hanifler.com Kuran odaklı dindarlık

hanifler.com Kuran odaklı dindarlık (http://www.hanifler.com/index.php)
-   Hurafeler (http://www.hanifler.com/forumdisplay.php?f=37)
-   -   Allah az; rivayetçiler çok biliyor. (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2834)

galipyetkin 16. July 2012 08:38 PM

Allah az; rivayetçiler çok biliyor.
 
ÇOK İYİ ANLADIM ; ALLAH AZ , RİVAYETÇİLER ÇOK BİLİYOR


De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir. HUCURÂT - 16


Çok iyi anladık ki Kuranın 100 katı hatta 1000 katını açıklıyor bu madrabazlar:

Bir bakalım...

- Haz. İbrahim'in ateşe atıldığını söylüyor Allah (ateşe serin ol dedik diyor) sadece . Ama bakın Allah'ın anlatmadığını sanki o an orada imiş ve Hatta Cebrail'i bile görüp Haz. İbrahim'e ne dediğini dahi bilip söylüyorlar. Ateşin suya ateşin içindeki odunların da balığa döndüğünü görüp anlatıyorlar. Allah diyemez miydi : Ben O ateşi suya sonrada ateşin içindeki odunları balığa çevirip İbrahim'i kurtardım diye. Yalnız nedense bazı rivayetçiler ateşin suya dönüştüğünü görürken diğer rivayetçiler aslında ateşin gül bahçesine döndüğünü görüyorlar. Hatta ateşin içinde peygamberin bir hafta kaldığını sonra ateş söndükten sonra çıktığını görenler var. (Süphan Allah)


- Allah Haz İbrahim'in oğlunu rüyasında boğazlarken gördüğünü anlatıyor Kuran'da. Ama Rivayetçiler Haz. İbrahim oğlunu KURBAN EDERKEN gördü diyorlar sonrada ertesi günü oğlunu kurban etmeye götürdü hatta bıçağını kayaya bir sürttü (şakk) diye ses gelip kayanın ikiye bölündüğünü görüyorlar ve bıçağın İsmail'in boğazını kesmediğini görüyorlar. Hatta gökten bir koç geldiğini bile görüyorlar. Haz. İbrahim'in yanında kimse yokken oğlundan başka, nasıl oluyor da rivayetçiler bu sahneyi görüyor bilmiyoruz da olsun Allah'ın anlatmadığını anlatıyorlar ya. Din onların dini. O madrabazlar "Allah'ın dinini O'na öğretmeye çalışıyorlar. (Süphan Allah)

Ama Allah'ın "bir masumu öldürmek bütün insanlığı öldürmekle eşdeğerdir" diye EMİR ve HÜKÜMÜNe rağmen Haz. İbrahim!in nasıl olur da oğlunu kurban etmeye götürdüğünü düşünüp akıl edemiyorlar. Olsun anlatıyorlar ya.
- Son Nebi'nin Aişe annemiz ile kaç yaşında evlendiğini Allah anlatmıyor ama rivayetçiler biliyor. 6 yaşındaki Ayşe ile evlenip sonrada 9 yaşında onunla gerdeğe girdiğini bilip anlatıyorlar ya. Sanırız Haz. Muhammed Nebi'miz Aişe annemizle 9 yaşına geldiğinde onunla yattı ya. Ya Muhammed ertesi günü gelip camide (işlem tamam) diye hutbe verdi ve herkese duyurdu; ya da o dönemde gizli kamera yerleştirdiler yatak odasına peygamberimizin. Olsun bilip anlatıyorlar ya. (edepsizler)

- Allah Kuranda diyor ki :

"Muhammed kıyametin zamanını sanki sen biliyormuşsun gibi sana kıyameti soruyorlar oysa Onun bilgisi yalnız Allah katındadır."

"Kıyamet size ansızın gelecektir." Olur mu rivayetçiler daha iyi biliyor; Kuran ayetlerine rağmen.

Hz. Muhammed hemen dışarı çıkıp yazın diyor - haşa- "Kıyamet bir anda kopmayacak ve alametleri olacak. Mehdi gelecek ve deccal de gelecek sonra şöyle şöyle olacak" diye uzun uzun anlatıp bilgilendiriyor.

Allah bize kıyamet alameti olmayacak o size ansızın gelecek dediği halde bu bizimkiler, bizi bolca bilgilendiriyor, Kuran ayetlerine rağmen.

- Kuranda bir çok ayet var Son nebiye MUCİZE verilmediğine dair ve onlara mucize verilmemesinin sebebi de onların daha evvel mucizeleri inkar etmesi sebebi iledir diyor. Olur mu Allah'ım bakar mısın işte piyasada kitaplar var rivayetçilerin hatta ismi de şu "Kainatın efendisi ve 1000 mucizesi"... Odunlar konuşmuş, ağaçlar yürümüş, orduyu elindeki su ile içirmişte, o su bitmezmiş, Ay bile ikiye bölünmüş de biri sol tarafa biri sağ tarafa gitmiş. (Subhanallah)

- ……………. Arkadaşlar burayı boş bıraktık o kadar yazacak şeyimiz var ki. Artık Allah'a değil Rivayetçilere inanmaya başlayacağız neredeyse. Baksana Allah DETAY'ı ile hiç anlatmıyor ama rivayetçiler her dakika ve saniyesini anlatıyor. (Subhanallah) -metafizik19-

“İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.”(Maide, 5/3)

Dini, "dinin sahibi Allah'tan" fazla RİVAYETÇİLER biliyor ve açıklıyor.

Kur'an Üzerine Yazılar Sitesinden
*************************

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

nacikocak 2. September 2012 07:11 PM

[QUOTE=galipyetkin;11837]ÇOK İYİ ANLADIM ; ALLAH AZ , RİVAYETÇİLER ÇOK BİLİYOR


De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir. HUCURÂT - 16


Çok iyi anladık ki Kuranın 100 katı hatta 1000 katını açıklıyor bu madrabazlar:

Bi bakalım...

- Hz. ibrahimin ateşe atıldığını söylüyor Allah (ateşe serin ol dedik) diyor sadece . Ama bakın Allahın anlatmadığını sanki o an orda imiş ve Hatta Cebraili bile görüp hz. İbrahime ne dediğini dahi bilip söylüyorlar. Ateşin suya ateşin içindeki odunlarında balık olduğunu görüp anlatıyorlar. Allah diyemezmiydi : Ben O ateşi suya sonrada ateşin içindeki odunları balığa çevirip İbrahimi kurtardım diye. Yalnız nedense bazı rivayetçiler ateşin suya dönüştüğünü görürken diğer rivayetçiler aslında ateşin gül bahçesine döndüğünü görüyorlar. Hatta ateşin içinde peygamberin bir hafta kaldığını sonra ateş söndükten sonra çıktığını görenler var. (Subhanallah)


- Allah hz ibrahimin oğlunu rüyasında boğazlarken gördüğünü anlatıyor Kuranda. Ama Rivayetçiler Hz. İbrahim oğlunu KURBAN EDERKEN gördü diyorlar sonrada ertesi günü oğlunu kurban etmeye götürdü hatta bıçağını kayaya bir sürttü (şakk) diye ses gelip kayanın ikiye bölündüğünü görüyorlar ve bıçağın İsmailin boğazını kesmediğini görüyorlar. Hatta gökten bir koç geldiğini bile görüyorlar. Hz. İbrahmin yanında kimse yokken oğlundan başka nasıl oluyorda rivayetçiler bu sahneyi görüyor bilmiyoruz da olsun Allahın anlatmadığını anlatıyorlar ya. Din onların dini. O madrabazlar "Allahın dinini Ona öğretmeye çalışıyorlar. (Subhanallah)

Ama Allahın "bir masumu öldürmek bütün insanlığı öldürmekle eşdeğerdir" diye EMİR ve HÜKMÜNe rağmen Hz. İbrahimin nasıl olurda oğlunu kurban etmeye götürdüğünü düşünüp akledemiyorlar. Olsun anlatıyorlar ya.
- Son Nebi'nin Aişe annnemiz ile kaç yaşında evlendiğini Allah anlatmıyor ama rivayetçiler biliyor. 6 yaşındaki Ayşe ile evlenip sonrada 9 yaşında onunla gerdeğe girdiğini bilip anlatıyorlar ya. Sanırız Hz. Muhammed Nebimiz Aişe annemizle 9 yaşına geldiğinde onunla yattı ya. ya; Muhammed ertesi günü gelip camide (işlem tamam) diye hutbe verdi ve herkese duyurdu ya ; o dönemde gizli kamera yerleştirdiler yatak odasına peygamberimizin. Olsun bilip anlatıyorlar ya. (edepsizler)

- Allah Kuranda diyorki :

"Muhammed kıyametin zamanını sanki sen biliyormuşsun gibi sana kıyameti soruyorlar oysa Onun bilgisi yalnız Allah katındadır."

"Kıyamet size ansızın gelecektir." Olur mu rivayetçiler daha iyi biliyor; Kuran ayetlerine rağmen.

Hz. Muhammed hemen dışarı çıkıp yazın diyor - haşa- "Kıyamet bir anda kopmıyacak ve alametleri olacak. mehdi gelecek ve deccalde gelecek sonra şöyle şöyle olacak" diye uzun uzun anlatıp bilgilendiriyor.

Allah bize kıyamet alameti olmayacak o size ansızın gelecek dediği halde raviler, bizi bolca bilgilendiriyor, Kuran ayetlerine rağmen.

- Kuranda bir çok ayet var Son nebiye MUCİZE verilmediğine dair ve onlara mucize verilmemesinin sebebi de onların daha evvel mucizeleri inkar etmesi sebebi iledir diyor. Olur mu Allahım bakarmısın işte piyasada kitaplar var rivayetçilerin hatta ismide şu "Kainatın efendisi ve 1000 mucizesi"... Odunlar konuşmuş, ağaçlar yürümüş, orduyu elindeki su ile içirmişte, o su bitmezmiş, Ay bile ikiye bölünmüşte biri sol tarafa biri sağ tarafa gitmiş. (Subhanallah)

- ……………. Arkadaşlar burayı boş bıraktık o kadar yazacak şeyimiz varki. Artık Allaha değil Rivayetçilere inanmaya başlayacağız neredeyse. Baksana Allah DETAY'ı ile hiç anlatmıyor ama rivayetçiler her dakika ve saniyesini anlatıyor. (Subhanallah) -metafizik19-

“İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.”(Maide, 5/3)

Dini, "dinin sahibi Allah'tan" fazla RİVAYETÇİLER biliyor ve açıklıyor.

Kur'an Üzerine Yazılar Sitesinden
*************************

Saygılarımla.
Galip Yetkin.[/QUOTE]

arkadaşım resmen haddi aşmışsın

peygamberlere herşey vahiy yoluyla gelmedi ve öğretilmedi vahiy allah'u tealanın cebrail a.s ile rüya ile ve ilham yolu ile peygamberlere söylediği sözlerdir vahiylerde bulunmayan konuları ise peygamberlere cebrail a.s anlatmış ve öğretmiştir birçok peygamber cebrail a.s ile sık sık sohbet etmiştir peygamberlerin sözleri hadis yaptıkları ise sünnettir peygamberler kendilerine gelen vahiyleri cebrail a.s dan öğrendiklerini ve yaşadıkları olayları yakınlarına anlatmış ve duyan herkes yakınlarına anlatmış allah'ın dini bu şekilde yayılmıştır yani hz ibrahimin hz ismaili kurban etmeye çalıştığında yaşadıklarını bilmek için yanında olmak gerekmiyor rivayet edilene yani hz ibrahim ve hz ismail'den bize kadar rivayet edilene inanmak yeterli insanın kurban edilmesine gelince bir insan öldürmek bütün insanları öldürmek kadar günah evet bunu anlamışsın ancak bunun allah'ın emri olduğu için günah olduğunu ve allah'u tealanın hz ibrahime verdiği sözü tutmasını en sevdiğini yani oğlunu kurban etmesini emrettiğini ve bu allah'ın emri olduğu için bu sefer öldürmemesinin günah olduğunu anlamamışsın

peygamber efendimiz ile hz aişe'nin evliliğine gelince elbette ozamanda senin gibi düşünüp peygamber efendimize evlendiği hanımın yaşının küçük olduğunu söyleyenler olmuş ve peygamber efendimiz adabı ile durumu anlatmış olabilir bu bir ihtimal ayrıca allah'u teala peygamberlere ayrıcalıklar tanımış ve peygamber efendimize tanıdığı ayrıcalıklar arasında ise evlilik vardır bu kuran'ı kerimdede geçmektedir allah dilese peygamber efendimize yeni doğmuş bebeği bile helal kılardı bunuda ne senin nede başkasının eleştirme hakkı yoktur hüküm allah'ındır o neyi emrederse doğru olan odur

kıyamet gününe gelince allah o günün ansızın geleceğini söylemiş ancak o güne kadar hiçbirşey yaşanmayacak dememiştir yine allah'u teala kuran'ı kerimde bazı ayetlerle bize ve kuran'ı kerimde yer almayan özel olarak peygamber efendimize gayb'tan birçok haber vermiştir kuran'ı kerimde rumların bir savaşı kazanacağının bildirilmesi buna bir örnektir ve yine israiloğullarının kıyamete kadar yeryüzünde bozgunculuk yapacağının bildirilmeside bir örnektir buradan anlayabilirizki israiloğulları kıyamete kadar varolacaklar

mucize konusuna gelince iki türlü mucize vardır biri peygamberlik delili olarak peygamberlerin her istedikleri zaman yapabildikleri mucizeler bunlar hz musa'nın asasını yılana çevirmesi elini koynuna soktuğunda parlaması hz isa'nın çamurdan yaptığı kuşalara üfleyerek canlandırması hastaları ilaç kullanmadan anında iyileştirmesi hz süleyman'ın bütün hayvanların dilini konuşması rüzgarı yönlendirmesi gibi mucizelerdir diğeri ise allah'u tealanın onlara bir defa verdiği mucizelerdir hz musanın denizi yarması hz ibrahimin ateşten kurtulması ve birçok peygamberin kavmi helak edilirken yaşadıkları mucizelerdir ve kuran'ı kerimde bahsedilen peygamber efendimize verilmeyen mucize her istediğinde yapabileceği peygamberlik mucizesidir oysa peygamber efendimizin kuran'ı kerimde ayetlerle sabit miraç mucizesi vardır ve doğumunda gerçekleşen kabedeki putların yıkılması mecusi ateşinin sönmesi gibi olaylarda birer mucizedir

galipyetkin 2. September 2012 07:25 PM

Sayın naci kocak.

Bilgilendirmeleriniz için teşekkür ve saygılar.

Hürmetlerimle.
Galip Yetkin.

pramid 3. September 2012 01:50 PM

[QUOTE]birçok peygamber cebrail a.s ile sık sık sohbet etmiştir[/QUOTE]

GETİRİN KURANDAN DELİLİNİZİ ...

YOKSA ALLAH HAKKINDA BİLMEDİĞİNİZ ŞEYLERİ Mİ SÖYLÜYORSUNUZ.

BEN SİZİN ŞAHSEN VAHY TANRINIZI RED EDİYORUM.

SİZİN ERBAB EDİNDİKLERİNİZİ RED EDİYORUM.

MELEKLERİ VE NEBİLERİ ERBAB EDİNMEYİN.()bkn: Aliİmran 79-80)

BU YAZI İLE DE HADDİMİ AŞMAKLA GURUR DUYUYORUM. SİZİN TAĞUTLARINIZI YANİ HADDİNİZİ AŞTIKLARINIZI DA RED EDİYORUM.

Miralay 3. September 2012 02:22 PM

Naci Koçak kardeşim
Öncelikle selam eder,saygılarımı sunarım.

Cenab-ı Allah gaybı sadece kendisinin bildiğini Kur'anda bildirirken;Kur'anda bize lazım olacak herşeyin varolduğunu bize derken;
Nasıl oluyor da, Allah'ın dunundaki varlıkların da gaybı bilebileceğini iddia edebiliyorsunuz.

Eğer örneğinizdeki gibi kıyamet alametlerini elçisine bildirmişse,mutlaka Kur'anda yazması gerekmez miydi?
Zira Kıyamet gibi çok ciddi bir olayın bizlere lazım olmayacağını kimse söyleyemez.

Elçiye bu tür şeyleri layık görenlerin ahvali ortada. Önce elçiye bu hakkı verirler,daha sonra da bir takım evliya dedikleri kerameti kendilerinden menkul zevata...

Saygılarımla

nacikocak 3. September 2012 03:29 PM

[QUOTE=pramid;12320]GETİRİN KURANDAN DELİLİNİZİ ...

YOKSA ALLAH HAKKINDA BİLMEDİĞİNİZ ŞEYLERİ Mİ SÖYLÜYORSUNUZ.

BEN SİZİN ŞAHSEN VAHY TANRINIZI RED EDİYORUM.

SİZİN ERBAB EDİNDİKLERİNİZİ RED EDİYORUM.

MELEKLERİ VE NEBİLERİ ERBAB EDİNMEYİN.()bkn: Aliİmran 79-80)

BU YAZI İLE DE HADDİMİ AŞMAKLA GURUR DUYUYORUM. SİZİN TAĞUTLARINIZI YANİ HADDİNİZİ AŞTIKLARINIZI DA RED EDİYORUM.[/QUOTE]


sana tavsiyem önce ölmemenin yolunu bul sonra reddet ancak bulamayacaksın ozaman aşağıdaki sözümü hatırla ve düşün birdaha düşün ve ömrünün sonuna kadar düşün belki kurtuluşa erersin

düşünki nasıl ölüm senin inanmana veya reddetmene bağlı değil nekadar reddetsende öleceksin işte allah'ın bütün tehditleri aynen sen reddetsende seni bulacak cehennemde ölüm kadar gerçek ve tövbe etmezsen orada bağıra bağıra yanacaksın öyle iken inanmamanın ödülü ney nekadar büyük bir ödül için inanmaktan vazgeçiyorsun yoksa gerçekten herkes ölecekte dünya sanamı kalacak peki dünyanın allah'tan başka sahibimi var peygamber göndermedi kitap göndermedi sadece sanamı söz verdi

nacikocak 3. September 2012 03:54 PM

[QUOTE=Miralay;12322]Naci Koçak kardeşim
Öncelikle selam eder,saygılarımı sunarım.

Cenab-ı Allah gaybı sadece kendisinin bildiğini Kur'anda bildirirken;Kur'anda bize lazım olacak herşeyin varolduğunu bize derken;
Nasıl oluyor da, Allah'ın dunundaki varlıkların da gaybı bilebileceğini iddia edebiliyorsunuz.

Eğer örneğinizdeki gibi kıyamet alametlerini elçisine bildirmişse,mutlaka Kur'anda yazması gerekmez miydi?
Zira Kıyamet gibi çok ciddi bir olayın bizlere lazım olmayacağını kimse söyleyemez.

Elçiye bu tür şeyleri layık görenlerin ahvali ortada. Önce elçiye bu hakkı verirler,daha sonra da bir takım evliya dedikleri kerameti kendilerinden menkul zevata...

Saygılarımla[/QUOTE]

kardeşim yazdıklarımı yanlış anlamışsın evet gaybı yalnızca allah bilir bu ayetlerle sabit fakat allah bazen insanlara gaybtan haber verir insanlar gaybı bilir derken allah'ın bildirdiğini söyledim kuran'ı kerimde rumların savaş kazanacağını bildirmiştir bu gaybtan bir haberdir bu ayeti bilen herkes gaybtan bir haber biliyor demektir ayrıca rüyaların bazılarıda gaybtan haberdir ve bunu bize gaybı bilen allah gösterir bunun en güzel delili hz yusuf'un allah'ın izni ile zindandaki adamın rüyasını tabir ederek gaybtan haber vermesidir ancak yine tekrarlıyorum bunların hepsi allah'ın izni ile olmakta

kıyamet alametlerine gelince peygamber efendimiz miraç gecesi allah'u teala ile görüştü ve bu görüşmenin ayrıntılarıda kuran'ı kerimde yok buradan anlarızki allah'u teala peygamber efendimize herşeyi ayet şeklinde bildirmemiştir sünnetler gibi birçok konu ya ilham yoluyla yada cebrail a.s tarafından peygamber efendimize öğretilmiştir bir arkadaş bu sözlerime karşılık göster kuran'dan delil demiş hadislerin hiçbiri kuran'ı kerimde yok ozaman hepsi haşa yalanmı allah'ın elçisi yalanmı söylemiş

pramid 4. September 2012 05:09 AM

[QUOTE]düşün belki kurtuluşa erersin[/QUOTE]

Sayın naci bey, sadece bu sözünüze katılıyorum; düşünmek, evet zor ve tehlikelidir.

Sizin uyduklarınız sizin dininizin gereği,
Benim uyduğum benim dinim gereği,
Sen benim uyduğuma uyacak değilsin,
Bizde senin uyduklarına uyacak değiliz,
Sizin uyduklarınız size, bizim uyduğumuz bize,

Bizler kendini samet olarak anlatan "o"'ya uyduk.

Dinin erbabı bildiklerinizi red ediyorum. Allahdan başka dinin erbabı edinmeyin. Bizler Muhammed'e inzal edilene uyduk, O inzal içindeki İbrahim ve beraberindekilerin güzel örneklerini son nebi de dahil aldık. Biz müşriklerden uzağız

Miralay 4. September 2012 09:32 AM

Selam Naci kardeşim

Hadis savunucuların en büyük tepjisi,"Allah resulü yalan mı söylemiş" olur.

Hadislerin %100'ü doğrudur diye bir kaide yoktur. Adı üstünde kulaktan kulağa rivayetler zinciridir. Bu zincirin bir halkası zayıf olsa o hadis güme gider.
Sahih olarak bilinen kütübü sitte de bile birbiriyle çelişen pekçok hadis vardır.

Hadis olarak bildiğimiz metinlerin Allah'ın elçisinin gerçekten söylediğine bile, emin olamıyoruz. Keşke o zamanlara ait ses ve kamera kayıtları olsaydı.

Hal böyleyken Kur'anda defaten "Bu Kur'an dururken hangi hadislere inanıyorsunuz" mealinde ayetler mevcuttur.

Miraç olayına katılmıyorum. Zira vahyin inişini Kur'anda yerden göğe değil, gökten yere gerçekleştiğini rabbimiz bildiriyor.

Göğe çıkma yok yani. Olsaydı Kur'anda geçerdi.
Rabbimiz bize lazım olacak herşeyi Kur'anda tam ve eksiksiz bildirdiğini buyurıyor bizlere.
Başka kaynağa gerek yok değil mi?

Vesselam

nacikocak 4. September 2012 10:04 AM

[QUOTE=pramid;12327]Sayın naci bey, sadece bu sözünüze katılıyorum; düşünmek, evet zor ve tehlikelidir.

Sizin uyduklarınız sizin dininizin gereği,
Benim uyduğum benim dinim gereği,
Sen benim uyduğuma uyacak değilsin,
Bizde senin uyduklarına uyacak değiliz,
Sizin uyduklarınız size, bizim uyduğumuz bize,

Bizler kendini samet olarak anlatan "o"'ya uyduk.

Dinin erbabı bildiklerinizi red ediyorum. Allahdan başka dinin erbabı edinmeyin. Bizler Muhammed'e inzal edilene uyduk, O inzal içindeki İbrahim ve beraberindekilerin güzel örneklerini son nebi de dahil aldık. Biz müşriklerden uzağız[/QUOTE]

arkadaşım vahy tarısını reddediyorum demişsin tanrı nedir vahyi kim gönderir sen neyi reddediyorsun

tanrı biz müslümanların değil diğer dinlere inananların kullandığı kelimedir fakat yinede o dinler hükmü kaldırılmış ve değiştirilmiş olsada kuran'ı kerimdede geçtiği gibi kitap ehli yani allah inancı olan dinlerdir ve tanrı diye hernekadar kötü bir hitap şekli olsada allah'ı kastederek bahsederler tanrı ismini değilde tanrıyı reddediyorum demek allah'ı reddetmek anlamına gelir

vahy allah'ın peygamberlere insanları doğru yola iletmek için gönderdiği hükümlerdir vahyi yalnızca allah gönderir vahyi göndereni reddetmek yine allah'ı reddetmektir


dinin erbabı kimlerdir dinin sahibi ve erbabı allahtır ondan sonra ise dini allah'tan öğrenip peygamberlere ileten melekler dini meleklerin vasıtası ile allah'tan öğrenen peygamberler dini direk peygamberlerden öğrenen peygamberleri şahsen görüp dinleyen sahabeler dini sahabelerden öğrenen alimler ve dini kendilerinden önceki alimlerden öğrenen alimlerdir ve dinin erbabı alimlerden öğrendiği dini allah'ın rızası için kendimizden az bilenlere ve hiç bilmeyenlere anlatan biz müminleriz din hakkında tek birşey bilen hiç bilmeyene göre dinin erbabıdır dini değiştirmeye çalışanı yalan yanlış uyduranları değilde dinin erbabını reddetmek dini dolayısıyla allah'ın emirlerini reddetmektir

şimdi bana senin uyduk dediğin samet olan allah'ın "oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi sizede farz kılındı" diye emrettiği oruç ibdetinin nasıl tutulacağını senin dinin erbabı diye reddettiğin dini bize ulaştıran alimleri ve onların yazdıklarını söylediklerini kaynak göstermeden anlat ve kendi kaynağını göster senin reddettiğin dinin erbaplarını bende reddediyim ancak yapamazsın çünkü din ile ilgili herşey kuran'ı kerimde yok çoğunu hadis ve sünnetlerden öğrenmek zorundayız peygamber efendimiz görevini tamamlayıp allah'ın rahmetine kavuştuğu ve bizim kuran'ı kerimde bulunmayan ilah'i emirleri kendisinden öğrenemeyeceğimiz ve bize vahiyde gelmeyeceği için biz takvaca bizden üstün dinin erbabı olanlardan öğrenmek ve öğretmek zorundayız

pramid 4. September 2012 10:20 AM

[QUOTE]arkadaşım vahy tarısını reddediyorum demişsin tanrı nedir vahyi kim gönderir sen neyi reddediyorsun[/QUOTE]

Vahyi Allah kalbe ilga eder. Cebrail sizin düşündüğünüz gibi bir yaratık değildir.

Bakın müşrikler ne dermiş?

فَلَوْلَا أُلْقِيَ عَلَيْهِ أَسْوِرَةٌ مِّن ذَهَبٍ أَوْ جَاء مَعَهُ الْمَلَائِكَةُ مُقْتَرِنِينَ"Sonra, neden ona hiç altın bilezikler verilmemiş ve [B]neden onunla birlikte bir melek gelmiş değil[/B]?"ZUHRÛF - 53 Muhammed Esed Meali

umarım aşağıya yapıştırdığım yazıyı kurandan teyid edersin.

[COLOR="Red"][B]
NEBİLER DİNİN ERBABI MIDIR? [/B][/COLOR]

Din, insan topluluklarının birbirleri arasındaki ilişkileri düzenlemek için vardır. Çölde,Dağlarda tek başına yaşayan beşer için, sosyal bir sorun çıkmayacağı için, dini kurallara/adalete de yoktur. Dini kurallara, iki ve daha fazla beşerin, toplum da talep edilen adalet, ticari ve sosyal ilişkilerin düzenlenmesi için ihtiyaç duyulur. Devlet yapılanmasının ana temeli, birbirine muhtaç beşerlerin, toplum oluşturmak yani “nas” olabilmek için ihtiyaç duyulan ilişki kurallarının belirlenmesidir. Ademleşme sürecinde bu kuralları, insan belirlemektedir. Eğer İnsanlar bu kurallardan adalet üretemiyorlarsa, yaratıcı, Kitaplar aracılığıyla, Toplum için kuralları insan üzerine yazar/k-t-b. Yaratıcı, bu inzal ettiği yasaları, insanlar arasında adalet kaybolduğu ve zulüm had safhaya çıktığı ortamlarda, Nebiler aracılığı ile hükümleri bizlere iletir. Öncelikli olarak Hükümlerin konmasında insanlar arası adaletin sağlanması tercih edilmiştir.


NAHL 90: Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.


NİSA 58: Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.


Kitap ile gelen hükümler, bizleri MİSAK ile bağlamaktadır. Gelen ayetli işitip, o ayetlere itaat etmek için verilmiş söz, bizleri sorumlu tutmaktadır.


MAİDE 7: Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve “işittik, itaat ettik” dediğinizde ona verdiğiniz ve sizi kendisiyle bağladığı MİSAK(sağlam sözü) hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.


Kitap inzal edilirken fazla soru sorulmamasının istenmesi bu sebepten dolayı olsa gerek.


MAİDE 101: Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde, sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Hâlbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah, çok bağışlayandır, halîmdir.


Allah, beşerin adamlaşma/ademleşme sürecini, insanın emrine verilen (secde eden), içindeki melekeler ile sağlamasını istemiştir. Lakin insan melekelerinden iblis, buna karşı çıkıp, Ademleri saptırmış ve saptırmaktadır. Bu dürtü insanın yıkılmayacak bir mülke sahip olmasını emreden dürtüdür. Yıkılmayacak bir mülkte kendisi ile eşit insanların haklarına tecavüz ederek, sivrilme ile olacaktır. Bu sivrilme adaletsiz bir uygulama ile olacaktır. Bu sivrilme sonucunda, Para baronları, diktatörler, krallar, din adına yetkin olduğunu iddia eden, kuranın da Kitap yüklü eşekler olarak tarif ettiği din tacirleri ortaya çıkaracaktır.

İnsanlar arasında adaletsizce sivrilerek çıkan bu tip melik tipleri adaleti istemezler. (Her ne kadar adalet nidaları atsalar bile.) Adaleti kendileri için tehlikeli gören Melikler/yöneticiler, Tanrı buyruklarından hoşnut olmayınca, Tanrı buyruğu yerine geçecek uygulamalarda bulunurlar. Bu uygulamaları da Şeytanca bir şekilde yaparlar. "Allah ile aldatarak"


Bu aldatma, kendi uydurdukları hükümleri, Allah yasaları gibi göstermek ve din adına nebiye uydurma hadisler atfederek olacaktır. Bu olay peş peşe Ali İmran Suresi 78,79 ve 80. ayetlerde dile getirilir.


Ayetler Şöyle der:
Ali İmran 78 Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar.

Bir diğer aldatma şeklide nebi adına söz söylemektir. Nebilerin görevi sadece haber vermektir. Arapça "nebi" demek zaten “haber veren” demektir. Nebilerin görevleri; Tanrı Buyruklarını insanlara duyurmaktır.

Din adına, kitabı tek başlarına ayetsiz açıklamak ve din adına söz söyleme görevleri yoktur. Sadece Elçilik ettikleri ayetleri/kitabı insanlar duyurmak/b-l-ğ-tebliğ görevleri vardır. Bu ayetler ile insanları müjde ve korkutma ile uyarırlar.
Ali İmran 79 Allah bir insana Kitab'ı, hükmü ve nebilik verdikten sonra onun insanlara: "Allah'ı bırakıp da bana kul olun/ bana uyun" demesi sözkonusu olamaz. Ancak o: "Öğrettiğiniz Kitap gereğince ve kendiniz de incelediğiniz üzere gönülden Rabbe kullar olun" der.
Ali İmran 80 Size melekleri, nebileri ERBAB / Rabler olarak benimsemenizi emretmesi de yaraşmaz. Siz müslüman olduktan sonra, size inkar etmeyi mi emredecek?
Dinin erbabı Nebiler değildir. Elçiliğini yaptıkları ayetlerdir. Bu ayetlerde Allah katındandır.

Kitap İman konularındandır. İmanda şirk unsurları bulaştırılmamalıdır. Allah’ın ayetlerine hadisleri şirk koşmak, Kitaba şirk koşarak iman etmek demektir. Elleri ile kitaplar (Kütübü site, Kütübü erba) yazanlar, ki bu yazdıklarını da din/Allah katındanmış gibi göstererek insanlara sunan Din tacirleri ve kitap ile bunlara uyanlar, Ahiretde “şirk koşmadık” diyeceklerdir. Allah’ın onlara yaptığı şahitlikte ortadadır.
Enam Suresi

19. De ki: Hangi şey şahadetçe en büyüktür? De ki: benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi ( بَلَغَ beleğa/tebliğ) uyarmam için vahyolundu. Yoksa siz, Allah ile beraber başka ilahlar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz? De ki: "Ben buna şahitlik etmem." "O ancak bir tek Allah'tır, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım" de. 20. Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Kitab'ı) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyan edenler var ya, işte onlar inanmazlar. 21. Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir! Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa ermezler! 22. Unutma o günü ki- onları hep birden toplayacağız; sonra da, Allah'a ortak koşanlara: Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız? diyeceğiz. 23. Sonra onların mazeretleri, "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!" demekten başka bir şey olmadı. 24. Gör ki, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler ve uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti!

Dikkat edersek Şirk koşanların koştukları Şirkten haberleri yoktur. Ahiretteki şahitlikleri de bu yöndedir. Uydurdukları şeyler/hadisler kendilerinden uzaklaşıp gidecektir.


Bu zihin yapısı Enam Suresi 20. ayetide tahrif etmişlerdir. Bir önceki ayette, rasul, nebi, muhammed kelimesi geçmemesine rağmen, ayetteki zamiri Nebiye atfetmişlerdir.

Kitap verilenler, Bu Kuran’ı babalarını tanıdıkları gibi tanımakta ve ondaki ayetleri ağızlarını eğip bükerek mesajı tahrif etmektedirler.

Nebiyi dinde erbab/rabler edinip Şirk koşmaktadırlar.

Rab nedir?

Erbab nedir?

Bu işin erbabı kimdir?

nacikocak 4. September 2012 10:35 AM

[QUOTE=Miralay;12329]Selam Naci kardeşim

Hadis savunucuların en büyük tepjisi,"Allah resulü yalan mı söylemiş" olur.

Hadislerin %100'ü doğrudur diye bir kaide yoktur. Adı üstünde kulaktan kulağa rivayetler zinciridir. Bu zincirin bir halkası zayıf olsa o hadis güme gider.
Sahih olarak bilinen kütübü sitte de bile birbiriyle çelişen pekçok hadis vardır.

Hadis olarak bildiğimiz metinlerin Allah'ın elçisinin gerçekten söylediğine bile, emin olamıyoruz. Keşke o zamanlara ait ses ve kamera kayıtları olsaydı.

Hal böyleyken Kur'anda defaten "Bu Kur'an dururken hangi hadislere inanıyorsunuz" mealinde ayetler mevcuttur.

Miraç olayına katılmıyorum. Zira vahyin inişini Kur'anda yerden göğe değil, gökten yere gerçekleştiğini rabbimiz bildiriyor.

Göğe çıkma yok yani. Olsaydı Kur'anda geçerdi.
Rabbimiz bize lazım olacak herşeyi Kur'anda tam ve eksiksiz bildirdiğini buyurıyor bizlere.
Başka kaynağa gerek yok değil mi?

Vesselam[/QUOTE]

öncelikle ben hadis savunucusu değilim doğru olan allah'ın sözüdür yani kuran'ı kerim ve her harfini savunurum ama bir önceki mesajımdada yazdım din ile ilgili herşey kuran'ı kerimde yoktur ve biz bunun için allah'ın elçisi olan peygamberin hadis ve sünnetlerine göre hareket etmeliyiz bunları ise şu anda peygamber efendimizi görüp sorma şansımız olmadığı için takvaca bizden üstün olanlardan öğrenebiliriz uydurma hadisler çıktı bazı sözde alimler fetvalarını kendi çıkarlarına göre veriyorlar diye ne hadis ve sünnetleri nede kuran'ı kerimde bulunmayan dini konuları yok sayamayız ve size tavsiyem müminlerin söylediği doğruları aramak yanlışlarını aramaktan daha hayırlı bir iştir

miraç olayında ise önemli olan peygamber efendimizin yeremi battığı göğemi yükseldiği rüyadamı yoksa uyanıkkenmi olduğu değil allah'u tealanın katına çıkıp bizim bilmediğimiz birtakım ayetlerini görmüş olmasıdır benim anlatmak istediğim hepimiz miraca çıkmadık allah yalnızca elçisi olan peygamber efendimizi kendi katına çıkardı ona çok ayrıcalıklar tanıdı miraç onlardan biridir ona kıyamet hakkında gaybıda göstermiş olabilir kıyamet ile ilgili bir değil birkaç hadis var alimleri yalanlamak yok saymak yerine doğrusunu ve yanlışını peygamber efendimizin yaşadığı döneme yakın tarihlerde yazılmış olan kaynaklarda araştırmakta daha hayırlı bir iştir doğrusu bende araştırmadım ancak yokta saymıyorum size tavsiyem eğer sizinde kesin bilginiz yoksa inanmasanızda en azından yok saymayın

nacikocak 4. September 2012 01:10 PM

[QUOTE=pramid;12331]Vahyi Allah kalbe ilga eder. Cebrail sizin düşündüğünüz gibi bir yaratık değildir.

Bakın müşrikler ne dermiş?

فَلَوْلَا أُلْقِيَ عَلَيْهِ أَسْوِرَةٌ مِّن ذَهَبٍ أَوْ جَاء مَعَهُ الْمَلَائِكَةُ مُقْتَرِنِينَ"Sonra, neden ona hiç altın bilezikler verilmemiş ve [B]neden onunla birlikte bir melek gelmiş değil[/B]?"ZUHRÛF - 53 Muhammed Esed Meali

umarım aşağıya yapıştırdığım yazıyı kurandan teyid edersin.

[COLOR="Red"][B]
NEBİLER DİNİN ERBABI MIDIR? [/B][/COLOR]

Din, insan topluluklarının birbirleri arasındaki ilişkileri düzenlemek için vardır. Çölde,Dağlarda tek başına yaşayan beşer için, sosyal bir sorun çıkmayacağı için, dini kurallara/adalete de yoktur. Dini kurallara, iki ve daha fazla beşerin, toplum da talep edilen adalet, ticari ve sosyal ilişkilerin düzenlenmesi için ihtiyaç duyulur. Devlet yapılanmasının ana temeli, birbirine muhtaç beşerlerin, toplum oluşturmak yani “nas” olabilmek için ihtiyaç duyulan ilişki kurallarının belirlenmesidir. Ademleşme sürecinde bu kuralları, insan belirlemektedir. Eğer İnsanlar bu kurallardan adalet üretemiyorlarsa, yaratıcı, Kitaplar aracılığıyla, Toplum için kuralları insan üzerine yazar/k-t-b. Yaratıcı, bu inzal ettiği yasaları, insanlar arasında adalet kaybolduğu ve zulüm had safhaya çıktığı ortamlarda, Nebiler aracılığı ile hükümleri bizlere iletir. Öncelikli olarak Hükümlerin konmasında insanlar arası adaletin sağlanması tercih edilmiştir.


NAHL 90: Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.


NİSA 58: Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.


Kitap ile gelen hükümler, bizleri MİSAK ile bağlamaktadır. Gelen ayetli işitip, o ayetlere itaat etmek için verilmiş söz, bizleri sorumlu tutmaktadır.


MAİDE 7: Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve “işittik, itaat ettik” dediğinizde ona verdiğiniz ve sizi kendisiyle bağladığı MİSAK(sağlam sözü) hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.


Kitap inzal edilirken fazla soru sorulmamasının istenmesi bu sebepten dolayı olsa gerek.


MAİDE 101: Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde, sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Hâlbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah, çok bağışlayandır, halîmdir.


Allah, beşerin adamlaşma/ademleşme sürecini, insanın emrine verilen (secde eden), içindeki melekeler ile sağlamasını istemiştir. Lakin insan melekelerinden iblis, buna karşı çıkıp, Ademleri saptırmış ve saptırmaktadır. Bu dürtü insanın yıkılmayacak bir mülke sahip olmasını emreden dürtüdür. Yıkılmayacak bir mülkte kendisi ile eşit insanların haklarına tecavüz ederek, sivrilme ile olacaktır. Bu sivrilme adaletsiz bir uygulama ile olacaktır. Bu sivrilme sonucunda, Para baronları, diktatörler, krallar, din adına yetkin olduğunu iddia eden, kuranın da Kitap yüklü eşekler olarak tarif ettiği din tacirleri ortaya çıkaracaktır.

İnsanlar arasında adaletsizce sivrilerek çıkan bu tip melik tipleri adaleti istemezler. (Her ne kadar adalet nidaları atsalar bile.) Adaleti kendileri için tehlikeli gören Melikler/yöneticiler, Tanrı buyruklarından hoşnut olmayınca, Tanrı buyruğu yerine geçecek uygulamalarda bulunurlar. Bu uygulamaları da Şeytanca bir şekilde yaparlar. "Allah ile aldatarak"


Bu aldatma, kendi uydurdukları hükümleri, Allah yasaları gibi göstermek ve din adına nebiye uydurma hadisler atfederek olacaktır. Bu olay peş peşe Ali İmran Suresi 78,79 ve 80. ayetlerde dile getirilir.


Ayetler Şöyle der:
Ali İmran 78 Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar.

Bir diğer aldatma şeklide nebi adına söz söylemektir. Nebilerin görevi sadece haber vermektir. Arapça "nebi" demek zaten “haber veren” demektir. Nebilerin görevleri; Tanrı Buyruklarını insanlara duyurmaktır.

Din adına, kitabı tek başlarına ayetsiz açıklamak ve din adına söz söyleme görevleri yoktur. Sadece Elçilik ettikleri ayetleri/kitabı insanlar duyurmak/b-l-ğ-tebliğ görevleri vardır. Bu ayetler ile insanları müjde ve korkutma ile uyarırlar.
Ali İmran 79 Allah bir insana Kitab'ı, hükmü ve nebilik verdikten sonra onun insanlara: "Allah'ı bırakıp da bana kul olun/ bana uyun" demesi sözkonusu olamaz. Ancak o: "Öğrettiğiniz Kitap gereğince ve kendiniz de incelediğiniz üzere gönülden Rabbe kullar olun" der.
Ali İmran 80 Size melekleri, nebileri ERBAB / Rabler olarak benimsemenizi emretmesi de yaraşmaz. Siz müslüman olduktan sonra, size inkar etmeyi mi emredecek?
Dinin erbabı Nebiler değildir. Elçiliğini yaptıkları ayetlerdir. Bu ayetlerde Allah katındandır.

Kitap İman konularındandır. İmanda şirk unsurları bulaştırılmamalıdır. Allah’ın ayetlerine hadisleri şirk koşmak, Kitaba şirk koşarak iman etmek demektir. Elleri ile kitaplar (Kütübü site, Kütübü erba) yazanlar, ki bu yazdıklarını da din/Allah katındanmış gibi göstererek insanlara sunan Din tacirleri ve kitap ile bunlara uyanlar, Ahiretde “şirk koşmadık” diyeceklerdir. Allah’ın onlara yaptığı şahitlikte ortadadır.
Enam Suresi

19. De ki: Hangi şey şahadetçe en büyüktür? De ki: benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi ( بَلَغَ beleğa/tebliğ) uyarmam için vahyolundu. Yoksa siz, Allah ile beraber başka ilahlar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz? De ki: "Ben buna şahitlik etmem." "O ancak bir tek Allah'tır, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım" de. 20. Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Kitab'ı) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyan edenler var ya, işte onlar inanmazlar. 21. Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir! Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa ermezler! 22. Unutma o günü ki- onları hep birden toplayacağız; sonra da, Allah'a ortak koşanlara: Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız? diyeceğiz. 23. Sonra onların mazeretleri, "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!" demekten başka bir şey olmadı. 24. Gör ki, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler ve uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti!

Dikkat edersek Şirk koşanların koştukları Şirkten haberleri yoktur. Ahiretteki şahitlikleri de bu yöndedir. Uydurdukları şeyler/hadisler kendilerinden uzaklaşıp gidecektir.


Bu zihin yapısı Enam Suresi 20. ayetide tahrif etmişlerdir. Bir önceki ayette, rasul, nebi, muhammed kelimesi geçmemesine rağmen, ayetteki zamiri Nebiye atfetmişlerdir.

Kitap verilenler, Bu Kuran’ı babalarını tanıdıkları gibi tanımakta ve ondaki ayetleri ağızlarını eğip bükerek mesajı tahrif etmektedirler.

Nebiyi dinde erbab/rabler edinip Şirk koşmaktadırlar.

Rab nedir?

Erbab nedir?

Bu işin erbabı kimdir?[/QUOTE]

1: meryem suresi 19 ayet [B]Melek: "Ben, sana temiz bir oğlan bağışlamak için, Rabbinin gönderdiği bir elçiyim" dedi yani cebrail a.s peygamberlerle konuştuğu gibi hz meryem ilede konuşmuş

yine bakara suresi 97. ayet [B]Söyle; her kim Cebrail'e düşman ise iyi bilsin ki, Kur'ân'ı senin kalbine Allah'ın izniyle kendinden önceki vahiyleri onaylayıcı, müminlere hidayet ve müjde kaynağı olmak üzere o indirdi[/B] demekki vahiyleri peygamber efendimize indiren cebrail a.s mış

demekki cebrail a.s bizim düşündüğümüz gibi konuşan ve ileten bir yaratıkmış

2: müşrikler "Sonra, neden ona hiç altın bilezikler verilmemiş ve neden onunla birlikte bir melek gelmiş değil?" dediler çünkü onlar peygamber efendimizden peygamberliğinin delili olarak bir mucize bekliyorlardı bu sözü senin ima ettiğin anlamda peygamber efendimize aracı olarak bir melek gelmediği için söylemediler

3: Din, insan topluluklarının birbirleri arasındaki ilişkileri düzenlemek için değil insanlar ve cinler allaha ibadet ve kulluk etsiler diye vardır


ayetle delil istedin buyur ben sundum daha fazlasınıda sunarım ancak iş yerinde çalışıyorum zamanım kısıtlı şimdi sen benim istediğimi yap allah'ın "oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi sizede farz kılındı" diye emrettiği oruç ibdetinin nasıl tutulacağını senin dinin erbabı diye reddettiğin dini bize ulaştıran ve öğreten alimleri ve onların yazdıklarını söylediklerini kaynak göstermeden anlat

pramid 4. September 2012 01:51 PM

183 Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi, sizin de üzerinize yazıldı. Umulur ki sakınırsınız.

184 Sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta veya yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruç tutanlara, fidye olarak bir yoksulu doyurmalıdır. Kim gönülden bir hayır yaparsa, bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız bilirseniz sizin için daha hayırlıdır.

185 Ramazan ayı ki; insanları doğru yola ileten, apaçık ve ayırt edici olan Kuran onda indirilmiştir. öyleyse sizden kim bu aya tanık olursa, onda oruç tutsun. Hasta ya da yolculukta olanlar tutamadığı gün sayısınca diğer günlerde. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bu, sayıyı tamamlamanız, sizi doğru yola ilettiğinden dolayı Allah'ı yüceltmeniz içindir. Umulur ki şükredersiniz.

187 Oruç gecesi kadınlara yaklaşmanız helal kılınmıştır. Onlar sizin giysiniz, siz de onların giysilerisiniz. Allah sizin benliklerinize yazık etmekte olduğunuzu bilmiş, tevbelerinizi kabul edip, sizi bağışlamıştır. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdığı şeyi arayın. Tan yerinde beyaz iplikle siyah iplik ayırt edilinceye kadar[COLOR="Red"] yiyin için[/COLOR], sonra da orucu geceye kadar tamamlayın...


Daha önce kaleme aldığımız yazıyı ekliyorum

Orucunuzun fidyesinin verin




Oruç, üç öğün yerine iki öğün yiyip bir öğünlük bedeli de yiyip içemeyenlere verebilmektir.


Oruçta 3 öğünü 2’ye indirip her öğünde ikişer kat yani 4 öğün kadar tüketirsek, üstelik bir de sofra artıkları ile israf yayıp bir kısım yiyeceği çöpe atarsak! Böyle bir eylemi sevap kazandıran bir ibadet olarak savunabilir miyiz?


Ne garip ki aç kalıp daha az yememiz gereken oruç ayında, daha çok yiyecek alıyoruz ve tüm yiyecek fiyatları artıyor. Ramazan ayında fakir insan, artan yiyecek fiyatları sebebi ile daha az yiyecek alabiliyor! Gıda enflasyonu oluşturan ve gelirinin daha çoğunu kendi yiyeceğine ayıran kişi nasıl sevap bekleyebilir?

Oruç ayında normal yediği gibi yiyen, normal zamanlardan daha az yiyecek masrafı yapıp artan maddi kısmı da paylaşan insanlara ne mutlu!.

Yaptığımız icraatlar bizim aklımıza ve vicdanımıza yatmıyorsa, bu tür icraatların Allah katında hiç bir değerinin olmayacağı unutulmamalı.


***


Sayılı günler… Sizden kim o günlerde hasta veya yolcu olursa, o günler sayısınca diğer günlerde oruç tutsun. Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir. Kim bir hayrı içten gelerek yaparsa onun için daha iyi olur. Oruç tutmanız sizin için hayrdır. Eğer bilmiş olsaydınız…” (Bakara 2/184)


Oruç tutmak hayırdır. Miskinin halinden anlarsınız...Açlık... Sağlığınızın ve variyetinizin değerini anlar paylaşırsınız. Hayvanlardan farkınız olur. Onları bağlasanızda oruç tutarlar.


Ayette geçen (و على الذينيطيقونه = ve alellezîne yutîkûnehû) ifa-desi “… onu tutabilenlere…” anlamındadır. Ancak âlimlerimizin çoğu âyete; “… onu tutamayanlara…” şeklinde olumsuz anlam vermişlerdir. Bu, şaşırtıcı bir durumdur.


Arapça’da zamir en yakınını gösterir; uzağı için karine gerekir. Burada zamire en yakın kavram seferi veya hasta olmayıp oruca güç yetirenlerdir. Bunun dışındaki anlamların bir çoğu kuran mantığı ile çelişir.


Hasta ve yolcuların, tutamadıkları oruçları kaza etmelerinin gerekçesi olarak şöyle buyrulmuştur: “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara 2/185) Demek ki bunlar, oruç tutmakta zorlanan kimselerdir. Bunlara oruçlarını kaza etmeleri emredilirken emzikli kadın, dökümcü, maden işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışanların, zarar görmeleri halinde oruç yerine fidye verebileceklerine hükmetmek tam bir çelişki olur.


Kadınların Adet hali hastalık değil ezadır(cinsel ilişki anında eziyet). Yahudi dinin etkisi ile Allah’ın istediği dinin hükümleri hadisler aracılığı ile değiştirilmiştir.


Oruç, onu tutabilenlere farzdır;

Güç yetiremeyecek yaştaki çocuklar oruç ibadetinden sorumlu değildir. Onlardan ileriki yaşlarda bunu telafi etmeleri istenmemiştir.



Ya da Hac 5 te bildirildiği gibi ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderilen yaşlı insanlar. Onlar için de orucun farzlığından söz edemeyiz (Bizlerden, bu duruma düşebileceğimiz olasılığını dikkate alarak, güç yetirebildiğimiz yaşlarda bu gerekçeyle oruç tutmamız istenmemiştir).

Bir diğer sorumlu olmama durumu da; kalıcı, geri dönüşü olmayan bir hastalık nedeniyle oruç tutabilmesi mümkün olamayan kişilerdir.

Her üç durum için de oruç farz değildir. Tutamadıkları oruçlara karşılık herhangi bir şey yapmaları gerekmemektedir. Allah İnsanın kaldıramayacağı yükü yüklemez…

Oruç tutabilenlere gelecek olursak;
Bizler oruç tutarak normal zamana göre bir öğün eksik yeriz. Oruçlu olduğumuz süre içersinde, açlık ve susuzluğu yaşar, yoksulluk nedeniyle bu durumu sürekli yaşayan insanların durumunu anlama noktasına geliriz. Buraya kadar bir sorun yok. İftarla birlikteyse olan olur ve sahura kadar eksik yediğimiz o bir öğünü de fazlasıyla telafi ederiz.
Bu nereden mi anlaşılır;
29 – 30 gün oruç tuttuğumuz Ramazan ayını kilo almış olarak tamamlarız.
Evimizdeki gıda harcamaları Ramazan ayında gözle görülür bir şekilde artar,
Gıda firmalarının satışlarında ciro patlaması bu ayda yaşanır.
İftar davetlerinde sofraya çıkarılanlar, normal zamanla kıyaslanamayacak ölçüde fazladır.

Oysa Ramazan ayında gerçekleşmesi beklenen tam tersi olmalıdır. Günü oruçlu geçirdik ve normal bir güne göre bir ögün eksik yedik. Diğer bir deyişle bir öğün parası tasarruf ettik. Bakara 184 te... gücü yetenlere bir muhtacı doyurarak fidye vermek, bir yükümlülüktür.... denilerek tasarruf ettiğimiz bu öğünü bir yoksula vermemiz emrediliyor. Bu sağlıklı olmanın bir fidyesidir. Rabbimiz sağlıktan ayırmasın…..

***



İLK AKLA Hem oruç tutup aç kalacağım, hem de para mı vereceğim!

Sizce de böyle düşünenler için oruç; aç kalmak ve para ödememek için yapılmış bir ibadet haline dönüşmüş olmuyor mu?

Oruç tutabilecek durumda olup, tutmayanlara gelince. Oruç tutmadığı için böyle bir tasarrufu söz konusu değildir. Bundan dolayı yoksul doyurma yükümlülüğü de olmayacak (olamayacak) tır. Fakat maddi durumu iyi olanlar için oruç tutmadıkları durumda bile yoksullara yardım, zekat ve infak bağlamında da farzdır.

Uygulamada en fazla kılıf uydurularak sarfınazar edilen farzlardandır zekat ve infak.
Bundandır ki oruç, tasurruf etmek ve yoksulla paylaşmak.
Güçtür, benim, diye sarıldığından ayrılmak,
Oruçla kolaylaştırılır yoksulla paylaşmak.

Bakara 183 te bildirildiği üzere zekat ve infaktan kaçış, sarfınazar, gerçekte fenalıktır, sakınılması gereken bir şeydir ve oruç sayesinde bundan korunmamız umulur. Oruç ile Allah`a karşı bu konudaki sorumluluğumuzun bilincine varmamız kolaylaştırılır. Bu korunmayı artırır.

Bozulan yemin (Maide 89), İhramlı avlanma(Maide 95), Hac ibadetinden engellenme,... (Bakara 196), Kazara ölüme sebep olmak (Nisa 92), Sözden dönme (Mücâdele 3, 4) gibi durumlarda ise köle azad etme, buna gücü yoksa yoksul doyurma, fakir ve buna da güç yetiremiyorsa o zaman oruç tutarak (eksik yiyerek tasurruf edip) yoksulu doyurmak emrolunmaktadır. Suçun durumuna göre (sabrın eğitimi için) bazan oruç tutarak yoksul doyurmak ( Mücâdele 4), sadece yoksul doyurmaya göre öne geçmektedir.

***
BAKARA 184. AYET İNCELEMESİ
Oruç konusunda çok tartışılan ayetlere, kuran kalıpları ile bakalım…


وعلى الذين يطيقونه Bakara 184 konu oruç ve oruca (ona) güç yetirenler üzerine

على الذين يتولونه Nahl 100 konu şeytan ve şeytanı(onu) veli edinenler üzerine

على الذين يبدلونه Bakara 181konu vasiyet ve vasiyeti (onu) değiştirenler üzerine

Bakara 181. ayette zamir Bakara 180. ayette ( الْوَصِيَّةُ ) vasiyeti,

Nahl100. ayette zamir Nahl 98. ayette ki (الشَّيْطَانِ) şeytanı işaret etmektedir.

Bakara 184. ayette zamir, Bakara 183. ayette ki (ا الصِّيَامُ ) orucu işaret etmektedir.

Zamirler, kuran hangi konuyu anlatır ise, zamir konuyu işaret etmektedir. Zamirler hemen önceki özneye gitmesi ise, konu dahili iş yapan öznenin yaptığı iştir.

: : ANALİZ: :
Bakara 184. ayette ki Yutîkûnehû’ya yestatî’ûnehû manası vermek yanlıştır. Zira tâka, “gayretin en üstünü ve ihtimalin son noktasıdır” (bak: 2: 249 (savaşmaya gücümüz yok), ). Hem zaten güç yetiremeyenden oruç düşer. Zira teklîf-i mâ lâ-yutak (güç yetirilemeyen bir şeyi emretmek) muhaldir. Bu bir hakikattir. Bakara Sûresi’nin 286. âyetindeki duada bu hakikat dile gelir.

Hasta ve yolcuların, tutamadıkları oruçları kaza etmelerinin gerekçesi olarak şöyle buyrulmuştur: “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. ” (Bakara 2/185) Demek ki Bakara 184. ayettekiler, oruç tutabilen kimselerdir. Eğere Oruca zor gücü yetenler olarak alınırsa, bunlara oruçlarını kaza etmeleri emredilirken emzikli kadın, dökümcü, maden işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışanların, zarar görmeleri halinde oruç yerine fidye verebileceklerine hükmetmek tam bir çelişki olur.

Âyette emredilen fidye “gücü yeten” üzerinedir. Fakat burada kapalı kalan “gücü yetenlerden” kastın kimler olduğudur. Bir de, neye gücü yetenler? Oruca mı, fidyeye mi, kazaya mı? Zamirin orucu göstermesi, uzağı göstermesidir ki, bunun için karine gereklidir lafzı geçerli değildir. Zira Nahl 100. ayetteki zamir 98. ayetteki (ا ل ) belirteçli şeytana gitmektedir. Buradaki zamir (ا ل ) belirteçli kelimeyi yani ORUCU gösterir. BAKARA 185 ayette seferi ve hasta üzerine “kaza etmeye gücü yetenler üzerine bir yoksulu doyuracak fidye gerekir” ibaresi yoktur.

2/185: “(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, insanlığa rehber olan, bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan ayıran Kur’an işte bu ayda indirilmiştir. Sizden biri bu aya ulaştığında oruç tutsun. Hasta ya da yolcu olan kimse de, başka günlerde iade etsin. Allah sizin için kolaylık ister, sizi zora koşmak istemez. Oruç günlerinin sayısını tamamlamanızı, sizi doğru yola ulaştırdığı için O’nu yüceltmenizi ve şükretmenizi ister. ”

Bizler oruç tutarak Allah’ı yüceltir ve orucun fidyesinin vermekle şükretmiş oluruz. Şükür “hamd” gibi sözlü bir eylem olmayıp karşılık verilen eylemdir. Şükrün zıddı ise nankörlüktür.

Oruç, sadaka ve kurban gibi bir fidyenin karşılığı olur. (bak 2: 196). Bizler sağlıklı olmamızın fidyesini veririz. Oruç tutan, ister ramazanda tutsun isterse ramazan ayı dışında sayıyı tamamlasın, fidyesini vermek zorundadır. Oruc tutmaya güç yetiremeyenler de oruç fidyesini vermelidir. Zira oruç tutmak hayırlıdır. Bakara 184. âyetinin sonundaki “ama –eğer bilirseniz- oruç tutmanız sizin için hayırlıdır” ifadesi bakara 148. ayette “hayırlarda yarışın” (bak: 2: 148, 23: 61) ayeti ile örtüşür.

Malesef ibadet mantıklarını anlamayan ve malı çok seven İnsanlar, mal olarak hayır vermekten kaçmak için din adamları vasıtası ile, ibadetleri kendi kafalarına göre uyarlayarak uydurulmuş ve Gerçek anamçlarından saptırmışlardır. Bu sapmada din adamlarının birbiri ile çeşirek ihtilafları incelediğimiz ayette ayyuka çıkmıştır. Zamir için karine gerekir diyerek atılan bir İNSAN KANUNU ile Kuran tahrif edilmektedir.

[url]http://vekuran.blogspot.com/2012/07/orucunuzun-fidyesinin-verin.html[/url]

pramid 4. September 2012 01:57 PM

Cebrail ile ilgili hakkı abinin bir çalışması:

[url]http://www.istekuran.net/cebrail.html[/url]

RUHÜ’L-KUDÜS
ER-RUHÜ’L-EMİN
CİBRİL [CEBRAİL]


RUHÜ’L-KUDÜS: “ روحRuh” ve “ القدسkudüs” sözcüklerinden meydana gelmiş bir izafet [belirtili isim tamlaması] olan ve Kur’an’da dört yerde geçen “Ruhü’l-Kudüs” ifadesi, “kudüsün ruhu” demektir. Bu ifadenin bir sıfat tamlaması olarak “kutsal ruh” olarak çevrilmesi yanlış, hatta büyük bir cinayettir.
Bu ifade ile ilgili olarak klâsik eserlerde ciddî bir tahlile dayanmayan, tamlamanın yapısına aykırı ve tamlamayı oluşturan sözcüklerin anlamlarına uymayan birçok açıklama mevcuttur. Onlara bağlı olarak hazırlanan bazı ansiklopediler de aynı yanlışları devam ettiren birçok açıklamayla doludur. Ne yazık ki, bunun sonucu olarak “Ruhü’l-Kudüs” ifadesi hakkında ileri sürülmüş birçok yanlış anlam elden ele, dilden dile dolaşmaya devam etmektedir.
Konuyla ilgili olarak klâsik kaynaklarda yer alan yanlışlara şu örnekler verilebilir:
ZEMAHŞERÎ: “Ruhü’l-Kudüs”, “er-Ruhu’l-Mukaddeseti [Tertemiz Ruh]” demektir. Bununla İsa’nın ruhu kastedilir. Çünkü İsa’nın ruhu babanın belinde ananın rahminde kirlenmemiştir.
Denildi ki:
Ruhü’l-Kudüs, Cebraildir.
Ruhü’l-Kudüs, İncil’dir.
Ruhü’l-Kudüs, İsa’nın ölüleri diriltirken okuduğu İsm-i A’zamdır.
(Keşşaf; 1/294)

Beyzavi de Zemahşeri’nin dediklerini aynen nakletmiştir.

RAZÎ: Rûh`dan Maksat; âlimler ayetteki "rûh" kelimesi üzerinde bazı görüşler belirterek ihtilâf etmişlerdir.
a- Bu Cebrail (as)’dır. Cebrail (as) birkaç yönden böyle isimlendirilmiştir:
1- Rûhu’l-Kudüs’ten maksat, er-Rûhu’l-Mukaddese [Kutsanmış, Kutsal Ruh] demektir. Nitekim “Racülün sıdkun hatemü’l-cûdi” denilir. Böylece Cenâb-ı Hak Cebrail’i, kendi katında mertebesinin yüce olduğunu açıklamak ve onu şereflendirmek için bu şekilde nitelemiştir.
2- Cebrail (as)’e bu ad verilmiştir, çünkü beden nasıl ruhla dinliyorsa, din de Cebraîl (as) ile hayat bulmaktadır. Çünkü Cebrail (as), peygamberlere vahiy getirmeyi üstlenmiştir. Bu hususta mükellef olanlar ise, onun getirdikleriyle dinlerini ihya etmiş olurlar.
3- Cebrail (as)’in gâlib vasfı, O’nun ruhanî bir varlık oluşudur. Diğer melekler de böyledir. Ne var ki, O’nun ruhanî bir varlık oluşu daha tam ve daha mükemmeldir.
4- Cebrail (as) “Rûh” diye adlandırılmıştır. Çünkü ne erkeklerin sulbü, ne de kadınların rahmi onu barındırmamıştır.
b- Ruhü’l-Kudüs’ten maksat, İncil’dir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Kur’an’da “... emrimizden bir rûh ...” (Zuhruf/52) buyurmuştur. İncil böyle adlandırılmıştır. Çünkü din İncil ile hayat bulur, dünyevi işler de onun vesilesiyle bir intizama girer.
c- Bu, Hz. İsa’nın, kendisi sebebiyle ölüleri diriltmiş olduğu ismidir. Bu görüş, İbn Abbas ve Saîd b. Cübeyr’den rivayet edilmiştir.
d- Bu, Hz. İsa’ya üflenen ruhtur. Kudüs ise, bizzat Allah’tır. Böylece, Hz. İsa’yı bir yüceltme ve teşrif olsun diye, onun ruhu Cenâb-ı Hakk’a muzâf kılınmış, nispet edilmiştir. Nitekim “........” ifâdesi de böyledir. Bu görüş Rebî’den rivayet edilmiştir. Buna göre, ayetteki ruhtan murad, insanın sayesinde hayata kavuştuğu ruhtur. Bil ki, rûh isminin Cebrail’e, İncil’e ve İsm-i A’zam’a ad olarak itlâk edilmesi mecazdır. Çünkü rûh, insanların hayat mıntıkalarında, damarlarında ve menfezlerinde dönüp dolaşan hava demektir. Malûmdur ki, yukarıda zikredilen Cebrail, İncil ve İsm-i A’zam böyle değildirler. Ancak bu üçünden her birine teşbih üslubuyla rûh adı verilmiştir. Çünkü rûh nasıl ki insanın canlılığının sebebi ise, Cebrail (as) de, ilimleri vasıtasıyla kalplerin hayat bulmasına sebeptir. İncil de, şeriatların meydana çıkması ve yaşamasının sebebidir. İsm-i A’zam da, maksatlara ulaşma vesilesidir. Ancak rûh ismiyle Cebrail arasındaki benzerlik, birkaç yönden daha uygun görülmektedir.
a- Çünkü Cebrail, lâtîf ve nûranî bir havadan yaratılmıştır. Bu sebeple, bu ikisi arasındaki benzerlik daha mükemmeldir. Binaenaleyh "rûh" ismini Cebrail’e vermek daha evlâdır.
b- Bu ismi Cebrail’e vermek, diğerlerine vermekten daha belirgindir.
c- Hak Teâlâ’nın "Ve biz onu Ruhü’l-Kudüs ile takviye ettik" buyruğunun mânası, "biz onu takviye ettik" demektir. Bu takviyeden maksat ise ona yardım etmektir. Yardımı Cebrail’e isnâd etmek hakiki, İncil ve İsm-i A’zam’a isnâd etmek ise mecazdır. Bu sebeple, rûh ismini Cebrail’e vermek daha evlâ olur.
d- Hz. İsa’nın Cebrail (as) ile bir arada bulunması, bir benzeri başka hiçbir peygambere nasip olmayacak bir şekilde tahsis olunca, biçimlerinin en kuvvetlilerindendir. Çünkü Cebrail (as) Meryem’e, bir çocuk doğuracağını müjdelemiştir. Hz. İsa (as), Cebrail (as)’in üflemesinden meydana gelmiştir. Bütün durumlarda Hz. İsa’yı terbiye edip eğiten Cebrail’dir. Onunla beraber onun gittiği yere giderdi. O, göğe çıktığında da onunla beraberdi.
(Razi, Mefatihü’l-Gayb; Bakara 87. ayet ile ilgili açıklama)

KURTUBÎ: "Ruhü’1-Kuds" Ebû Mâlik ile Ebû Salih’in İbn Abbâs’tan, Ma’mer’in de Katade’den rivayetine göre Cebrail Aleyhisselam’dır. "Ve biz onu Ruhü’l-Kudüs ile takviye ettik."
Hasan b. Sabit de şöyle demiştir:
"Cibril de aramızda Allah’ın rasûlüdür Ve o Ruhu’l-Kuds’tür; bunda hiçbir kapalılık yoktur."
Nehhâs der ki: Hz. Cebrail’e "ruh" denilip "kuds"e izafe edilmesinin sebebi, Yüce Allah’ın tekvini ile var olup kendisini doğuran bir baba olmaksızın ruh olarak yaratılmış olmasındandır. Bu sebepten dolayı Hz. İsa’ya da "ruh" adı verilmiştir.
Galib b. Abdullah Mücahid’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: el-Kuds, aziz ve celil olan Allah’tır. el-Hasen de aynı şekilde el-Kuds Allah’tır, onun ruhu ise Cibril’dir, demiştir.
Ebu Ravk, ed-Dahhâk’tan; o da İbn Abbâs’tan "Ruhu’1-Kuds ile" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Bu, Hz. İsa’nın kendisi vasıtasıyla ölüleri dirilttiği isimdir. Bunu aynı şekilde Said b. Cübeyr ve Ubeyd b. Umeyr de söylemiş olup Allah’ın ism-i azamıdır [derler].
Ruhu’l-Kuds’ten kastın İncil olduğu da söylenmiştir. Kur’ân-ı Kerim’e yüce Allah’ın şu buyruğunda "ruh" adı verildiği gibi, Yüce Allah İncil’e de bu şekilde "ruh" adını vermiş bulunmaktadır: "Böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik." [Şûrâ/52] Ancak birinci görüş daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
(Kurtubi; Bakara/87. ayet ile ilgili açıklamaları)
Görüldüğü gibi, “Ruhü’l-Kudüs” ifadesine verilen anlamlar “Denildi ki” temeli üzerine kurulmuş, ancak bu sözleri diyenlerin kimliği de, bu dediklerini hangi delile dayanarak söyledikleri de açıklanmamıştır. Yani bu ifadelerin hiçbir ilmi kıymeti yoktur; hepsi zandan ibarettir ve dolayısıyla hiç birisi gerçeği yansıtmamaktadır.

“RUHÜ’L-KUDÜS” TAMLAMASININ TAHLİLİ:

“Ruh” ve “Kudüs” sözcüklerinden oluşan “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının tahliline önce bu tamlamayı oluşturan sözcükleri tek tek ele alarak başlamayı, tamlama ile ilgili değerlendirmeyi ise sonraya bırakmayı daha doğru buluyoruz.

الرّوحRUH

“Ruh” sözcüğünün esas anlamı “can [vücudu diri tutan cevher]” demektir. (Lisanü’l-Arab; c. 4, s. 290. Ruh mad.) Ancak sözcük Kur’an’da bu anlamda değil, “kişi ve toplumları toplumsal hayatta diri, sağlıklı kılan can, vahiy” anlamında kullanılmıştır. Bu hususun ayrıntıları Kadr suresinin tahlilinde belirtilmiştir. (Tebyinü’l-Kur’an; c:1, s:482-490)

القدسKUDÜS

“Kudüs” sözcüğünün ne anlama geldiği, bu sözcüğün hangi sözcükten geldiğine dair yapılacak kabule bağlıdır ve bunun için iki olasılık söz konusudur:
1- Sözcüğün “temizlik” anlamındaki “kuds” sözcüğünden geldiği kabul edilirse, “kudüs” sözcüğü de “temiz” anlamına geliyor demektir. “Kuds” sözcüğü ve onun “mukaddes”, “mukaddesat”, “nükaddisü” gibi türevleri Kur’an’da on bir yerde geçmektedir.
2- Sözcüğün Allah’ın isimlerinden biri olan “ قدّوسKuddüs” sözcüğünden bozulduğu kabul edilirse, “kudüs” sözcüğü de “tüm kirliliklerden arınık, tertemiz” anlamına geliyor demektir. Sadece Allah için kullanılan “Kuddüs” sözcüğü, Haşr suresinin 23. ve Cuma suresinin 1. ayetlerinde olmak üzere Kur’an’da iki yerde geçmektedir.

RUHÜ’L-KUDÜS

“Ruh” ve “kudüs” sözcüklerinin anlamları belli olduğuna göre, “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının anlamının da yukarıdaki her iki anlamdan hangisinin kabul edileceğine bağlı olarak iki şıklı olması söz konusudur.
1- “Kudüs” sözcüğünün anlamının “temiz” olduğu kabul edilirse, “Ruhü’l-Kudüs” tabiri de “temizin canı” demek olur ki, bu ifade anlamsızdır. Lâkin klâsik eserlerde “ رجل صِدقRacülün sıdkın” ve “ خاتم الجودhatimi’l cud” şeklindeki iki tamlamanın Araplar tarafından kullanılmış olduğu hususu yer almaktadır. Bu tamlamalar yapısal olarak birer isim tamlaması olmalarına rağmen sıfat tamlaması gibi kabul edilmişler ve ona göre anlamlandırılmışlardır. Bir isim tamlaması olan “Ruhü’l-Kudüs” ifadesi de, eğer klâsik eserlerde belirtilen istisnai örneklere eklenir ve kural dışı olarak sıfat tamlaması kabul edilirse, bu zorlamayla tamlamanın manası “temiz can” demek olur. “Ruh” sözcüğünün yerine “vahy [ilâhî bilgi]” konduğunda ise “Ruhü’l-Kudüs” de “Temiz ilâhî bilgi, Allah’tan gelen temiz bilgi” anlamına gelir. “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının bu anlamıyla eş anlamlı olan bir diğer tamlama da “er-Ruhü’l-Emin [güvenilir, sağlam ilâhî bilgi]” tamlamasıdır. Bu tamlama Şuara suresinde yer almıştır:

Şuara 192–194: Kesin olan şu ki, o, âlemlerin Rabbinin indirmesidir.
Onunla, uyarıcılardan olasın diye senin kalbine “er-Ruhü’l-Emin [Güvenilir Ruh]” indi.

2- Allah’ın isimlerinden olan “el-Kuddüs”ün zamanla halk ağzında değişerek “Kudüs” şekline dönüştüğü kabul edilirse, “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının anlamı da “Tertemizin [tüm eksikliklerden temizlenmiş olan Allah’ın] ruhu [canı], vahyi, bilgisi” demek olur. Nitekim klâsik tefsircilerden Mücahit ve Rebii de “el-Kudüs” sözcüğünün Allah’ın isimlerinden biri olduğunu söylemişlerdir. Bu kabul doğrultusunda “Ruhü’l-Kudüs” ifadesinin “Allah’ın ruhu” anlamına geldiği görüşü zaten Kur’an’dan da destek bulmaktadır. Çünkü Kur’an’da geçen her “ruh” sözcüğü Allah’a nispet edilmiştir. Meselâ Âdem’e ve Meryem’e “Ruhumuzdan üfledik” denildiği gibi, elçi Zekeriyya’nın Meryem’e ilettiği bilgiler için de “Ruhumuz” ifadesi kullanılmıştır:

Meryem 17: &nb sp; Sonra ehliyle kendisi arasına bir perde edinmişti de Biz ona ruhumuzu gönderdik. O [ruhu getiren elçi] ona [Meryem’e] mükemmel bir beşeri örnek verdi.

Sonuç olarak, “kudüs” sözcüğünün geliş yerinin farklılıklarını da hesaba katmak üzere sözcüklerin anlamlarından yola çıkılarak yapılan tahlil, “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının anlamının “Allah’ın ruhu, Allah’ın vahyi, Allah’tan gelen bilgi” olduğunu göstermektedir. “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının bu anlamı taşıdığı, tamlamanın geçtiği ayetlerden de kolayca anlaşılmaktadır:

Bakara 87: &nb sp; Ve ant olsun ki, Musa’ya Kitap’ı verdik. Ve ondan sonra birbiri ardı sıra resuller gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da açık açık deliller verdik ve kendisini Ruhü’l-Kudüs ile destekledik. Bir resulün size, nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiği her seferinde büyüklük tasladınız mı? Sonra da bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürüyorsunuz.

Bakara 253: &n bsp; İşte elçiler; Biz onların bazısını bazısı üzerine fazlalıklı kıldık. Onlardan bir kısmı Allah’ın konuştuğu ve bazısının derecelerini fazlalıklı kıldığı kimselerdir. Ve Meryem oğlu İsa’ya açık kanıtlar verdik ve onu Ruhü’l-Kudüs ile destekledik. Ve eğer Allah dileseydi onların ardından gelenler, açık mesajlar kendilerine ulaştıktan sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Velâkin ayrılığa düştüler de onlardan bazısı iman etti, bazısı inkâr etti. Ve eğer Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Velâkin, Allah dilediğini yapar.

Maide 110: &n bsp; Hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni Ruhü’l-Kudüs ile desteklemiştim. Beşikteyken ve yetişkinken insanlarla konuşuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri], Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. Hani Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim iznimle kuş oluveriyordu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. Ve hani İsrailoğulları’na apaçık mucizelerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin “Bu ancak apaçık bir sihirdir” dedikleri zaman seni, onlardan korumuştum.”

Nahl 102: &n bsp; De ki: “İman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek / tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, senin Rabbinden ona birçok Ruhü’l-Kudüs hakk ile inmiştir.

Böyle olmasına rağmen mevcut meallerde Nahl suresinin 102. ayetinin çevirisinde yapılmış olan yanlışlıklar, bizim bu ayet üzerinde biraz daha durmamızı gerektirmektedir. Çünkü bu ayet genellikle Ruhü’l-Kudüs”ün “Cebrail” olduğu peşin kabulü sebebiyle: “Onlara de ki: Kur’an’ı Cebrail, iman edenlere sebat vermek, Müslümanlara bir hidayet ve bir müjde olmak için Rabbinin katından hak olarak indirdi” şeklinde çevrilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan mealdeki çeviri:
Ey Muhammed! De ki: "Kur’an’ı, Ruhu’l-Kudüs [Cebrail] inananların inançlarını sağlamlaştırmak, müslümanlara doğru yolu göstermek ve onlara bir müjde olmak üzere hak olarak indirdi."

Yaşar Nuri Öztürk’ün çevirisi:

De ki: "İman edenleri güçlendirip kökleştirmek için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olarak, Ruhulkudüs onu, senin Rabbinden indirdi.

Elmalılı Hamdi Yazır çevirisi:

Söyle onlara: "Onu Rabbinden hak olarak Rühu’l-Kudüs [Cebrail], iman edenlere sebat vermek ve müslümanlara bir hidayet ve bir müjde olmak için indirdi."

Suat Yıldırım çevirisi:

Söyle onlara: "İman edenlere tam bir sebat vermek ve Allah’a teslimiyet gösterecek Müslümanlara bir hidâyet ve müjde olmak üzere Kur’ân’ı, Rabbin tarafından gerçek olarak getiren, Ruhu’l-Kudüs’tür.

Oysa bizim çevirimizde “Ruhü’l-Kudüs”ün indirmesi değil, inmesi söz konusudur.
Ayetin “Kul [De ki]” ifadesiyle başlaması, bu ayetin birilerine cevap niteliğinde olduğunu göstermektedir. Bu sebeple ayet, paragrafı oluşturan diğer ayetlerle birlikte değerlendirilmelidir. Ayetin ait olduğu paragraf 101–103. ayetlerden oluşmuştur. Buna göre paragraf şöyledir:

Nahl 101–103: &nbs p; Ve Biz bir ayet yerine başka bir ayet getirdiğimiz zaman -Allah ne indirdiğini daha iyi bilen olmasına rağmen- onlar, “Sen, ancak bir uydurucusun” dediler. İşin doğrusu onların çoğu bilmiyorlar.
De ki: “İman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek / tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, senin Rabbinden ona birçok Ruhü’l-Kudüs hakk ile inmiştir.
Ve kesinlikle Biz biliyoruz ki, onlar “Sadece, ona bir beşer öğretiyor” diyorlar. Ona [Peygambere] öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Bu [Kur’an] ise apaçık bir Arapçadır.

Görüldüğü gibi, 101. ayette açık ve net olarak Kur’an’ın “Allah’ın indirmesi” olduğu bildirilmektedir. Oysa 102. ayetle ilgili olarak Kur’an’ı Cebrail adlı meleğin indirdiği yolundaki Kur’an dışı kabul, 102. ayet ile 101. ayetlere verilen anlamlar arasındaki çelişkinin görmezden gelinmesine ve 102. ayette bir dilbilgisi kuralının ihlâl edilmesine yol açmıştır. Şöyle ki:
102. ayette geçen “ نزّلnezzele” filinin aslı “ نزلnezele”dir ve anlamı “indi” demektir. Geçişsiz bir fiil olan “nezele” fiili, kural gereği burada Tef’il babından “nezzele”ye dönüştürülmüştür. Bu kalıba sokulan sözcükler sadece fiilde, failde veya mef’ulde çokluğu ifade ederler. Bu kurala göre, ayetteki “nezzele” fiili “çok çok indi” anlamına gelir. Geçişsiz bir fiil olan “nezele” sözcüğünün geçişli hâle dönüşmesi ve “indirdi” olarak anlamlandırılması ancak bir teaddi edatı kullanılmasıyla veya fiilin “enzele” kalıbına dönüştürülmesiyle sağlanır. Ayette geçen “bilhakkı” ifadesindeki “ بbe” harf-i cerri ise مصاحبةmusahabe anlamında olduğundan teaddi edatı sayılamaz. Arapça dil bilgisinin bu kuralları gereği ayetteki “nezzelehü ruhu’l-kudüsü” ifadesinin anlamı, “Ona birçok ruhü’l-kudüs [vahy] inmiştir” demektir. “Ruhü’l-Kudüs”ü, yani “vahy”i kimin indirdiği ise 101. ayette belirtilmiş ve indirenin Allah olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Ortaya çıkan sonuç özet olarak şudur: Kur’an’da geçen “Ruhü’l-Kudüs” ifadeleri, “Vahy, Allah’tan gelen temiz, sağlam bilgiler” demek olup kesinlikle “Cebrail adı verilen vahiy meleği” demek değildir.

ER-RUHÜ’L-EMÎN

Bu ifade Kur’an’da bir tek yerde geçmektedir:

Şuara 192–194: Kesin olan şu ki o, âlemlerin Rabbinin indirmesidir.
Onunla, uyarıcılardan olasın diye senin kalbine “er-Ruhü’l-Emîn [Güvenilir Ruh]” indi.

193. ayette bir sıfat tamlaması olarak “er-Ruhü’l-Emîn” şeklinde yer alan bu ifade, bir isim tamlamasıymış gibi “ruh ül emin” şeklinde telâkki edilmekte ve böylece büyük yanlışlıklara sebebiyet verilmektedir. Nitekim Kur’an’ın Cebrail adındaki melek tarafından indirildiği yolundaki peşin kabule dayanan geleneksel anlayış, 193. ayeti “Onu Ruhü’l-Emin [Cebrail] indirdi” diye yanlış meallendirmiş ve zihinlerde bu yanlışla yer etmesine yol açmıştır. Oysa bu meal, ayetin lâfzî manasına uygun olmadığı gibi, hem 192. ayetteki “O, âlemlerin Rabbinin [Allah’ın] indirmesidir” ifadesiyle hem de Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini bildiren yüzlerce ayetle de çelişmektedir. Bu çelişki de yine “nezele [indi]” fiilinin geçişsiz olmasına rağmen geçişli anlama gelecek şekilde “indirdi” olarak ifade edilmesinden kaynaklanmaktadır. Hâlbuki yüzlerce ayetin anlamıyla oluşturulan bu çelişkinin ortadan kaldırılması için, ayette geçen “bihi” ifadesindeki “be” harf-i cerrinin “ilsak” için değil de “musahabe” için alınması yeterlidir. Bu takdirde “nezele” fiili geçişsiz anlamı ile “onunla indi” olarak ifade edilir ve diğer ayetlerle oluşturulmuş olan çelişki de ortadan kalkmış olur.
Netice olarak, 193. ayette geçen “er-Ruhü’l-Emin” ifadesinin kişileştirilerek “Cebrail” olarak yorumlanması yanlıştır. Burada “emin, güvenilir, sağlam” olarak nitelenmiş olan ve uyarıcılardan olmasını sağlamak için peygamberimizin kalbine Allah tarafından indirilmiş olan “ruh, bilgi, vahy”, Mücadele suresinin 22. ayetinde de açıkça ifade edildiği gibi, inananları güçlendirmek üzere yine Allah tarafından indirilmiştir.

CEBRAİL: CİBRİL - CEBRİL

“Ruhü’l-Kudüs” ve “er-Ruhü’l-Emîn” ifadelerinden sonra tahlil sırası zorunlu olarak Kur’an’daki “Cibril” sözcüğüne gelmiş bulunmaktadır. Zira nakillere dayandırılan inanca göre “Ruhü’l-Kudüs”, “er-Ruhü’l-Emîn” ve “Cibril” aynı şey olarak, yani Allah’tan vahiy getiren, Kur’an’ı indiren melek olarak kabul edilmektedir.
Bu konuda nakillere dayalı klâsik eserlerde yer alan değerlendirmelerden iki örnek aşağıdadır:

Cibrîl Kelimesinin Okunuşunda Yedi Vecih

İbn Kesir, cim harfinin fethası, râ harfinin kesresi ve hemzesiz olarak kelimeyi جَبْريل şeklinde okumuştur. Hamza, Kisâî ve Âsim’dan rivayet ederek Ebu Bekr, cim ve râ harflerinin fethası ile ve hemzeli olarak, جبرئيل şeklinde, diğer kıraat âlimleri ise, cim ve râ`nın kesresi ile ve hemzesiz olarak, "Kandil" vezninde,جِبْريل şeklinde okumuşlardır. Bu kelimenin yedi okunuş şekli vardır. Üçünü söyledik, diğer dördü şu şekildedir: جبراعل vezninde olmak üzere جبرائل, جبراعيلvezninde olmak üzere جبرائيل , جبراعل vezninde olmak üzere جبرايل[ya`lı olarak]; ve nun`lu olarak جبرينşeklinde... Bu, marife ve A`cemî [Arapça asıllı olmayan] bir kelime olduğu için gayr-ı munsarıftır.
Cibril Kelimesinin Mânâsı:
Bazı âlimler Cebrail`in “Allah`ın kulu” mânasına geldiğini söylemişlerdir. Buna göre İbranice`de " جبرCebr", kul; " ئيلiyl" ise Allah manasınadır. Mîkâil de aynı şekilde Allah`ın kulu demektir.
Bu İbn Abbas (r.a) ve ehl-i ilimden bir grubun görüşüdür. Ebû Ali es-Sûsi ise bu görüşün iki bakımdan doğru olmadığını söylemiştir:
a- “Îyl” lâfzının Allah`ın isimlerinden olduğu meşhur değildir.
b- Eğer böyle olsaydı, "Cebrail" kelimesinin sonu mecrûr olurdu.
(Razi; Mefatihü’l-Gayb)

Dil Âlimlerine Göre Cebrail (a.s) ve Mikâil (a.s) Kelimeleri:

Dil bilginlerinin bu iki kelimenin söylenişi ile ilgili olarak farklı açıklamaları vardır. Cebrail adının on şekilde söylenişi söz konusudur:
1- Cibril: Hicazlıların şivesinde böyledir. Hassan b. Sabit şöyle demiştir: "Ve Allah´ın elçisi Cibril bizim aramızda..."
2- Cebrîl: el-Hasen ve İbn Kesir´in kıraati bu şekildedir. İbn Kesir´in şöyle dediği de rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.s)´i rüyada gördüm. O bunları
Cebril ve Mîkâil şeklinde okuyor idi. Ben de ebediyyen bu şekilde okuyup duracağım.
3- Cebraîl: Kûfeliler bu şekilde okurlar. Bu okuyuşlarına delil olarak şu beyti gösterirler:
“Savaşlarda bulunduk, zaman boyunca bizim bütün askerî birliklerimizin önünde mutlaka Cebraîl vardı.”
Bu da Temim ve Kayslıların şivesidir.
4- Cebrail: (Medsiz olarak.) Bu da Ebu Bekr b. Âsım´ın okuyuşudur.
5- Bir önceki okuyuş gibi fakat sondaki lam´ı şeddeli okumak. Bu da Yahya b. Ya´mer´in okuyuşudur. [Cebrail şeklinde].
6- Cebrail: İkrime´nin okuyuşudur.
7- Onun gibi fakat hemzeden sonra yâ ile. [Cebrâyil şeklinde].
8- Cebrayîl: el-A´meş ve Yahya b. Ya´mer aynı şekilde böyle de okumuşlardır.
9- Cebraîn
10- Cibrîn: Bu da Esedoğulları’nın şivesidir.

Taberî der ki: Bu şekilde Kur´ân´da okunmuş değildir. en-Nehhâs -İbn Kesir´in de okuyuşunu sözkonusu ederek- der ki: "Arap dilinde Fa´lîl vezninde kelime yoktur. [Yani Ceb*ril söyleyişi uygun değildir]. Bununla birlikte fî´lîl vezni vardır. [Yani Cibril söylenebilir]: Dihlîz, kıtmîr ve bırtîl kelimeleri gibi. Şu kadar var ki, Arap olmayanların dilinde Arapçada benzeri olmayan birtakım vezinlerin olması reddolunamaz. Yine bu söyleyişlerin çokça değişikliklere uğramayacağı da söylenemez. Nitekim Acemler´in İbrahim, İbraham, İbrahim, İbrahem, İbrahum ve İbrâhâm dedikleri bilinen bir husustur. Başkası ise şöyle demektedir: Cibril, Arapça olmayan bir isimdir. Araplar bunu Arapçalaştırmıştır. Bu bakımdan bu kelimeyi böyle değişik şekillerde söyleyebilirler; bundan dolayı zaten bu kelime munsarıf [çekimli] değildir.
Derim ki: Biz bu kitabın baş taraflarında bu kelimelerin Arapça oldukları görüşünün doğru olduğunu ve Cebrail´in apaçık bir Arapça ile bu kelimeleri bu şekilde inzal ettiğini söylemiş idik. en-Nehhâs der ki: Cibril kelimesi cem´i teksir [kırık çoğul] şeklinde Cebârîl diye gelir.
el-Maverdî der ki: Cibrîl ve Mikâîl iki ayrı isimdir. Onlardan birincisi Abdullah, ikincisi Ubeydullah [Allah´ın kulu ve Allah´ın kulcağızı] anlamındadır. Çünkü "îl" yüce Allah demektir. "Cebr" de "kul" demektir. "Mîkâ" ise "kulcağız" anlamındadır. Sanki Cibril Abdullah, Mikâil de Ubeydullah anlamını ihtiva eder. Bu İbn Abbas´ın görüşüdür. Müfessirler arasında ona bu konuda muhalefet eden kimse de yoktur.
Derim ki: Bazı müfessirler İsrafil´in Abdurrahman anlamına geldiğini de söylerler. en-Nehhâs ise şöyle demektedir: "Cebr" kelimesini kul [abd], "îl" kelimesini de Allah diye açıklayan kimsenin: Bu Cebruîl´dir, Cebraîl´i gördüm, Cebriil´e uğradım" demesi gerekir. Ancak böyle bir şey denilmediğinden dolayı burada bu ifadenin Cebrail´in adı anlamına gelmesi söz konusu olur.
Başkaları ise şöyle demektedir: Eğer onların [müfessirlerin] dedikleri gibi [verdikleri anlam doğru] olsaydı, bu kelimenin munsarıf olması gerekirdi. Munsanf oluşunun terk edilmesi bunun muzaf olmayan tek kelimeden meydana gelmiş bir isim olduğunu göstermektedir. Abdulganî el-Hafîz, Eflet b. Halife´den -ki bu Hassan´ın babası Fuleyt el-Amirî´dir- o da Cesre bint Decâce´den o da Aişe (r.a)´dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Cibril´in, Mîkâil´in ve İsrafil´in Rabbi olan Allah’ım! Cehennem ateşinin sıcağından ve kabir azabından sana sığınırım."
(Kurtubi; Bakara/97, 98. ayetlerin açıklaması)


BİZİM TAHLİLİMİZ:

Arapçada “ جبرائيلcebrail”den başka “ جبريلcibril” şeklinde de sık kullanılan ve on üç tane söyleniş biçimi olan sözcüğün kökeni ile ilgili olarak araştırmacılar iki ihtimal üzerinde birleşmişlerdir:

1- Sözcük, “ جبرcebr” ve “ ئيلiyl” sözcüklerinden oluşmaktadır. “İyl” sözcüğü eski Arapçada “Allah” demek olduğu için tamlama halindeki “cibril, cebril veya cebrail” sözcüğü “Allah’ın gücü, onarımı” manasını taşır.

2- Aslı İbranice olup Arapçaya sonradan girmiş olan sözcük çekimsizdir. İbranicede “cebr” sözcüğü “kul”, “il” sözcüğü de “Allah” demek olduğu için, sözcük tamlama hâlinde “Allah’ın kulu” anlamına gelir. Burada “cebr” sözcüğü, “güçlü insan” ma
Biz, sözcüğün Arapça olduğunu düşünüyor ve tahlilimizi birinci şıkka göre yapmış bulunuyoruz.

الجبرCEBR

İbn-i Menzur, Lisanü’l-Arab adlı eserinde “cbr” maddesine Yüce Allah’ın “Cebbar [yapılmasına karar verdiği şeyi zorla yaptıran / en iyi onarımı yapan]” adı ile başlamış ve “cebr” sözcüğünün “büyüklük, zorbalık” anlamlarını beyan ettikten sonra bu sözcüğün temeline ait bilgileri çok ayrıntılı olarak vermiştir. Bu bilgilerin özü şudur:
“Cebr”, “ كسرkesr” sözcüğünün karşıtıdır. “Kesr” sözcüğü “kırılmak”, bunun karşıtı da “kırılmış şeyin onarılması” demektir. Meselâ hakikat manasıyla “kemiği cebretti” derler. Mecazen de “fakiri ve yetimi cebretti” derler. Böylece hakikat anlamıyla “kırılmış kemiğin sarılıp onarılması”, mecaz anlamla da “fakirin zenginleştirilmesi, yetimin kimsesizlikten kurtulması” anlatılmış olur. Ayrıca kurumaya yüz tutmuş bitkinin yaprak ve çiçek açması da “cebr” sözcüğüyle ifade edilir. (Lisan ül Arab; c:2, s:14–18)
Tacü’l-Arus’ta da Lisanü’l-Arab’takiler ile paralel beyanlar vardır. (Tacü’l-Arus; c:6, s:158–162)
Kur’an terimleri üzerine muteber kaynaklardan biri olan Müfredat’ta ise Ragıb el İsfehani şu açıklamalarda bulunmuştur:
“Cebr”in aslı, bir çeşit zor kullanarak bir şeyi onarmaktır. Hükümdarlara “cebr, cebbar” denilmesinin sebebi, insanları dilediklerinde zorlamaları ya da insanların işlerini düzeltmeleri, onarmaları nedeniyledir. Matematikte “cebr”, düzeltilmek istenen şeyi düzeltmek için eklenen şeydir. “Cebr” sözcüğünün mübalâğa kalıbı olan “cebbar” sözcüğü, “hak etmediği yüksek bir makam sahibi olduğunu iddia ederek kendi kusurunu kapatmaya çalışan” demektir. Bu sözcük genelde kınama amaçlı kullanılır ve İbrahim/15, Meryem/32, Maide/22, Mümin/35, Kaf/45’te örnekleri görülür. (Müfredat; s:85, 86, “cbr” mad.)
Yukarıdaki açıklamalardan, “cebr” sözcüğünün öz anlamının “onarmak, islah etmek” demek olduğu anlaşılmaktadır. Yani “cebr”, “bozulmuş, kırılmış şeylerin onarılıp tekrar işe yarar hâle getirilmesi” demektir. Nitekim Tıp’ta da “ameliyat”, “kırk kemiğin sarılıp bütünlenmesi”, “kırık ve çıkık organa sarılan tahta” hep “cebr” sözcüğüyle ifade edilmiştir.
Buna göre Rabbimizin “Cebbar” adını “dilediğini zorla yaptıran, ulaşılmaz, azametli” olarak açıklamak yerine, “bozuk işleri, toplumları düzelten, onaran” şeklinde açıklamak daha uygun düşmektedir.

ئيلİYL

“İyl” sözcüğü İbraniceden Arapçaya geçmiş olup her iki dilde de anlamı “Allah” demektir.
Bu durumda, “cibril - cebril” sözcüğünün Arapça ve İbranice dillerinde iki sözcükten tamlama yapılmak suretiyle meydana getirilmiş, tıpkı “Ruhü’l-Kudüs” gibi bir ifade olduğu anlaşılmaktadır. Bu tarz tamlamaların Arapçada kullanılan İsrail, İsrafil, İsmail, Mikail, Azrail gibi başka örnekleri de vardır.
“Cibril” sözcüğünü oluşturan “cebr” ve “iyl” sözcüklerinin her ikisi de Arapça söylenecek olursa, sözcük “cibrullahi” şeklini alır. Bu sözcüğün tamlama hâlindeki anlamı da “Allah’ın onarımı” yani “vahyin kişileri ve toplumları onarması” demek olur. Bu ise “Allah’ın vahyi; canlandırması, diriltmesi” anlamına gelen “ruhullah” veya “ruhulkudüs” ifadelerinin bir başka anlatım tarzıdır. Buradan ortaya çıkan gerçek şudur: “Cibril” ile kastedilen yine vahiydir ve vahy, kişileri ve toplumları canlandırdığı gibi aynı zamanda da onarmaktadır. Başka bir ifade ile; vahyin [Kur’an ayetlerinin] bir bölümü “ruh [can]”, bir bölümü de “cibr, cebr [onarım, ıslah] görevi yapmaktadır. Bu gerçeğin konumuz itibariyle ifadesi ise üç kelime ile özetlenebilir: Cebrail [Cibril] Allah’ın vahyidir.
Gerçek bu olmasına rağmen “ilkbaharın yeşilliği” anlamındaki “hızır” sözcüğü nasıl kişileştirilip hayalî bir kimliğe dönüştürüldüyse, “Allah’ın vahyi, onarımı” anlamındaki “cebrail-cibril” sözcüğü de kişileştirilmiş ve “Cebrail veya Cibril” [Vahy getiren, Kur’an’ı indiren melek]” yapılmıştır. Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini bildiren yüzlerce ayetle alenen çelişen bu yanlış kabule kaynak olarak ise, peygamberimizin ölümünden iki yüz sene sonra ortaya çıkmış ama peygamberimizin yaşadığı döneme ait söylentiler gösterilmiş, hatta bu söylentiler ansiklopedilere bile aktarılmıştır:

Dört büyük melekten biri. Cebrâil (a.s.)`in görevi Allah ile peygamberleri arasında elçiliktir. Allah`tan aldığı emir ve hükümleri peygamberlere bildirir. Bütün kitap ve vahiyler Cebrâil vasıtasıyla indirilmiştir. Cebrâil (a.s.) her şekle girebilir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) onu biri vahyin başlangıcında Hıra`dan Mekke`ye gelirken, diğeri Mirâc`dan dönüşte Sidretü`l-Münteha`da olmak üzere iki defa kendi aslî şekliyle görmüştür. (es-Saâtî, el-Fethu`r-Rabbânî, VIII, 5). Cebrâil (a.s.) bazan da insan kılığına girerek Rasülullah (s.a.s.)`a vahiy getirirdi. Bu durumda çoğu kez yakışıklı ve genç bir sahabî olan Dıhye el-Kelbî`nin sûretinde görünürdü (Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX, 35). Cebrâil (a.s.) İsrâ ve Mirâc hadîsesinde Rasûlullah (s.a.s.)`a Mekke`den Kudüs`e ve oradan Sidretü`l-Münteha`ya kadar eşlik etmiştir (Buhârî, Bed`u`l-Halk 6; Salât 1) (İslâm Ansiklopedisi)

Bu söylentiler arasında, Cebrail’i beyaz bir ata binmiş, beyaz elbisesinin üzerine zırh kuşanmış, elinde oku, yayı, kılıcı ile Bedir’de Mekke müşriklerine karşı savaşırken tasvir edenler de vardır (Buhari; Kitab ül Megazi, Meleklerin Bedir’de görülmesi Babı, 4–43. Hadisler). Bu çarpıtmada İsrailiyatın da etkisinin olduğu bir gerçektir. Zira Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında “Gabriel” şeklinde bir melek kişi vardır ve “gabriel” sözcüğü de “güçlü insan” anlamındaki “geber” sözcüğü ile “tanrı” manasındaki “el” sözcüğünden oluşmuştur. Kitab-ı Mukaddes’teki Daniael; 8/ 15-26, 9/ 21-27, Tobit; 12/15, Enok; 9/1, 9, 10, 20/ 7, 40/1-9, 54/6, Luka; 1/11-20. cümlelerde bu kişiden söz edilmektedir. Ama bu konudaki çarpıtmalar söylentilerde kalmamış, Tekvir, Necm ve Şuara surelerindeki ayetler de çarpıtılmış, Kur’an’daki “Ruhülkudüs”, “er-ruhülemin”, “güçlü elçi” ifadeleri hep Cebrail yapılmıştır.
Kur’an’da “cebrail” olarak değil de “cibril” olarak geçen sözcük, ikisi Bakara suresinin 97. ve 98. ayetlerinde biri de Tahrim suresinin 4. ayetinde olmak üzere üç kez yer almıştır:

Bakara 97, 98: De ki: “Kim Cibril’e düşmansa, bilsin ki şüphesiz O [Allah], onu [cibrili], kendisinden öncekileri doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak, senin kalbine Allah’ın izniyle indirmiştir.
Kim ki, Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e, Mikail’e düşman olursa, bilsin ki, şüphesiz Allah da inkârcılara düşmandır.”

Tahrim 4: &nbs p; Eğer ikiniz, Allah’a tövbe ederseniz... -çünkü kesinlikle ikinizin kalbi kaydı- Yok eğer ona [peygambere] karşı dayanışmaya girerseniz hiç kuşkusuz bizzat Allah, ona Mevla’dır [yardımcıdır, destekçisidir, koruyucudur, yol göstericidir]. Cibril ve iman edenlerin salihleri de. Ve bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.

Bakara suresinin 97. ayetine dikkat edilirse orada “onu” ve “o” diye iki tane üçüncü şahıs zamiri vardır. Bu zamirler anlamlandırılırken maalesef genellikle “… onu [Kur’an’ı] O [Cebrail] … indirmiştir” denilmektedir. Fakat böyle bir meal yanlıştır. Zira ayette, hatta pasajda “o” zamirinin gösterdiği “Kur’an” ya da “vahy” diye bir sözcük mevcut değildir. Bu ayet ayrı bir necm olmayıp Yahudileri tanıtan bir paragrafın ara cümlesidir. Ayetteki “onu” zamiri, ayetin kendi içindeki “cibril” sözcüğüne racidir. “ فإنّهFeinnehü [bilsin ki şüphesiz O]” ifadesindeki “O” zamiri ise Allah’ı göstermektedir.
Bu ayette dikkat edilecek bir diğer husus, buradaki “ نزّلnezzele” fiilinin, yukarıda sunduğumuz Nahl suresinin 102. ayetindeki “nezzele” fiilinin aksine, geçişli olarak “indirmiştir” anlamıyla çevrilmiş olmasıdır. Bunun sebebi, ayetteki “ على قلبكala kalbike” ifadesinin başındaki “ علىala” edatıdır. “Ala” edatı, genelde “üzerine” anlamını ifade eder. Ama Arap dilinde “ بbe” edatının “ilsak [yaklaştırma, bağlama]” anlamı da çok kullanılır. Zaten dikkat edilirse tüm meallerde “kalbinin üzerine” diye değil, “kalbine” olarak verilmektedir. Ayetteki “ala” edatı “be” anlamına kullanıldığında Arapça dili kuralları gereği “lazım [geçişsiz]” fiili “müteaddi [geçişli]” hâle getirir. Burada da işte bu nedenle geçişsiz “nezzele [indi]” fiili, geçişli “enzele [indirdi]” anlamına dönüşmüştür. Bu durumun Kur’an’da onlarca örneği mevcuttur. “Nezele” fiilinin “tef’il” babından olan fiil ve mastarları incelenirse, ya lâfzen veya takdiren “harf-i cer” ile müteaddi yapıldığı, ya da sözcüğün “be” edatına gerek kalmadan kıraat farklılığı ile geçişli anlama dönüştürüldüğü görülecektir. Örneğin klâsik kaynaklarda, İsra suresinin 82. ayetindeki “ ننزّلnünezzilü” sözcüğünün “ نُنْزِلُnünz ilü” ve “ يُنْزِلُyünz ilü” şeklindeki kıraatlerinin de varlığı görülmektedir. Yani İsra/82’deki “nünezzilü” ifadesi geçmişte “nünzilü” veya “yünzilü” olarak da okunmuştur. Şimdi de okunabilir. Bizim tercihimiz de bu yöndedir.
“Nezzele” fiilinin sadece geçişsiz anlamda manalandırıldığı Nahl/102. ve Şuara/194. ayetlerde değil, geçişli anlamda manalandırıldığı Bakara/97. ayette de, zamirler doğru isimlere gönderildiği takdirde görülmektedir ki, Kur’an’ın orijinal ifadesinde Cibril “indiren” değil, “indirilen”dir, yani “inen”dir.
Fakat tüm bunlara rağmen Bakara/97, Nahl/102 ve Şuara/94. ayetler çarpıtılarak Kur’an’ın “Cebrail” tarafından indirildiği anlamına gelen çeviriler yapılmıştır. Hâlbuki bu ayetlerin ön veya arkasında yer alan ayetlerde yine Kur’an’ı indirenin bizzat Allah olduğu açıklanmaktadır. Ne hikmetse, art arda gelen bu ayetlerdeki bu çelişki üstünde durulmamıştır, belki de işin farkında olunmamıştır.

SONUÇ

Kur’an’da Kur’an’ın indirilmesi, kitabın indirilmesi, ayetlerin indirilmesi, surelerin indirilmesi, meleklerin [vahylerin] indirilmesi, hikmetin indirilmesi, Tevrat’ın indirilmesi, İncil’in indirilmesi, Furkan’ın indirilmesi ile ilgili üç yüz civarında ayet mevcuttur. Bu ayetlerin hepsinde de bunları indirenin Allah olduğu bildirilmiştir. Kur’an’ı başkasının indirdiğini bildiren hiçbir ayet yoktur, olamaz da. Çünkü Kur’an asla ve kat’iyen kendisiyle çelişmez.

Hakkı YILMAZ

[url]www.istekuran.com[/url]

Ayrıca BKN [B]vahiy-sureci-ve-cebrail[/B]

vekuran.blogspot.com/2012/02/vahiy-sureci-ve-cebrail.html

nacikocak 4. September 2012 04:09 PM

[QUOTE=pramid;12334]183 Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi, sizin de üzerinize yazıldı. Umulur ki sakınırsınız.

184 Sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta veya yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruç tutanlara, fidye olarak bir yoksulu doyurmalıdır. Kim gönülden bir hayır yaparsa, bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız bilirseniz sizin için daha hayırlıdır.

185 Ramazan ayı ki; insanları doğru yola ileten, apaçık ve ayırt edici olan Kuran onda indirilmiştir. öyleyse sizden kim bu aya tanık olursa, onda oruç tutsun. Hasta ya da yolculukta olanlar tutamadığı gün sayısınca diğer günlerde. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bu, sayıyı tamamlamanız, sizi doğru yola ilettiğinden dolayı Allah'ı yüceltmeniz içindir. Umulur ki şükredersiniz.

187 Oruç gecesi kadınlara yaklaşmanız helal kılınmıştır. Onlar sizin giysiniz, siz de onların giysilerisiniz. Allah sizin benliklerinize yazık etmekte olduğunuzu bilmiş, tevbelerinizi kabul edip, sizi bağışlamıştır. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdığı şeyi arayın. Tan yerinde beyaz iplikle siyah iplik ayırt edilinceye kadar[COLOR="Red"] yiyin için[/COLOR], sonra da orucu geceye kadar tamamlayın...


Daha önce kaleme aldığımız yazıyı ekliyorum

Orucunuzun fidyesinin verin




Oruç, üç öğün yerine iki öğün yiyip bir öğünlük bedeli de yiyip içemeyenlere verebilmektir.


Oruçta 3 öğünü 2’ye indirip her öğünde ikişer kat yani 4 öğün kadar tüketirsek, üstelik bir de sofra artıkları ile israf yayıp bir kısım yiyeceği çöpe atarsak! Böyle bir eylemi sevap kazandıran bir ibadet olarak savunabilir miyiz?


Ne garip ki aç kalıp daha az yememiz gereken oruç ayında, daha çok yiyecek alıyoruz ve tüm yiyecek fiyatları artıyor. Ramazan ayında fakir insan, artan yiyecek fiyatları sebebi ile daha az yiyecek alabiliyor! Gıda enflasyonu oluşturan ve gelirinin daha çoğunu kendi yiyeceğine ayıran kişi nasıl sevap bekleyebilir?

Oruç ayında normal yediği gibi yiyen, normal zamanlardan daha az yiyecek masrafı yapıp artan maddi kısmı da paylaşan insanlara ne mutlu!.

Yaptığımız icraatlar bizim aklımıza ve vicdanımıza yatmıyorsa, bu tür icraatların Allah katında hiç bir değerinin olmayacağı unutulmamalı.


***


Sayılı günler… Sizden kim o günlerde hasta veya yolcu olursa, o günler sayısınca diğer günlerde oruç tutsun. Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir. Kim bir hayrı içten gelerek yaparsa onun için daha iyi olur. Oruç tutmanız sizin için hayrdır. Eğer bilmiş olsaydınız…” (Bakara 2/184)


Oruç tutmak hayırdır. Miskinin halinden anlarsınız...Açlık... Sağlığınızın ve variyetinizin değerini anlar paylaşırsınız. Hayvanlardan farkınız olur. Onları bağlasanızda oruç tutarlar.


Ayette geçen (و على الذينيطيقونه = ve alellezîne yutîkûnehû) ifa-desi “… onu tutabilenlere…” anlamındadır. Ancak âlimlerimizin çoğu âyete; “… onu tutamayanlara…” şeklinde olumsuz anlam vermişlerdir. Bu, şaşırtıcı bir durumdur.


Arapça’da zamir en yakınını gösterir; uzağı için karine gerekir. Burada zamire en yakın kavram seferi veya hasta olmayıp oruca güç yetirenlerdir. Bunun dışındaki anlamların bir çoğu kuran mantığı ile çelişir.


Hasta ve yolcuların, tutamadıkları oruçları kaza etmelerinin gerekçesi olarak şöyle buyrulmuştur: “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara 2/185) Demek ki bunlar, oruç tutmakta zorlanan kimselerdir. Bunlara oruçlarını kaza etmeleri emredilirken emzikli kadın, dökümcü, maden işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışanların, zarar görmeleri halinde oruç yerine fidye verebileceklerine hükmetmek tam bir çelişki olur.


Kadınların Adet hali hastalık değil ezadır(cinsel ilişki anında eziyet). Yahudi dinin etkisi ile Allah’ın istediği dinin hükümleri hadisler aracılığı ile değiştirilmiştir.


Oruç, onu tutabilenlere farzdır;

Güç yetiremeyecek yaştaki çocuklar oruç ibadetinden sorumlu değildir. Onlardan ileriki yaşlarda bunu telafi etmeleri istenmemiştir.



Ya da Hac 5 te bildirildiği gibi ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderilen yaşlı insanlar. Onlar için de orucun farzlığından söz edemeyiz (Bizlerden, bu duruma düşebileceğimiz olasılığını dikkate alarak, güç yetirebildiğimiz yaşlarda bu gerekçeyle oruç tutmamız istenmemiştir).

Bir diğer sorumlu olmama durumu da; kalıcı, geri dönüşü olmayan bir hastalık nedeniyle oruç tutabilmesi mümkün olamayan kişilerdir.

Her üç durum için de oruç farz değildir. Tutamadıkları oruçlara karşılık herhangi bir şey yapmaları gerekmemektedir. Allah İnsanın kaldıramayacağı yükü yüklemez…

Oruç tutabilenlere gelecek olursak;
Bizler oruç tutarak normal zamana göre bir öğün eksik yeriz. Oruçlu olduğumuz süre içersinde, açlık ve susuzluğu yaşar, yoksulluk nedeniyle bu durumu sürekli yaşayan insanların durumunu anlama noktasına geliriz. Buraya kadar bir sorun yok. İftarla birlikteyse olan olur ve sahura kadar eksik yediğimiz o bir öğünü de fazlasıyla telafi ederiz.
Bu nereden mi anlaşılır;
29 – 30 gün oruç tuttuğumuz Ramazan ayını kilo almış olarak tamamlarız.
Evimizdeki gıda harcamaları Ramazan ayında gözle görülür bir şekilde artar,
Gıda firmalarının satışlarında ciro patlaması bu ayda yaşanır.
İftar davetlerinde sofraya çıkarılanlar, normal zamanla kıyaslanamayacak ölçüde fazladır.

Oysa Ramazan ayında gerçekleşmesi beklenen tam tersi olmalıdır. Günü oruçlu geçirdik ve normal bir güne göre bir ögün eksik yedik. Diğer bir deyişle bir öğün parası tasarruf ettik. Bakara 184 te... gücü yetenlere bir muhtacı doyurarak fidye vermek, bir yükümlülüktür.... denilerek tasarruf ettiğimiz bu öğünü bir yoksula vermemiz emrediliyor. Bu sağlıklı olmanın bir fidyesidir. Rabbimiz sağlıktan ayırmasın…..

***



İLK AKLA Hem oruç tutup aç kalacağım, hem de para mı vereceğim!

Sizce de böyle düşünenler için oruç; aç kalmak ve para ödememek için yapılmış bir ibadet haline dönüşmüş olmuyor mu?

Oruç tutabilecek durumda olup, tutmayanlara gelince. Oruç tutmadığı için böyle bir tasarrufu söz konusu değildir. Bundan dolayı yoksul doyurma yükümlülüğü de olmayacak (olamayacak) tır. Fakat maddi durumu iyi olanlar için oruç tutmadıkları durumda bile yoksullara yardım, zekat ve infak bağlamında da farzdır.

Uygulamada en fazla kılıf uydurularak sarfınazar edilen farzlardandır zekat ve infak.
Bundandır ki oruç, tasurruf etmek ve yoksulla paylaşmak.
Güçtür, benim, diye sarıldığından ayrılmak,
Oruçla kolaylaştırılır yoksulla paylaşmak.

Bakara 183 te bildirildiği üzere zekat ve infaktan kaçış, sarfınazar, gerçekte fenalıktır, sakınılması gereken bir şeydir ve oruç sayesinde bundan korunmamız umulur. Oruç ile Allah`a karşı bu konudaki sorumluluğumuzun bilincine varmamız kolaylaştırılır. Bu korunmayı artırır.

Bozulan yemin (Maide 89), İhramlı avlanma(Maide 95), Hac ibadetinden engellenme,... (Bakara 196), Kazara ölüme sebep olmak (Nisa 92), Sözden dönme (Mücâdele 3, 4) gibi durumlarda ise köle azad etme, buna gücü yoksa yoksul doyurma, fakir ve buna da güç yetiremiyorsa o zaman oruç tutarak (eksik yiyerek tasurruf edip) yoksulu doyurmak emrolunmaktadır. Suçun durumuna göre (sabrın eğitimi için) bazan oruç tutarak yoksul doyurmak ( Mücâdele 4), sadece yoksul doyurmaya göre öne geçmektedir.

***
BAKARA 184. AYET İNCELEMESİ
Oruç konusunda çok tartışılan ayetlere, kuran kalıpları ile bakalım…


وعلى الذين يطيقونه Bakara 184 konu oruç ve oruca (ona) güç yetirenler üzerine

على الذين يتولونه Nahl 100 konu şeytan ve şeytanı(onu) veli edinenler üzerine

على الذين يبدلونه Bakara 181konu vasiyet ve vasiyeti (onu) değiştirenler üzerine

Bakara 181. ayette zamir Bakara 180. ayette ( الْوَصِيَّةُ ) vasiyeti,

Nahl100. ayette zamir Nahl 98. ayette ki (الشَّيْطَانِ) şeytanı işaret etmektedir.

Bakara 184. ayette zamir, Bakara 183. ayette ki (ا الصِّيَامُ ) orucu işaret etmektedir.

Zamirler, kuran hangi konuyu anlatır ise, zamir konuyu işaret etmektedir. Zamirler hemen önceki özneye gitmesi ise, konu dahili iş yapan öznenin yaptığı iştir.

: : ANALİZ: :
Bakara 184. ayette ki Yutîkûnehû’ya yestatî’ûnehû manası vermek yanlıştır. Zira tâka, “gayretin en üstünü ve ihtimalin son noktasıdır” (bak: 2: 249 (savaşmaya gücümüz yok), ). Hem zaten güç yetiremeyenden oruç düşer. Zira teklîf-i mâ lâ-yutak (güç yetirilemeyen bir şeyi emretmek) muhaldir. Bu bir hakikattir. Bakara Sûresi’nin 286. âyetindeki duada bu hakikat dile gelir.

Hasta ve yolcuların, tutamadıkları oruçları kaza etmelerinin gerekçesi olarak şöyle buyrulmuştur: “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. ” (Bakara 2/185) Demek ki Bakara 184. ayettekiler, oruç tutabilen kimselerdir. Eğere Oruca zor gücü yetenler olarak alınırsa, bunlara oruçlarını kaza etmeleri emredilirken emzikli kadın, dökümcü, maden işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışanların, zarar görmeleri halinde oruç yerine fidye verebileceklerine hükmetmek tam bir çelişki olur.

Âyette emredilen fidye “gücü yeten” üzerinedir. Fakat burada kapalı kalan “gücü yetenlerden” kastın kimler olduğudur. Bir de, neye gücü yetenler? Oruca mı, fidyeye mi, kazaya mı? Zamirin orucu göstermesi, uzağı göstermesidir ki, bunun için karine gereklidir lafzı geçerli değildir. Zira Nahl 100. ayetteki zamir 98. ayetteki (ا ل ) belirteçli şeytana gitmektedir. Buradaki zamir (ا ل ) belirteçli kelimeyi yani ORUCU gösterir. BAKARA 185 ayette seferi ve hasta üzerine “kaza etmeye gücü yetenler üzerine bir yoksulu doyuracak fidye gerekir” ibaresi yoktur.

2/185: “(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, insanlığa rehber olan, bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan ayıran Kur’an işte bu ayda indirilmiştir. Sizden biri bu aya ulaştığında oruç tutsun. Hasta ya da yolcu olan kimse de, başka günlerde iade etsin. Allah sizin için kolaylık ister, sizi zora koşmak istemez. Oruç günlerinin sayısını tamamlamanızı, sizi doğru yola ulaştırdığı için O’nu yüceltmenizi ve şükretmenizi ister. ”

Bizler oruç tutarak Allah’ı yüceltir ve orucun fidyesinin vermekle şükretmiş oluruz. Şükür “hamd” gibi sözlü bir eylem olmayıp karşılık verilen eylemdir. Şükrün zıddı ise nankörlüktür.

Oruç, sadaka ve kurban gibi bir fidyenin karşılığı olur. (bak 2: 196). Bizler sağlıklı olmamızın fidyesini veririz. Oruç tutan, ister ramazanda tutsun isterse ramazan ayı dışında sayıyı tamamlasın, fidyesini vermek zorundadır. Oruc tutmaya güç yetiremeyenler de oruç fidyesini vermelidir. Zira oruç tutmak hayırlıdır. Bakara 184. âyetinin sonundaki “ama –eğer bilirseniz- oruç tutmanız sizin için hayırlıdır” ifadesi bakara 148. ayette “hayırlarda yarışın” (bak: 2: 148, 23: 61) ayeti ile örtüşür.

Malesef ibadet mantıklarını anlamayan ve malı çok seven İnsanlar, mal olarak hayır vermekten kaçmak için din adamları vasıtası ile, ibadetleri kendi kafalarına göre uyarlayarak uydurulmuş ve Gerçek anamçlarından saptırmışlardır. Bu sapmada din adamlarının birbiri ile çeşirek ihtilafları incelediğimiz ayette ayyuka çıkmıştır. Zamir için karine gerekir diyerek atılan bir İNSAN KANUNU ile Kuran tahrif edilmektedir.

[url]http://vekuran.blogspot.com/2012/07/orucunuzun-fidyesinin-verin.html[/url][

deliler oruç tutarmı orucu mecburen veya yanlışlıkla bozarsak ne olur yazmıyor orucu bozan haller yok ayrıca birkaç ekleme yapmışsın mesela güç yetiremeyecek çocuklar tutmaz demişsin oysa ben dinin erbapları dediğin kaynaklardan alıntı yapmadan demiştim arkadaşım bunu sende çok iyi biliyorsunki sünnet ve hadisler olmasa binlerce cevapsız soru kalır

nacikocak 4. September 2012 04:38 PM

[QUOTE=pramid;12335]Cebrail ile ilgili hakkı abinin bir çalışması:

[url]http://www.istekuran.net/cebrail.html[/url]

RUHÜ’L-KUDÜS
ER-RUHÜ’L-EMİN
CİBRİL [CEBRAİL]


RUHÜ’L-KUDÜS: “ روحRuh” ve “ القدسkudüs” sözcüklerinden meydana gelmiş bir izafet [belirtili isim tamlaması] olan ve Kur’an’da dört yerde geçen “Ruhü’l-Kudüs” ifadesi, “kudüsün ruhu” demektir. Bu ifadenin bir sıfat tamlaması olarak “kutsal ruh” olarak çevrilmesi yanlış, hatta büyük bir cinayettir.
Bu ifade ile ilgili olarak klâsik eserlerde ciddî bir tahlile dayanmayan, tamlamanın yapısına aykırı ve tamlamayı oluşturan sözcüklerin anlamlarına uymayan birçok açıklama mevcuttur. Onlara bağlı olarak hazırlanan bazı ansiklopediler de aynı yanlışları devam ettiren birçok açıklamayla doludur. Ne yazık ki, bunun sonucu olarak “Ruhü’l-Kudüs” ifadesi hakkında ileri sürülmüş birçok yanlış anlam elden ele, dilden dile dolaşmaya devam etmektedir.
Konuyla ilgili olarak klâsik kaynaklarda yer alan yanlışlara şu örnekler verilebilir:
ZEMAHŞERÎ: “Ruhü’l-Kudüs”, “er-Ruhu’l-Mukaddeseti [Tertemiz Ruh]” demektir. Bununla İsa’nın ruhu kastedilir. Çünkü İsa’nın ruhu babanın belinde ananın rahminde kirlenmemiştir.
Denildi ki:
Ruhü’l-Kudüs, Cebraildir.
Ruhü’l-Kudüs, İncil’dir.
Ruhü’l-Kudüs, İsa’nın ölüleri diriltirken okuduğu İsm-i A’zamdır.
(Keşşaf; 1/294)

Beyzavi de Zemahşeri’nin dediklerini aynen nakletmiştir.

RAZÎ: Rûh`dan Maksat; âlimler ayetteki "rûh" kelimesi üzerinde bazı görüşler belirterek ihtilâf etmişlerdir.
a- Bu Cebrail (as)’dır. Cebrail (as) birkaç yönden böyle isimlendirilmiştir:
1- Rûhu’l-Kudüs’ten maksat, er-Rûhu’l-Mukaddese [Kutsanmış, Kutsal Ruh] demektir. Nitekim “Racülün sıdkun hatemü’l-cûdi” denilir. Böylece Cenâb-ı Hak Cebrail’i, kendi katında mertebesinin yüce olduğunu açıklamak ve onu şereflendirmek için bu şekilde nitelemiştir.
2- Cebrail (as)’e bu ad verilmiştir, çünkü beden nasıl ruhla dinliyorsa, din de Cebraîl (as) ile hayat bulmaktadır. Çünkü Cebrail (as), peygamberlere vahiy getirmeyi üstlenmiştir. Bu hususta mükellef olanlar ise, onun getirdikleriyle dinlerini ihya etmiş olurlar.
3- Cebrail (as)’in gâlib vasfı, O’nun ruhanî bir varlık oluşudur. Diğer melekler de böyledir. Ne var ki, O’nun ruhanî bir varlık oluşu daha tam ve daha mükemmeldir.
4- Cebrail (as) “Rûh” diye adlandırılmıştır. Çünkü ne erkeklerin sulbü, ne de kadınların rahmi onu barındırmamıştır.
b- Ruhü’l-Kudüs’ten maksat, İncil’dir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Kur’an’da “... emrimizden bir rûh ...” (Zuhruf/52) buyurmuştur. İncil böyle adlandırılmıştır. Çünkü din İncil ile hayat bulur, dünyevi işler de onun vesilesiyle bir intizama girer.
c- Bu, Hz. İsa’nın, kendisi sebebiyle ölüleri diriltmiş olduğu ismidir. Bu görüş, İbn Abbas ve Saîd b. Cübeyr’den rivayet edilmiştir.
d- Bu, Hz. İsa’ya üflenen ruhtur. Kudüs ise, bizzat Allah’tır. Böylece, Hz. İsa’yı bir yüceltme ve teşrif olsun diye, onun ruhu Cenâb-ı Hakk’a muzâf kılınmış, nispet edilmiştir. Nitekim “........” ifâdesi de böyledir. Bu görüş Rebî’den rivayet edilmiştir. Buna göre, ayetteki ruhtan murad, insanın sayesinde hayata kavuştuğu ruhtur. Bil ki, rûh isminin Cebrail’e, İncil’e ve İsm-i A’zam’a ad olarak itlâk edilmesi mecazdır. Çünkü rûh, insanların hayat mıntıkalarında, damarlarında ve menfezlerinde dönüp dolaşan hava demektir. Malûmdur ki, yukarıda zikredilen Cebrail, İncil ve İsm-i A’zam böyle değildirler. Ancak bu üçünden her birine teşbih üslubuyla rûh adı verilmiştir. Çünkü rûh nasıl ki insanın canlılığının sebebi ise, Cebrail (as) de, ilimleri vasıtasıyla kalplerin hayat bulmasına sebeptir. İncil de, şeriatların meydana çıkması ve yaşamasının sebebidir. İsm-i A’zam da, maksatlara ulaşma vesilesidir. Ancak rûh ismiyle Cebrail arasındaki benzerlik, birkaç yönden daha uygun görülmektedir.
a- Çünkü Cebrail, lâtîf ve nûranî bir havadan yaratılmıştır. Bu sebeple, bu ikisi arasındaki benzerlik daha mükemmeldir. Binaenaleyh "rûh" ismini Cebrail’e vermek daha evlâdır.
b- Bu ismi Cebrail’e vermek, diğerlerine vermekten daha belirgindir.
c- Hak Teâlâ’nın "Ve biz onu Ruhü’l-Kudüs ile takviye ettik" buyruğunun mânası, "biz onu takviye ettik" demektir. Bu takviyeden maksat ise ona yardım etmektir. Yardımı Cebrail’e isnâd etmek hakiki, İncil ve İsm-i A’zam’a isnâd etmek ise mecazdır. Bu sebeple, rûh ismini Cebrail’e vermek daha evlâ olur.
d- Hz. İsa’nın Cebrail (as) ile bir arada bulunması, bir benzeri başka hiçbir peygambere nasip olmayacak bir şekilde tahsis olunca, biçimlerinin en kuvvetlilerindendir. Çünkü Cebrail (as) Meryem’e, bir çocuk doğuracağını müjdelemiştir. Hz. İsa (as), Cebrail (as)’in üflemesinden meydana gelmiştir. Bütün durumlarda Hz. İsa’yı terbiye edip eğiten Cebrail’dir. Onunla beraber onun gittiği yere giderdi. O, göğe çıktığında da onunla beraberdi.
(Razi, Mefatihü’l-Gayb; Bakara 87. ayet ile ilgili açıklama)

KURTUBÎ: "Ruhü’1-Kuds" Ebû Mâlik ile Ebû Salih’in İbn Abbâs’tan, Ma’mer’in de Katade’den rivayetine göre Cebrail Aleyhisselam’dır. "Ve biz onu Ruhü’l-Kudüs ile takviye ettik."
Hasan b. Sabit de şöyle demiştir:
"Cibril de aramızda Allah’ın rasûlüdür Ve o Ruhu’l-Kuds’tür; bunda hiçbir kapalılık yoktur."
Nehhâs der ki: Hz. Cebrail’e "ruh" denilip "kuds"e izafe edilmesinin sebebi, Yüce Allah’ın tekvini ile var olup kendisini doğuran bir baba olmaksızın ruh olarak yaratılmış olmasındandır. Bu sebepten dolayı Hz. İsa’ya da "ruh" adı verilmiştir.
Galib b. Abdullah Mücahid’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: el-Kuds, aziz ve celil olan Allah’tır. el-Hasen de aynı şekilde el-Kuds Allah’tır, onun ruhu ise Cibril’dir, demiştir.
Ebu Ravk, ed-Dahhâk’tan; o da İbn Abbâs’tan "Ruhu’1-Kuds ile" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Bu, Hz. İsa’nın kendisi vasıtasıyla ölüleri dirilttiği isimdir. Bunu aynı şekilde Said b. Cübeyr ve Ubeyd b. Umeyr de söylemiş olup Allah’ın ism-i azamıdır [derler].
Ruhu’l-Kuds’ten kastın İncil olduğu da söylenmiştir. Kur’ân-ı Kerim’e yüce Allah’ın şu buyruğunda "ruh" adı verildiği gibi, Yüce Allah İncil’e de bu şekilde "ruh" adını vermiş bulunmaktadır: "Böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik." [Şûrâ/52] Ancak birinci görüş daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
(Kurtubi; Bakara/87. ayet ile ilgili açıklamaları)
Görüldüğü gibi, “Ruhü’l-Kudüs” ifadesine verilen anlamlar “Denildi ki” temeli üzerine kurulmuş, ancak bu sözleri diyenlerin kimliği de, bu dediklerini hangi delile dayanarak söyledikleri de açıklanmamıştır. Yani bu ifadelerin hiçbir ilmi kıymeti yoktur; hepsi zandan ibarettir ve dolayısıyla hiç birisi gerçeği yansıtmamaktadır.

“RUHÜ’L-KUDÜS” TAMLAMASININ TAHLİLİ:

“Ruh” ve “Kudüs” sözcüklerinden oluşan “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının tahliline önce bu tamlamayı oluşturan sözcükleri tek tek ele alarak başlamayı, tamlama ile ilgili değerlendirmeyi ise sonraya bırakmayı daha doğru buluyoruz.

الرّوحRUH

“Ruh” sözcüğünün esas anlamı “can [vücudu diri tutan cevher]” demektir. (Lisanü’l-Arab; c. 4, s. 290. Ruh mad.) Ancak sözcük Kur’an’da bu anlamda değil, “kişi ve toplumları toplumsal hayatta diri, sağlıklı kılan can, vahiy” anlamında kullanılmıştır. Bu hususun ayrıntıları Kadr suresinin tahlilinde belirtilmiştir. (Tebyinü’l-Kur’an; c:1, s:482-490)

القدسKUDÜS

“Kudüs” sözcüğünün ne anlama geldiği, bu sözcüğün hangi sözcükten geldiğine dair yapılacak kabule bağlıdır ve bunun için iki olasılık söz konusudur:
1- Sözcüğün “temizlik” anlamındaki “kuds” sözcüğünden geldiği kabul edilirse, “kudüs” sözcüğü de “temiz” anlamına geliyor demektir. “Kuds” sözcüğü ve onun “mukaddes”, “mukaddesat”, “nükaddisü” gibi türevleri Kur’an’da on bir yerde geçmektedir.
2- Sözcüğün Allah’ın isimlerinden biri olan “ قدّوسKuddüs” sözcüğünden bozulduğu kabul edilirse, “kudüs” sözcüğü de “tüm kirliliklerden arınık, tertemiz” anlamına geliyor demektir. Sadece Allah için kullanılan “Kuddüs” sözcüğü, Haşr suresinin 23. ve Cuma suresinin 1. ayetlerinde olmak üzere Kur’an’da iki yerde geçmektedir.

RUHÜ’L-KUDÜS

“Ruh” ve “kudüs” sözcüklerinin anlamları belli olduğuna göre, “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının anlamının da yukarıdaki her iki anlamdan hangisinin kabul edileceğine bağlı olarak iki şıklı olması söz konusudur.
1- “Kudüs” sözcüğünün anlamının “temiz” olduğu kabul edilirse, “Ruhü’l-Kudüs” tabiri de “temizin canı” demek olur ki, bu ifade anlamsızdır. Lâkin klâsik eserlerde “ رجل صِدقRacülün sıdkın” ve “ خاتم الجودhatimi’l cud” şeklindeki iki tamlamanın Araplar tarafından kullanılmış olduğu hususu yer almaktadır. Bu tamlamalar yapısal olarak birer isim tamlaması olmalarına rağmen sıfat tamlaması gibi kabul edilmişler ve ona göre anlamlandırılmışlardır. Bir isim tamlaması olan “Ruhü’l-Kudüs” ifadesi de, eğer klâsik eserlerde belirtilen istisnai örneklere eklenir ve kural dışı olarak sıfat tamlaması kabul edilirse, bu zorlamayla tamlamanın manası “temiz can” demek olur. “Ruh” sözcüğünün yerine “vahy [ilâhî bilgi]” konduğunda ise “Ruhü’l-Kudüs” de “Temiz ilâhî bilgi, Allah’tan gelen temiz bilgi” anlamına gelir. “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının bu anlamıyla eş anlamlı olan bir diğer tamlama da “er-Ruhü’l-Emin [güvenilir, sağlam ilâhî bilgi]” tamlamasıdır. Bu tamlama Şuara suresinde yer almıştır:

Şuara 192–194: Kesin olan şu ki, o, âlemlerin Rabbinin indirmesidir.
Onunla, uyarıcılardan olasın diye senin kalbine “er-Ruhü’l-Emin [Güvenilir Ruh]” indi.

2- Allah’ın isimlerinden olan “el-Kuddüs”ün zamanla halk ağzında değişerek “Kudüs” şekline dönüştüğü kabul edilirse, “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının anlamı da “Tertemizin [tüm eksikliklerden temizlenmiş olan Allah’ın] ruhu [canı], vahyi, bilgisi” demek olur. Nitekim klâsik tefsircilerden Mücahit ve Rebii de “el-Kudüs” sözcüğünün Allah’ın isimlerinden biri olduğunu söylemişlerdir. Bu kabul doğrultusunda “Ruhü’l-Kudüs” ifadesinin “Allah’ın ruhu” anlamına geldiği görüşü zaten Kur’an’dan da destek bulmaktadır. Çünkü Kur’an’da geçen her “ruh” sözcüğü Allah’a nispet edilmiştir. Meselâ Âdem’e ve Meryem’e “Ruhumuzdan üfledik” denildiği gibi, elçi Zekeriyya’nın Meryem’e ilettiği bilgiler için de “Ruhumuz” ifadesi kullanılmıştır:

Meryem 17: &nb sp; Sonra ehliyle kendisi arasına bir perde edinmişti de Biz ona ruhumuzu gönderdik. O [ruhu getiren elçi] ona [Meryem’e] mükemmel bir beşeri örnek verdi.

Sonuç olarak, “kudüs” sözcüğünün geliş yerinin farklılıklarını da hesaba katmak üzere sözcüklerin anlamlarından yola çıkılarak yapılan tahlil, “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının anlamının “Allah’ın ruhu, Allah’ın vahyi, Allah’tan gelen bilgi” olduğunu göstermektedir. “Ruhü’l-Kudüs” tamlamasının bu anlamı taşıdığı, tamlamanın geçtiği ayetlerden de kolayca anlaşılmaktadır:

Bakara 87: &nb sp; Ve ant olsun ki, Musa’ya Kitap’ı verdik. Ve ondan sonra birbiri ardı sıra resuller gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da açık açık deliller verdik ve kendisini Ruhü’l-Kudüs ile destekledik. Bir resulün size, nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiği her seferinde büyüklük tasladınız mı? Sonra da bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürüyorsunuz.

Bakara 253: &n bsp; İşte elçiler; Biz onların bazısını bazısı üzerine fazlalıklı kıldık. Onlardan bir kısmı Allah’ın konuştuğu ve bazısının derecelerini fazlalıklı kıldığı kimselerdir. Ve Meryem oğlu İsa’ya açık kanıtlar verdik ve onu Ruhü’l-Kudüs ile destekledik. Ve eğer Allah dileseydi onların ardından gelenler, açık mesajlar kendilerine ulaştıktan sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Velâkin ayrılığa düştüler de onlardan bazısı iman etti, bazısı inkâr etti. Ve eğer Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Velâkin, Allah dilediğini yapar.

Maide 110: &n bsp; Hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni Ruhü’l-Kudüs ile desteklemiştim. Beşikteyken ve yetişkinken insanlarla konuşuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri], Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. Hani Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim iznimle kuş oluveriyordu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. Ve hani İsrailoğulları’na apaçık mucizelerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin “Bu ancak apaçık bir sihirdir” dedikleri zaman seni, onlardan korumuştum.”

Nahl 102: &n bsp; De ki: “İman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek / tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, senin Rabbinden ona birçok Ruhü’l-Kudüs hakk ile inmiştir.

Böyle olmasına rağmen mevcut meallerde Nahl suresinin 102. ayetinin çevirisinde yapılmış olan yanlışlıklar, bizim bu ayet üzerinde biraz daha durmamızı gerektirmektedir. Çünkü bu ayet genellikle Ruhü’l-Kudüs”ün “Cebrail” olduğu peşin kabulü sebebiyle: “Onlara de ki: Kur’an’ı Cebrail, iman edenlere sebat vermek, Müslümanlara bir hidayet ve bir müjde olmak için Rabbinin katından hak olarak indirdi” şeklinde çevrilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan mealdeki çeviri:
Ey Muhammed! De ki: "Kur’an’ı, Ruhu’l-Kudüs [Cebrail] inananların inançlarını sağlamlaştırmak, müslümanlara doğru yolu göstermek ve onlara bir müjde olmak üzere hak olarak indirdi."

Yaşar Nuri Öztürk’ün çevirisi:

De ki: "İman edenleri güçlendirip kökleştirmek için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olarak, Ruhulkudüs onu, senin Rabbinden indirdi.

Elmalılı Hamdi Yazır çevirisi:

Söyle onlara: "Onu Rabbinden hak olarak Rühu’l-Kudüs [Cebrail], iman edenlere sebat vermek ve müslümanlara bir hidayet ve bir müjde olmak için indirdi."

Suat Yıldırım çevirisi:

Söyle onlara: "İman edenlere tam bir sebat vermek ve Allah’a teslimiyet gösterecek Müslümanlara bir hidâyet ve müjde olmak üzere Kur’ân’ı, Rabbin tarafından gerçek olarak getiren, Ruhu’l-Kudüs’tür.

Oysa bizim çevirimizde “Ruhü’l-Kudüs”ün indirmesi değil, inmesi söz konusudur.
Ayetin “Kul [De ki]” ifadesiyle başlaması, bu ayetin birilerine cevap niteliğinde olduğunu göstermektedir. Bu sebeple ayet, paragrafı oluşturan diğer ayetlerle birlikte değerlendirilmelidir. Ayetin ait olduğu paragraf 101–103. ayetlerden oluşmuştur. Buna göre paragraf şöyledir:

Nahl 101–103: &nbs p; Ve Biz bir ayet yerine başka bir ayet getirdiğimiz zaman -Allah ne indirdiğini daha iyi bilen olmasına rağmen- onlar, “Sen, ancak bir uydurucusun” dediler. İşin doğrusu onların çoğu bilmiyorlar.
De ki: “İman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek / tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, senin Rabbinden ona birçok Ruhü’l-Kudüs hakk ile inmiştir.
Ve kesinlikle Biz biliyoruz ki, onlar “Sadece, ona bir beşer öğretiyor” diyorlar. Ona [Peygambere] öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Bu [Kur’an] ise apaçık bir Arapçadır.

Görüldüğü gibi, 101. ayette açık ve net olarak Kur’an’ın “Allah’ın indirmesi” olduğu bildirilmektedir. Oysa 102. ayetle ilgili olarak Kur’an’ı Cebrail adlı meleğin indirdiği yolundaki Kur’an dışı kabul, 102. ayet ile 101. ayetlere verilen anlamlar arasındaki çelişkinin görmezden gelinmesine ve 102. ayette bir dilbilgisi kuralının ihlâl edilmesine yol açmıştır. Şöyle ki:
102. ayette geçen “ نزّلnezzele” filinin aslı “ نزلnezele”dir ve anlamı “indi” demektir. Geçişsiz bir fiil olan “nezele” fiili, kural gereği burada Tef’il babından “nezzele”ye dönüştürülmüştür. Bu kalıba sokulan sözcükler sadece fiilde, failde veya mef’ulde çokluğu ifade ederler. Bu kurala göre, ayetteki “nezzele” fiili “çok çok indi” anlamına gelir. Geçişsiz bir fiil olan “nezele” sözcüğünün geçişli hâle dönüşmesi ve “indirdi” olarak anlamlandırılması ancak bir teaddi edatı kullanılmasıyla veya fiilin “enzele” kalıbına dönüştürülmesiyle sağlanır. Ayette geçen “bilhakkı” ifadesindeki “ بbe” harf-i cerri ise مصاحبةmusahabe anlamında olduğundan teaddi edatı sayılamaz. Arapça dil bilgisinin bu kuralları gereği ayetteki “nezzelehü ruhu’l-kudüsü” ifadesinin anlamı, “Ona birçok ruhü’l-kudüs [vahy] inmiştir” demektir. “Ruhü’l-Kudüs”ü, yani “vahy”i kimin indirdiği ise 101. ayette belirtilmiş ve indirenin Allah olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Ortaya çıkan sonuç özet olarak şudur: Kur’an’da geçen “Ruhü’l-Kudüs” ifadeleri, “Vahy, Allah’tan gelen temiz, sağlam bilgiler” demek olup kesinlikle “Cebrail adı verilen vahiy meleği” demek değildir.

ER-RUHÜ’L-EMÎN

Bu ifade Kur’an’da bir tek yerde geçmektedir:

Şuara 192–194: Kesin olan şu ki o, âlemlerin Rabbinin indirmesidir.
Onunla, uyarıcılardan olasın diye senin kalbine “er-Ruhü’l-Emîn [Güvenilir Ruh]” indi.

193. ayette bir sıfat tamlaması olarak “er-Ruhü’l-Emîn” şeklinde yer alan bu ifade, bir isim tamlamasıymış gibi “ruh ül emin” şeklinde telâkki edilmekte ve böylece büyük yanlışlıklara sebebiyet verilmektedir. Nitekim Kur’an’ın Cebrail adındaki melek tarafından indirildiği yolundaki peşin kabule dayanan geleneksel anlayış, 193. ayeti “Onu Ruhü’l-Emin [Cebrail] indirdi” diye yanlış meallendirmiş ve zihinlerde bu yanlışla yer etmesine yol açmıştır. Oysa bu meal, ayetin lâfzî manasına uygun olmadığı gibi, hem 192. ayetteki “O, âlemlerin Rabbinin [Allah’ın] indirmesidir” ifadesiyle hem de Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini bildiren yüzlerce ayetle de çelişmektedir. Bu çelişki de yine “nezele [indi]” fiilinin geçişsiz olmasına rağmen geçişli anlama gelecek şekilde “indirdi” olarak ifade edilmesinden kaynaklanmaktadır. Hâlbuki yüzlerce ayetin anlamıyla oluşturulan bu çelişkinin ortadan kaldırılması için, ayette geçen “bihi” ifadesindeki “be” harf-i cerrinin “ilsak” için değil de “musahabe” için alınması yeterlidir. Bu takdirde “nezele” fiili geçişsiz anlamı ile “onunla indi” olarak ifade edilir ve diğer ayetlerle oluşturulmuş olan çelişki de ortadan kalkmış olur.
Netice olarak, 193. ayette geçen “er-Ruhü’l-Emin” ifadesinin kişileştirilerek “Cebrail” olarak yorumlanması yanlıştır. Burada “emin, güvenilir, sağlam” olarak nitelenmiş olan ve uyarıcılardan olmasını sağlamak için peygamberimizin kalbine Allah tarafından indirilmiş olan “ruh, bilgi, vahy”, Mücadele suresinin 22. ayetinde de açıkça ifade edildiği gibi, inananları güçlendirmek üzere yine Allah tarafından indirilmiştir.

CEBRAİL: CİBRİL - CEBRİL

“Ruhü’l-Kudüs” ve “er-Ruhü’l-Emîn” ifadelerinden sonra tahlil sırası zorunlu olarak Kur’an’daki “Cibril” sözcüğüne gelmiş bulunmaktadır. Zira nakillere dayandırılan inanca göre “Ruhü’l-Kudüs”, “er-Ruhü’l-Emîn” ve “Cibril” aynı şey olarak, yani Allah’tan vahiy getiren, Kur’an’ı indiren melek olarak kabul edilmektedir.
Bu konuda nakillere dayalı klâsik eserlerde yer alan değerlendirmelerden iki örnek aşağıdadır:

Cibrîl Kelimesinin Okunuşunda Yedi Vecih

İbn Kesir, cim harfinin fethası, râ harfinin kesresi ve hemzesiz olarak kelimeyi جَبْريل şeklinde okumuştur. Hamza, Kisâî ve Âsim’dan rivayet ederek Ebu Bekr, cim ve râ harflerinin fethası ile ve hemzeli olarak, جبرئيل şeklinde, diğer kıraat âlimleri ise, cim ve râ`nın kesresi ile ve hemzesiz olarak, "Kandil" vezninde,جِبْريل şeklinde okumuşlardır. Bu kelimenin yedi okunuş şekli vardır. Üçünü söyledik, diğer dördü şu şekildedir: جبراعل vezninde olmak üzere جبرائل, جبراعيلvezninde olmak üzere جبرائيل , جبراعل vezninde olmak üzere جبرايل[ya`lı olarak]; ve nun`lu olarak جبرينşeklinde... Bu, marife ve A`cemî [Arapça asıllı olmayan] bir kelime olduğu için gayr-ı munsarıftır.
Cibril Kelimesinin Mânâsı:
Bazı âlimler Cebrail`in “Allah`ın kulu” mânasına geldiğini söylemişlerdir. Buna göre İbranice`de " جبرCebr", kul; " ئيلiyl" ise Allah manasınadır. Mîkâil de aynı şekilde Allah`ın kulu demektir.
Bu İbn Abbas (r.a) ve ehl-i ilimden bir grubun görüşüdür. Ebû Ali es-Sûsi ise bu görüşün iki bakımdan doğru olmadığını söylemiştir:
a- “Îyl” lâfzının Allah`ın isimlerinden olduğu meşhur değildir.
b- Eğer böyle olsaydı, "Cebrail" kelimesinin sonu mecrûr olurdu.
(Razi; Mefatihü’l-Gayb)

Dil Âlimlerine Göre Cebrail (a.s) ve Mikâil (a.s) Kelimeleri:

Dil bilginlerinin bu iki kelimenin söylenişi ile ilgili olarak farklı açıklamaları vardır. Cebrail adının on şekilde söylenişi söz konusudur:
1- Cibril: Hicazlıların şivesinde böyledir. Hassan b. Sabit şöyle demiştir: "Ve Allah´ın elçisi Cibril bizim aramızda..."
2- Cebrîl: el-Hasen ve İbn Kesir´in kıraati bu şekildedir. İbn Kesir´in şöyle dediği de rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.s)´i rüyada gördüm. O bunları
Cebril ve Mîkâil şeklinde okuyor idi. Ben de ebediyyen bu şekilde okuyup duracağım.
3- Cebraîl: Kûfeliler bu şekilde okurlar. Bu okuyuşlarına delil olarak şu beyti gösterirler:
“Savaşlarda bulunduk, zaman boyunca bizim bütün askerî birliklerimizin önünde mutlaka Cebraîl vardı.”
Bu da Temim ve Kayslıların şivesidir.
4- Cebrail: (Medsiz olarak.) Bu da Ebu Bekr b. Âsım´ın okuyuşudur.
5- Bir önceki okuyuş gibi fakat sondaki lam´ı şeddeli okumak. Bu da Yahya b. Ya´mer´in okuyuşudur. [Cebrail şeklinde].
6- Cebrail: İkrime´nin okuyuşudur.
7- Onun gibi fakat hemzeden sonra yâ ile. [Cebrâyil şeklinde].
8- Cebrayîl: el-A´meş ve Yahya b. Ya´mer aynı şekilde böyle de okumuşlardır.
9- Cebraîn
10- Cibrîn: Bu da Esedoğulları’nın şivesidir.

Taberî der ki: Bu şekilde Kur´ân´da okunmuş değildir. en-Nehhâs -İbn Kesir´in de okuyuşunu sözkonusu ederek- der ki: "Arap dilinde Fa´lîl vezninde kelime yoktur. [Yani Ceb*ril söyleyişi uygun değildir]. Bununla birlikte fî´lîl vezni vardır. [Yani Cibril söylenebilir]: Dihlîz, kıtmîr ve bırtîl kelimeleri gibi. Şu kadar var ki, Arap olmayanların dilinde Arapçada benzeri olmayan birtakım vezinlerin olması reddolunamaz. Yine bu söyleyişlerin çokça değişikliklere uğramayacağı da söylenemez. Nitekim Acemler´in İbrahim, İbraham, İbrahim, İbrahem, İbrahum ve İbrâhâm dedikleri bilinen bir husustur. Başkası ise şöyle demektedir: Cibril, Arapça olmayan bir isimdir. Araplar bunu Arapçalaştırmıştır. Bu bakımdan bu kelimeyi böyle değişik şekillerde söyleyebilirler; bundan dolayı zaten bu kelime munsarıf [çekimli] değildir.
Derim ki: Biz bu kitabın baş taraflarında bu kelimelerin Arapça oldukları görüşünün doğru olduğunu ve Cebrail´in apaçık bir Arapça ile bu kelimeleri bu şekilde inzal ettiğini söylemiş idik. en-Nehhâs der ki: Cibril kelimesi cem´i teksir [kırık çoğul] şeklinde Cebârîl diye gelir.
el-Maverdî der ki: Cibrîl ve Mikâîl iki ayrı isimdir. Onlardan birincisi Abdullah, ikincisi Ubeydullah [Allah´ın kulu ve Allah´ın kulcağızı] anlamındadır. Çünkü "îl" yüce Allah demektir. "Cebr" de "kul" demektir. "Mîkâ" ise "kulcağız" anlamındadır. Sanki Cibril Abdullah, Mikâil de Ubeydullah anlamını ihtiva eder. Bu İbn Abbas´ın görüşüdür. Müfessirler arasında ona bu konuda muhalefet eden kimse de yoktur.
Derim ki: Bazı müfessirler İsrafil´in Abdurrahman anlamına geldiğini de söylerler. en-Nehhâs ise şöyle demektedir: "Cebr" kelimesini kul [abd], "îl" kelimesini de Allah diye açıklayan kimsenin: Bu Cebruîl´dir, Cebraîl´i gördüm, Cebriil´e uğradım" demesi gerekir. Ancak böyle bir şey denilmediğinden dolayı burada bu ifadenin Cebrail´in adı anlamına gelmesi söz konusu olur.
Başkaları ise şöyle demektedir: Eğer onların [müfessirlerin] dedikleri gibi [verdikleri anlam doğru] olsaydı, bu kelimenin munsarıf olması gerekirdi. Munsanf oluşunun terk edilmesi bunun muzaf olmayan tek kelimeden meydana gelmiş bir isim olduğunu göstermektedir. Abdulganî el-Hafîz, Eflet b. Halife´den -ki bu Hassan´ın babası Fuleyt el-Amirî´dir- o da Cesre bint Decâce´den o da Aişe (r.a)´dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Cibril´in, Mîkâil´in ve İsrafil´in Rabbi olan Allah’ım! Cehennem ateşinin sıcağından ve kabir azabından sana sığınırım."
(Kurtubi; Bakara/97, 98. ayetlerin açıklaması)


BİZİM TAHLİLİMİZ:

Arapçada “ جبرائيلcebrail”den başka “ جبريلcibril” şeklinde de sık kullanılan ve on üç tane söyleniş biçimi olan sözcüğün kökeni ile ilgili olarak araştırmacılar iki ihtimal üzerinde birleşmişlerdir:

1- Sözcük, “ جبرcebr” ve “ ئيلiyl” sözcüklerinden oluşmaktadır. “İyl” sözcüğü eski Arapçada “Allah” demek olduğu için tamlama halindeki “cibril, cebril veya cebrail” sözcüğü “Allah’ın gücü, onarımı” manasını taşır.

2- Aslı İbranice olup Arapçaya sonradan girmiş olan sözcük çekimsizdir. İbranicede “cebr” sözcüğü “kul”, “il” sözcüğü de “Allah” demek olduğu için, sözcük tamlama hâlinde “Allah’ın kulu” anlamına gelir. Burada “cebr” sözcüğü, “güçlü insan” ma
Biz, sözcüğün Arapça olduğunu düşünüyor ve tahlilimizi birinci şıkka göre yapmış bulunuyoruz.

الجبرCEBR

İbn-i Menzur, Lisanü’l-Arab adlı eserinde “cbr” maddesine Yüce Allah’ın “Cebbar [yapılmasına karar verdiği şeyi zorla yaptıran / en iyi onarımı yapan]” adı ile başlamış ve “cebr” sözcüğünün “büyüklük, zorbalık” anlamlarını beyan ettikten sonra bu sözcüğün temeline ait bilgileri çok ayrıntılı olarak vermiştir. Bu bilgilerin özü şudur:
“Cebr”, “ كسرkesr” sözcüğünün karşıtıdır. “Kesr” sözcüğü “kırılmak”, bunun karşıtı da “kırılmış şeyin onarılması” demektir. Meselâ hakikat manasıyla “kemiği cebretti” derler. Mecazen de “fakiri ve yetimi cebretti” derler. Böylece hakikat anlamıyla “kırılmış kemiğin sarılıp onarılması”, mecaz anlamla da “fakirin zenginleştirilmesi, yetimin kimsesizlikten kurtulması” anlatılmış olur. Ayrıca kurumaya yüz tutmuş bitkinin yaprak ve çiçek açması da “cebr” sözcüğüyle ifade edilir. (Lisan ül Arab; c:2, s:14–18)
Tacü’l-Arus’ta da Lisanü’l-Arab’takiler ile paralel beyanlar vardır. (Tacü’l-Arus; c:6, s:158–162)
Kur’an terimleri üzerine muteber kaynaklardan biri olan Müfredat’ta ise Ragıb el İsfehani şu açıklamalarda bulunmuştur:
“Cebr”in aslı, bir çeşit zor kullanarak bir şeyi onarmaktır. Hükümdarlara “cebr, cebbar” denilmesinin sebebi, insanları dilediklerinde zorlamaları ya da insanların işlerini düzeltmeleri, onarmaları nedeniyledir. Matematikte “cebr”, düzeltilmek istenen şeyi düzeltmek için eklenen şeydir. “Cebr” sözcüğünün mübalâğa kalıbı olan “cebbar” sözcüğü, “hak etmediği yüksek bir makam sahibi olduğunu iddia ederek kendi kusurunu kapatmaya çalışan” demektir. Bu sözcük genelde kınama amaçlı kullanılır ve İbrahim/15, Meryem/32, Maide/22, Mümin/35, Kaf/45’te örnekleri görülür. (Müfredat; s:85, 86, “cbr” mad.)
Yukarıdaki açıklamalardan, “cebr” sözcüğünün öz anlamının “onarmak, islah etmek” demek olduğu anlaşılmaktadır. Yani “cebr”, “bozulmuş, kırılmış şeylerin onarılıp tekrar işe yarar hâle getirilmesi” demektir. Nitekim Tıp’ta da “ameliyat”, “kırk kemiğin sarılıp bütünlenmesi”, “kırık ve çıkık organa sarılan tahta” hep “cebr” sözcüğüyle ifade edilmiştir.
Buna göre Rabbimizin “Cebbar” adını “dilediğini zorla yaptıran, ulaşılmaz, azametli” olarak açıklamak yerine, “bozuk işleri, toplumları düzelten, onaran” şeklinde açıklamak daha uygun düşmektedir.

ئيلİYL

“İyl” sözcüğü İbraniceden Arapçaya geçmiş olup her iki dilde de anlamı “Allah” demektir.
Bu durumda, “cibril - cebril” sözcüğünün Arapça ve İbranice dillerinde iki sözcükten tamlama yapılmak suretiyle meydana getirilmiş, tıpkı “Ruhü’l-Kudüs” gibi bir ifade olduğu anlaşılmaktadır. Bu tarz tamlamaların Arapçada kullanılan İsrail, İsrafil, İsmail, Mikail, Azrail gibi başka örnekleri de vardır.
“Cibril” sözcüğünü oluşturan “cebr” ve “iyl” sözcüklerinin her ikisi de Arapça söylenecek olursa, sözcük “cibrullahi” şeklini alır. Bu sözcüğün tamlama hâlindeki anlamı da “Allah’ın onarımı” yani “vahyin kişileri ve toplumları onarması” demek olur. Bu ise “Allah’ın vahyi; canlandırması, diriltmesi” anlamına gelen “ruhullah” veya “ruhulkudüs” ifadelerinin bir başka anlatım tarzıdır. Buradan ortaya çıkan gerçek şudur: “Cibril” ile kastedilen yine vahiydir ve vahy, kişileri ve toplumları canlandırdığı gibi aynı zamanda da onarmaktadır. Başka bir ifade ile; vahyin [Kur’an ayetlerinin] bir bölümü “ruh [can]”, bir bölümü de “cibr, cebr [onarım, ıslah] görevi yapmaktadır. Bu gerçeğin konumuz itibariyle ifadesi ise üç kelime ile özetlenebilir: Cebrail [Cibril] Allah’ın vahyidir.
Gerçek bu olmasına rağmen “ilkbaharın yeşilliği” anlamındaki “hızır” sözcüğü nasıl kişileştirilip hayalî bir kimliğe dönüştürüldüyse, “Allah’ın vahyi, onarımı” anlamındaki “cebrail-cibril” sözcüğü de kişileştirilmiş ve “Cebrail veya Cibril” [Vahy getiren, Kur’an’ı indiren melek]” yapılmıştır. Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini bildiren yüzlerce ayetle alenen çelişen bu yanlış kabule kaynak olarak ise, peygamberimizin ölümünden iki yüz sene sonra ortaya çıkmış ama peygamberimizin yaşadığı döneme ait söylentiler gösterilmiş, hatta bu söylentiler ansiklopedilere bile aktarılmıştır:

Dört büyük melekten biri. Cebrâil (a.s.)`in görevi Allah ile peygamberleri arasında elçiliktir. Allah`tan aldığı emir ve hükümleri peygamberlere bildirir. Bütün kitap ve vahiyler Cebrâil vasıtasıyla indirilmiştir. Cebrâil (a.s.) her şekle girebilir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) onu biri vahyin başlangıcında Hıra`dan Mekke`ye gelirken, diğeri Mirâc`dan dönüşte Sidretü`l-Münteha`da olmak üzere iki defa kendi aslî şekliyle görmüştür. (es-Saâtî, el-Fethu`r-Rabbânî, VIII, 5). Cebrâil (a.s.) bazan da insan kılığına girerek Rasülullah (s.a.s.)`a vahiy getirirdi. Bu durumda çoğu kez yakışıklı ve genç bir sahabî olan Dıhye el-Kelbî`nin sûretinde görünürdü (Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX, 35). Cebrâil (a.s.) İsrâ ve Mirâc hadîsesinde Rasûlullah (s.a.s.)`a Mekke`den Kudüs`e ve oradan Sidretü`l-Münteha`ya kadar eşlik etmiştir (Buhârî, Bed`u`l-Halk 6; Salât 1) (İslâm Ansiklopedisi)

Bu söylentiler arasında, Cebrail’i beyaz bir ata binmiş, beyaz elbisesinin üzerine zırh kuşanmış, elinde oku, yayı, kılıcı ile Bedir’de Mekke müşriklerine karşı savaşırken tasvir edenler de vardır (Buhari; Kitab ül Megazi, Meleklerin Bedir’de görülmesi Babı, 4–43. Hadisler). Bu çarpıtmada İsrailiyatın da etkisinin olduğu bir gerçektir. Zira Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında “Gabriel” şeklinde bir melek kişi vardır ve “gabriel” sözcüğü de “güçlü insan” anlamındaki “geber” sözcüğü ile “tanrı” manasındaki “el” sözcüğünden oluşmuştur. Kitab-ı Mukaddes’teki Daniael; 8/ 15-26, 9/ 21-27, Tobit; 12/15, Enok; 9/1, 9, 10, 20/ 7, 40/1-9, 54/6, Luka; 1/11-20. cümlelerde bu kişiden söz edilmektedir. Ama bu konudaki çarpıtmalar söylentilerde kalmamış, Tekvir, Necm ve Şuara surelerindeki ayetler de çarpıtılmış, Kur’an’daki “Ruhülkudüs”, “er-ruhülemin”, “güçlü elçi” ifadeleri hep Cebrail yapılmıştır.
Kur’an’da “cebrail” olarak değil de “cibril” olarak geçen sözcük, ikisi Bakara suresinin 97. ve 98. ayetlerinde biri de Tahrim suresinin 4. ayetinde olmak üzere üç kez yer almıştır:

Bakara 97, 98: De ki: “Kim Cibril’e düşmansa, bilsin ki şüphesiz O [Allah], onu [cibrili], kendisinden öncekileri doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak, senin kalbine Allah’ın izniyle indirmiştir.
Kim ki, Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e, Mikail’e düşman olursa, bilsin ki, şüphesiz Allah da inkârcılara düşmandır.”

Tahrim 4: &nbs p; Eğer ikiniz, Allah’a tövbe ederseniz... -çünkü kesinlikle ikinizin kalbi kaydı- Yok eğer ona [peygambere] karşı dayanışmaya girerseniz hiç kuşkusuz bizzat Allah, ona Mevla’dır [yardımcıdır, destekçisidir, koruyucudur, yol göstericidir]. Cibril ve iman edenlerin salihleri de. Ve bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.

Bakara suresinin 97. ayetine dikkat edilirse orada “onu” ve “o” diye iki tane üçüncü şahıs zamiri vardır. Bu zamirler anlamlandırılırken maalesef genellikle “… onu [Kur’an’ı] O [Cebrail] … indirmiştir” denilmektedir. Fakat böyle bir meal yanlıştır. Zira ayette, hatta pasajda “o” zamirinin gösterdiği “Kur’an” ya da “vahy” diye bir sözcük mevcut değildir. Bu ayet ayrı bir necm olmayıp Yahudileri tanıtan bir paragrafın ara cümlesidir. Ayetteki “onu” zamiri, ayetin kendi içindeki “cibril” sözcüğüne racidir. “ فإنّهFeinnehü [bilsin ki şüphesiz O]” ifadesindeki “O” zamiri ise Allah’ı göstermektedir.
Bu ayette dikkat edilecek bir diğer husus, buradaki “ نزّلnezzele” fiilinin, yukarıda sunduğumuz Nahl suresinin 102. ayetindeki “nezzele” fiilinin aksine, geçişli olarak “indirmiştir” anlamıyla çevrilmiş olmasıdır. Bunun sebebi, ayetteki “ على قلبكala kalbike” ifadesinin başındaki “ علىala” edatıdır. “Ala” edatı, genelde “üzerine” anlamını ifade eder. Ama Arap dilinde “ بbe” edatının “ilsak [yaklaştırma, bağlama]” anlamı da çok kullanılır. Zaten dikkat edilirse tüm meallerde “kalbinin üzerine” diye değil, “kalbine” olarak verilmektedir. Ayetteki “ala” edatı “be” anlamına kullanıldığında Arapça dili kuralları gereği “lazım [geçişsiz]” fiili “müteaddi [geçişli]” hâle getirir. Burada da işte bu nedenle geçişsiz “nezzele [indi]” fiili, geçişli “enzele [indirdi]” anlamına dönüşmüştür. Bu durumun Kur’an’da onlarca örneği mevcuttur. “Nezele” fiilinin “tef’il” babından olan fiil ve mastarları incelenirse, ya lâfzen veya takdiren “harf-i cer” ile müteaddi yapıldığı, ya da sözcüğün “be” edatına gerek kalmadan kıraat farklılığı ile geçişli anlama dönüştürüldüğü görülecektir. Örneğin klâsik kaynaklarda, İsra suresinin 82. ayetindeki “ ننزّلnünezzilü” sözcüğünün “ نُنْزِلُnünz ilü” ve “ يُنْزِلُyünz ilü” şeklindeki kıraatlerinin de varlığı görülmektedir. Yani İsra/82’deki “nünezzilü” ifadesi geçmişte “nünzilü” veya “yünzilü” olarak da okunmuştur. Şimdi de okunabilir. Bizim tercihimiz de bu yöndedir.
“Nezzele” fiilinin sadece geçişsiz anlamda manalandırıldığı Nahl/102. ve Şuara/194. ayetlerde değil, geçişli anlamda manalandırıldığı Bakara/97. ayette de, zamirler doğru isimlere gönderildiği takdirde görülmektedir ki, Kur’an’ın orijinal ifadesinde Cibril “indiren” değil, “indirilen”dir, yani “inen”dir.
Fakat tüm bunlara rağmen Bakara/97, Nahl/102 ve Şuara/94. ayetler çarpıtılarak Kur’an’ın “Cebrail” tarafından indirildiği anlamına gelen çeviriler yapılmıştır. Hâlbuki bu ayetlerin ön veya arkasında yer alan ayetlerde yine Kur’an’ı indirenin bizzat Allah olduğu açıklanmaktadır. Ne hikmetse, art arda gelen bu ayetlerdeki bu çelişki üstünde durulmamıştır, belki de işin farkında olunmamıştır.

SONUÇ

Kur’an’da Kur’an’ın indirilmesi, kitabın indirilmesi, ayetlerin indirilmesi, surelerin indirilmesi, meleklerin [vahylerin] indirilmesi, hikmetin indirilmesi, Tevrat’ın indirilmesi, İncil’in indirilmesi, Furkan’ın indirilmesi ile ilgili üç yüz civarında ayet mevcuttur. Bu ayetlerin hepsinde de bunları indirenin Allah olduğu bildirilmiştir. Kur’an’ı başkasının indirdiğini bildiren hiçbir ayet yoktur, olamaz da. Çünkü Kur’an asla ve kat’iyen kendisiyle çelişmez.

Hakkı YILMAZ

[url]www.istekuran.com[/url]

Ayrıca BKN [B]vahiy-sureci-ve-cebrail[/B]

vekuran.blogspot.com/2012/02/vahiy-sureci-ve-cebrail.html[/QUOTE]


kardeşim bukadar şey yazmana gerek yoktu ruh kelimesinin geçtiği bütün ayetlerde ortak bir anlam var ayetleri oku anlarsın

Melekler ve Ruh ona süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (70/4)

Melekler ve ruh onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler. (97/4)

De ki: "İman edenleri sağlamlaştırmak Müslümanlara bir müjde ve hidayet olmak üzere onu hak olarak Rabbinden Ruhu'l-Kudüs indirmiştir." (16/102)

Sonra onlardan yana bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz göndermiştik o da düzgün bir beşer kılığında görünmüştü. (19/17)

De ki: "Cibril'e kim düşman ise gerçekten onu allah'ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü'minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O'dur." (2/97)

bu son ayetten anlaşılırki kuran'ı kerimi indiren allahın izni cibril'dir ve cibril allah'ın isimlerinden biri değildir böyle apaçık ayet varken daha nasıl allah hz muhammed'e kuran'ı kerimi indirirken aracı kullanmadı diye iddia edersiniz

pramid 5. September 2012 05:18 AM

ruh hakkında az bir bilgi verilmiştir.

Allah bir iş ve oluş için ARACI KULLANMAZ. Vahyedeceğinde ol der ve olur. O şah damarından daha yakındır.

Siz gökte oturan tanrı tasavvurunda olunca, göktanrı yere aracı ile vahy gönderdiği inancındasınız. Normaldir zira türklerin eski inanç kalıntıları devam etmektedir. Araplarda böylebir inanç vardı, muhammed ölünce gerisin geri eski inançlarına döndüler.

[B][COLOR="Navy"]Ve Muhammed sadece bir Resûl'dür. Ondan önce de resûller gelip geçmiştir. Şimdi O, öldü veya öldürüldü ise, siz topuklarınız üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim topukları üzerinde geriye dönerse, bundan sonra Allah'a, asla hiçbir şeyle zarar veremez. Ve Allah, şâkirleri (şükredenleri) yakında mükâfatlandıracaktır. ALİİMRAN 144[/COLOR][/B]

Ruh hakkındaki atalarınızın inançlarını bu ortama yansıtmanız normaldir.

Miralay 5. September 2012 06:29 AM

[QUOTE=nacikocak;12332].........[B][U][COLOR="Red"]din ile ilgili herşey kuran'ı kerimde yoktur [/COLOR][/U][/B][/QUOTE]

[COLOR="Blue"]Güzel kardeşim bu iddianızı Kur'anda rabbimiz yalanlıyor. [B]Din ve hayat adına, herşey Kur'anda tam ve eksiksiz var [/B]diyor.[/COLOR]

[QUOTE]ve biz bunun için allah'ın elçisi olan peygamberin hadis ve sünnetlerine göre hareket etmeliyiz bunları ise şu anda peygamber efendimizi görüp sorma şansımız olmadığı için[/QUOTE]

[COLOR="Blue"]Zaten ben de bunu savunuyorum. O dönemde ses ve kamera kaydı mümkün olmadığından dolayı sünnetleri birebir yaşama şansımız malesef yoktur.
Tek istisna,[B] "resulün hayatı Kur'andan ibarettir"[/B] ilkesine bağlı kalarak O'nun sünnetlerini Kur'andan öğrenerek yaşayabiliriz.[/COLOR]


[QUOTE]takvaca bizden üstün olanlardan öğrenebiliriz uydurma hadisler çıktı bazı sözde alimler fetvalarını kendi çıkarlarına göre veriyorlar diye ne hadis ve sünnetleri nede kuran'ı kerimde bulunmayan dini konuları yok sayamayız ve size tavsiyem müminlerin söylediği doğruları aramak yanlışlarını aramaktan daha hayırlı bir iştir[/QUOTE]

[COLOR="Blue"]Kimin takvaca üstün olduğunu ancak yine Kur'andan öğrenebiliriz.[/COLOR]

[QUOTE]miraç olayında ise önemli olan peygamber efendimizin yeremi battığı göğemi yükseldiği rüyadamı yoksa uyanıkkenmi olduğu değil allah'u tealanın katına çıkıp bizim bilmediğimiz birtakım ayetlerini görmüş olmasıdır benim anlatmak istediğim hepimiz miraca çıkmadık allah yalnızca elçisi olan peygamber efendimizi kendi katına çıkardı ona çok ayrıcalıklar tanıdı miraç onlardan biridir ona kıyamet hakkında gaybıda göstermiş olabilir kıyamet ile ilgili bir değil birkaç hadis var alimleri yalanlamak yok saymak yerine doğrusunu ve yanlışını peygamber efendimizin yaşadığı döneme yakın tarihlerde yazılmış olan kaynaklarda araştırmakta daha hayırlı bir iştir doğrusu bende araştırmadım ancak yokta saymıyorum size tavsiyem eğer sizinde kesin bilginiz yoksa inanmasanızda en azından yok saymayın[/QUOTE]

[COLOR="Blue"]Miracı doğrulayacak, Kur'anda birtek ayet bile yoktur güzel kardeşim.
Miracı savunanların dayanakları İsra 1.ayet ve Necm Suresidir ki;

İsradaki "kul" un kim olduğu Kur'anda belirtilmemiş ve hemen akabindeki ayetlerde Musa aleyhisselamdan behsetmiştir.

Necm suresinde ise, göğe yükselme değil; Allah'ın Cebrail sıfatıyla yeryüzüne tecelli ederek teşrif buyurması anlatılır. Öyle göğe çıkarma eylemi Kur'anda yer almaz.

Saygı ve selamlarımla[/COLOR]

Miralay 5. September 2012 09:53 AM

[QUOTE=nacikocak;12337]...arkadaşım bunu sende çok iyi biliyorsunki sünnet ve hadisler olmasa binlerce cevapsız soru kalır[/QUOTE]

Selam Naci kardeşim.
Kur'anın kendi kendisinin tefsiri olduğu,ihtiyacımız olan herşeye yetecek kadar bol miktarda tafsilatlı örnekler verdiği, apaçık ayan beyan bir rehber olduğu,Kur'anda bahsedilmeyen konularda rabbimizin bizi serbest bıraktığı gibi meselelerde onlarca ayet olduğu halde, hala fikir birliğine varabilmiş değiliz.

Siz hala,Allah'ın elçisinin irtihalinden 100 küsür yıl sonra kaleme alınmış kitaplarla yola çıkıyorsunuz. Halbuki önümüzde kıyamete kadar korunacağı va'dedilmiş bir Kur'an varken; durmadan kulaktan kulağa rivayetler olmasa Kur'anın anlaşılamayacağını iddia ediyorsunuz.

El insaf diyorum,başka şey demiyorum.

Kur'anda "Resulün sünneti" diye bir konu geçmiyorken; sadece sünnet olarak,"Sünnetullah" tan bahsediliyorken, nasıl oluyor da "sünnet,sünnet" diyebiliyorsunuz.

Din oyuna gelmeyecek kadar ciddi bir olaydır. Kesin naslara dayanmalıdır. Kulaktan duyma rivayetlerle din binası inşa edilemez. Öyle olursa her önüne gelen birşeyler uydurur da,halkın pekçoğu da buna inanır.

Hele o uyduran kişilere birkaç kişi de keramet,alimlik vs.yüklerse o kişi artık dokunulmaz olur ve her dediği "SAHİH" olarak nitelendirilir.

Selam ve saygılarımla

nacikocak 5. September 2012 05:53 PM

[QUOTE=pramid;12342]ruh hakkında az bir bilgi verilmiştir.

Allah bir iş ve oluş için ARACI KULLANMAZ. Vahyedeceğinde ol der ve olur. O şah damarından daha yakındır.

Siz gökte oturan tanrı tasavvurunda olunca, göktanrı yere aracı ile vahy gönderdiği inancındasınız. Normaldir zira türklerin eski inanç kalıntıları devam etmektedir. Araplarda böylebir inanç vardı, muhammed ölünce gerisin geri eski inançlarına döndüler.

[B][COLOR="Navy"]Ve Muhammed sadece bir Resûl'dür. Ondan önce de resûller gelip geçmiştir. Şimdi O, öldü veya öldürüldü ise, siz topuklarınız üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim topukları üzerinde geriye dönerse, bundan sonra Allah'a, asla hiçbir şeyle zarar veremez. Ve Allah, şâkirleri (şükredenleri) yakında mükâfatlandıracaktır. ALİİMRAN 144[/COLOR][/B]

Ruh hakkındaki atalarınızın inançlarını bu ortama yansıtmanız normaldir.[/QUOTE]

arkadaşım diyorumki bu ayette[B] De ki: "Cibril'e kim düşman ise gerçekten onu allah'ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü'minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O'dur." (2/97)[/B]

allah'u teala haşa yalanmı söylüyor peygamber efendimize senin kalbine indiren O'dur diyor benim demiyor benim iznimle o'dur diyor sen hala aracı yok diyorsun ayetlerin yarısı doğru yarısı yanlışmı yoksa sen sadece yarısınamı inanıyorsun

elbetteki allah neye ol derse olur ancak allah bal'a ol dememiş aracı koymuş arıya bal yapan ol demiş ve yine şu ayette secde suresi 11. ayet [B]Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz[/B] diyerek ölüm içinde melekleri aracı kıldığını emretmiştir allah'ın bu kadar ayetine karşın nasıl allah aracı kullanmaz dersiniz

nacikocak 5. September 2012 08:34 PM

[QUOTE=Miralay;12343][COLOR="Blue"]Güzel kardeşim bu iddianızı Kur'anda rabbimiz yalanlıyor. [B]Din ve hayat adına, herşey Kur'anda tam ve eksiksiz var [/B]diyor.[/COLOR]



[COLOR="Blue"]Zaten ben de bunu savunuyorum. O dönemde ses ve kamera kaydı mümkün olmadığından dolayı sünnetleri birebir yaşama şansımız malesef yoktur.
Tek istisna,[B] "resulün hayatı Kur'andan ibarettir"[/B] ilkesine bağlı kalarak O'nun sünnetlerini Kur'andan öğrenerek yaşayabiliriz.[/COLOR]




[COLOR="Blue"]Kimin takvaca üstün olduğunu ancak yine Kur'andan öğrenebiliriz.[/COLOR]



[COLOR="Blue"]Miracı doğrulayacak, Kur'anda birtek ayet bile yoktur güzel kardeşim.
Miracı savunanların dayanakları İsra 1.ayet ve Necm Suresidir ki;

İsradaki "kul" un kim olduğu Kur'anda belirtilmemiş ve hemen akabindeki ayetlerde Musa aleyhisselamdan behsetmiştir.

Necm suresinde ise, göğe yükselme değil; Allah'ın Cebrail sıfatıyla yeryüzüne tecelli ederek teşrif buyurması anlatılır. Öyle göğe çıkarma eylemi Kur'anda yer almaz.

Saygı ve selamlarımla[/COLOR][/QUOTE]

daha öncede söyledim kuran'ı kerimin mealini defalarca okudum ancak sırası ile okumadım atlamış olabilirim apaçık olduğunu uyarıcı olduğunu ve benzeri şeyleri okudum ancak herşeyin olduğuna dair bir ayete rastlamadım eğer varsa yazarsanız sevinirim

hadis ve sünnetlerin şüphe bırakmayacak şekilde kayıtlı olmasını bende isterdim bu konuda hemfikiriz

takvaca kimin üstün olduğunu kuran'ı kerimden öğrenemeyiz böyle bir liste sunmaz onu yalnızca allah bilir

arkadaşım diyorsunki miracı doğrulayacak bir ayet yok miracı doğrulayan ayet var ancak allah'u teala sadece isim vermemiş "kulunu" demiş fakat başka bir ayettede sana gösterdiğimiz "o rüya" diyor elbette doğrusunu allah bilir

şimdi yukarıda yazdımya doğrusunu allah bilir birde bunun şöyle bir yönü var bazı şeyleri yalnızca allah bilir bazı şeyleri ise kullarıda bilir çünkü allah bilsinler diye kuran'ı kerimi göndermiş elçiler göndermiş akıl vermiş ve öğretmiştir bilmeyenlere ve akıl vermediklerine sual yoktur


ve yine soruyorum kuran'ı kerimde

namazın rekatları varmı
ne okunacağı varmı
orucu namazı abdesti bozan haller varmı
guslü gerektiren haller varmı

belki camide cemaate katılıp namaz kılarsın neden cemaate katıldığını kuran'dan açıklayamazsın hocanın arkasında durursun neden önde durmadığını açıklayamazsın tekbir getirirsin farzdır onu bile açıklayamazsın çünkü kuran'ı kerimde herşey yoktur ve olanları açıklayıp olmayanları öğretmek için elçi olarak gönderilen peygamber efendimiz görevini en güzel şekilde yaptı diğer peygambelerde yaptı ve allah'u teala bu yüzden onlardan salih kullar diye bahseder

arkadaşım tekrarlıyorum sana tavsiyem allah'u tealanın azhap suresi 21. ayette “Andolsun ki, sizin için ve Allah'a ve ahiret gününe ulaşmayı dileyen ve Allah'ı çok zikredenler için, Allah'ın Resûl'ünde güzel bir örnek vardır” dediği peygamber efendimizin sünnet ve hadislerinin sahteleri var onlara gerek yok demekten vazgeç kuran'ı kerime aykırı bir hadis veya sünnet veya bunlara aykırı bir fetva duyarsan uyma ancak diğerlerine allah rızası için uy eğer uyarsan huzura çıktığında neden uydun derlerse allah rızası için dersin ve allah'ın va'dettiği gibi yaptığın zerre kadar iyiliğin karşılığını alırsın eğer uymazsan şimdiye kadar uymadıklarından bilmediğin için belki sual sorulmaz ama bundan sonra “Andolsun ki, sizin için ve Allah'a ve ahiret gününe ulaşmayı dileyen ve Allah'ı çok zikredenler için, Allah'ın Resûl'ünde güzel bir örnek vardır” ayetimiz sana ulaşmadımı diye sorulabilir o zamanda yine karşılığını alabilirsin

allahım bizi affeder inşallah

pramid 6. September 2012 10:29 AM

inzal kelimesi gökten inme anlamında mı?

8 çift hayvan nasıl inzal edildi? Bana bir açıklayın.

Ehli sünnet denen zevatlar, yahudileri geçmiş durumda ...

Allah dini yaşayın, bakarayı kesin diyor ...

Siz tutmuş rekat ve bakaranın ayrıntısı ile uğraşıyorsunuz.

Allah dini kolaylaştırdım diyor siz zorlaştırıyorsunuz.

Naci, ALLAH'a dinin mi öğretiyorsunuz.

Kuran ayetleri;

Ruhul kuddüsdür yani temiz bilgidir.
Ruhul emindir; güvenilir bilgidir,
Cibrildir yani zorlayıcıdır.

Eğer siz Allahın zorlayıcı ayetlerine düşman olursan, bende senin düşmanınım, Zira o cibril nebin kalbine ilga edilmiştir. Allahın ayerleri olan cibrile düşman olmayalım.

pramid 6. September 2012 10:33 AM

[QUOTE]elbetteki allah neye ol derse olur ancak allah bal'a ol dememiş aracı koymuş arıya bal yapan ol demiş ve yine şu ayette secde suresi 11. ayet Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz diyerek ölüm içinde melekleri aracı kıldığını emretmiştir allah'ın bu kadar ayetine karşın nasıl allah aracı kullanmaz dersiniz [/QUOTE]

Meleklere imanda sıkıntın var naci bey, Gerçi bütün toplumun sıkıntısı var. Allah boşuna iman meselesi yapmamış.

İncelemini tavsiye ederim: [url]http://vekuran.blogspot.com/2012/01/melek-kavrami-malik-mulk-melik-melekut.html[/url]

nacikocak 6. September 2012 12:24 PM

[QUOTE=pramid;12352]Meleklere imanda sıkıntın var naci bey, Gerçi bütün toplumun sıkıntısı var. Allah boşuna iman meselesi yapmamış.

İncelemini tavsiye ederim: [url]http://vekuran.blogspot.com/2012/01/melek-kavrami-malik-mulk-melik-melekut.html[/url][/QUOTE]


indirmek kelimesini gökten indirmek diye anlıyor ve allah'ı gökte arıyorsan gerçekten bulamazsın

oysa ben indirmenin meariç suresinde bahsedilen

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla.

1. Bir soran inecek azabı sordu:

2.İnkârcılar için;ki onu savacak yoktur,

3. Yükselme derecelerinin sahibi olan [B]Allah katından[/B].

4. Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.

allah katından inme olduğunu bilirim kuran'ı kerim inmiştir ancak gökten değil allah katından inmiştir ve onu cebrail a.s indirmiştir çünkü allah'u teala peygamberleri insanlara cebrail a.s ıda peygamberlere elçi kılmıştır sen nekadar kelimelerle oynamaya çalışsanda kuran'ı kerim korunmuştur şimdiye kadar değişmedi şimdiden sonrada değişmeyecek


birde allah peygamber efendimizi beğendi kendisini elçi kıldı ona kitap gönderdi'de sizmi beğenemediniz elbette allah sizi beğenmediğiniz peygamberden uzak tutacaktır onun olmadığı bir yere gönderecektir biraz sıcak olabilir ama çekeceksiniz çünkü bunu siz istiyorsunuz allahım ahirette beni peygamber efendimize komşu kılsın

bakıyorum meleklerede karşısınız kudüs temiz arındırılmış bu doğru peki ruh'un anlamı nezaman "bilgi" olarak değişti sizin gücünüz değiştirmeye yetermi sanıyorsunuz onun her harfi korunmuştur

birde allah'ın eyetini değiştirmeye çalışıyorsun kalbine inen cibril demiyor kalbine indiren cibril diyor burdan sen nasıl cibrili ayet olarak anlıyorsun

peygambere karşısınız
meleklere karşısınız
kuran'ı kerimi değiştirmeye saptırmaya çalışıyorsunuz

demekki bizim için 6 olan imanın şartı size 3 olarak kalbinize ilga edildi şimdi indirildi desem göktenmi indi dersiniz tabi size 3 olduğuda kesin değil çünkü daha diğerleri hakkında fikirlerinizi yazmadınız

pramid 6. September 2012 01:06 PM

[QUOTE]oysa ben indirmenin meariç suresinde bahsedilen[/QUOTE]

[QUOTE]kalbine inen cibril demiyor kalbine indiren cibril diyor[/QUOTE]

Hem n-z-l indirme değil dediniz hemde indirip duruyorsunuz.

Siz bu yazdıklarınıza göre miraç safsatasına inamıyorsunuz değil mi?

galipyetkin 6. September 2012 01:35 PM

Sayın Naci Koçak.

Demişsiniz ki:[COLOR="Red"]demekki bizim için 6 olan imanın şartı size 3 olarak kalbinize[/COLOR].....

Şu 6 şart nelerdir?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

nacikocak 6. September 2012 02:56 PM

[QUOTE=galipyetkin;12356]Sayın Naci Koçak.

Demişsiniz ki:[COLOR="Red"]demekki bizim için 6 olan imanın şartı size 3 olarak kalbinize[/COLOR].....

Şu 6 şart nelerdir?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.[/QUOTE]

şart aslında birdir allah'a inanmak ve emirlerine uymak ancak allah'ın emirleri yerine getirmek için onların gerektirdiği diğer emirleri vardır örneğin namaz kılmak allah'ın emridir ve namaz kılmak için abdest almakta allah'ın emridir aynı bu şekilde allah'a inanıp emirlerine uymamız içn onun peygamberlerine meleklerine kitaplarına ahiret gününe ve hayır ve şerrin yalnızca allah'tan olduğuna inamamız gerekir

bu anlamda sizde bunların hangilerine inanıyor ve yerine getiriyorsunuz mesela diğer arkadaşınız benden bahsederken ehli sünnet diye bahsetmiş evet ben ehli sünnetim kitap ehliyim islam ehliyim peki siz neyin ehlisiniz allah'ın başka emirleri veya kuran'ı kerimden ve peygamber efendimizden sonra gönderdiği başka kitap başka peygambermi varda bizim haberimizmi yok lütfen başka şeyler yazmak veya konuyu değiştirmek yerine inandığınız şeyleri aşağıdaki sırasıyla yazarsanız sevinirim yanlış anlamayın bu soruları bana siz ehli sünnet diyerek kendinizi ayırdığınız için soruyorum

sizi kim yarattı
dininiz nedir
uyduğunuz bir kitap varmı varsa hangisi
peygamberiniz kimdir
namaz kılarmısınız kılıyorsanız kime uyarsınız
öldükten sonra nereye gidip kime hesap vereceksiniz

galipyetkin 6. September 2012 03:03 PM

Sayın Naci Koçak.

Bırakın yuvarlak lafları, bırakın üzerime yıkılmayı.

6 adet şarta tâbiyim dediniz. Yazınız.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

nacikocak 6. September 2012 03:15 PM

[QUOTE=pramid;12355]Hem n-z-l indirme değil dediniz hemde indirip duruyorsunuz.

Siz bu yazdıklarınıza göre miraç safsatasına inamıyorsunuz değil mi?[/QUOTE]


arkadaşım inzal indirme ve gökten değil allah katından indirme ben senin sorunu hatta sorularını hep cevapladım varsa cevapsız bıraktığım yaz cevaplayım

peki inandığını söylediğin allah rızası için sen benim soruma sırası ile cevap verebilirmisin bu ayette [B] De ki: "Cibril'e kim düşman ise gerçekten onu allah'ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü'minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O'dur." (2/97)[/B]



1:kuran'ı kerimi peygamber efendimizin kalbine inzal eden indiren cibril olarak geçiyor bu cibril kimdir nedir
2:daha önceki mesajınızda zorlayıcı demişsiniz peki zorlayıcı kimdir şimdi başka anlamını yazma kim olduğunu yaz
3:eğer kimse değil allah kendisinden bahsettiyse bana allahın isimleri arasında cibrili göster
4:madem sizin dediğiniz gibi aracı yok allah'ın küfretmeyin dediği kimdir
5: o'dur dediği kimdir neden benim demiyorda o diyor o demek başkası demek değilmi

nacikocak 6. September 2012 03:47 PM

[QUOTE=galipyetkin;12358]Sayın Naci Koçak.

Bırakın yuvarlak lafları, bırakın üzerime yıkılmayı.

6 adet şarta tâbiyim dediniz. Yazınız.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.[/QUOTE]

galiba göremediniz yazdıklarrımı aynen kopyalayıp görmeniz için o 6 şartı koyulaştırıyorum

şart aslında birdir [B]1:allah'a inanmak [/B]ve emirlerine uymak ancak allah'ın emirleri yerine getirmek için onların gerektirdiği diğer emirleri vardır örneğin namaz kılmak allah'ın emridir ve namaz kılmak için abdest almakta allah'ın emridir aynı bu şekilde allah'a inanıp emirlerine uymamız içn onun [B]2: peygamberlerine 3:meleklerine 4:kitaplarına 5:ahiret gününe ve 6:hayır ve şerrin yalnızca allah'tan olduğuna[/B] inamamız gerekir

birşeyi merak ettim bakın ben ikinci defa bile cevap veriyorum hatta on defa veririm siz neden cevap vermiyor sadece soru soruyorsunuz yoksa sorduğum sorulara verecek cevabınızmı yok

ates demir 6. September 2012 04:45 PM

Evet Naci bey haklısınız
Hangi konuda? Yıllarca bu kadar onemli bir olgu olan Namazın kaç rekat olduğunu Kuranda bulamamama hep şaşırmıştım. Çok aradım bir yerde sadece kısaltilabileceği yazıyordu ama yine rekat sayısı yazmıyordu. Hatta rekatın tanımı bile yoktu.
Yıllarca salatı düşündüm. Ve verilen anlamı olan namazı. Demişsinizki hadisler olmasa namaz kaç rekat bunu bile bilemeyiz. Aslında dogru ana bir farkla. SALAT NAMAZ DEĞİL. Salat namazdır diyen bir babayiğit varsa lütfen bana da Ahzab 43 ve 56 yı açıklayıp Allah ve meleklerinin inananlara ve resullerine/nebilerine nasıl namaz kıldığını bir açıklasın. Naci bey kusuruma bakmayın ama siz Kuranı düşünerek okumamışsınız.

ates demir 6. September 2012 04:46 PM

"Ben ancak bana vahyolunana uyarım"

ates demir 6. September 2012 04:48 PM

Bu söz nebinin ağzından çıktı. Bir vahiy olarak.
Hadi nebiye uyun...

khaos 6. September 2012 05:54 PM

[QUOTE=nacikocak;12313]allah dilese peygamber efendimize yeni doğmuş bebeği bile helal kılardı bunuda ne senin nede başkasının eleştirme hakkı yoktur hüküm allah'ındır o neyi emrederse doğru olan odur[/QUOTE]

Sayın Naci Koçak,
size bir kaç sorum olacak

1.Allah peygamberlere neden ''görev''verir?
2.Peygamberlerin Allah ın katında statüsü nedir?
3.Peygamberlerin görevi dışında insan olarak kutsiyetleri varmıdır?
4.Peygamberler hata yapar mı?
5.Allah insanlara yasakladığı ve her toplum tarafından ahlaksızlık olarak kabul edilen şeyleri peygamberlerinin yapmasına izin verir mi? yada emreder mi?

tşk.

galipyetkin 6. September 2012 06:40 PM

Sayın Naci Koçak.

Demişsiniz ki: ''şart aslında birdir 1:allah'a inanmak ve .....''

Ama sevgili Naci Bey eksik demişsiniz. Yoksa elalem sizi yanlış tanır. Müşrikler de Allah'a inanıyorlar ve varlığını kabul ediyorlardı.

Benden soruyorsunuz. Ben imanımı şartlara bağlamadığımdan ''Sünni'' değilim, ama bu inaçta olanlara da saygı duyuyorum. Ben Kur'anın her kelimesine, kainat kitabına da inanıyorum. Bunlar yeterli herhalde.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

nacikocak 6. September 2012 06:57 PM

[QUOTE=ates demir;12361]Evet Naci bey haklısınız
Hangi konuda? Yıllarca bu kadar onemli bir olgu olan Namazın kaç rekat olduğunu Kuranda bulamamama hep şaşırmıştım. Çok aradım bir yerde sadece kısaltilabileceği yazıyordu ama yine rekat sayısı yazmıyordu. Hatta rekatın tanımı bile yoktu.
Yıllarca salatı düşündüm. Ve verilen anlamı olan namazı. Demişsinizki hadisler olmasa namaz kaç rekat bunu bile bilemeyiz. Aslında dogru ana bir farkla. SALAT NAMAZ DEĞİL. Salat namazdır diyen bir babayiğit varsa lütfen bana da Ahzab 43 ve 56 yı açıklayıp Allah ve meleklerinin inananlara ve resullerine/nebilerine nasıl namaz kıldığını bir açıklasın. Naci bey kusuruma bakmayın ama siz Kuranı düşünerek okumamışsınız.[/QUOTE]

merhaba ateş demir ben kuran'ı kerimi düşünerek okudum ancak o iman ile okuyana yol göstericidir onu ne niyetle okursanız size onu verir sorularınızın cevabı buyrun

öncelikle salat nedir salat kelimesi arapçada birkaç anlama gelir ve bunların arasında namaz yoktur anlamları dua etmek övmek istiğfar etmektir salat'ı tefriciye anlamını okursanız peygamber efendimizin hem övüldüğünü hemde onun için dua edildiğini görürsünüz

kuran'ı kerimde salat kelimesi bazı yerlerde dua etmek anlamında bazı yerlerde övmek anlamında kullanılmıştır

allah'u teala kuran'ı kerimde namazı değişik şekillerde emretmiştir bunların arasında secde et zikir et tesbih et yücelt gibi birçok emir vardır ve salat yani dua et ifadeside bunlardan biridir



şimdi kardeşim birisi davul çaldığı için hapise atılıyorsa namaz kılma namaz diye birşey yok ancak çalmanın hem hırsızlık yapmak hemde ses çıkarmak anlamında kullanıldığı gibi salat'ında hem dua etmek hemde övmek anlamında kullanıldığını anlayabiliyorsan namaz kıl ve bütün ayetleri anlamlarına bak anlamak istediğin gibi değilde anlatılmak istendiği gibi anla

nacikocak 6. September 2012 07:32 PM

[QUOTE=khaos;12364]Sayın Naci Koçak,
size bir kaç sorum olacak

1.Allah peygamberlere neden ''görev''verir?
2.Peygamberlerin Allah ın katında statüsü nedir?
3.Peygamberlerin görevi dışında insan olarak kutsiyetleri varmıdır?
4.Peygamberler hata yapar mı?
5.Allah insanlara yasakladığı ve her toplum tarafından ahlaksızlık olarak kabul edilen şeyleri peygamberlerinin yapmasına izin verir mi? yada emreder mi?

tşk.[/QUOTE]


1.Allah peygamberlere neden ''görev''verir?
allah insanları kendisine ibadet ve kulluk etsinler diye yaratmış peygamberlere ise insanlara kendisinin emir ve yasaklarını iletsin diye görev vermiş bu görevi peygamberlere peygamberlere iletme görevini ise cebrail a.s a vermiş çünkü allah'u teala insanların direk muhatap olamayacağı kadar yücedir

2.Peygamberlerin Allah ın katında statüsü nedir?
sevdiği salih kullarım diye bahsettiği elçileridir

3.Peygamberlerin görevi dışında insan olarak kutsiyetleri varmıdır?
sadece peygamberler değil allah bütün yarattıklarını derecelendirmiştir sağ el sol elden üstün ve kutsaldır peygamberlere mucizeler evliyalar gibi sevdiği kullarına kerametler gösterme izni vermiş hatta mazlum olan kafirlerin bile duaları kabul olur

4.Peygamberler hata yapar mı?
elbette yapar hz adem'in elmayı yemesi yusuf a.s ın allah engellemese efendisinin karısının tuzağına düşecek olması peygamber efendimizin görmeyen birini azarlaması birer örnektir

5.Allah insanlara yasakladığı ve her toplum tarafından ahlaksızlık olarak kabul edilen şeyleri peygamberlerinin yapmasına izin verir mi? yada emreder mi?
elbette emretmez ama izin verir çünkü birşeyi toplumun ahlaksızlık kabul etmesi zaten allah'ın emir ve yasaklarından dolayıdır allah giyinmeyi emretmese çıplaklık toplum tarafından hiçbir zaman ahlaksızlık olarak kabul edilmeyecekti

nacikocak 6. September 2012 08:08 PM

[QUOTE=galipyetkin;12366]Sayın Naci Koçak.

Demişsiniz ki: ''şart aslında birdir 1:allah'a inanmak ve .....''

Ama sevgili Naci Bey eksik demişsiniz. Yoksa elalem sizi yanlış tanır. Müşrikler de Allah'a inanıyorlar ve varlığını kabul ediyorlardı.

Benden soruyorsunuz. Ben imanımı şartlara bağlamadığımdan ''Sünni'' değilim, ama bu inaçta olanlara da saygı duyuyorum. Ben Kur'anın her kelimesine, kainat kitabına da inanıyorum. Bunlar yeterli herhalde.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.[/QUOTE]


galip kardeşim varlığını kabul etmek farklı inanmak iman etmek farklı ne müşrikler ne hıristiyanlar ne yahudiler müslümanlar hariç kimse allaha inanmıyor çünkü allah muhammed benim elçim diyor müslümanlar hariç hangileri allah'ın bu sözüne inanıyor

sünnilik sünnetleri yerine getirmek yani allah'ın rasulü elçisi ile aynı yaşamaktrır sünni değilim derken peygambere benzememekle övünüyorsanız benzememekle övündüğünüz kişiyi allah'ın nekadar sevdiğini ve kendisine elçi seçtiğini onlarca ayette sadece onu övdüğünü düşün uzunca düşün yaptığınız doğrumu yanlışmı

khaos 6. September 2012 11:34 PM

Naci Bey,
Allah peygamberlere neden görev verir?
İnsanın kendisini yaratan bir varlığın olduğunu bilmesi için (asıl ve en önemli sebep budur)ibadet,kulluk etme,dua, şükür bunu kabul ettikten sonra gelir.
Peygamberler yaratıcının kendilerine görev verdiği seçilmiş kişilerdir,memurlardır,habercilerdir,ileticilerdir.
Kutsallık sadece yaratana mahsustur.El kuddüs ve Vahid olan Allahtır.O hatalardan münezzehtir.Bu manada kusurlu olan, hata yapan, kutsal olamaz.

Diyorsunuz ki;
[COLOR="Red"]
Allah insanlara yasakladığı ve her toplum tarafından ahlaksızlık olarak kabul edilen şeyleri peygamberlerinin yapmasını emretmez ama izin verir çünkü birşeyi toplumun ahlaksızlık kabul etmesi zaten allah'ın emir ve yasaklarından dolayıdır allah giyinmeyi emretmese çıplaklık toplum tarafından hiçbir zaman ahlaksızlık olarak kabul edilmeyecekti.allah dilese peygamber efendimize yeni doğmuş bebeği bile helal kılardı bunuda ne senin nede başkasının eleştirme hakkı yoktur hüküm allah'ındır o neyi emrederse doğru olan odur. [/COLOR]

Bu bağlamda
Herşeyi bilimsel bir sebeple(+/-) ,kanunla ve düzenle yaratan Allah için dilerse demek kolaycılığa kaçmak olmuyor mu?
Bence burada yaratıcıyı biraz hafife alıyorsunuz.
dediğinizden hareketle Mesela;
Allah şarap içmeyi yasaklar.Ama peygamber her gün sarhoş biçimde gezer.Soran olursa
-Allah bir tek bana izin verdi peygamber olduğum için.
Allah zina yapmayı yasaklar.Ama peygamber tuttuğunu götürür.soran olursa
-Allah bir tek bana izin verdi peygamber olduğum için.
Allah adam öldürmeyi yasaklar.Ama peygamber tipini beğenmediği insanı öldürür.soran olursa
-Allah bir tek bana izin verdi peygamber olduğum için.

bana var size yok! inanmayan bir insanı böyle inandıramazsınız.bunu yapan bir insanın ise kimse peygamber diye arkasından gitmez. Adaleti,olmayan bir tanrıya kimse inanmaz.Yaratıcıda bizzat yarattığı mahlukun meşrebini iyi bildiği için emirlerini onun kaldırabileceği kadar verir.

gelelim asıl meseleye(insanoğlu ne yapar)
önce bize kuranı gönderen yaratcının sözlerini bir kenera bırakır,sonra dini bir ritüeller silsilesine dönüştürür zorlaştırır içinden çıkılmaz hale getiririz.Doğruluğundan yüzde yüz emin olamayacağımız ikinci üçüncü şahısların ilettiği naklettiği sözleri davranışları alır din diye sarılırız.Sonra peygamberi Allah a sevgili diye atarız.Buda yetmez namaz için pazarlık yaptırırız.hanifi,şafi,maliki,hanbeli diye ayrılırız birimizin haram dediğine öbürü helal der ama hepsi haktır doğrudur.Sanki Allah insanların mezhebine göre helali haramı değiştirirmiş gibi.daha biter mi? Günün şartlarına, siyasi ve bölgesel durumlara göre ürettiğimiz hadisler ne hikmetse kuranla ve birbiriyle ters düşer.Ama yookk alimlerimiz ulemalarımız bunlara inanmayan kafirdir der.

Bu hadislerde melekler hacamatı tavsiye eder.Yaratıcı bir forma sokulur baldırını gösterir.kadınlar aşağılanır,ihlas suresi kuranın üçte biri olur,namaz kılmayan öldürülür vs vs.

eğer peygambere benzemek istiyorsanınz kur'an ın size söylediklerini tatbik edin yeter.daha sonra tuvalete sağ yada sol ayağınızlamı gireceğinizi düşünürsünüz.


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:10 PM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam