Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29. March 2009, 05:13 PM   #2
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Standart

“Zühd” Arapça’da yüz çevirmek, önem vermemek demek. Vazgeçirmek (tezhîd), sofu, zahit (zâhid) kelimeleri bu kökten… Neye önem vermemek? Ne olursa olsun bir yere gelme hırsına (kariyerizme), rahatlık ve lüks uğruna girdiği her kabın biçimini alma fırdöndülüğüne (konformizme) önem vermemek, bunlardan yüz çevirmek…

“Sofu” aslında bu demek… Yarım saatte abdest alan, bir saatte namaz kılan, kırk kez hacca giden değil. Dünyadan el etek çeken, sefalet içinde yaşayan hiç değil.

Ali Şeriati’nin “devrimci zahidlik” dediği şeyden bahsediyorum.

Devrimci zahitlik şunu der; “dünyanın başına dünyada gözü olmayanlar geçmelidir!”

Mistik zahitlikten bahsetmiyoruz.

Kur’an’da dünyanın yerilmesi ile ilgili ayetler, dünyayı kötülemek için değil; yeryüzünün/ülkelerin önderleri yapılması istenen ezilenlerin (mustazafların) gözünün ve gönlünün mal mülk hırsına kaymaması içindir. Böylece dünyanın/ülkelerin başına dünyada (malda, mülkte, zenginlikte) gözü olmayanlar geçmiş olacaktır. Aksi halde ciğer kediye teslim edilmiş olacaktır ki bu yeryüzünün/ülkelerin başına gelebilecek en büyük felakettir…

***

“Devrimci zahitlik”, Kur’an’da çok yerde ele alınır ama en çapıcı olanı Hadid suresindekidir.

Bakın nasıl.

“Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs, aranızda övünme, güç ve zenginlik yarışından ibarettir. Yağmuru düşünün… Bitirdiği ot çiftçileri imrendirip heyecanlandırır. Bir de görürsün ki sararıp solmuş sonra da çerçöp olmuş! Ahirette ise ya şiddetli bir azap, ya da bir bağışlama ve hoşnutluk vardır. Dünya hayatı gelip geçici bir zevkten başka bir şey değildir… Bu nedenle siz Rabbinizin affına nail olmaya bakın. Allah’a ve Peygamberine iman edenler için hazırlanmış olan yerler ve gökler kadar geniş cennet için yarışın. İşte bu Allah’ın lütfudur ki onu lâyık gördüğüne verir. Allah çok büyük lütuf sahibidir… Yeryüzünde ve insan hayatında size isabet eden hiç bir şey Bizim irademiz olmadıkça meydana gelmez. Bu Allah’a göre kolaydır; bundan hiç şüpheniz olmasın… Bu şundan dolayıdır; elinizden gidene üzülmeyesiniz ve elinize geçenle de şımarmayasınız. Çünkü Allah kendini beğenmiş şımarıkları sevmez… Bunlar hem cimrilik ederler hem de insanlara cimriliği emrederler. Her kim vermekten kaçınırsa bilsin ki Allah zengindir, övgüye layık olan O’dur.” (Hadid; 57/20-24).

Demek ki bir oyun, eğlence, süs, aramızda böbürlenme (tefahur beynekum), güç ve zenginlik yarışı (tekasür amvalüküm ve evladukum) olan, çer çöpe dönen bahçeye benzeyen, gelip geçici bir zevklenmeden ibaret “dünya malı” elimize geçtiğinde şımarmamalı, geçmediğinde kederlenmemeliyiz. Bilakis “dünyada adalet” istemeli ve buna talip olmalıyız. Hemen sonraki ayetlerde buna geçilir;

“Biz peygamberlerimizi söze dayalı apaçık delillerle gönderdik. Onlarla birlikte insanlıkta adalet daim yaşasın diye kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisinde hem çetin bir sertlik, hem de insanlar için birçok faydalar olan demiri indirdik. Bütün bunlar Allah’ın kendisine ve peygamberlerine içtenlikle/gıyabında yardım edenlerin kimler olduğu bilinsin içindir. Allah çok güçlüdür, üstündür; bundan hiç şüpheniz olmasın.” (Hadid; 57/25).

Demek ki dünyadan el etek çekmek bir yana, bilakis içine içine dalıp bir taraftan “hak ve adalet” istemeli, bunun için “kitabı” rehber almalı, insanlar arasında hassas teraziler (mizan) kurmalı; sadece adaletten yana taraf olmalı, ayırımcılık, kayırımcılık yapmamalı, adaletin “demir” yumruğunu sadece ve yalnızca zulme indirmeli, diğer taraftan da bunları yaparken oyuna, eğlenceye, süse, gösterişe, böbürlenmeye, güç ve zenginlik yarışına kendimizi kaptırmamalıyız. Güç (demir) elimize geçince şımarmamalı, geçmeyince de karalar bağlamamalıyız. Emvâl (mal, mülk) ve evlâd (adam, güç, çevre, şan, şöhret) hırsından arınmalı ve fakat adalet coşkusu ile dopdolu olmalıyız…

Hemen sonraki ayette de devrimci zahidliğin, miskin zahitliğe (ruhbanlık) dönüşmemesi için dikkat çekeliyor ve uyarılarda bulunuluyor;

“Sonra onların ardından öteki peygamberlerimizi gönderdik. Keza Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona İncil’i verdik ve ona uyanların kalplerinde bir şefkat, sevgi ve merhamet meydana getirdik. Rahipliğe gelince, onu onlar uydurdular. Biz onlara böyle bir şey emretmedik. Allah’ın rızasını aramak amacıyla böyle yaptılar, fakat gereğini de yerine getirmediler. Biz de içlerinden iman etmiş olanlara mükâfatlarını verdik, ama çoğu yoldan çıkmıştı.” (Hadid; 57/27).

Demek ki zühd ruhbanlık demek değil.

Zühd, ne olursa olsun bir yere gelmeyi (kariyerizm) ve içine girdiği (makam, mevki, mal, mülk) kabının biçimini almayı reddetmek demek. “Eline geçince şımarma, geçmeyince üzülme” denmesinin anlamı bu…

Bunun için Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali birer “devrimci zahid” idiler. Mal ve mülk önlerinde seriliydi, isteseler Karun gibi zenginleşmeleri içten bile değildi. Bilinçli bir ideolojik duruş ve asil bir tavırla bambaşka bir yol tuttular ve ne olursa olsun bir yere gelmeyi ve içine girdikleri kabın biçimini almayı (kariyerizmi ve konformizmi) reddettiler. Bunu anlamayanlar bu dinden hiçbir şey anlayamazlar ve “1400 yıl öncesine mi döneceğiz” der dururlar…

***

Lütfen okuyun;

Ebuzer’in bir sorusu üzerine Hz. Peygamber yukarıdaki Hadid suresindeki ayetler hakkında şöyle demiştir; “Dünyada zâhidlik, helâl olanı haram etmek veya malı ziyân etmekle olmaz. Gerçek zâhidlik, Allah’ın elinde olana, kendi elinde olandan daha çok güvenmendir. Zira şöyle buyurulmuştur: “Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir.” (Tirmizi, Zühd 29, (2341); İbnu Mâce, Zühd 1, (4100).

Hz. Âişe şöyle demiştir: “Resûlullah vefatından son*raya (miras olarak) ne para, ne pul, ne koyun ve ne de deve bırak*mıştır. Hiçbir vasiyette de bulunmamıştır.” (Buhârî, Fethu’l-Bârî, 5/356, 8/148)

Hz. Âişe Resûlullah’ı kastederek diyor ki: “Ah! Ba*bam ona feda olsun, bir defa dahi karnını buğday ekmeği ile doyur*madan bu dünyadan çekti gitti.” (Fethu’l-bârî, 9/549.)

el-Hakem b. Hazn’in hadisinde Hz. Âişe’den şöyle de*diği rivayet edilmiştir: “Allah’a yemin olsun ki, babam geriye ne bir dînâr ve ne de bir dirhem bırakmıştır…” (İbn Hanbel; Kitabu’z-Zühd)

Misver b. Mahreme’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. “Hz. Ömer bir mal getirmiş ve onu mescide koymuştu. (Bir gün) çıktı ve malı kontrol etmeye, ona bakmaya başladı. Bu arada gözle*ri doldu ve bunun üzerine Abdurrahman b. Avf: ‘Ey mü’minlerin emîri! Sizi ağlatan nedir? Allah’a yemin olsun ki, bu şükür beldelerinden(fethedilen memleketlerden) gelmiştir’ dedi. Hz. Ömer: ‘Bu var ya (bu), Allah’a yemin olsun ki, verildiği her toplumun arasına düşmanlık ve buğz girmiştir’ dedi.” (İbn Hanbel; Kitabu’z-Zühd).

Amr b. Habeşî’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ali b. Ebû Tâlib’in öldürülmesinden sonra, Hasan b. Ali bize bir hut*be irad etti ve ‘Öncekilerin kendisini ilmen geçtiği, sonrakilerin ise ona yetişemediği emin bir insan sizden ayrılmıştır. Şayet Allah’ın Resulü onu gönderir, kendisine sancağı verirse, gönderdiği yeri fethedinceye kadar geri çekilmeyen bir insandı. O geriye ne altın ve ne de gümüş bıraktı… Ehline hiz*met edecek hiç kimse de yoktu.’ dedi.” (İbn Hanbel; Kitabu’z-Zühd).

***

“Canım o zaman öyleydi, imkanlar azdı, fakru zaruret içindeydiler, ama şimdi öyle değil…” diyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Tam tersi; fırsat ellerine geçtiği halde bile isteye böyle yaşadılar. Çünkü eşya ile ilişkileri, varoluşsal duruşları farklıydı. Dünyanın tam içindeydiler evet, hatta üzerine üzerine yürüdüler ama ona bambaşka bir yerden bakıyorlardı. Dahası tam bir mü’min yüreğine ve imanına sahiptiler. Allah’a güvenleri muazzam, ahirete imanları derin, ölümle yüzleşmeleri korkusuzdu. Malla, mülkle kendilerini güvene ve garantiye alma derdine düşecek kadar “düşmüş” değildiler. Şu kapitalist çağın insanları ve hatta Müslümanları olarak onları anlamakta ne kadar da zorlanıyoruz, değil mi?

Demek ki zühd tespih çekmekle, zikir yapmakla, abdestsiz gezmemekle, sarıkla, cüppeyle, türbanla, kandil geceleriyle, gül yağıyla, hacılara su dağıtmakla, Kabe’nin örtüsünü değiştirmekle, kırk kez hacca gitmekle ilgili bir şey değil.

Eşya ile, mal ile kurduğun ontolojik ilişkiyle ilgili….

Eşyaya bağlanan, güveni malda gören özgür olabilir mi, bununla ilgili…

Ne olursa olsun bir yere gelme (kariyerizm) ve geldiği yerde içine girdiği kabın biçimini alma (konformizm) ile ilgili…

Kur’an’ı okuyun hangi sayfada olursa olsun boyuna bizi bundan kurtarmaya çalıştığını görürsünüz.

Müslümanların düştüğü yer burasıdır.

Kalkış da buradan olacaktır.

Recep İhsan Eliaçık
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla