aşıp gitti.

Hz. Cebrâîl o'na, “Rabbine selâm ver” diye işarette bulununca, Peygamber (s.a), “Bütün selâmlar, salâtlar ve iyi ameller [tayyibât] yalnız Allah'ındır” dedi. Yüce Allah da, “Selâm sana ey Peygamber, Allah'ın rahmeti ve bereketleri de üzerine olsun” buyurdu. Peygamber (s.a) ümmetinin de bu selâmdan bir pay sahibi olmasını istediğinden şöyle dedi: “Selâm bize ve Allah'ın sâlih kullarına.” Bunun üzerine Hz. Cebrâîl ve bütün semavat ehli şöyle dediler: “Şehâdet ederiz ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur ve yine şehâdet ederiz ki Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlü'dür.” Yüce Allah da ameli mükâfatla karşılayacağı anlamında, “Peygamber Rabbinden kendisine indirilene iman etti (yani, tasdik etti) buyurdu.

Peygamber (s.a) bu şeref ve fazilete ümmetinin de ortak olmasını istediğinden şöyle buyurdu: “Mü’minler de her biri Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. Peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırmayız” (yani onlar “Biz bütün peygamberlere iman ettik” derler, “onlardan herhangi birisini inkâr etmeyiz. Yahûdilerle Hristiyanların ayrım gözettiği gibi ayrım gözetmeyiz.) Bunun üzerine Rabbi Hz. Peygamber'e, “İndirmiş olduğum bir âyeti kabulleri [karşılamaları] nasıl oldu?” diye sordu. Bununla kastettiği ise, İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de... buyruğudur. Rasûlullah (s.a) şöyle karşılık verdi: “Dinledik, itaat ettik. Rabbimiz! Senden mağfiret dileriz ve dönüş ancak Sanadır dediler. Bunun üzerine Yüce Allah şöyle buyurdu: Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez (yani takatinden başkasını yüklemez. Takatinden aşağısı diye de açıklanmıştır.) Hayır kabilinden kazandığı kendisine, şerr kabilinden yaptığı da onun aleyhinedir.[299]

Bu âyetlerin iniş sebebi ile ilgili kaynaklarda şu bilgiler yer alır:

İmâm Ahmed der ki: Bize Affân'ın... Ebû Hureyre'den rivâyet ettiğine göre o, şöyle demiştir: Rasûlullah'a (s.a), Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Ve Allah her şeye kâdir'dir âyeti nâzil olunca, bu Rasûlullah'ın (s.a) ashâbına ağır geldi. Rasûlullah'ın (s.a) yanına gelerek diz çöktüler ve, “Ey Allah'ın Rasûlü! Biz (daha önce) gücümüzün yeteceği namaz, oruç, cihâd ve sadaka gibi ameller ile mükellef tutulduk. (Şimdi ise) sana bu âyet nâzil oldu ve bizim buna gücümüz yetmez” dediler. Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: “Sizden önceki Ehl-i Kitab'ın [Yahûdi ve Hristiyanların] dediği gibi ‘İşittik ve isyan ettik’ demek mi istiyorsunuz. Bilakis siz, ‘İşittik ve itaat ettik. Affını dileriz ey Rabbimiz, dönüş ve varış Sanadır’ deyiniz.” Kavim böyle söyleyip dilleri alışınca Allah Teâlâ bu âyetin peşinden, “Peygamber de, iman edenler de o'na indirilene inandı. Hepsi de Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. O'nun peygamberlerinden hiç birinin arasını tefrik etmeyiz. İşittik ve itaat ettik, affını dileriz ey Rabbimiz, dönüş Sanadır” dediler âyetini indirdi. Böyle yaptıklarında Allah Teâlâ bu âyeti neshetti ve, Allah kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez. Kazandığı lehine yüklendiği aleyhinedir... âyetini indirdi.[300]

Rasûlullah (s.a), “İşittik, itaat ettik ve teslim olduk” deyin buyurdu ve Allah Teâlâ onların kalblerine imanı doldurdu: “Peygamber de iman edenler de o'na indirilene inandı. Hepsi de Allah'a, meleklerine, kitâblarına, peygamberlerine iman etti. O'nun peygamberlerinden hiç birinin arasını tefrîk etmeyiz. İşittik ve itaat ettik, affını dileriz. Ey Rabbimiz! Dönüş Sanadır” dediler... Sen mevlâmızsın. Kâfirler güruhuna karşı yardım et bize âyetini indirdi.

Bu âyet indirildiğinde Rasûlullah'ın (s.a) ashâbı çok üzüldü ve, “Ey Allah'ın Rasûlü! Helak olduk [mahvolduk]. Konuştuğumuz ve yaptığımız şeylerden dolayı hesaba çekilsek haydi ne ise; ama kalplerimiz bizim elimizde değil ki!” dediler. Rasûlullah (s.a) da onlara, “İşittik ve itaat ettik” deyin buyurdu. Onlar da, “İşittik ve itaat ettik” dediler. Bu âyeti kerîme'yi, Peygamber de iman edenler de o'na indirilene inandı... Allah kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez. Kazandığı lehine yüklendiği aleyhinedir âyet/i kerîmeleri neshetti. Onların kalblerinden geçenler affolundu ve ancak işlediklerinden sorumlu oldular.[301]

Denildiğine göre bu âyet-i kerîmenin nüzûl sebebi, ondan önce yer alan, Göklerde ne var yerde ne varsa (hepsi) Allah'ındır. İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker. Kime dilerse mağfiret eder, kimi dilerse de azaplandırır. Allah her şeye kadirdir (mealindeki) âyet-i kerîmesidir. Bu buyruk, Peygamber'e (s.a) indirilince durum Rasûlullah'ın (s.a) ashâbına çok ağır geldi. Rasûlullah'ın (s.a) yanına gelip dizleri üstüne çöktüler ve, “Ey Allah'ın Rasûlü” dediler, “Namaz, oruç, cihad, sadaka gibi gücümüzün yettiği amellerle mükellef tutulduk. Allah bize bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu. Biz bunun altından kalkamıyoruz.” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: “Sizler de sizden önceki iki Kitap Ehli gibi ‘dinledik ve isyan ettik’ mi demek istiyorsunuz? Bunun yerine, ‘Dinledik itaat ettik. Rabbimiz! Senden mağfiret dileriz ve dönüş ancak Sanadır’ deyin.” Onlar da, “Dinledik, itaat ettik. Rabbimiz! Senden mağfiret dileriz ve dönüş ancak Sanadır” dediler. Bu buyrukları okumaya başlayınca dilleri buna alıştı [itaate boyun eğdi]. Bunun akabinde de Yüce Allah, “O peygamber kendisine Rabbinden indirilene iman etti. Mü’minler de. Her biri Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. Peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırmayız. Dinledik itaat ettik. Rabbimiz! Senden mağfiret dileriz ve dönüş ancak Sanadır” dediler buyruğunu indirdi. Onlar bunu yapınca Yüce Allah (az önce sözü geçen) o âyeti neshederek şu buyruğu inzâl buyurdu: Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Kazandığı kendisine yaptığı da onun aleyhinedir. Rabbimiz, unuttuk ya da yanıldıysak bizi sorguya çekme. Yüce Allah, “Evet, (öyle yapacağım)” buyurdu. Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi üzerimize ağır yük yükleme! Yüce Allah, “Evet (öyle yapacağım)” buyurdu. Rabbimiz, güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme! Yüce Allah, “Evet (öyle yapacağım)” buyurdu. Bizi affet, bize mağfiret buyur ve bize merhamet eyle. Sensin bizim mevlâmız, kâfirler topluluğuna karşı da bize yardım et! Yüce Allah, “Evet (yapacağım)” buyurdu. Bu hadisi Müslim, Ebû Hureyre'den rivâyet etmiştir.[302]

286. âyette, Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi yararına ve kendi yaptığı zararınadır buyurularak kimseye kapasitesinin üzerinde bir yük yüklenmediği ve yüklenilmeyeceği; sorumluluğun da kişisel olduğu bildirilmektedir. Bu ilke şu âyetlerde de vurgulanmıştır:

Anneler, çocuklarını, –emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için– tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da onların [emzirenlerin] yiyecekleri ve giyecekleri ma‘rûf üzere bir borçtur. Kişi sadece gücüne göre mükellef olur. Ve çocuğu sebebiyle bir anne, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Varise de bunun aynı borçtur. Eğer ikisi [ana ve baba] birbirleriyle istişare edip, her ikisinin de rızasıyla çocuğu sütten ayırmak isterlerse kendilerine bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı emzirtmek isterseniz, vereceğinizi ma‘rûf ile teslim ettiğiniz zaman, bunda da size bir günah yoktur. Ve Allah'a takvâlı davranın ve şüphesiz Allah'ın yaptıklarınızı çok iyi gören olduğunu bilin. (Bakara/233)

Yetimin malına da yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (malına) en güzel biçimde hariç [bu şekilde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz]. Ve ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapın. Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa âdil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutun. İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye O'nun [Allah'ın] size vasiyet ettikleridir. (En‘âm/152)

İman edenler ve sâlihâtı işleyenler; –ki Biz hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemeyiz– işte onlar cennet yâranlarıdır ve onlar, orada ebedî olarak kalıcılardır. Ve göğüslerinde gıll'den [kinden, hınçtan, kıskançlıktan, hileden, hâinlikten, garazdan] ne varsa çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. (Ve onlar,) “Bize bunun için kılavuzluk eden Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bize kılavuzluk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçek ile gelmiştir” derler. Ve onlara seslenilir: “İşte size cennet! Yapmış olduklarınızla buna vâris oldunuz.” (A‘râf/42-43)

Ve Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde de hakkı konuşan bir kitap vardır ve onlar, hakksızlığa uğratılmazlar. (Mü’minûn/62)

Geniş imkânları olan, nafakayı geniş imkânlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiğinden versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylık kılacaktır. (Talâk/7)

Bu âyetin daha iyi anlaşılması için En‘âm/164'te yaptığımız açıklamayı da burada naklediyoruz:

De ki: “O [Allah] her şeyin Rabbi iken, ben Allah'tan başka Rabb mi arayayım?” Her kişinin kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece Rabbinizedir dönüşünüz. Böylece O [Allah], ayrılığa düştüğünüz şeyi size haber verecektir. Ve O, sizi yeryüzünün halifeleri kılan, verdikleriyle sizi belâlandırmak [sınamak] için, kiminizi kiminizin üzerine derecelerle yükseltendir. Şüphesiz Rabbin, kovuşturması çabuk olandır ve şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (En ‘âm/164-165)

164. âyetteki, Her kişinin kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz ifadesi, kıyâmet günü vukû bulacak olan cezalandırma hükmünün adaletini haber vermekte, sorumluluğun ve cezanın kişisel olduğunu, hiç kimsenin –akrabası bile olsa– başkasının günahını çekmeyeceğini bildirmektedir. Yani, o günde nefisler kendi amelleri karşılığında cezalandırılacaklardır. Kişinin amelleri “hayır” ise ceza da “hayır”, ameller “kötü” ise ceza da “kötü” olacaktır. Ayrıca hiç kimsenin kötü amellerinin cezası bir başkasına yüklenmeyecektir.

Bu beyan, Mekkeli kodamanların, “Eğer Muhammed'e uymamak günah ise siz korkmayın, biz sizin günahlarınızı üstleniriz” diyerek kendi elleri altındaki mustaz‘af/gariban kesime uyguladıkları sömürü ve İslâm'a girişi engelleme politikalarını bozmuştur. Bu açıklama aynı zamanda Îsâ peygamberin başkalarının günahını çektiği yolundaki Hristiyan inancının bâtıl olduğunu da ortaya koymuştur.

Kur’ân'da açıkça ifade edilmiş olmasına rağmen bazıları hâlâ, “bir kimsenin bir başkasının günahını çekmeyeceği” konusunu yeterince bilmemektedir. Yanlışa itilmek istenen insanlar hep “günahın benim boynuma” martavalı ile kandırılmaktadır. Kur’ân'a aykırı bu saçma sözü söyleyenlerin câhil ya da kötü niyetli, bu söze inananların da câhil ve bilinçsiz oluklarında hiç şüphe yoktur. Çünkü hiç kimsenin başkasının yükünü çekmeyeceği Kur’ân'da tekrar tekrar dile getirilmiştir:

Sonra, şiddetle çarpanın çıkardığı korkunç ses geldiği zaman; bir gün ki o, kişi kaçar kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden, oğullarından. O gün onlardan her kişi için kendisini boş bırakmayacak bir uğraş vardır. (Abese/33-37)

Ve öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse, hiç kimsenin yerine bir şey ödemez, kimseden fidye kabul edilmez. Ve ona şefaat de fayda vermez, onlar yardım da olunmazlar. (Bakara/123)

İman eden kullarıma söyle: “Salâtı ikâme etsinler, alış-veriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden açık ve gizli olarak infakta bulunsunlar.” (İbrâhîm/31)

Ey insanlar! Rabbinize takvâlı davranın. Ve babanın çocuğuna hiçbir fayda vermediği, çocuğun da babasına hiçbir şeyle fayda sağlamadığı günden ürperin. Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. O hâlde basit yaşam sizi aldatmasın. Ve sakın o çok aldatıcı şeytân sizi Allah ile aldatmasın. (Lokmân/33)

Kim doğru yola gelirse sırf kendi iyiliği için gelir. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü çekmez. Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsrâ/15)

Eğer inkâr edecek olursanız, artık şüphesiz Allah size hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için küfre rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin [yararınız] için ondan razı olur. Hiçbir günahkâr [suçlu], bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı bilendir. (Zümer/7)

Gerçek şu ki, hiçbir günahkâr bir başka günahkârın günahını çekmez. (Necm/38)

164. âyetteki, Sonra sadece Rabbinizedir dönüşünüz ifadesiyle, inançsızlara “sonucuna katlanmayı göze aldıktan sonra bildiğinizi yapın” mesajı verilmektedir. Aynı mesaj Sebe sûresi'nde de mevcuttur:

De ki: “Siz bizim yaptığımız günahlardan sorumlu tutulmazsınız. Biz de sizin yapıp durduklarınızdan sorumlu olmayız.” De ki: “Rabbimiz aramızı bir araya getirecek, sonra da hakk hükmü ile aramızı ayıracaktır.” Ve O, fettâh'tır, alîm'dir [en iyi bilendir]. (Sebe/25-26)[303]

Âyette, Ey Rabbimiz! Eğer terk ettiysek ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır sorumluluk/sıkıntıya sokacak şeyler yükleme! ifadesi ile inananlar, suç işlemeleri nedeniyle dünyada birtakım ağır sorumluluklarla karşı karşıya bırakılmamalarını istemektedir. Âyetin orijinalinde geçen ısr sözcüğü, “yük” demek olmayıp, “ağır ahd [ağır sorumluluk], suça karşı dünyevi ceza” demektir.[304]

Bunun örneği İsrâîloğulları'na uygulanan cezalarda görülmektedir:

Kitap Ehli, senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Ve kesinlikle onlar Mûsâ'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi de, “Allah'ı bize açıkça göster” demişlerdi. Sonra da hakksızlıkları sebebiyle onları yıldırım çarptı. Sonra da kendilerine açık deliller geldiği hâlde buzağı edinmişlerdi. Sonra Biz onları bundan dolayı da affettik. Ve Biz Mûsâ'ya apaçık bir kanıt verdik. Ve söz vermeleri nedeniyle Tûr'u [dağı] üzerlerine kaldırdık. Ve onlara, “O kapıdan secde ederek girin” dedik. Yine onlara, “İbâdet gününde sınırları aşmayın” dedik ve onlardan sağlam bir söz aldık. Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın âyetlerine karşı inkâra sapmaları, peygamberleri hakksız yere öldürmeleri ve, “Kalplerimiz örtülüdür/sünnetsizdir” demeleri nedeniyle (onları lânetledik.) Hayır; Allah, inkârları dolayısıyla ona [kalplerine] damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar.” (Bir de) inkâra sapmaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri ve, “Biz, Allah'ın Rasûlü Meryem oğlu Mesih Îsâ'yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa o'nu öldürmediler ve o'nu asmadılar. Ama onlara iyice benzetildi. Gerçekten o'nun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların zanna uymaktan başka buna ilişkin hiç bir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. Hayır, Allah o'nu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce o'na inanmayacak kimse yoktur. Kıyâmet günü, o da onların aleyhine şâhit olacaktır. Sonra da Yahûdileşen kimselerden olan zulüm, onların birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları hâlde faiz almaları ve insanların mallarını hakksız yere yemeleri sebebiyle kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri harâm kıldık. Ve onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık. (Nisâ/153-161)

A‘râf sûresi'nde Rasûlullah, İsrâîloğulları'nın üzerindeki bu ek yükü kaldıran kimse olarak tavsif edilmiştir:

Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine harâm kılan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl'de yazılmış bulacakları o Ümmî Peygamber, o Elçi'ye uyarlar. O hâlde, o'na iman eden, o'na kuvvetle saygı gösteren, o'na yardımcı olan ve o'nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (A‘râf/157)

Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla