Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27. November 2011, 07:26 PM   #2
_mustafa_
Yeni Üye
 
Üyelik tarihi: Jun 2009
Mesajlar: 9
Tesekkür: 17
7 Mesajina 19 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
_mustafa_ will become famous soon enough_mustafa_ will become famous soon enough
Standart

Niçin yaşıyoruz, ne yapmalıyız, mutluluk nedir, mutlak mutluluk var mıdır, ve nasıl ulaşılır?
Kuran’ı okumakla başladım işe. Bilgiler duvardaki resimler gibiydi. Birini doğru kabul edip diğerlerini ona göre bir düzene koymalı ki, sonuç elde edilsin. O bilgi Kuran bilgisi olabilir miydi. Okuduktan sonra kanaatim olabileceği, ve hatta olması gerektiği şeklinde olmuştur.

Düşüncemde kıyaslar, doğayı incelemek gibi etmenler etkili olmuştur. İlk sorduğum bizi birşeyler yapmaya iten motivler nelerdir. Yeni doğmuş bir hayvanı düşündüm. Doğar doğmaz suya yönelişini. Suyu görmesi ve içindeki içgüdü birleştiğinde, içinde susama denen acı veren bir his oluşturuyor ve bunu yok etmek için suya yöneliş oluyor. Motivasyonu anamak için hisleri anlamalıyız. Hisleri guruplamak bize yardımcı olabilir. İlk bakışta hemen düşünülebileceği üzere hisler acı veren ve acının azalması şeklinde düşünülebilir. Dolayısı ile hisler 2 ana gurupta toplanabilir, acı veren ve acının azalması(mutluluk). Aynı bilgisayardaki 0 ve 1 lerle kodlanması gibi içgüdülerimizin de kodlanması sözkonusu olabilir. 0 hislerin yokluğunu, 1 ise varlığını gösterebilir. Buna zamanın etkisi de eklenebilir. Enerjinin varlığı ve yokluğu, ışığın varlığı yokluğu da kullanılabilir model olması açısından. Işığın varlığı aydınlık, yok olması karanlıktır. Durumu tepelerden oluşan bir oluşuma da benzetebiliriz. Tepeler acıyı simgeliyorsa biz en aşağı inmenin peşindeyiz. Duruma zamanın etkisi de önemlidir. Daha kısa sürede daha fazla iniş sağlayan aktivite daha fazla haz ve mutluluk verecektir.
Özetle insan diğer bütün canlılar gibi acıdan nefret eder. Acıdan kurtulmak bilinçsiz olarak içgüdülerimizle yaptığımız harekettir. Acı kaynakları, bunlar üzerine zamanın etkisi ve kurtulma yöntemleri bir sonraki düşünce konusu olabilir.
Burada ortaya çıkan kritik soru, diğer canlılar ve hayvanlar da aynı içgüdüsel yaklaşım ve acıdan kurtulmak için hareket ediyorsa, bizim diğer hayvanlardan farkımızın ne olduğu sorusudur. Buna bulduğum cevap şu ki, insanların sahip olduğu çok gelişmiş beyin ve neticesinde kazanabildikleri benlik ve seçme yetisi. Öyleki insanlar çift canlı gibidirler. İçlerinde bir hayvan taşırlar, o hayvan aracılığı ile hisseder ve hareket ederler, ancak o hayvanı yönlendirme yetisinde bi beyne de sahiptirler. Durum çok eski bir arabaya yeni ve çok güçlü motor takmak gibidir. Araba çok güçlü ama kontrolü zor ve tehlikelidir. Zayıf yanımız bu hayvan, yada nefsimizdir. Beynimiz, mantığımız, aklımızı hakim kılmak esas hedefimizdir. Çünkü bir hayvan doğanın bir parçasıdır. İnsan ise çok gelişmiş aklı ve irade kabiliyeti ile doğanın bir parçası değildir. Aklını içindeki hayvanın hizmetine verir ise hem kendi, hem de doğa için son derece zararlı ve yıkıcı sonuçlara gider. Bunun içindir ki aklımız vücudumuza hizmet etmemeli, vücudumuz aklımızın kontrolü ve belirlediği sınırlar içerisinde kalmalıdır. Vücudumuz bir at arabası gibi ise dizginleri elimizde ve sağlam olmalıdır. Kontrol kaybı felaketlerle sonuçlanacaktır.
Sonsozlukta ve acıdan tamamen kurtulma hedefinde Kuran’ı rehber edinmek doğru mu? Kuran’ı okudum . Her hangi bir insanın ve veya toplulukarın bir araya gelerek benzerini oluşturamıyacağına inanıyorum. Bu yüzden kanaatimce bir mucizedir, tek başına yeterlidir. Öte yandan milyonlarca yıldır yaşamış insanları düşünelim. Sınırsız ve yasaksız yaşamış biri de topraktır, inanmış biri de. 15 sene çocukluk 40 yaşından sonra yaşlılık. Zamanın etkisini düşündüğüğümüzde, o da toprak, öteki de toprak. Eğer 25 sene ise bu kainattaki varlığımız yaşasak ne olur, yaşamasak ne olur. Kuran varken, böyle sağlam bir olasılık ve mucize varken sonsuzluğu denemeye değmez mi?, bence değer.
İnanmak, sevmek ve korkmak, lafta kalmaması için neler yapılmalı? Sevmek, inanmak ispat ister. Bunların ispatı ise fedakarlık, vazgeçme ve saygı gösterme ile olur. Bunları yapmadan inandığını düşünen biri ancak kendini kandırmış olur. Kuran açısından vazgeçmek, Sınırları Kuran ile belirlenmiş hareket tarzı içinde kalmaktır.
Peki sınırlar nelerdir?
Kuran eksiksizdir. Kuran bütün bilgilerin üstünde ve kavrayıcıdır. Asla değiştirilemez ve asırlara hükmeder. Kuran asırlara hükmetme yetisini zaman içerisinde değişime uğrayabilecek detay verileri vermeyerek kazanır. Bu dağın tepesi gibidir. Üstteki bilgiler alttaki bütün bilgileri kapsar ancak detaya indimi cevaplar başka kaynaklara gitmeyi gerektirir. Kuran eksiksizdir ancak detay göstermez. Doğru resmi verir ancak resim fludur.
Peki Kuranın verdiği bu resmi netleştirmek için ne yapabiliriz? Sünni mezhebine inanan müslümanlar bu resmin hadisler ve rivayetlerle netleştirilebiliceğine inanırlar. Şii mezhebine inanan müslümanlar yanlış anlamadıysam, ehlibeyt soyundan imamların da katkısına inanırlar. Farklı başka görüşler de olabilir. Benim görüşüm ise şöyle: Resmin netleşmesinde kullanmamız gereken iki ana unsur akıl ve bilimdir. Bu sayede detay bilgiler sabit kalmaz. Deneme yanılmaya tabiidir, doğruluğu kesin değildir ancak kuranın kesin yasakladığı sınırların içerisinde hangi yöntem toplumu daha başarılı bir şekide tutuyorsa o yöntem kabul edilir. Akıl ve bilim yolu ile daha iyi bir yöntem bulunduğunda yeni yöntem çağımız için gerekli olan detay bilgidir, ki bizi ulaşmamız gereken sonuçlara ulaştırır. Özetle benim tespitime göre izlenmesi gereken yol, Kuranı çok iyi tahlil etmeli sınırları Kuran ile belirlemeliyiz. Daha sonra bizleri bu sınırlar içerisinde tutacak yöntemleri akıl ve bilim yolu ile tespit etmeli, sürekli gelişen kendini yenileyen bir sistem oturtmalıyız. Kuranın istediği sonuçlara ve neticesinde müslümanların ve İslam’ın dünyada var olması gereken konuma gelmesinin yolunun bu olablieceğine inanıyorum.
_mustafa_ isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
_mustafa_ Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
dost1 (27. November 2011), pramid (28. November 2011), yeşil (28. November 2011)