Tekil Mesaj gösterimi
Alt 22. September 2008, 03:29 AM   #6
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.017
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Hukuk Kurallarının Koyucusu: İnsan İradesi
Yukarıda vurgulandığı şekliyle hukuk kurallarının, bir emir, yasak veya izin içerdiğini, bu kuralların konusunun bir insan davranışı olduğunu ve bunlara iznin yine insanlar tarafından verildiğini ifade ederek, bu bağlamda da hukuk kurallarının yaratıcısının bireysel irade olduğunun altını çizelim. Kısacası hukuk kuralları, insan iradesi tarafından yaratılan ve ortaya konulan olgulardır. Dolayısıyla insan iradesi tarafından konulmayan bir yaptırım da hukuk kuralı olamaz . Bu şu anlama gelir ki, bir irade tarafından, en azından bir insan iradesi tarafından konulmayan tabiî hukukun ilkeleri birer hukuk kuralı değildirler. Hukuk kuralı insan iradesinin bir ürünüdür; kural koyan irade yoksa kural da yoktur .

İnanç ve din boyutu
Dinler açısından irade, bir Tanrı gücüdür.
Origenes’in ünlü teslisi (üçleme) şöyledir: “İnsanda Akıl, Tin ve İrade olmak üzere üç Tanrısal öğe vardır ve insanın başlıca özelliği, özgür bir iradesinin bulunmasıdır
İnsanoğlunun varoluşundan günümüze dek, “kader” ve “irade” kavramları üzerinde düşünmeye ve fikir üretmeye başladığında, bireysel ve toplumsal boyutta kendine sorduğu ve yanıtlarını aradığı temel soruları genelde değişmemekte olup, bunlar:
• Bir Tanrının varlığına inanmamız gerekli midir?
• Tanrı var ise, kaderin belirlenmesi ve gerçekleşmesi yalnız onun tekelinde midir?
• Kadere, bireyin iradesinin etkisi var mıdır? Eğer varsa sınırları nedir? Birey, kendi kaderini değiştirme şansına veya becerisine sahip midir?
• Eğer her şey Tanrının iradesinin altında belirleniyor ve gerçekleşiyor ise, bireyin sorumluluğu söylemi anlamsız olmuyor mu?,
şeklinde sıralanmaktadır.
İnsanın varoluş öyküsüyle birlikte, akıl, sezgi ve şüphe silahlarını kullanarak yanıtlamaya çalışıp, çözüm arayışlarına girdiği yukarıdaki soruları, daha da çeşitlendirmek olasıdır. Bu soruların yanıtlarının dayandığı temel etmenler, kader ve iradenin, birey ve toplumlarca nasıl anlaşıldığı veya modellendiği ile ilgili olduğundan, önce din felsefesinin bu soruna yaklaşımına bakalım. Din felsefesinde bu sorunun çözümüne ilişkin üç farklı görüş genelde egemen olmuştur. Bu görüşlerden:
Birinci görüş, katı kaderci görüştür. Bu görüşe göre varolan her şey ile ilgili olup, bütün durumlar ve olaylar Tanrının takdirindedir. Olayların bireyin iradesine bağlı olmadan, Tanrı tarafından önceden değişmez bir şekilde belirlendiğine inanan bu katı görüşe göre, iyilik ve kötülük Tanrı’dandır. Bu görüşe göre insanın hiç bir özgürlüğü olmayıp kaderi karşısında boyun eğmeye mecburdur.
İkinci görüş, iradeci görüş olup, birinci görüşün neredeyse tam tersini öne sürmektedir. Bu görüşe göre, bireyin tam bir özgür iradeye sahip olup, bütün eylemlerinden sorumludur. Aksi halde bireyin yaptığı kötü işlerinde, Tanrının iradesi ve kulunu mecbur edişi söz konusu olur. Bu durumda Tanrı, zorla yaptırdığı kötü bir davranış ve eylemden dolayı kulunu sorgulayıp sonra da cezalandıran, ona zulmeden durumuna düşer ki, Tanrı, tanımı gereği böyle vasıflandırılamaz. Bu görüşe göre, bireyin karar verebilecek, eylemlerini seçebilecek irade gücüne ve akla sahip oluşundan dolayıdır ki, eylemlerinden bireysel olarak insanın kendisi sorumludur.
Üçüncü görüş, din felsefesinde savunulan son görüş olup, orta bir yol izlemekte ve yukarıdaki iki görüşten bir sentez oluşturmaktadır. Bu görüşe göre kader, Tanrının elinde kapsayıcı, bütün olan (irade-i külliye) ve bireyin elinde sınırlı olan (irade-i cüzziye), olmak üzere ikiye ayrılır. Birey kendi elinde olan sınırlı iradesiyle neyi ne kadar ve nasıl isterse; Tanrı da onu yaratır. Bu görüş, Tanrının meydana gelecekleri, bireyin seçimlerini, ezelden beri biliyor olmasının, bireyin iradesini kullanmasına mani olmadığını savunur. Bireyin bir durum karşısında seçim yapması, o olayın Tanrı tarafından ezelden beri bilinmemesinden değil, bireyin sınırlı iradesi ve kendi özgür seçiminden ileri geldiği, bu görüş tarafından savunulur.

Konuyu kader kavramı yönüyle biraz daha açmaya çalışırsak, bireylerde ortaya çıkan eylem ve hareketler iki türlüdür. Bunlar:
1. İsteğe Bağlı eylemler: Yapmak ve yapmamak bireyin elindedir. Birey, irade-i cüzziyesi ile bunu ister, Tanrı’da yaratır. O yüzden birey, kendi yaptığı işlerden sorumlu olur. Okumak, ders çalışmak, namaz kılmak, içki içmek... gibi. İnsan, kendisinde bulunan ve bir bütün olarak kabul edilen iradesini kullanarak bu hareketleri yapar ve bunları kendisi için iradi fiil haline getirir. Örneğin, bireyin önünde gece kulübüne, sinemaya, ibadet mekanına veya kütüphaneye gitmek veya gitmemek şeklinde tercihler bulunsa, insanın bunlardan birini tercih etmesi istense, bu taktirde insanda hem külli iradenin, hem cüz'i iradenin varlığı görülür. Söz konusu insan, bu mekanlardan birine gidip gitmeme noktasında külli, bunlardan birini tercih ettiğinde ise cüz'i iradesini kullanma halindedir.
Gerçekte insan yaşamı, sürekli bir tercihler zinciri şeklinde devam edip gitmektedir. İnsan kendisinde bulunan irade-i cüzziyesiyle Tanrı'nın emirlerine uygun veya ters tercihlerde bulunur. Tanrı da, bireyin tercihine uygun olarak o fiilleri yapma kudretini yaratır. O fiilleri isteyen ve yapan birey, eylem ve fiillerinden de sorumlu olur. Bu eylemlerinde kendisi tercih yaptığından, eylemlerinde mecbur değildir. Böylece bu yönüyle yapılan tercihler, hayat boyu bireyin uygulamaları ve yaşam tarzını oluşturur.
2. İsteğe Bağlı olmadan yapılan eylemler (refleks hareketler): İnsanların kendi iradesi ve isteği olmadan oluşan eylem ve hareketlerdir. İnsanın acıkması, hasta olması, unutması ve yanılması gibi hareket ve eylemler olup, bu olgular iradenin etki ve kapsama alanına girmeyen eylemlerdir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla